8.Bölüm ÖZEL GÖREV
Altay elindeki silahını biraz daha kurcaladıktan sonra parçalarını tekrar birleştirmiş, temizleyip belindeki kılıfa yerleştirmişti. Onu uzun uzun izleyen silah arkadaşları konuşmadı. Zaten Altay'ın konuşmaya da hali yoktu. Hakkari'den İstanbul'a tam 18 saat süren bir otobüs yolculuğu yapmış, dinlenmeye bile fırsat bulamadan karakola çağırılmıştı. Aklı sürekli Dolunay'da kalsada yapacağı bir şey olmadığını kendine hatırlatıp masanın üzerindeki yeşil beresine uzandı.
"Ulan can sıkıntısından patlayacağım şimdi! Hiç mi şerefsiz yok şu ülkede olay çıkaracak anasını satayım?"
Ali oturduğu yerden doğruldu. Elinde çevirdiği mermiyi masanın üzerine yerleştirip yavaşça eğilmiş, tek bir el hareketiyle mermiyi karşıya savurmuştu. Hamza mermiyi düşmeden yakalayıp havaya fırlattıktan sonra tetikte bekleyen kadın masanın kenarından güç alarak tekerlekli sandalyesini geriye itmiş, güçlü bacaklarıyla mermiyi yakalamak için dikkat kesilmişti. Umay havadaki metali tek bir tekmeyle geldiği yere doğru gönderirken Ali sandalyesini geriye ittikten sonra hızla ayaklanmış, mermiyi postalıyla yakalayıp birkaç kez sektirdikten sonra Altay'a doğru savurmuştu.
"Ulan Ali! İki dakika yerinde dur!"
Altay mermiyi yakalayıp masaya bıraktı.
"Duramıyorum kardeşim! Duramıyorum, yok! Olmuyor!"
Hamza ona güldü. Ayaklarını masanın üzerine doğru uzatıp oturduğu döner koltukta kayarak daha rahat bir pozisyon aldığında beresini üniformanın kapladığı yapılı bacaklarının üzerine yerleştirmişti.
"Siktir deli!"
"Sensin deli. Hamza lan! Kalk gidip adam dövelim kardeşim. Başımıza iş alalım! Hadi yavrum!"
"Oldu." Konuşan Umay'dı. "Bizde arkanızı toplayalım, değil mi? Otur oturduğun yerde!"
Ali ona bakmadı. Bakışları rahat bir şekilde oturan arkadaşındaydı. Hamza derin bir nefes alıp başını geriye doğru yatırdı. Adem elması ortaya çıktığında Umay'ın bakışları adamın üzerindeydi.
"Siktiğimin çatlağı. En son bunu dediğinde Emniyet Müdürü'nün kuzenini dövüyorduk. Valla hiç kusura bakma ben gelmiyorum."
Hamza haklıydı. En son canları sıkılıp kavga için dışarıya çıktıklarında iki çocuğu döven genç bir adama denk gelmişlerdi. Ne olduğunu bile sormadan adama saldırdıklarında çocuklar kaçmış, adam bayılana kadar dövüşmüştü. Sonrası vahimdi. O iki çocuğun torbacı, adamın ise Emniyet Müdürü'nün kuzeni olduğunu öğrenmişler, birer hafta uzaklaştırma almışlardı.
"Ne yapalım oğlum o zaman?" Diye söylenen Ali'ye ters bir bakış atan Altay bir anda gülümseyip beresini başına geçirdi.
Ali ayağa kalkıp odanın içinde sıçramaya başladı. Arkadaşları ona gülerek baksada saniyeler sonra içeriye giren amirlerini gördüklerinde ayaklanmışlardı. Adamın gelişiyle büyük bir sessizliğin hakim olduğu odada sadece yere düşen merminin çıkardığı tiz çığlıklar vardı artık. Orta yaşlardaki adam bu sesten rahatsız olmuş olacak ki yüzünü buruşturdu. Duruşundan dahi otoriter olduğu anlaşılan bu adamı tim çok iyi tanıyordu. Kızdığında ne yapacağını da biliyorlardı. Bu yüzden Hamza adama çaktırmadan seken mermiyi ayağının altına alıp sesi postalıyla susturdu.
"Beyler." Diye söze başlayan adam odanın içindeki Umay'ı her defasında unutuyordu. Kadın her ne kadar bu duruma alınmışsada rahatsızca kıpırdanmaktan kurtulamadı. Zaten amiri de yaptığı hatayı farketmiş, cümleyi toparlamıştı. "Ve Umay. Bugün özel bir görev için hazırlıklı olmanızı istiyorum. Yarım saat içinde aşağıda olun."
Ardından odadakilere uzun uzun bakıp çıkmak için ardını döndü. Kapı kolunu kavradığında bir anda arkasını dönüp Ali'ye bakmıştı.
"Oğlum, bir daha yakaladığımız adamları 'yanlışlıkla' döversen, senin kemiklerini kırarım. Yanlışlıkla kırarım. Anlaşıldı mı? "
"Anlaşıldı amirim."
Adam sarı dişlerini gösterecek bir şekilde alayla güldü.
"Pek sanmıyorum ama neyse."
Sonra bir şey demeden odadan çıkıp gitti.
Adamın gidişiyle kendini koltuğa atan Ali yutkunup görev arkadaşlarına dönmüştü.
"Adamları çaktırmadan dövsem farkeder mi?"
...
Yarım saat sonra aşağıda toplanan time operasyon ile ilgili kısaca bilgilendirme yapılmış, herzaman olduğu gibi asıl adamın sağ ele geçirilmesi gerektiği vurgulanarak toplantı sonlandırılmıştı. Karakolun kapısında bulunan Ejder Yalçın zırhlısına binen tim olay yerine intikal etmek için harekete geçmişti. Bu durumdan en çok hoşnut olan şüphesiz ki Ali'ydi. İşte istediği olmuş, birkaç şerefsiz yine ortalığı karıştırmıştı. Hamza ve Umay'da en az onun kadar heyecanlıydı ama yorgunluktan ölen Altay için ne yazık ki bu söz konusu değildi. Çünkü adam gözlerini her kapattığında beyaz çarşaflara sarılmış güzel yatağı önüne geliyor, adeta adamı çağırıyordu. Görev böyle bir şeydi. Sen ölsen bile vatan söz konusu ise bunun önemi kalmıyordu. Önemli olan vatan, görev ve milletti. Bunun farkında olan Altay kendini toparlamaya çalışıp dar alanda dans eden Ali'ye baktı.
"Ne kıvırıyorsun lan dansöz gibi?"
Ali gülüp kaskını düzeltti.
"Oğlum çok eğleneceğiz!"
"Evet, kardeşim." Dedi Hamza.
"Bu gece boşsan bize geçelim mi?"
"Bokunu çıkarma Hamza. Az kıvırdık diye herifin yaptığı muameleye bak anasını satayım."
Umay karşısında oturan Hamza'dan bakışlarını çekmeden gülümsedi. Elinde tuttuğu keskin nişancı tüfeğiyle normal kadınlardan çok daha etkileyici ve korkutucu olduğu bir gerçekti ama Hamza'nın dikkatini çektiği söylenemezdi. Çünkü o tüm dikkatini Ali'ye ve Altay'a vermişti.
"Aaa. Kanka ayıp ediyorsun. Ben yapar mıyım?"
"Hadi lan ordan!"
"Küstün mü?"
"Küstüm Hamza. Ben senin bildiğin fıstıklardan mıyım?"
Ali'nin tiribiyle aracın içindekiler kahkaha atmaya başlamışken araba durdu. Gelmişlerdi. Kapı açılırken ilk inen Umay oldu. Operasyon görevlisinin yönlendirmesiyle kaldırımın diğer tarafındaki camiye doğru koşturmaya başladığında polislerden birisi de ona eşlik etti.
"Hadi bakalım. Allah utandırmasın!"
Ali, Altay ve Hamza diğer ekip arkadaşları ile bir apartmana doğru temkinli bir şekilde ilerlemeye başladı. Ali heyecandan neredeyse oynayacaktı. Amirine çaktırmadan bir ikisini güzelce benzetebilirdi.
Ancak beklediği olmadı. Çünkü polislere hazırlıksız yakalanan uyuşturucu kuryeleri hiçbir şekilde karşı koymadan elleri havada dışarıya çıkmışlardı. Ali şaşkınlıkla elindeki tüfeği düşürmekten son anda kurtuldu. Hamza ve Altay'da en az onun kadar şaşkındı. Üstelik Umay daha minareye tırmanmaya bile başlamadan operasyon bitmişti. Polislerden birkaçı teröristleri yaka paça araçlara doğru götürürken Ali elini onlara doğru uzattı.
"Kollarımı açaydım da gitmeyin şerefsizler diyeydim."
"Eve gidince ağlayacağına iddiasına girerim." Dedi Hamza arkadaşına yaklaşarak. Altay onun sözlerine sırıtarak karşılık verip silahını tek eliyle kavradı. "Birkaç gün kendine gelemez."
Gelemeyecekti. Ali'ydi bu. Adam dövmeden kendine gelmiyordu. Ancak etrafta ne dövülecek adam, ne de savaşacak düşman vardı. Sıkıntıyla iç çekip araca doğru ilerledi. Geri kalanlarla Narkotik Şube ilgilenecekti çünkü.
"Evet, operasyon bitti beyler! Ve Umay! Eve gidip dinlenebilirsiniz. Gerisi bizde. "
...
Altay nihayet eve geldiğinde anne ve babasını uyandırmadan odasına geçip kendini yatağa attı. Vücudu yorgunluktan uyuşmaya başlamıştı. Üstelik gözleri de ağrıyordu. Çarşafı kaldırıp üzerine örttüğünde huzurlu bir uyku onu kolları arasına almıştı. Gülümseyip bu uykuya sarılacağı sırada çalan telefonuyla gözlerini açıp tavana baktı. Uyuyamayacaktı. Olmayacaktı, hayır. Sinirle telefonu eline alıp kim olduğuna bile bakmadan kulağına götürdüğünde Asuman'ın telaşlı sesi kulağına dolmuştu.
"Altay! Evde birisi var yardım et. Lütfen!"
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro