prologue
"Defol git evimden!"
Babam daha hazırlığını bile bitirmediğim valizlerimi gelişigüzel bir şekilde önüme fırlattığında yaşarmaya başlayan gözlerimle savaş vermeye çalışıyordum. Ne olduğunu bile anlamadan gelişivermişti her şey. Önce sabah ben daha uyanmadan odama dalmış ve eşyalarımı toplamamı söylemişti. Böyle bir şeyin yaşanacağına ihtimal vermediğim için valizimi toplamakta acele etmemiştim ancak şimdi, daha kahvaltı bile yapmadan ve eşyalarımı tamamen hazırlamadan beni kapı dışarı ediyordu.
"Baba yalvarırım bir şey de! Ne yaptığımı söyle!"
Yüzüme, tiksintiden başka hiçbir şey olmayan bir ifadeyle bakıyordu. Gözlerinden yayılan öfke kırıntıları ürkmeme neden oluyordu.
"O sürtüğün tohumusun, yetmez mi?!"
O sürtüğün tohumu... O sürtük... Annem...
"Ben bir şey yapmadım, baba! Lütfen böyle yapma," ve sesim sonlara doğru çatladı. "Konuşalım."
"Konuşacak bir şey yok! Artık reşitsin, senin yükünle uğraşamam daha fazla. Ne halin varsa onu gör!"
Artık reşittim. Bugün 28 Marttı, doğum günüm. On sekizinci yaşıma bastığım günün sabahıydı ve bu önemli günde babam açıkça beni istemediğini dile getirmişti.
"Makheme kararıyla bugüne kadar yanımda tuttum seni ama yeter artık! Seni görmek istemiyorum. Her seferinde o orospu annenin bana taktığı boynuzu hatırlamak istemiyorum." Arkasını dönüp kapıyı yüzüme kapatmadan önce gözlerimin içine baktı. Onu, düşmanına bile böyle bakarken görmemiştim. "Kendi başının çaresine bakacak yaştasın artık. En kötü annenin yolundan gidersin, orospuluk geninde vardır eminim."
Duyduklarımı idrak etmekte güçlük çekerken dev kapının gürültülü kapanma sesi bahçede yankılandı. Hemen ardından da zor tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraktım.
Bir gün buna benzer bir şey olacağını hesaba katmadığımı söyleyemezdim ama bu kadar erken olacağını da beklememiştim.
Her şey ben on yaşındayken başlamıştı.
Severek evlenen annem ve babamla mutlu ve huzurlu bir ailemiz vardı. Saygındık. Çevremizdeki herkes bize imrenirdi. Sonra Chinami denen o kadın babamın hayatına girdi ve benim saygın ailem paramparça oldu. Chinami babamın sekreteriydi ve onu cazibesiyle etkilemiş, aklını karıştırmıştı. Güzel bir kadındı fakat şeytanın tekiydi. Kalbi çirkindi.
Babamı, uzun bir zaman da olsa kendine aşık etmiş ve evlilik masasına oturtabilmişti. Hamileliği de buna bir etkendi aslında ama daha mide bulandırıcı olan şey, babam ve annemin evliliğinin sarsılmaz olduğunu sanarken babamın Chinami ile de görüşmesi ve kadının karnına utanmazca bir bebek koymasıydı.
O sıralar ben yedi yaşındaydım. Annemle ayrılıp Chinami ile evlendiğinde ise on iki. Ve bir de Chinami'nin babamdan olma, benden birkaç yaş küçük kızı vardı. Babamın yeni ailesi olup çıkmışlardı ve ben açıkça evde üçüncü sınıf muamelesi bile görmüyordum. Tüm bunlara rağmen üvey kız kardeşime karşı sevgi dolu olmak isterdim ancak onun tavırları da ne annesininkinden ne de babamız olacak adamınkinden daha az değildi.
Ağlamalarımı dindirmeye çalışırken kapı yeniden açıldı. Başımı kaldırdım. Karşımda o vardı. Chinami. Gözleri kısık, dudaklarında keskin bir alay vardı.
"Nihayet gidiyorsun. Şaşırdım ama. Bu kadar dayanacağını düşünmemiştim."
Ayağa kalkıp üzerine atlamak, saçını başını yolup bütün sinirimi kusmak istedim o an.
"Orospusun sen." dedim dişlerimin arasından. Sinirimi kontrol altına almaya çalışıyordum.
"Anneciğin gibi mi?" Hafifçe kıkırdadı. Kıkırtısındaki zafer hissi ağır bir şekilde yayılıyordu.
Yaş dolu gözümü elimin tersiyle silip ayağa kalktım. Beni aciz görmüştü artık fakat daha fazla görmesine izin veremezdim. Valizimi yerden alıp önüme çektim ve bugünden itibaren dönüşeceğim kişinin, fragman niteliği taşıyan gösterisini yaptım:
"Yılansın... Ama yılanların da faydaları vardır. Bana ve aileme zehrini akıtmış olabilirsin ama inan bana, zehrinden güzel bir panzehir hazırlayacağım. Onu bir zırh gibi üzerimde taşıyacağım ki bundan sonra akıtacağın zehirlerde yıkılmayacağım." Nemli gözlerimi evin her bir köşesinde gezdirdim, unutmamak, her gece hatırlamak için. Camlardan dakikalarca bizi izleyen hizmetçilerin de farkındaydım ama umrumda değildi. Bugün burada vereceğim söze şahitlik etmeleri çok daha işime gelirdi hatta.
Chinami kibirle gülüp geçti. Gülebilirdi, gülmeliydi de. Kısa süreli zaferinin tadını çıkarmak yapacağı en iyi iş olurdu çünkü geri döndüğümde ona zerre acımayacaktım.
"Aslında haklı olabilirsin Chinami. Bu yüzden çok gül. Hiçbir anı kaçırma, zevkini çıkar. Zira geri döndüğümde, tıpkı annem gibi bir orospuyla baş etmek zorunda kalacaksın. Bir gün ayağının altındaki o pahalı zemin kayıp çöktüğünde, o orospuyla uğraştığın için kendini suçlayacaksın."
Valizimi arkama aldım. Omuzum çökük bir şekilde, ağır ağır hareketlendim ve onun umursamaz ve küstah bakışlarının üzerimdeki varlığıyla son sözlerimi yüksek sesle haykırdım:
"Eğer şansın varsa tanrı bana bu şehire ayak bastırmaz bir daha!"
Şansı yoktu çünkü haksız birinin, haksızlık yaptığı konuda şansı olamazdı. Bir sınırı olurdu ve yıllar sonra Chinami de o sınıra ulaşmıştı.
Karma mükemmel bir u dönüşü yapmış ve yıllar içinde dizginleri benim elime vermişti. Karma bana, düzeni kendimce sağlamam için fırsat sunmuştu.
ᜃׄ ⭑
yine salıp zar zor bitireceğim, ya da bitiremeyeceğim, bir fic daha
sözde taslakta 10-15 bölüm yazıp öyle salacaktım ama...
neyse, iyi okumalar! <33
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro