14.Bölüm YENGE
MULTİDEKİ ALTAY 💙 KEYİFLİ OKUMALAR.
Yaklaşık bir hafta boyunca karakoldan çıkamayan Altay yorgundu. Ali'nin nöbetlerini de tutmuş olmasa belki bu kadar yorulmazdı ama Asuman sağ olsun bu çatlak herifle bir anlaşma yapmak zorunda kalmış, arkadaşına kızı beklerse gece nöbetlerini tutacağına dair bir söz vermişti. Sözünün eri bir adam olmasa - Altan gibi - çoktan pes edip gitmişti ama Altay ikisinin aksine sadık bir adamdı. Hem çalışmayı yatmaktan çok sevdiğini gönül rahatlığıyla da söyleyebilirdi. Mesleğini severek yapıyor, zorluklarına ise göğüs gererken asla şikayetçi olmuyordu.
Nöbetler sorun değildi belki ama sürekli ona takılan ve ileri geri konuşup saçmalayan Ali başlı başına bir sorundu. Susmak bilmiyor, konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyordu. Üstelik Altay onun asla uslanmayacağını yıllar alan arkadaşlıklarına dayanarak söyleyebilirdi. Oysa Hamza ve Umay da onun arkadaşıydı fakat Ali boş boğazı kadar saçmalamıyorlardı. Mantıklı şeyler söylese veyahut dalga geçer tarzda konuşmasa Altay onu bir nebze ciddiye alabilirdi ama mümkünü yoktu. Ali denilen herif tam anlamıyla bir 'ömür törpüsüydü'.
Öte yandan bu bir hafta boyunca Umay iyiden iyiye asabileşmiş ve içine kapanarak genç adamlarla konuşmaz olmuştu. Hamza ise küs oldukları için böyle yaptığını düşünüyor, kadınla konuşmaya tenezzül dahi etmiyordu. Elbette kimse Umay'a aşık bir adamı sevdiği için kızamazdı ama Hamza'nın hiçbir şeyden haberi yokken bu iş bir yere de varmazdı. Hoş, kadın aşkını itiraf etse dahi adam karşılık veremezdi ya. Yine de belirsizlik fazlaca derin bir kuyuydu. Tıpkı Asuman olayı gibi.
Asuman ne zaman Altay'ın aklına gelse adamın nefesini daraltıyordu. Bir hafta boyunca birkaç kez mesajlaşmaktan öteye gitmeyen ve Ali'nin tabiriyle karışık ilişkileri hala yerinde sayıyordu. Zaten Altay bu olaya ilişki demeyide çok doğru bulmuyorum ki haksızda sayılmazdı. Aralarında bir çekim yoktu, aşk kapılarının önünden bile geçmiyor veya buna benzer herhangi bir duyguya kalbi müsade etmiyordu. Onu bir barın önünde bekleyen iri yarı, kaslı korumalara benzetebilirdi. Asuman oraya girebilmek için oldukça küçük, adam ise onu içeriye alamayacak kadar karanlıktı.
"Bozkurt!"
Duyduğu sesle başını yan tarafına çeviren Altay elindeki sigarasından son bir nefes çekip ciğerlerini zehirledi, ardından da büyük bir titizlikle yere fırlattığı izmariti botlarıyla asfalta gömdü. Yeşil beresi başındaydı. Üzerindeki üniforma tertemizdi ama aynı şeyi zihni için söyleyememek büyük bir hayal kırıklığıydı.
Koşturarak ona doğru gelen Halil elbette onun içini göremezdi. Her yere ustaca sızabilecek bir adamdı Halil oysaki. Milli istihbaratın en alt kademelerinin birinde görev yapıyor olması onun işinin en iyilerinden olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Açıkçası çok yakında hak ettiği yerlere de yükselecekti lakin o bunu pek istiyor gibi değildi. İşini ve bulunduğu konumu seviyordu. Daha iyi yerlere gelmesi demek tam olarak 'tüm duygularından vazgeçmek' demekti ki bu adam birisi hariç hepsinden kurtulalı epey oluyordu. Nefret. Onu ayakta tutan nefretiydi, intikam duygusuydu. Yükselirse bunu saklamak zorunda kalacaktı ancak Halil henüz o kadar irade sahibi sayılmazdı. O kahpelerin içine sızarda onlar vatanına hakaret ederse nasıl dayanacağınıda bilmiyordu. Ama o farkında olmasa bile istihbaratın süzgecinden o denli iyi geçmişti ki tüm mimikleri körelmiş, hisleri yosun tutmuş ve kalbi sadece vatanının olmuştu.
"Senin ne işin var ulan burada!"
Halil sırıtıp Altay ile kucaklaştı. Uzun zamandır bir birlerini tanıyorlardı. Çok yakın değilselerde sıradan bir arkadaşlıkları da yoktu. Zaten Halil lakap olarak gölge değil, varlık olarakda gölgeydi. Hakkında tek bildikleri ismiydi ki o bile Milli İstihbaratın adama verdikleri arasındaydı.
"Hayırdır kardeşim, beni gördüğüne sevinmedin pek. "
"Ne bileyim. Sen buraya gelince işler bir karışıyor falan. Hayırdır? "
Halil bir iki adım geriye gidip ellerini siyah pantolonunun cebine sıkıştırdığında sırıtıyordu.
"Evleniyorum, davetiye getirdim."
Sesi düzdü. Öyle ki Altay onun verdiği cevapla gözlerini kocaman açmaktan kendini alıkoyamadı. Ne demek evleniyordu? Bildiği Halil Tengrişen, nam-ı diğer Gölge evlenecek, onlara da davetiye getirecekti.
"Bize mi?" diye fısıldadı.
"Yok. Sana değil, Ali'ye. Biliyorsun hemşehrim o benim."
"Lan sen Sivas'lı değil misin? "
Halil dudağını büzüp topuklarının üzerinde bir öne bir arkaya sallandı. Bakışları etrafı süzerken,
"Ne bileyim amına koyayım." Dedi ahlaksız bir şeyler söylemiyormuş gibi gayet rahat bir şekilde. Altay'ın kafası iyice karışmıştı.
"Nasıl ne bileyim?" Dedi. "Lan sen benimle alay mı ediyorsun?"
"Altay senin beynin yarım olmasa acıyacağım birader. Ulan ben demiyor muyum ne için geldiğimi söyleyemem sormayın diye? Her seferinde aynı soru." Biraz durdu. "Zaten benimkiler çok yuva kurma canlısı değiller. Ha, ayrıca ben devlet tarafından yetiştirildiğimden memleketimle ilgili şeylerden haberim yok. Malum."
Altay adamın söyledikleriyle gözlerini devirirken cebindeki sigara paketini çıkarıp önce karşısındakine uzattı, ardından da bir dalı çekip çıkararak dudakları arasına yerleştirdi.
"Bu aralar kafam uçuk, birader. Kusura bakma."
Paketi yeleğinin cebine sıkıştırdı, ardındanda çakmağını çıkararak sigaranın ucunu tutuşturdu. Sigara içmek alışkanlıkları arasında olmasada cebinde daima bir paket bulundururdu. Eh, bazen - kafası karışıkken- lazım olmuyorda değildi.
"Biliyorum. Anlattı Ali. Neydi yengenin adı? Asuman?"
"Koduğumun yavşağı. Sanada mı anlattı?"
Acaba şu karakol içerisinde bilmeyen var mıydı? Kesinlikle yoktu. Olay resmen Türkiye'nin dayanağı Milli İstihbarat Timi'ne kadar intikal etmişti. Hayır, bir gün Hakan Fidan gelip, Neydi yengenin adı? Asuman?, diyecek diye ödü kopuyordu.
"Tam olarak 24 dakika, 56 saniye ve 12 salise. Aralıksız ve nefessiz. En dip ayrıntısına kadar. Kızın kuduz olan köpeğine kadar."
"Kimin? Asuman'ın mı kuduz köpeği varmış? "
"Valla Ali dedi. Kartal mı, Serçe mi neymiş. Hoş, kim köpeğine kuş ismi koyar ki?"
Ali ölmek istiyordu! Sigarasından derin bir nefes çekip bakışlarını yukarıya asumana çevirdi.
"Yalan söylemiş it herif. Serçe, yengenin arkadaşı."
Ve sonra söyledikleri kulaklarına ulaşınca dili boğazına kaçtı. Tam anlamıyla şok olmuştu. Asuman nereden Halil'in yengesi oluyordu? Ne zamandan beri bu düşünceyi kabullenmişti? Gökyüzüne bakmak kesinlikle Altay'a iyi gelmiyordu. Zira baktığı şey Asuman'ın çehresiydi ve Altay için bir zehirden farksızdı.
"Ali bu, Bozkurt. Değişecek değil ya. Neyse. Ziyaretin kısası demiş eskiler. Birkaç alacağım var çarşıda, kaçayım ben."
Alacağı falan yoktu. İşini anlatamazdı.
Altay biraz önce söylediklerinin etkisinden çıkarken arkadaşının elini kavrayıp sıktı.
"Allah'a emanet!"
...
Altay önünde durduğu kapıya bakarken bakışları yoldayı. Aklında hala Ali'yi neden öldürmediğiyle ilgili cümleler dolaşsa bile bunun ne yeri, ne de sırasıydı. Bu yüzden sakin olmaya çalışarak arabasının camından üzerini kontrol etti, sorun yok gibiydi. Siyah pantolonu, beyaz gömleği ve üzerine geçirdiği yeşil salaş montuyla iyi duruyordu. Sadece ayağındaki spor ayakkabılar tuhaf hissettirmişti ama yapacak bir şey yoktu. Arkadaşlarıyla buluşmayada postallarla gidecek değildi ya!
"Altay!"
Asuman'ın neşeli çıkan çocuksu sesiyle beklentisine ulaşan adam sırıttı. Neyseki sırtı hala kıza dönüktü de kızcağız görmemişti. Yoksa nasıl açıklayacaktı? İsmimi ağzından duymak ciğerlerimi söndürüyor mu? Ah, bu saçmalık olurdu. Sadece sakin olmalı, arkasını dönüp ufak bir konuşma yapmalı ve yol boyu kıza soğuk davranmamalıydı. Ve kesinlikle ismimi ağzından duymak ciğerlerimi söndürüyor da dememeliydi. İşi zordu, başaracaktı. Bu yüzden derin bir nefes alıp hızla arkasını döndü. İşte Asuman oradaydı. Üzerinde beyaz ve yeşil renkleriyle harmanlanmış bir elbise vardı. Ayağındaki sandaletler elbiseye uyuyordu ama Altay şuan sadece elbiseyle ilgiliydi.
Neden boyu kısaydı? Hayır umrunda değildi tabii. Sadece kızı düşünüyordu. Üşüyebilirdi, değil mi?
"Asuman."
Genç kız ilk defa adamın karşısında makyajla duruyor olmasa ellerini yüzüne kapatıp utançla eve girecekti. Üstelik açık bıraktığı saçları hafif rüzgar yüzünden sallanıp duruyor, bir kırbaç gibi narin tenini yakıyordu. Altay neden bu kadar iyi giyinmişti?
"B-ben bekletmedim, değil mi? "
Allah aşkına, kekelemekte neydi? Rezil olmuştu.
"Hayır. Yani beklemedim. Şey elbisen güzelmiş."
Asuman adamın cümlesiyle gülümsedi. Altayın lügatında bunun 'güzel olmuşsun' demek olduğunu anlamıştı çünkü.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandı. "Sen de çok iyi görünüyorsun."
Ve biliyorlardı ki bu buluşma ikisi içinde çok iyi olmayacaktı. Herkesin toplandığı kafeye gelene kadar konuşmamışlar, Altay da bakışlarını yoldan ayırmaya tenezzül etmemişti. Yoksa Asuman'a bakıp kalacağını biliyordu. Tek temennisi gün sonuna kadar sakin kalmaktı ama yanındaki kızın üzerindeki elbise, ona dönecek gözlerin varlığıyla parlıyordu. Tabii Altay'ın elide, o gözleri oymak için çoktan kaşınmaya başlamıştı.
Ve lütfen, kesinlikle kıskanmıyordu!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro