Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

4. Bölüm BORDO BERELİ TİMİ


Merhaba! Bölüm geç geldiği için kusura bakmayın lütfen. Ancak bundan sonra sık sık bölüm atacağım. Ve birde yazım yanlışları olabilir. Uyarın lütfen 🙏 😘 Multide Dolunay var. Kızımız normalde mavi gözlü ama siz kahverengi varsayın 😊

"Altına yapma olayını da mı anlattın? "dedim gülerken. Annemse başını sallayıp mutfağa doğru ilerledi. Arkasından ilerleyeceğim sırada dışarıdan gelen silah sesiyle olduğum yerde kala kaldım.

" Komutanım! Saldırıyorlar! "

....

Evin tüm kadınlarının mutfağa saklanmasının ardından geçen 15 dakika da silah sesleri kesilmemişti. Dışarıdan gelen bağrış çağırışları duymamak için sağır olmak gerekiyordu ve hayır, ben sağır değildim. Annem ve Seher teyze buzdolabının hemen arkasına sarılarak saklanmış, Seher teyze Dilan'ı arkasına almıştı. Annem beni ısrarla çağırsa da olduğum yerden çıkmaya cesaret edememiştim. Evin çalışanları ise mutfağın en güvenilir - onlara göre - yerlerine saklanmışlardı. Onun dışında Şermin ne dediğini anlamasam da bağırıyordu. Bir kaç kere kapıya doğru koşmaya çalışmış, Seher teyzenin ani refleksleri sağ olsun kapıdan çıkamadan yakalamıştık.

"Dilara! Yasin! " Sanırım anladığım tek kelimeler bunlardı. Yasin'in odasında uyuduğunu biliyordum. Ancak Dilara ortalarda yoktu. Mutfağa dikkatle bakıp kızın küçük bedenini aradım ama karşılaştığım büyük bir boşluk olmuştu. İçimi büyük bir huzursuzluk sararken,

" O nerede? " Dedim Dilan'a doğru. Hepimiz bir kenara sinmiş, dışarıdan gelen sesleri dinliyorduk. Dilara, Seher teyzenin arkasından başını uzatıp,
" Ahırda! " Diye bağırdı." Koyunların oradaydı. " Şermin tekrar koşmaya çalıştı. Onu bu sefer yakalayan ben olmuştum. Ağlamaktan neredeyse gözleri şişmiş bu kadını sakinleştiremeyeceğimi biliyordum. O bir anneydi ve evladı tehlikedeydi. Ancak bu telaşla kapıyı açtığı an vurulabilirdi ki bunu istemiyordum .

Aniden kapıya doğru atıldığımda annem arkamdan bağırdı ama durmaya niyetim yoktu. Küçücük bir çocuğun öldürülmesini bekleyecek kadar yüreksiz değildim. Üstelik dışarıda ki adamların bize yardım edemeyeceğini, gelen yoğun silah seslerinden anlayabiliyordum. Mutfak kapısını açıp dışarıya çıktım. Annem adımı ısrarla bağırıyordu.

"Anne, ne yaptığımı biliyorum. Birazdan geleceğim. " Diye bağırdığımda, buram buram yalan kokan cümlemin gerçekçiliğini düşünmemesini umdum. Elbette ne yaptığımı bilmiyordum. Tek bildiğim, elime bir silah geçerse biraz da olsa kendimi koruyabileceğimdi ama şu an silah bulmam imkansızdı. Birden aklıma yukarı katta asılı olan avcı tüfeği geldiğinde sırıttım. Ancak bu gülümseme dışarıdan gelen patlama sesiyle son buldu. Ardından da Batur'un 'Ahır yanıyor!' diye bağırdığını duydum. Üst kata çıkana kadar ahır küle dönerdi. Ani bir cesaretle dış kapıyı aralayıp, birilerine bakındım ama karanlık olduğundan ve komutanın tedbir olarak kapattırdığı ışıklar yüzünden kimseyi göremedim. Bir kaç defa Batur'un ve Mirhat abinin adını bağırdım ama mermi sesleri o kadar fazlaydı ki beni duymalarına ihtimal yoktu. Son bir defa komutana seslendim.

Yine kimse dönmeyince tüm cesaretimi topladım ve evin arkasında duran, ahır tarafına açıldığını bildiğim arka kapıya doğru koştum. Anahtarı üzerinde duruyor olması büyük şanstı. Kapıdan çıktım. Ahırın arka tarafında büyük bir ateş yanıyordu. Hızla oraya doğru koştum. Neyse ki mermiler buraya uğramıyordu. Kapıdan çıktığım an kevgire dönerdim muhtemelen. Ahırın kapısını açıp hızla içeriye girdiğimde burnuma dolan ağır duman kokusu ve kulağımı sağır edecek kadar yüksek olan ineklerin acı çığlıkları beni karşılamıştı. Ahır tamamen karanlıktı. Işığı açmak için eve geri dönmem gerekiyordu ve zamanım da yoktu. Önce hayvanların olduğu tarafa doğru koşturdum. Yangın onların olduğu taraftaydı.

"Dilara! " Diye bağırdım." Burada mısın?"

"Buradayım! " Küçük kız  samanların arasından koşturarak yanıma geldi.

" Abla onları kurtaralım. "

Tekrar hayvanlara baktım. Burası küçük ahırdı. Batur, buraya yeni doğum yapan inekleri bağladıklarını söylemişti. Beş veya altı tane inek vardı. Aslında tek sorun tavuktan dahi korkan bendim. Yine de onları diri diri yanmaya bırakamazdım. Dilara'yı kenara oturtup hızla hayvanların arasına daldım ve iplerini çözmeye başladım. Nihayet hepsini çözdüğümde hayvanlar kapıya doğru koştu, ardından da gecenin karanlığında kayboldu. Hepsinin tamamen çıktığından emin olduğumda tekrar Dilara'ya döndüm.

"Gel bakalım. Sıra bizde. " Küçük kız kucağıma çıktı yavaşça. Üzeri kirlenmişti ve elleri titriyordu. Bunca şeyden sonra korkması en büyük olasılık oluyordu. Kız, başını boynuma gömerek dumanlardan kaçınsa da benim kendimi korumamın tek yolu bir an önce buradan çıkmaktı. Etrafta ki ışık iyice aydınlanmaya, yangın ahırın ortasına doğru hızla ilerlemeye devam ediyordu. Üstelik dışarıdan gelen yoğun atış sesleri bunca hengamenin arasında dahi duyulabiliyordu.

Kapıya doğru ilerlerken içeriye giren adamla yavaşça geriye çekilip  karanlık bir kuytuya saklandık. Bir elim kızın sırtında, diğeriyse bağırmaması için ağzındaydı. Şu an istediğim en son şey bile değildi adamın bizi bulması. Elimden geldiğince samanların arasına girip ,kamufle olmaya çalıştım. Adam Kürtçe bir şeyler söylediğinde içeriye doğru girmişti bile. Muhtemelen dışarıya çıkan hayvanları fark etmişti. Ahırın arka tarafındaki ağaç büyük bir çatırtıyla koptu ve ateş topu halinde tam önümüze düştü. Elbette bu, adamın bizi fark etmesine neden olmuştu . Göğsüm hızla inip kalkıyor, üç gündür bulunduğum bu şehrin bana hazırladığı hoş geldin hediyesinin büyük heyecanını yaşıyordu. Karşımdaki adamın terörist olduğunu kıyafetlerinden anlamıştım.

"Vay vay vay. Bak burada kim varmış. "

İyice yaklaştığında elinde tuttuğu silahı bana doğrulttu. Namlunun soğukluğunu bu yüksek sıcaklığa rağmen hissedebiliyor olmam dehşet vericiydi. En acı olanıysa bu şerefsiz tarafından öldürülecek olmamdı. İyi tarafı da vardı elbette. Babamla aynı topraklarda, aynı sonu yaşayacaktım.
Gözlerimi kapatıp küçük kıza iyice sarıldım ve ayağa kalkmak için samanlara tutundum. Ancak elime değen soğukluk ve ateşin ışığında ağır ağır parlayan hilal şeklindeki metal bana bir umut vermişti. En azından bu küçük kızı kurtarabilirdim.

Metalin tahta kısmını sıkı sıkı kavradım ve adam tam tetiğe basacakken çekip eline geçirdim. Aslında her şey o kadar ani olmuştu ki  görmemiştim bile. Yanan samanların çatırtısı, etrafı saran ağır duman ve ateşin baygın ışığıyla adamın acı çığlığı birleşti ve adamın elinden fışkıran kan üzerime sıçradı. Adamın ettiği ağır küfürleri anlar gibiydim. Diğer taraftaki ağaçlardan biri daha yere devrildiğinde kapıya doğru koştum ama ayağımı tutan ellerle yere kapaklanmıştım. Elbette kucağımdaki küçük kızda benimle birlikte yere düşmüştü. Onu bırakıp 'kaç!' diye bağırdım. Küçük kız suratıma boş boş bakıp kapıya doğru koştu.

Bu adamla burada yanacak olmak mide bulandırıcıydı. Ayağa kalkmaya çalıştım ama adam üzerime çıkıp beni engelledi. Yaraladığım eli yan tarafımızda serbest bir şekilde duruyor, akan kan sarı samanları ateş kızılına boyuyordu. Sağlam olan eliyle suratıma öyle bir tokat attı ki çığlık atmamak için dişlerimi sıkmam gerekmişti. Bu pisliğe o hazzı yaşatamazdım. Adam cebindeki çakıyı çıkarıp yüzümde dolaştırdı. Duman kokusundan dolayı sıkışan ciğerlerim ve bulanıklaşan görüş alanımla öksürmeye başladım. Tüm samanlar alev almıştı.

"Dolunay! " Dışarıdan gelen sese karşılık vermek için ağzımı açtığımda aniden gelen öksürük krizi buna izin vermedi. Üzerimdeki terörist ağzımı kapatıp beni ayağa kaldırdı. Bıçağı boğazıma dayamış, tamamıyla nefes almamı engellemişti. Dışarıdan seslenilen ismimi duyuyordum. Ölmek için kurduğum hayallerin içinde yanmak yoktu. Ama bu aptal bir an önce bir şey yapmazsa benimle birlikte burada yanacaktı. Dışarıdaki ses iyice yaklaştığında adamın elini ısırdım. O, acıyla çığlık attığında ahırın kapısından komutan girdi. Bakışları benimle adam arasında gidip geliyordu.

"Kızı bırak. " Dedi sakince. Bilincimi kaybetmeye başlıyordum. En iğrenciyse bunu biliyor olmamdı.

Arkamdaki adam birden beni kenara fırlattı ve komutanın üzerine atladı. Birkaç el silah sesi ve saman çatırtısıyla yutkundum. Başımı kaldırıp neler olduğuna bakacak ne gücüm ne de cesaretim vardı. Dumanlar yüzünden önümü bile göremiyorken komutanın olduğu tarafa bakıp benim yüzümden zarar görmüş bir insanla karşılaşmak, hayatım boyunca unutamayacağım bir anı oldurdu. Gözlerim belki de dumanın etkisiyle doldu ve saniyeler sonra ben kendimi öksürerek ağlarken buldum. Sesim çığlık atar gibi çıkıyordu.

"Dolunay! İyi misin? " Güçlü bir el kolumu kavrayana kadar sürdü can çekişim. Küçük bir yaprak tanesi olsam, yanıp kül olacaktım ve benim sebebim bu yangın değil, içimdeki ateş olacaktı. Olmadı. Adam beni hızla kaldırdı, başımı göğsüne yasladı ve kapıya doğru götürdü. Duman kokusuna karışan barut kokusu rahatlattı ciğerlerimi, nefes aldım. Ahırın kapısından çıktığımızda küçük kızın eve doğru koşturduğunu gördüm. Silah sesleri azalmıştı. Gecenin berrak havası soluk borumu yakarak ciğerlerime doldu. Adamın kolları hala belimdeydi. Birkaç saniye ona tutunarak ayakta durmaya çalıştığımda başım göğsüne yaslıydı. Nihayet biraz da olsa rahatladığım da geriledim.

"İyi misiniz? " Diye sordu. Başımı sallayıp onayladım onu. Biraz daha geriye gidecekken başım döndü ve ben adamın sağ koluna tutunmak zorunda kaldım. Elim kamuflajın muhtemelen kesilmiş yerine gelmiş, kırmızı sıvının ılıklığıyla yanmıştı. Adamın ince hırıltısıyla yutkundum. Yaralanmıştı. Ellerimi hızla çektim üstünden. Ancak kanın ılıklığını silmeye yetmemişti bu hareketim.

"Yaralanmışsınız. Benim yüzümden. Çok, çok üzgünüm. " Titreyen ellerimi tuttu yavaşça.

" Sakin olun lütfen. Ufak bir sıyrık. " Karanlıktan dolayı göremediğim koluna uzun uzun baktım, yarayı görmek ister gibi. Elbette görememiştim. Yine de ne yapacağımı düşünerek montumun cebine elimi soktuğumda, sağlık ocağında saçımı toplamak için kullandığım fuları buldum. Kahverengi, sarı ve yeşil tonlarındaki bez parçası neredeyse ellerimin arasından kayıp düşecekti korkudan. Sakin olmaya çalışsam da titremem geçmemişti. Yaşadığım şeyleri kolay kolay unutabileceğimi de zannetmiyordum zaten. Neredeyse ölüyordum. Elbette ölmekten korkmuyordum ama bir şerefsizle aynı yerde yanarak ölmek yada benim yüzümden öldürülen bir askerin ateşler içinde yanışını izlemek korku sınıfına girmiyordum. Daha çok dehşet verici şeyler oluyordu ki ben bu tarz şeyleri sevmezdim. Arka tarafımda yanıp duran ahır, kesilen silah sesleri ve adını taşıdığım yuvarlak, gri ayın bize bahşettiği ışık dışında karanlıktı. En azından nefes alabildiğim için şükrettim.

Adamın kolunu tutup kendime doğru çektim ve fazla sıkmamaya dikkat ederek elimdeki fuları kesik yerin üzerine sardım. Neyse ki bağırıp çağırmamış yada acı çektiğini belli eden bir şey yapmamıştı. Öylece yüzüme bakıyordu. Ellerimin arasında duran kolunu kendine çekip dikkatini sardığım fulara verdi.

"Beni nasıl buldunuz? " diye sordum şaşkınlıkla. Ona seslenmiştim evden çıkmadan önce ama duymadığına adım gibi emindim. Üstelik fazlasıyla ses vardı. Yine de adamın bir cevap vereceğini biliyordum. Hatta konuşmak için ağzını açtı ama koşturarak yanımıza gelen Selim ağabey bir anda her ikimizin de dikkatini üzerine çekti.

"Komutanım geri çekiliyorlar. Takip edelim mi? "

Alparslan son kez bana bakıp Selim ağabeye döndü ve takip emrini verdi. Ardından da ikisi yanımdan koşturarak uzaklaştı. Bunca olandan sonra ayakta durabiliyor olduğum için kendimi tebrik ettim ve biraz önce küçük kızın girip kaybolduğu, evin arka kapısına doğru ilerledim. Tam kapıyı itecekken Batur hızla kapıdan çıktığında neredeyse çarpışıyorduk. Yüzü gözü ter içindeydi. Saçları alnına yapışmış, büyük bir karartıyı andırıyordu.

"İyi misin? " Dedi . " Komutan koşturarak bu tarafa gelince meraklandım. "

" İyiyim. Sadece biraz başım dönüyor. Oturabilir miyim? "

...

Gün ağarmaya başlamıştı. Elbette etrafı yavaş yavaş aydınlatan güneş evin iç karartıcı görüntüsünü hiç çekinmeden gözler önüne seriyor, ev ahalisinin derin derin düşünmesine neden oluyordu. Hepimiz kapıda toplanmış, eve bakıyorduk. Elimde Dilan'ın hazırladığı ve içerek bitirdiğim ayranın kalıntılarıyla beyaza boyanmış bardak vardı. Batur sağ tarafımda kibarca küfrederken Şermin bininci kez bana teşekkür etti. Elbette ne dediğini bana çeviren Batur oluyordu. Öte yandan Seher teyze hayvanlarını kurtardığımı öğrenince mutluluğu ikiye katlanmış, beni defalarca öpmüş, ardından da küçük torununa sevgiyle sarılmıştı.

Evin tadilata ihtiyacı vardı. Askerlerse gideli neredeyse yedi saat olmuştu. Teröristlerin arkasından gittiklerini bilmek ruhumu rahatlatmıyordu tabii ki. Onlara bir şey olmamasını dilemek dışında elimden başka bir şey gelmiyor oluşuysa can sıkan başka bir noktaydı. Birde komutanın benim yüzümden yaralanmış olduğu gerçeği zihnimi istilası altına alınca huzursuzluğum ona, on beşe katlanıyor , nefesim kesiliyor ve içim daralıyordu. Derin bir nefes alıp her şeyi unutmaya çalıştım. Ancak cam bardağı boyayan elimdeki siyahlık, bana yardımcı olmadı. Askerlerimizin iyi olmasını diledim bir kez daha. Serhan ağa, yanında duran muhtara -ki bu adamdan hiç hoşlanmamıştım- bir şeyler anlatırken Batur'a döndüm.

"Ne olacak? "

" Ne ne olacak?"

"Selim ağabeyler karakola gittiler mi acaba? "

Güldü.

" Konuştum. Geri dönüyorlarmış. Komutan yaralanmış herhalde. Baba çok bir şey demedi ama yarası derinmiş sanırım. İlçeden de emir gelmiş. Özel tim görevdeymiş orada. Onları pusuya düşürmüşler. Buradan da yardım gitmesin diye saldırmışlar. "

Batur'un bana karşı bu kadar cesur olması güzel bir şeydi elbette. Ancak duyduğum şeyler tüm güzellikleri yok ediyordu.

" Ne yani? Bir şey olmuş mu peki? "

" Hayır. Baba oraya vardıklarında kırk kadar terörist cesedi ve çalılığa asılmış bir Türk bayrağı bulduklarını söyledi. Bu bir nevi 'burası bizde. Geri dönün' mesajı oluyor."

Başımla onaylarken tekrar eve döndüm. Allah'ım sen vatana aşık olanları koru.

****
1 HAFTA SONRA

Ağabeyim beni arayıp, nasıl olduğumu sorduğunda komutanın ona her şeyi anlattığını düşünmüştüm ancak pekte öyle olmamıştı. Çünkü annemden duyduğunu söylemişti. Komutanın nasıl olduğunu sorduğumdaysa kısaca iyi olduğunu söylemiş, hızla konuyu değiştirerek yapım aşamasında olan ve tadilatını belediyenin üstlendiği lojmanı sormuştu. Evin bitmesine bir hafta kaldığını, muhtar Serhan ağaya söylerken duymuştum. Sadece mobilyalar kalmıştı ki onları almak için üç gün sonra Ağabeyim, annem ve ben ilçeye gidecektik. Şimdiyse sağlık ocağında oturmuş küçük hastamın kesilen koluna dikiş atıyordum. Çok büyük bir şey olmasa da mikrop kapabilecek bir yaraydı ve bulunduğumuz köy hijyen açısından açıkça söylemeliyim ki kötüydü. Etrafta hoyratça gezen çoban köpekleri, hayvan pislikleri ve evlerin dışında bulunan tuvaletler yüzünden garip bir koku vardı. Adının Ali olduğunu öğrendiğim küçük çocuk, kolunu arabanın kapısına sıkıştırdığını anlatıyordu. Nihayet işim bittiğinde yaranın üzerini steril bezle kapatıp, flesterle iyice bantlayıp sabitledim.

"İşte tamam. Ancak dikkatli ol tamam mı. Koluna dikkat et ve sık sık gel ki pansuman yapalım. "

" Tamam hemşire abla. " Sedyeden zıplayarak yere indi ve gelirken getirdiği sepeti yerden sağlam olan eliyle alıp bana uzattı. Yanakları kızarmıştı.

" Bunu annem gönderdi. " Dedi ." Yumurta. Doğaldır ha. Çekinmeden ye. "

Sepeti elinden aldığımda koşarak sağlık ocağından çıktı. Arkasından bakmak dışında bir şey yapamadım. Nihayet kendime geldiğimde elimdeki sepete bakıp gülümsedim ve bu insanların güzel kalplerinin içimi ısıtmasına izin vererek sepeti masanın üzerine bıraktım. Doktor beyin eşi rahatsız olduğu için bu gün gelememiş, bu gün tek başıma idare edip edemeyeceğimi sormuştu. Her ne kadar sorun olmayacağını söylesem de önemli bir şey olmaması için dua ediyordum. Durumu ciddi bir hasta gelmesi demek bittiğim anlamına gelirdi. Zira ilk görev yerim burasıydı. Ve staj sayılmazsa deneyimsizdim.

"Kolay gelsin." Diye aniden bir ses duyduğumda olduğum yerde sıçradım. Sağ elimin baş parmağı istemsizce ağzıma gitmiş, sol elimse göğsümü koruma işini üstlenmişti. Elbette bir faydası yoktu ama ani refleksle yapılmış bir hareketti. Bakışlarımı hızla bana garip garip bakan adamın üzerinde gezdirdim. Yeşil kamuflajı üzerine tam oturmuş olan komutan Alparslan yavaşça gülümsedi ve kolunu işaret ederek pansuman yaptırmak istediğini söyledi. Ardından da benim garip bakışlarımı umursamadan sedyeye oturup, yüzündeki sahte gülümsemeyi sildi ve bıkkın ifadenin yüzünü istila altına almasına izin verdi. Bense hala adamın arkasında kalan boşluğa bakıyordum.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro