Birinci Perde
Birinci Sahne
(Venedik'te bir sokak. Antonio, Salerio ve Solanio.)
ANTONIO — İçimde hep bir sıkıntı var.
Nedenini bilmiyorum ama bıktırdı artık;
Diyorsunuz ki, sizi de bıktırdı;
İyi ama, niye yakalandım bu derde,
Nerde buldum, nasıl kaptım onu,
Anlamı ne, kaynağı nerde,
Bir türlü bilemiyorum.
Üstelik öyle serseme çeviriyor ki beni,
Nerdeyse kendimi tanıyamaz oldum artık.
SALERIO — Aklın okyanusta dolaşıyor senin,
İşte orda, teknelerinin yanında;
Gemilerinin, dalgalar diyarının soylu beyleri,
Varlıklı efendileri gibi dolaştığı;
Ya da denizlerin gösteri arabaları (1) gibi,
Rüzgârla dolan heybetli yelkenleriyle
Kanatlanmış uçarken,
Arkalarında bel kırıp selam duran takalara
Tepeden baktığı yerde.
SOLANIO — İnanın bayım, benim malım da böyle tehlikede olsa,
Aklımın büyük bir kısmı orda,
Umutlarımın yanında olurdu.
Rüzgârın yönünü görmek için ot yolar dururdum.
Limanlar, iskeleler, güvenli koylar nerde diye,
Haritalardan başımı kaldıramazdım.
Malıma zarar verebilecek her şey içimi karartırdı.
SALERIO — Soğusun diye çorbama üflerken bile,
Çok sert bir rüzgârın
Denizde yol açabileceği felaketi düşünür,
Sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başlardım.
Nerde kum saati görsem,
Aklıma sığ sular ve kum tepeleri gelir,
Kıymetli gemim Andrew'ü (2) kumlara saplanmış,
Tepe yelkeni, sanki mezarı öpmek ister gibi,
Kaburgalardan aşağı sarkmış görürdüm.
Kiliseye her gidişimde,
Kutsal taşlara bakmaya göreyim,
Tehlike dolu kayaları düşünmeden edemezdim.
Narin teknemin bordasına dokundukları anda,
Baharat yükü olduğu gibi denize dökülecek,
Kükreyen dalgalar ipek kumaşlarıma bürünecek;
Sözün kısası, onca varlık,
Bir anda hiçe dönecekmiş gibi gelirdi.
Aklım hep bunda olunca,
Aklıma gelen başıma gelir diye
Kara kara düşünmeden de edemezdim elbet.
Hadi hadi, ben biliyorum,
Aklı malında da ondan mahzun Antonio.
ANTONIO — Yok, yok, inanın; şükür ki talihim var.
Malımın tümü tek bir gemiye bağlanmış değil;
Ne de hepsi tek bir yerde.
Hem, varımı yoğumu bu yılın işi etkilemeyecek ki.
Yani, malıma üzülmüyorum.
SOLANIO — Öyleyse âşıksın.
ANTONIO — Yok canım!
SOLANIO — Âşık da değilsin demek;
Eh o zaman diyelim ki, dertlisin,
Çünkü keyifli değilsin.
Yani, aynı şekilde, gülüp oynuyor olsaydın,
Keyifliyim, çünkü dertli değilim, diyecektin.
Şimdi, iki yüzlü Janus (3) hakkı için,
Şu doğa da zamanında acayip kişiler yaratmış:
Kimi hep gözlerini kısar,
Gaydacıya gülen papağan (4) gibi, güler durur.
Kimiyse öyle sirke suratlı olur ki,
"Bu laf komik," diye Nestor (5) yemin etse,
Dişleri görünecek kadar bile gülümsemez.
(Bassanio, Lorenzo ve Gratiano girer.)
İşte soylu hısımın Bassanio'yla,
Gratiano ve Lorenzo geliyor. Haydi, hoşça kal.
Seni daha iyi dostlarla baş başa bırakalım.
SALERIO — Gelenlerin benden değerli olduğunu bilmesem,
Keyfini getirene kadar yanında kalırdım.
ANTONIO — Senin değerin benim gözümde çok yüksektir,
Ama anladığım kadarıyla işin var
Ve fırsat bu fırsat diye kaçıyorsun.
SALERIO — İyi sabahlar sayın lordlarım.
BASSANIO — Sayın baylar, ne zaman birlikte şöyle bir eğleneceğiz?
Ha, ne zaman, söylesenize?
İyice yabancı oldunuz artık, ayıp değil mi?
SALERIO — Bir gün kararlaştırıp buluşalım.
(Salerio ve Solanio çıkar.)
LORENZO — Lordum Bassanio, sen Antonio'yu bulduğuna göre,
Biz de gidelim artık. Ama lütfen
Akşam yemeğinde nerde buluşacağımızı unutma.
BASSANIO — Merak etmeyin.
GRATIANO —İyi görünmüyorsun Signior Antonio;
Dünyayı fazla önemsiyorsun:
Aldığın şeyin bedelini dertle ödediysen
Kaybettin gitti demek.
Öyle değiştin ki bilemezsin.
ANTONIO — Benim için dünya neyse odur Gratiano,
Bir sahne yani; herkesin de bir rolü var:
Benimki dertli adam rolü.
GRATIANO —Ben de soytarı (6) olayım bari;
Kırışıklar gelecekse, keyifle, kahkahayla gelsin;
Ölümcül iniltilerle yüreğim soğuyacağına,
Ciğerim şarapla ısınsın. (7)
İçinde kanı sıcak akıyorsa insan
Dedesinin mermer heykeli gibi
Niye çakılıp kalsın hep yerinde?
Uyanıkken niye uyur olsun,
Niye mızmızlık edip sarılığa yakalansın? (8)
Bak Antonio, iyi dinle,
Seni severim ve şimdi sevgim konuşuyor:
Bazı insanlar vardır, suratlarına,
Durgun suların yüzünde olduğu gibi,
Bir tür örtü takınırlar;
İnatçı bir suskunluk örtüsü.
Böyle yapmakla sanırlar ki, başkalarına,
Akıllı, ciddi, keskin zekâlı görünecekler.
Sanki, "Ben bilgiçler bilgiciyim;
Ağzımı açtığımda, hiçbir köpek havlamasın,"
Der gibidirler.
Oo, Antonio, ben öylelerini bilirim ki,
Sırf konuşmadıkları için bilge tanınırlar.
Ki, hiç kuşkum yok, ağızlarını açsalar,
Onları dinleyip de "budala" demekten
Ve lanetlenmekten kimse kurtulamazdı. (9)
Neyse, gerisini başka zaman anlatırım.
Ama şu "şöhret" denen minik balık için
Melankoli yemiyle avlanmaktan vazgeç; (10)
Hadi yürü Lorenzo. - Şimdilik iyi günler,
Vaazıma yemekten sonra devam ederim.
LORENZO — Pekâlâ, yemek vaktine kadar bize müsaade o zaman.
O dilsiz bilgelerden biriyim ben de herhalde;
Gratiano'dan hiç laf düşmüyor bana çünkü.
GRATIANO —Eh, iki yıl daha yanımda gezersen
Kendi sesini tanımaz olursun.
ANTONIO — Hadi güle güle;
İyisi mi ben de konuşmaya alışayım.
GRATIANO —Hay çok yaşa!
Çünkü sükût, ya kurutulmuş sığır diline,(11)
Ya da yaşı geçkin kızlara yakışır.
(Gratiano ve Lorenzo çıkar.)
ANTONIO — Bu da ne demek oluyorsa şimdi!
BASSANIO — Venedik'te Gratiano kadar çok konuşup az şey söyleyen kimse yoktur. Anlamlı sözleri, iki balya saman içinde iki buğday tanesini geçmez: Onları bulmak istersen gün boyu araman gerek; bulduğunda da aradığına değmiyor.
ANTONIO — Pekâlâ, hadi şimdi söyle bakalım,
Kutsal yolculuğa çıkar gibi
Gizlice görmeye and içtiğin o hanım kim?
Bana bugün söyleyeceğine söz vermiştin hani.
BASSANIO — Cılız gelirimin elverdiğinden öte yaşayışımla,
Varımı yoğumu nasıl saçıp savurduğum
Senin bilmediğin bir şey değil Antonio.
Bu soylu yaşam tarzım kısıtlanacak diye
Yakınıyor da değilim. Ama şimdi ilk amacım,
Bu savurgan yaşamın bana getirdiği
Büyük borç yükünden kurtulmak.
Hem parada, hem sevgide en çok sana borçluyum Antonio;
İşte borçlarımdan kurtulmak için
Tasarladığım tüm plan ve yolları da
Bu sevgi bağına güvenerek açıyorum sana.
ANTONIO — Ne olur, dostum Bassanio, anlat bana.
Sen her zaman şerefli bir insan olmuşsundur;
Bu da şerefli bir işse, inan ki,
Kesem, kendim ve varım yoğum
İstediğin an senin emrinde olacak.
BASSANIO — Okul günlerimde, attığım bir oku kaybedince,
Adaşını da aynı yere, aynı şekilde atar
Ve ötekini bulmak için bu kez gidişini dikkatle gözlerdim.
Böylece, ikisini de kaybetmeyi göze alır,
İkisini de bulurdum.
Neden mi söz ediyorum bu çocukluk anısından?
Çünkü, benden şimdi duyacakların da
Aynı saflıkla söyleniyor olacak da ondan.
Sana çok şey borçluyum ve yaramaz çocuklar gibi
Borçlu olduğum şeyi de kaybettim.
Ama, ilk oku attığın yere bir ok daha atarsan,
Bu kez nereye gittiğine iyi bakacağım için,
Hiç kuşkum yok, ya ikisini de bulurum,
Ya da en azından ikincisini sana geri getirir,
Yine birincisi için borçlu ve minnettâr kalırım.
ANTONIO — Sen beni iyi tanırsın, ama yine de,
Sevgimi sınayarak vaktini boşa harcamadan yapamıyorsun.
İnan ki, varımı yoğumu saçıp savursan,
Senin için elimden geleni yapacağıma güvenmemekle
Yaptığın haksızlık kadar
Büyük bir haksızlık yapamazsın bana.
Elimden gelebilecek her şeyin
Sınırlarını bildiğine göre,
Ne yapmamı istiyorsun söyle yeter.
Hadi, şimdi konuş.
BASSANIO — Belmont'ta zengin bir hanım var;
Kendisine babasından büyük miras kalmış;
Üstelik güzel de.
Ama, daha da güzeli ne biliyor musun:
Harika meziyetleri var.
Zaman zaman gözlerinden sessiz, hoş mesajlar aldım.
Adı Portia; Cato'nun kızı;
Brutus'un Portia'sından hiç aşağı kalmaz.
Onu tanımayan, değerini bilmeyen yok.
Dünyanın dört bir yanından esen rüzgârlar,
Durmadan namlı talipler katıp getiriyor evine.
Güneşli bukleleri, altın postun (12) tüyleri gibi,
Kıvrım kıvrım şakaklarından dökülüyor.
Öyle ki, evinin olduğu yer, Belmont,
Colchos sahiline döndü: (13)
Portia için nice Jason'lar geliyor oraya.
Ah Antonio'cuğum, elimde imkân olsa da,
Onlara bir rakip olabilsem;
İçimden bir ses, hiç kuşku yok,
Talih senin yüzüne gülecek, diyor.
ANTONIO — Biliyorsun, varım yoğum denizde;
Şu anda elimde ne para,
Ne de kısa zamanda para getirecek mal var.
O nedenle, git Venediği araştır;
Bak bakalım ne kadar kredim varmış.
Ne yap yap, seni Belmont'a,
Güzel Portia'ya götürmeye yetecek parayı bul.
Hadi durma, bir yandan sen,
Bir yandan ben, araştıralım bakalım.
İster kredime karşı versinler borcu
İster benim hatırım için, fark etmez.
(Çıkarlar.)
İkinci Sahne
(Belmont. Portia'nın evinde bir oda. Portia ve yardımcısı Nerissa girer.)
PORTIA — Vallahi Nerissa, şu minik bedenim bu koca dünyadan artık bıktı.
NERISSA — Sevgili bayan, eğer derdiniz kısmetinizle aynı ağırlıkta olsaydı, o zaman gerçekten bıkardınız. Görebildiğim kadarıyla, bolluk içinde yüzüp tıkananlar da, darlık çekip aç kalanlar kadar hasta olabiliyor. O halde, ara yerde olabilmek az mutluluk sayılmaz. Aşırılık saçları vaktinden önce ağartır, ama kararı kaçırmayanın ömrü uzun olur.
PORTIA — Güzel sözler; iyi de söylendi.
NERISSA — Bir de dinlenseydi, daha güzel olurdu.
PORTIA — Eğer iyi olanı yapmak, bilmek kadar kolay olsaydı, köy kilisesi katedrale, yoksulun kulübesi de kral sarayına dönerdi. Ben papaz diye, kendi öğüdünü dinleyene derim. Yirmi kişiye birden kolayca davranış dersi verirdim, ama o dersi alacak yirmi kişiden biri olmaya gelince iş değişir, insanın beyni, kanını (14) dizginleyecek yasalar koyabilir; ama kızışmış tutkular soğuk kuralların üstünden atlayıp geçecektir. Gençlik çılgınlığı da böyle bir tavşandır işte: Topal nasihatın ağının (15) üstünden atlayıverir. Herneyse, bu tür akıl yürütmenin koca seçmeme yardımı olacağını sanmıyorum. Ah, şu "seçme" işi yok mu! İstediğimi seçmek elimde olmadığı gibi, istemediğimi itmek de elimde değil. İşte, yaşayan bir kızın isteği, ölmüş bir babanın iradesiyle böyle köstekleniyor. Ne zor değil mi Nerissa: Ne seçmek elimde birini, ne reddetmek.
NERISSA — Babanız erdemli bir insandı; böyle kutsal kişilerin çoğu zaman bir bildikleri vardır. Bu nedenle, babanızın sizin talipleriniz için tasarladığı çekiliş işinde de - hani biri altın, biri gümüş, biri de kurşundan yapılma üç sandıktan doğru seçimi yapan sizi kazanacak ya - hiç kuşku yok, sizin seveceğiniz kişi doğru cevabı bulacak. Ama söylesenize, size talip olan prensler arasında hangisine kanınız kaynıyor?
PORTIA — Hadi sen adlarını sırayla sayıver; ben onları nasıl gördüğümü anlatırım, sen de ordan duygularımı çıkarırsın.
NERISSA — İlk sırada Napoli Prensi var.
PORTIA — Al sana şaşkın bir tay işte: Atından başka bildiği konu yok. Marifetmiş gibi de atını kendinin nalladığını anlatıyor. Korkarım anası bir nalbantla işi pişirmiş.
NERISSA — Sonra Palatine Kontu geliyor.
PORTIA — Adamda hep bir surat bir surat; "İster al beni, ister alma," der gibi sanki. Hiçbir fıkraya gülmüyor: Genç yaşta takındığı bu yabani tavıra ve acıklı ifadeye bakılırsa, yaşlanınca herhalde ağlayan filozofa (16) dönecek. Bunlardan biriyle evleneceğime, kemiği ağzında bir kurukafaya varırım daha iyi. İkisinden de Tanrı beni korusun!
NERISSA — Şu Fransız beyefendisine ne diyorsunuz, Monsieur le Bon'a?
PORTIA — Adamı Tanrı yarattığına göre, erkekliğine söz olamaz tabii. Alay etmek günah, biliyorum, ama yani o da! Napoli Pren si'ninkinden daha iyi bir atı, Palatine Kontu'nunkinden daha iyi bir surat asma huyu var. Adam hem herkes, hem hiç kimse. Ardıç kuşu ötse, başlıyor oynamaya. (17) Kendi gölgesiyle kılıç tokuşturur bu. Onunla evlenirsem yirmi kocayla birden evlenmiş gibi olurum. Bana kızarsa onu bağışlayabilirim; ama bana çılgınca tutulursa, aşkına asla karşılık veremem.
NERISSA — Peki Falconbridge denen şu genç İngiliz Baronu'na ne diyorsunuz?
PORTIA — Aslında ona hiçbir şey demiyorum, çünkü söylediğimi anlamıyor; ne de ben onu anlıyorum. Ne Latince, ne Fransızca ne de İtalyanca biliyor. Benim üç kuruşluk İngilizceme ise sen varken herhalde başka tanık istemez. Adamın görünüşüne diyecek yok; ama dilsiz bir kuklayla kim konuşabilir? Üstelik öyle de acayip giyiniyor ki! Bence cepkenini İtalya'dan, boru pantolonunu Fransa'dan, şapkasını Almanya'dan, davranışlarını da her yerden almış.
NERISSA — Komşusu İskoç Lordu hakkında ne düşünüyorsunuz?
PORTIA — Al sana iyiliksever bir komşu işte: İngiliz'den bir tokat ödünç almış ve elinden gelen en kısa zamanda ödeyeceğine yemin etmiş. Sanırım Fransız da ona kefil olmuş ve böylece bir şaplak daha garantilenmiş. (18)
NERISSA — Saxonya Dükü'nün yeğeni genç Alman'ı nasıl buluyorsunuz?
PORTIA — Sabahları ayık olduğu zaman çekilmez, akşamüstü sarhoş olduğu zamansa hiç çekilmez buluyorum. En iyi haliyle, insandan biraz kötü; en kötü haliyle ise hayvandan biraz iyice. Aman bu adam başıma kalmasın da ne olursa olsun.
NERISSA — Eğer çekilişe katılır ve doğru sandığı seçerse, siz de onunla evlenmeyi reddederseniz babanızın vasiyetini yerine getirmemiş olursunuz.
PORTIA — Bu nedenle, ne olur ne olmaz, yanlış sandığın üstüne koca bir bardak dolusu Ren şarabı koyuver kuzum. Çünkü o zaman, sandığın içinde şeytan olduğunu bilse yine dayanamaz onu seçer. Bir süngerle evlenmektense her şeyi yaparım Nerissa.
NERISSA — Bu lordların hiçbiriyle evlenirim diye korkmayın hanımefendi. Bana niyetlerini açtılar: Babanızın zoruyla uygulanacak olan şu sandık sınavı dışında bir yolla sizi kazanamazlarsa evlerine dönüp sizi bir daha rahatsız etmeyecekler.
PORTIA — Sibylla (19) kadar uzun da yaşayacak olsam, ya babamın vasiyetinde belirttiği yolla evlenirim, ya da Diana (20) gibi bakire ölürüm. Bu talipler tayfasının böyle makul olmaları hoşuma gitti. Çünkü yokluğuna tapmadığım bir kişi bile yok aralarında. Dilerim Tanrı yollarını açık eder.
NERISSA — Hatırlıyor musunuz hanımım, hani babanızın sağlığında, Montferrat Markisi'nin yanında buraya bir Venedikli gelmişti, hem okumuş hem asker?
PORTIA — Evet evet, Bassanio; adı buydu yanılmıyorsam.
NERISSA — Bildiniz efendim; şu budala gözlerimin gördüğü erkekler arasında güzel bir bayana en layık olanı oydu.
PORTIA — Onu iyi hatırlıyorum; senin övgüne layık biri olduğunu da hatırlıyorum. (Bir Hizmetkâr girer.) Ne var, ne oldu?
HİZMETKAR — Dört yabancı sizi arıyor bayan, ayrılmadan önce izninizi isteyeceklermiş. Beşincisinden, yani Fas Prensi'nden de haberci geldi: Efendisi Prens bu gece burda olacakmış.
PORTIA — Bu gelen beşinciye, şu giden dördüne hoşça kal dediğim kadar gönülden hoş geldin diyebilseydim, gelişine çok sevinecektim. Eğer yüreğinde evliya yatıyor, ama dış görünüşü şeytana benziyorsa; beni eş diye alıvereceğine, günahlarımı dinleyip salıversin daha iyi. Gel Nerissa. (Hizmetkâra) Hadi ahbap, düş öne sen de. Daha taliplerden birinin arkasından kapıyı kapamadan öteki dikiliyor eşiğe.
(Çıkarlar.)
Üçüncü Sahne
(Venedik'te bir sokak. Bassanio ile Yahudi Shylokc girer)
SHYLOCK — Üç bin duka,(21) evet.
BASSANIO — Evet bayım, üç ay süreyle.
SHYLOCK — Üç ay süreyle, evet.
BASSANIO — Dediğim gibi, Antonio kefil olacak.
SHYLOCK — Antonio kefil oluyor, evet.
BASSANIO — Veriyor musun, vermiyor musun? Cevabın ne, söylesene!
SHYLOCK — Üç ay için üç bin duka ve Antonio kefil.
BASSANIO — Cevabın ne buna?
SHYLOCK — Antonio iyi adam.
BASSANIO — Aksine bir şey mi duydun?
SHYLOCK — O yoo, yo yo: Yani iyi adam deyişimin nedeni, yeterli demek istiyorum da ondan - ama varı yoğu dışarda: Bir gemisi Trablus yolunda, bir başkası Doğu Hint Adaları'na gidiyor; ayrıca Rialto'da (22) duydum ki bir üçüncü gemisi Meksika'daymış, dördüncüsü İngiltere'ye yelken açmış, öteki gemileri ise oraya buraya dağılmış - ama gemi dediğin kereste, gemicilerse yalnızca insan; kara fareleri olur, su fareleri olur, su soyguncuları olur, kara soyguncuları olur, yani korsanlar demek istiyorum; ayrıca denizlerin tehlikesi de var, rüzgârlar var, kayalar var; adam yine de yeterli - üç bin duka - sanırım senedini kabul edebilirim.
BASSANIO — İnan ki edebilirsin.
SHYLOCK — Edebileceğime inanmam gerek; inanmak için de düşünmeliyim
Antonia'yla konuşabilir miyim?
BASSANIO — Bizimle bir yemek yemek lütfunda bulunursanız...
SHYLOCK — Yaa olur, bana domuz eti koklatın, İsa Peygamberinizin ne kadar cin varsa bedenine soktuğu hayvanın (23) etinden yedirin diye değil mi! Sizinle alır satarım (24), sizinle konuşurum, sizinle dolaşırım, vesaire; ama sizinle yemem, sizinle içmem, sizinle dua etmem. Borsadan ne haberler var? Şu gelen de kim?
(Antonio girer.)
BASSANIO — Bu Signior Antonio.
SHYLOCK — (Kendi kendine.)
Adam yaltakçı vergi tahsildarlarına benziyor.
Hıristiyan olması ondan nefret etmeme yeter;
Ama o şapşalca alçakgönüllülüğüyle
Faizsiz para vermesi ve Venedik'te
Bizim tefecilik işimizi sarsması
Nefretimi daha da artırıyor.
Bir gün punduna getirir adamın bacağını kaparsam, (25)
Yüzyılların öcünü almasını bilirim ondan.
Kutsal ulusumuzdan nefret ediyor;
Nerde kalabalık bir tüccar grubu bulsa,
Bana, yaptığım işlere,
Faiz dediği haklı kazancıma ağzına geleni söylüyor.
Ümmetime lanet yağsın onu bağışlarsam!
BASSANIO — Hey Shylock, duyuyor musun?
SHYLOCK — Elimde ne kadar para var diye düşünüyordum;
Bilebildiğim kadarıyla, şöyle kaba bir tahminle,
Tam olarak üç bin dukayı şu anda çıkaramam.
Ama olsun; Tubal varlıklı bir dindaşımdır;
Bana kredi açar. Yalnız, bir dakika!
Kaç aylığına demiştiniz?
(Antonio'ya)
Merak buyurmayın sayın Signior.
Biz de tam sizden söz ediyorduk beyefendi hazretleri.
ANTONIO — Shylock, aslında ben faizle para alıp vermem;
Ancak, dostumu acil sıkıntısından kurtarmak için
Bu prensibimi bozacağım.
(Bassanio'ya)
Ne kadar istediğini biliyor mu?
SHYLOCK — Evet evet, üç bin duka.
ANTONIO — Ve üç ay da süre.
SHYLOCK — Unutmuşum - üç ay süre -
(Bassanio'ya)
bana söylemiştiniz.
Pekâlâ, gelelim kefalete: Şimdi, durun bakalım
- Ama bir dakika, galiba siz şey demiştiniz,
Faizle borç alıp vermem demiştiniz.
ANTONIO — Faizle hiç iş yapmam.
SHYLOCK — Yakup, amcası Laban'ın koyunlarını otlatırken
- Bu Yakup (akıllı annesinin gösterdiği çaba sayesinde)
Peygamberimiz Hazreti İbrahim'in
Üçüncü kuşak mirasçısı oldu, evet üçüncü kuşak. (26)
ANTONIO — Ne olmuş peki, kâr mı sağlamış?
SHYLOCK — Yo, kâr almamış; yani sizin bildiğiniz anlamda,
Doğrudan kâr sağlamamış - bakın Yakup ne yapmış -
Laban'la anlaşmışlar:
Postu ala renkli ve benekli doğan bütün kuzular
Yakup'un hissesine düşecekmiş.
Güz sonu çiftleşme zamanı gelince,
Kızışan koyunlar koçlara yaklaşmış.
Bu yünlü besi hayvanları çiftleşmeye başlayınca,
Kurnaz çoban değneklerin kabuğunu yol yol soymuş
Ve çiftleşen kızgın koyunların gözünün önüne tutmuş.
O sıra gebe kalan koyunlar,
Kuzulama zamanı ala renkli kuzu yavrulamış,
Bunlar da Yakup'un olmuş.
Bu bir kazanç yoluydu ve mubahtı.
Eğer insan çalmıyorsa, kazanç mubahtır.
ANTONIO — Yakup, ya tutarsa diye girdiği bu işte aracıydı bayım,
İşin sonunu getirmek de onun elinde değildi;
Tanrı'nın eliydi bu girişimi sonuçlandıran.
Kârı haklı göstermek için mi anlattınız bunu?
Yoksa sizin altın ve gümüşünüz de koyun ve koç mu?
SHYLOCK — Orasını bilemem, ama inanın ki Signior,
Aynı hızla üretirim onları.
ANTONIO — Baksana Bassanio, Şeytan, işine gelirse,
Kutsal Kitap'tan örnek verebilir
- Kendine kutsal tanık bulan kötü bir ruh,
Yüzü gülen bir haindir,
Dışı güzel, içi çürümüş bir elmaya benzer.
Ah şu sahtekârlık, ne namuslu görünür dışardan!
SHYLOCK — Üç bin duka, oldukça yüklü bir para.
On ikide üç ay, bakalım kaçtan oluyor...
ANTONIO — Evet Shylock, sana borçlanıyor muyuz?
SHYLOCK — Signior Antonio, paralarım ve tefeciliğim yüzünden
Rialto'da beni az horlamadınız.
Ama ben hep omuz silkip geçtim, ses çıkarmadım;
Acı çekmek halkımın kaderinde var çünkü.
İmansız dediniz bana, insafsız köpek dediniz
Ve Yahudi giysilerime tükürdünüz;
Hepsi de, benim olan şeyi kullandığım için.
Eh şimdi de görünüşe göre yardımıma ihtiyacınız var.
Değil mi ha? Şimdi de bana gelip diyorsunuz ki,
"Shylock, bize para lazım," diyorsunuz;
Tükürüğünü sakalıma boşaltan,
Eşiğinize gelen sokak köpeğini tekmeler gibi
Beni tekmeleyen siz, şimdi para istiyorsunuz.
Ne ne desem peki ben size?
"Köpekte para ne arar?
Nasıl yapsın da bir köpek
Size üç bin duka borç versin?"
Demem gerekmez mi? Yoksa,
Köle gibi yerlere kadar eğilip,
Ezilip büzülerek, kısık bir sesle şöyle mi desem:
"Sayın efendim, geçen Çarşamba yüzüme tükürmüş,
Filan gün beni tekmelemiş,
Falan gün bana köpek demiştiniz.
Gösterdiğiniz bu nezaket karşılığı
Size şu kadar borç para vermek isterim?"
ANTONIO — Aynı şeyleri yine söylerim,
Yine suratına tükürürüm, seni yine tekmelerim.
Eğer bu parayı vereceksen,
Dostuna veriyormuş gibi verme;
Adi bir demir parçası karşılığı
Dostun dosttan faiz aldığı nerde görülmüş?
Paranı düşmanına veriyor gibi ver ki,
Gününde geri alamazsan,
Yüzün kızarmadan cezasını ödetesin.
SHYLOCK — Durun canım, o kadar sinirlenmeyin!
Dost olmak istiyorum sizinle,
Sevginizi kazanmak istiyorum.
Niyetim, bana sürdüğünüz utanç lekelerini unutmak,
Şu anda ne istiyorsanız vermek
Ve verdiğim paralar için tek kuruş faiz almamak.
Ama siz beni dinlemiyorsunuz bile.
İyilikle yapılmış bir teklif bu.
BASSANIO — Ama ne iyilik!
SHYLOCK — Ne iyilik olduğunu size göstereceğim.
Birlikte notere gidelim;
Orada bana basit bir senet imzalayın
Ve, sırf eğlencesine, diyelim ki,
Bana filan günde ve filan yerde,
Şartlarda belirtilen şu ve şu miktar parayı ödemezseniz,
Karşılığında, vücudunuzun istediğim yerinden,
O beyaz etinizden, tam yarım kilo kesilerek alınsın.
ANTONIO — Tamam anlaştık; bu senedi imzaladığım gibi,
Hem de, Yahudi'de iyilik çokmuş derim.
BASSANIO — Benim için böyle bir senet imzalayamazsın!
Parasız kalayım daha iyi.
ANTONIO — Hadi canım merak etme, gününde öderim parayı.
Önümüzdeki iki ay içinde,
Yani senedin gününden bir ay önce,
Senetteki değerin üç kere üç katı para
Elime dönmüş olacak.
SHYLOCK — Oh Hazreti İbrahim, şu Hıristiyanlara bak!
Kendileri pazarlıkta katı diye
Başkalarının niyetinden de şüpheleniyorlar.
Ne olur, bana söyler misiniz;
Ödeme gününü geçirdi diyelim,
Kararlaştırılan cezayı uygulayıp da ne kazanacağım?
insandan alınan yarım kilo et,
Ne koyun etine benzer, ne dana ne de keçi etine:
Para da etmez, kazanç da getirmez.
Bu dostluk elini
Sırf hakkımda iyi düşünsün diye uzatıyorum ona.
Alıyorsa alsın; almıyorsa, iyi günler,
Ama lütfen yanlış düşünerek bana haksızlık etmeyin.
ANTONIO — Tamam Shylock, senedi imzalayacağım.
SHYLOCK — O zaman hemen noterde buluşalım. Siz gidin,
Bu hoş senetle ilgili gerekli talimatı verin.
Ben gidip dukaları toplayayım;
Bu arada da, savurgan bir sersemin
Hiç de güvenilmez korumasına bıraktığım evime bir bakayım.
Birazdan yanınızda olurum.
(Çıkar.)
ANTONIO — Güle güle iyi yürekli Yahudi!
(Bassanio'ya)
Adam anlayışlı davranmaya başladı:
İbraniliği bırakıp Hıristiyan olacak galiba.
BASSANIO — Hainlerin iyi niyetine güven olmaz bence.
ANTONIO — Hadi canım, endişelenecek bir şey yok bunda;
Vade gününden bir ay önce gemilerim döner nasıl olsa.
(Çıkarlar.)
Notlar:
(1) Gösteri arabaları ("Pageants"): İngiltere'de, ortaçağ ve Rönesans dönemlerinde, eğlence olsun diye sokaklarda arabalar üzerinde çekilerek halka gösterilen kale, gemi, dev yaratıklar, vb. şeklinde büyük maket veya modellerden söz ediliyor.
(2) Andrew: İngilizlerin 1596 yılında Cadiz'de ele geçirdikleri İspanyol kalyonunun adı.
(3) İki yüzlü Janus: Klasik mitolojide, biri öne, öteki arkaya bakan ve biri hep güleç, öteki asık iki yüzü olan eski Roma tanrısı. Kapı ve geçitlerin bekçisi.
(4) Papağan aptal bir kuş olarak bilinirmiş. Bu nedenle, gaydanın hüzünlü sesi gibi gülünmeyecek şeye gülen insanlar papağana benzetiliyor.
(5) Homeros'un İlyada destanının önemli kişilerinden olan Nestor, Troya'daki Grek önderler arasında en saygıdeğer ve ağırbaşlı olanı. (Onun komik bulduğu şey gerçekten komik olmalı!)
(6) "Gratiano," İtalyan "Commedia dell'Arte"sinde, komik ("soytarı") doktorun adı.
(7) Aşk ve tutkuyu, karaciğerle yüreğin yönlendirdiği sanılırmış; inleme ve sızlanmaların da yüreğin kanını kurutarak ölüme yol açtığına inanılırmış.
(8) Fazla huzursuzluk ve mutsuzluğun sarılığa yol açtığı sanılırmış.
(9) "Küfür etmek günah olduğu için lanetlenirlerdi," diyor.
(10) "Başkaları seni akıllı sansın diye hüzünlü ve düşünceli görünmeye çalışmaktan vazgeç," diyor.
(11) Sığır dili, yenmeden önce kokusu gitsin ve suyu uçsun diye bir miktar karanfille bir kaba konarak bekletilirmiş.
(12) Altın post: Klasik mitolojide, kanatlı koçun altın postu. Kral Athamas'ın kızı Helle ile oğlu Phrixus, sahte bir kâhinin sözleri üzerine kurban edilmek üzereyken, Tanrı Hermes'in gönderdiği kanatlı altın koça binerek son anda kaçmayı başarırlar. Ancak Helle koçun sır
tından düşerek boğulur. O günden sonra, boğulduğu yere "Hellespont" (Çanakkale Boğazı) denir.
(13) Colchos Sahili: Doğu Karadeniz sahilleri. Klasik mitolojiye göre, Argonotlar adı verilen bir grup gözüpek gencin önderi Jason, Altın Postu bu sahillerden getirmiş.
(14) Kan, duygu, tutku ve coşkuların kaynağı olarak görülürmüş. Portia, "İnsan, aklı ve mantığıyla duygu ve davranışlarına gem vurmaya çalışabilir," diyor.
(15) Elizabeth devrinde kışın tavşanlar ağlarla avlanırmış. Avcı topal olursa, tavşanın kaçıp kurtulması -kolaylaşıyor. Portia, "Çılgın gençliğe öğüt dinletemezsin," diyor.
(16) Ağlayan filozof: Efes'li Heraklitus'a karamsarlığı yüzünden zaman zaman bu ad verilirmiş.
(17) Portia, "Kendi kişiliği yok; başkalarının etkisiyle hareket eder," diyor.
(18) Oyunun yazıldığı dönemlerde İngiltere ile İskoçya'nın arası pek iyi değilmiş. Fransa da sürekli olarak İskoçya'ya yardım sözü verip tutmuyormuş.
(19) Sibylla: Klasik mitolojide bir kadın kâhin. Tanrı Apollon ona, avcuna sığabilecek kum tanelerinin sayısınca yıl ömür vaat etmiş.
(20) Diana: Aşk tanrıçası, iffet ve bekâret simgesi.
(21) Duka: Venedik altın parası.
(22) Rialto: Venedik borsası; bölge tüccarlarının buluşma yeri.
(23) Bir gün Hazreti isa'nın karşısına cin çarpmış insanlar çıkar ve ondan, cinleri kendi bedenlerinden alarak orada otlayan domuzların bedenine göndermesini isterler. Hazreti İsa isteklerini yerine getirir. Cinler domuzların bedenine girince, domuzlar çılgına dönerek denize atlar ve boğulurlar.
(24) Shylock, kendi ifade tarzıyla, "Sizden mal alırım, size mal satarım..." diyor.
(25) Güreşte, sonuç alıcı oyundan önceki hamle: Bacağını kaptıktan sonra sıra sırt üstü yere vurmaya geliyor.
(26) Hz. İbrahim'den Hz. İshak'a kalan mal mülkün, ondan da Esav'a kalması, yani Esav'ın üçüncü kuşak mirasçı olması gerekiyormuş. Ancak, çocukların kurnaz annesi Rebeka, gözde oğlu Yakup'a arka çıkmış ve çevirdiği entrikalarla Esav'ın, babasının gözünden düşerek miras hakkını kaybetmesine yol açmış.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro