39. Bölüm FİNAL
Ertesi sabah uyandığımda kendimi yorgun hissediyordum. Dün gece Alparslan annem ve beni eve kadar bırakmıştı. Üzerine tam oturan takım elbisesiyle o kadar yakışıklı görünüyordu ki az daha baksam güzelliği karşısında oturup ağlayacaktım ama bunun için uygun zamanı bulamamıştım. Yol boyu annem bizden biraz daha önde yürümüş, Alparslan ve beni yalnız bırakmak için elinden geleni yapmıştı.
Üstelik bir ara koruma olarak bizimle gelen asker ile öyle bir sohbete dalmıştı ki neredeyse varlığımızı unutacaktı. Arada ağabeyimin de adı geçiyor, bu zamanlarda yanındaki asker temkinli bir şekilde gülümseyerek etrafına bakınıyordu. Elbette komutanının yanında bir başka komutanının annesiyle o komutanın dedikodusunu yapıyor olmak rahatsız edici olmalıydı. Ama işin içine annem girince karşısındakinin susma şansı olmuyordu ve bundan genç adam da nasibini almıştı.
Alparslan yanıma yaklaşarak elimi tuttuğunda ise midemden aşağı bir kova asit dökülmüştü resmen. Elim ayağıma dolaşmış, kısa bir an soluksuz kalarak ölüme yaklaşmıştım. Hakkari'nin keskin soğuğuna rağmen sıcacık olan ellerini şimdi bile hatırlıyordum. Varlığının kalbimde bıraktığı etki ondan senelerce uzakta kalsam dahi unutamayacağım kadar yoğun ve katiydi. Oysa ben yüreğini kaybetmeli sevgilere kapatmış bir çocuk olmayı tercih edeli beş seneden fazla oluyordu. Şimdi ise yanımdaki bu adam sayesinde kazanmış genç bir kadındım. Sevilmenin nasıl güzel bir şey olduğunu bana bir kez daha hatırlatmış, vazgeçmeye çalıştığım bu duygunun ne kadar hayati olduğunu bir kez daha anlamamı sağlamıştı.
Elimi tutuyor olması, yanımda olmasından çok daha değersizdi. Varlığı bana yetiyordu. Gözümü açtığımda aklıma gelen güzel yüzü, kırıldığımda kulağıma sevgi sözcükleri fısıldayan tok sesi ve sarılmamak adına büyük bir savaş verdiğim güçlü bedeni bana yetiyordu.
" Dolunay! İşe geç kalacaksın. Haydi kahvaltıya! "
Annemin sesiyle kendime geldiğimde Alparslan'a kısa bir günaydın mesajı atıp salona geçtim. Kahvaltı masasını çoktan kuran annem çayları da doldurduktan sonra sandalyelerden birini çekerek oturdu. Bende tam karşısına oturduğumda bardağımı önüme çekip ona gülümsedim.
" Hayırdır? " diye sordu ekmek sepetini önüme iteklerken. " Pek bir mutlusun sabah sabah? "
" Evet. Bugün Alparslan'ı ve ağabeyimi görmeye karakola gideceğim. "
Annem bakışlarını yüzüme dikti. Gözlerinde gördüğüm tereddüte rağmen gülümsüyordu ama ben onun altında yatan şeyin pek de gülümsenmeyecek bir şey olduğunu fark ettim. Birkaç dakika yüzüme boş boş baktı, sonunda önüne dönerken mırıldanmıştı.
" Ağabeyin karakolda değil. "
"Nerede? "
" İlçeye gidecekti bugün. Herhalde oradadır ama sen git. Alparslan'ı görmüş olursun."
Bu kez ben bakışlarımı ona çevirmiştim. Tam tahmin ettiğim gibi dilinin altında bir şey saklıyordu ama bana söylemeye çekiniyordu.
" Ağabeyim de ne zaman sorsam hep ilçede. "
Annem sesimdeki imayı anlamış olacak ki elindeki çay bardağını masaya bırakıp gergince arkasına yaslandı. Söyleyip söylememek arasında gidip geldiği her ne ise bende bomba etkisi yaratacağını anladım. Yiğit bey bizden bir şeyler saklıyordu veyahut sakladığını zannediyordu çünkü annemin haline bakılırsa ağabeyimin sırrını çözmüştü. Nihayet söylemeye karar vermiş olacak ki benden başka her tarafta gezinen bakışları merakla kasılan yüzümde durdu.
" Galiba bir kız ile görüşüyor. "
" Ne ? Ne kızı ? "
" Maça kızı. Ay Dolunay, bazen hastanede karıştın falan mı diye kara kara düşünesim geliyor annem. Bas bayağı kız işte. Dün yanımızda gelen askeri daha önce de ağabeyinin yanında görmüştüm ben. Ona sordum. Bizimki ilçeye üniformayla gittiği zaman yanında götürdüğü askerleri ağabeyinin sürekli bir markete gittiğini, orada da kasiyer bir kızla konuştuğunu söylüyorlarmış."
Birkaç saniye yüzüme bakındı.
" Ayol düşünebiliyor musun ? Senin ağabeyin, benimde oğlum olan Yiğit gizli gizli bir kızla buluşuyor. "
" Kulağa imkansız geliyor. " Dediğimde annemde beni başıyla onayladı. Ağabeyimin gizli gizli hangi kızla buluşabileceğine dair olan tahminimi kendime saklamakta karar kılıp kahvaltıma geri döndüm. Altan ve onunla ilçeye gittiğimizde tanıştığım ancak arama sözü verdiğim halde aramadığım Gökçe dışında kasiyeri kadın olan başka bir market yoktu. Ama benim ağabeyim de öküz gibi bir adam olduğu için öyle kibar bir kızı tavlayabilecek kapasitede değildi. Ya da kapasitedeydi ancak bunca yıl biz farkına varamamıştık, bilemiyordum. Tek bildiğim ağabeyimin saç rengi yüzünden ayak üstü alay ettiği kız ile flört ediyor olma ihtimaliydi ki bu beni güldürdü. Kırk yıl düşünsem de ağabeyimi o halde hayal edemezdim.
" Daha dün görüştünüz Alparslan ile. "
"Evet ama bu bir daha görüşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. "
" Batur ile konuştun mu ? "
Başımı sağa sola sallayıp çayımdan son bir yudum alıp oturduğum yerden ayaklandım. Batur artık sözlü bir adamdı ve ben onu eskisi gibi zırt pırt arayıp soramazdım. Yine de bu konuşmayacağım anlamına gelmiyordu. Sadece olayların biraz yatışmasını bekleyecektim. Belki Alparslan'ın yanına uğradıktan sonra Seher teyzelere geçerdim ama bunu anneme söylemedim. Ağabeyim ile en son konuştuğumuzda annem ve Seher teyzenin Batur ve beni yakıştırdığını öğrenmiştim ki bu deliceydi. Ne ben, ne de o asla bir birimize o gözle bakmamıştık. Üstelik benim Alparslan'a ne kadar aşık olduğumu biliyordu.
" Konuşmadım. Belki bir ara konuşurum ama önce halletmem gereken başka bir konu var. "
" Alparslan gibi mi ? "
" Hayır ama o da listede. "
Annem bana gülümsediğinde ayaklanmıştı. Montumu ve botlarımı giyip evden çıktım, arkamdan el sallayıp içeriye girdi. Adımlarımı hızlı tutarak ana yola çıkana kadar neredeyse koşturdum. Bacaklarıma yükselen kar iliklerime kadar soğuğu hissetmeme neden oluyordu. Neyse ki asfalta adım atar atmaz Asım abinin arabası geldi. Eski tip kırmızı bir tofaştı ama ne zaman bir araca ihtiyaç duysak hemen kapımızda bitecek kadar çok işe yarıyordu.
" Günaydın Asım abi. "
" Günaydın kızım. Nasılsın, iyi misin ? "
Arka tarafa oturduktan sonra kapıyı kapatıp dikiz aynasından bana bakan adama gülümsedim. Arabanın içi o kadar sıcaktı ki ani bir uyku üzerime bastırıverdi.
" İyiyim sağ olasın. Sen nasılsın? Fadik teyze nasıl ? "
" İyiyiz Allah'a şükür. Ne yapsın Fadik teyzen. " derken sitemle iç çekip arabayı çalıştırmıştı. Fadik teyze Asım abinin karısıydı. Ortaca yaşlarda tatlı mı tatlı bir kadındı. Aylar önce ilçedeki doktorun yazdığı vitamin iğnesini yaptırmak için sağlık ocağına geldiğinde tanışmıştık onunla. Bana uzun uzun bakıp burun kıvırdığında anlaşamayacağımızı düşünmüşsem de iğnesini yaptıktan sonra elimin ne kadar hafif olduğunu söylemiş, bundan sonra her zaman soluğu yanımda almıştı. Kocasını çok sevdiğini biliyordum ama asla anlaşamıyorlardı.
" Ne zamandır gelmiyor sağlık ocağına. "
Gülerken elini boş ver der gibi salladı.
" Alıştırdı senide. Asım aşağı Asım yukarı. Bir kere de taktir etse beni dişimi kıracağım ama nerede? "
Bu sefer ben güldüm ama cevap vermedim. İyiden iyiye sıcak yüzünden mayışan vücudum karakola yaklaştıkça heyecanla kasılmaya başlayınca derin bir nefes alıp bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim ama bu seferde karakolun kapısında duran Alparslan ile göz göze geldik ve ben daha çok heyecanlandım. Bu adamın sağlığıma iyi gelmediği aşikardı. Elim ayağıma dolaşıyordu onu gördüğümde. Daha kötüsü ben bu hisse dahi aşıktım. Adamın bana yaşattığı her şey mutluluk kaynağımdı.
Asım abi karakolun önünde arabayı durdurdu. Para vermeye çalıştığımda okkalı bir azar yedim. İçime sinmese bile adamı daha faza sıkıştırmaya utandığımdan teşekkür edip indim arabadan. Bana el sallayıp anarya anarya geldiğimiz toprak yoldan geri çıktı. Gözden kaybolana kadar arkasından baktım, kırmızı tofaş görünmeyecek kadar uzaklaştığında ise arkamda kalan askerlere doğru ilerledim. Daha önceden geleceğimi haber almış olacaklar ki kapıyı açarak beni içeriye aldılar. Onlara teşekkür edip kapının girişinde bana gülümseyerek bakan Alparslan'a doğru ilerledim. Etrafta askerleri olmasa boynuna atlayabilir ve bir gün bile olmamasına rağmen ayrılığımızın beni ne kadar yıprattığı ile ilgili de bir şeyler söyleyebilirdim. Ama yapamadım. Bunun yerine başımla selam verip beni içeriye davet etmesine sessizce izin vererek arkasından ilerlemiş, yolda gördüğüm askerlere de yüzümdeki yarım gülümsemeyle selam vermiştim.
Nihayet Alparslan'ın odasına geldiğimizde önden geçmeme izin verip içeriye girmemi bekledi. Ona gülümseyerek geniş sayılabilecek odaya girdim. Alabildiğine dağları gören pencerenin önünde duran çalışma masası tertemizdi. Sağ tarafında tek tük dosyaların olduğu ufak bir kitaplık, duvara asılı duran Türkiye haritası bulunuyordu. Pencerenin hemen üstünde istiklal marşı ve Türk bayrağının bulunduğu çerçevelerin arasında kalan bir Atatürk portresi vardı. Beyaz ve yer yer soyulmuş boyadan bakışlarımı odaya girip kapıyı arkasından kapatan adama çevirdim. Mavi beresini çıkarıp önünde durduğumuz gri metal masaya bırakıp kısacık olan saçlarını dağıttı. Yüzündeki gülümseme silinmemişti ve karşımda durduğu şu haliyle kalp krizi geçirmeme sebebiyet vermemesi için hiç bir neden yoktu. Ve bir anda kendimi Zeynep'e hak verirken buldum çünkü Alparslan uğrunda savaşmaya değecek bir adamdı.
" Seni bu kadar erken beklemiyordum. " Dedi. " Ağabeyinle birlikte gelirsin diye düşünmüştüm."
Ona gülümserken çantamı ve montumu çıkararak çalışma masasının hemen önüne karşılıklı olarak koyulmuş olan iki sandalyeden bana en yakın olana bıraktım.
" Memnun kalmadıysan gideyim. "
Yüzündeki gülümseme genişledi. Kolları beni sararken başımın hemen üzerine ufak bir öpücük bırakarak geriledi ama beni bırakmadı. Buram buram barut kokuyorsa da hiçbir barutun bu kadar güzel kokmadığına emindim.
" O nasıl laf ? Hoş geldin. "
" Hoş buldum. "
Birkaç dakika öyle kaldık. Mavi gözlerini değil beş dakika beş ömür bile zevkle izlerdim. O kadar güzeldi ki bir kadın onu kolaylıkla kıskanırdı. Laciverte çalan göz bebeklerini çevreleyen kirpikleri kaşlarına değecek kadar uzundu. Kaşları kalın ama düzgündü. Mükemmel bir adamdı ve şu an kollarında olan bendim.
Bir ara lokum falan dağıtmam gerekiyordu.
" Geç otur haydi. " dedi boşta olan sandalyeyi işaret edip. Dediğini yapıp boş olan yere otururken o da yerine geçmişti. Tam anlamıyla bir komutandı ve muazzam duruyordu.
" Ee, nasıl gidiyor. " Gülümsedim. " Komutan olmak hemşire olmaktan daha mı zor hala."
Koltuğunda geriye yaslanıp ellerini iki yana açtı.
" Ne zaman kolay oldu ki ? "
" Muhtemelen hiçbir zaman."
Yüzündeki gülümseme genişlerken mavi gözlerini kırpıştırıp - muhtemelen farkında olmayarak - kalbimi iflasın eşiğine sürüklemişti. Ölürsem ziyanı yoktu da onunla henüz yeteri kadar zaman geçirememiştim.
" Aç mısın ? Bir şeyler söyleyelim. "
Başımı hayır anlamında sallayıp sadece çay olursa iyi olabileceğini söyledim. O da önündeki telefonla görevli askere haber verdi. Dakikalar sonra çaylarımız önümüzdeydi ve doğruyu söylemek gerekirse bayağı iyi demlenmişti. Bu dağ başındaki soğukla başa çıkmanın en kolay yoluydu çay.
" Ağabeyim aşık olmuş galiba. Sürekli ilçede. Sana bir şey anlattı mı ? "
" Ağabeyin bana pek çok şey anlatıyor. Onu ispiyonlamamı mı istiyorsun ? "
" O da bizi anneme ispiyonlamıştı. " Omuzlarımı silkeleyip çayımdan bir yudum aldım. " Bu ödeşmek olarak adlandırılabilir. "
" Yine de bunu yapmayacağım. Ayrıca güzelim, insanların özel hayatlarına burnumuzu sokmamamız gerekir. Bunu biliyor olmalısın. "
" Haklısın. Zaten Batur beni almaya geldiğinde onlara gideceğim. Fırsat bulursam direkt ağabeyime sorarım. "
Sözlerim karşısında gerilirken oturduğu yerde doğruldu. Gözleri mavinin en koyusunu almıştı. Keyifle çayımı yudumlayıp onun aksine rahat bir şekilde sırıttım. Biz kadınların neden erkeklerden daha zeki olduğunu anlayabiliyordum. Her şeyi kendi lehimize çevirme özelliğimiz vardı.
" Batur ne alaka ? "
Karşımızdaki Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bir Üsteğmen olsa bile.
" Arkadaşım işte. Ne var ? Özel hayatıma burnunu sokacak değilsiniz ya Alparslan Üsteğmenim Bey. "
" Sana karşı olan zaafımı benim aleyhime mi kullanacaksın yani ? "
Güldüm.
" Sadece adını söyle. "
" Hayır, Dolunay. Ağabeyin hazır olduğunda sana anlatacaktır. Üstelik aralarında olan şey ne beni ne de seni ilgilendirir. "
" Kızın adı Gökçe mi ? "
" Ağzımdan falan mı kaçırdım ? " dedi hayretle. Bakışları yumuşarken öne doğru eğilip gülümsedi. " Yoksa sen zaten biliyor muydun ? "
" Sadece tahmin ettim. Altıncı hislerim çok kuvvetlidir. "
" İnanmış gibi yapacağım. "
" Başka çaren var mı yiğidim ? "
Tok kahkahası kulağımı doldururken bende gülümsüyordum. Elimdeki boş çay bardağını masaya bırakıp ona doğru ittirdiğimde kayan bardağı yakalayıp elinde çevirdi.
" Bana hitap şekillerine hastayım. "
" Yapalım bir iğne Alparslan. Kendine gelirsin ama dersen ki gerek yok ben Zeynep'e muayene olurum onu bilemem. "
Konuyu tekrar o kıza getirmenin şaşkınlığıyla gülümsemem soldu. Bazen kendi kendime işkence ettiğimi düşünüyordum. Hatta ediyordum yani şimdi sırası mıydı? Ne güzel sohbet ediyorduk üstelik.
" Senin için ölmeyi tercih ederim desem fazla mı ergenvari olur ? "
Bunu ben sana kurban olurum olarak aldım ve içine ettiğim sohbeti kurtarma çabasını memnuniyetle kabul ederek tekrar sırıttım. Bazen çocuklaşıyordum ki bu durum genelde Alparslan ile yan yana olduğumuzda oluyordu. İçimde yıllar önce bir köşeye kilitlediğim şımarık kız çocuğu ortaya çıkıyor, bana yaptığı el hareketinden zerre utanmayarak beynimi ele geçiriyordu. Güçlenmiş ve eskisinden çok daha kuvvetli bir şekilde karşıma çıkmıştı. Üstelik sadece şımarık değildi de. Ukalaydı, bencildi ve kıskançtı.
" Seni seviyor olmasam bu cümlenden sonra ağlaya ağlaya buradan kaçardım." diye konuştum alayla. Kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp derin bir nefes aldı. Birkaç saniye sonra elinde tuttuğu bardağı masaya bırakarak ellerini önünde birleştirmişti. Geliyordu gelmekte olan.
" Bende seninle bu konu hakkında konuşacaktım." dedi. " Babamla konuştum. Annemi ikna etmiş. Eğer müsaitseniz bu hafta sonu buraya gelmek istiyorlar. "
Elim kalbime doğru yükseldi. Duyduklarımı daha sindirememişken ikinci bombayı da attı Alparslan.
" Seni istemek için yani. Biliyorum biraz aceleye geldi ama annem Zeynep'i buraya alıp gelecek kadar çıldırınca babam böyle bir yol bulmuş. Bak, eğer istemezsen anlarım. Ben sadece soruyorum. "
Karşımda duran sandalyedeki montu ve çantayı kaptığım gibi ayaklandım. Bu erkek milleti hep mi aynı olurdu Allahım ? Hayır yani olacak iş miydi bu şimdi ?
" Allah seni ne yapsın Alparslan."
Söylene söylene çıkacakken kapı çalındı ve bir asker içeriye girdi. Batur'un kapıda beni beklediğini söyledikten hemen sonra tekrar çıkmıştı. Alparslan'ın oturduğu yerde hala şaşkın şaşkın bana baktığını fark ettiğimde koşturarak yanına gidip yanağından öptüm ve kapıdan çıkmadan hemen önce konuştum.
" Bugün Salı. Hafta sonuna şurada kaç gün kalmış sen bana yeni söylüyorsun. Daha ev temizlenecek, sarma sarılacak, dolma dolacak, baklava açılacak. Hiç öyle bakma mavişim bunları yapmazsam annenin gözüne giremem. Seni seviyorum, dikkat et kendine. "
Koşa koşa kapıya çıktım. Batur arabanın içinden bana bakıyordu. Nöbet tutan askerleri selamladıktan sonra yan kapıyı açıp içeriye girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. Normal şartlarda yanımdaki bu adamla asla konuşmazdım ama biraz önce yaşadığım şeyler yüzünden mantığım devre dışı kalmıştı. Alparslan bana ailesinin beni istemeye geleceğini söylemişti, yanlış duymamıştım. Ki bunun için sadece üç günüm vardı. Batur'a kız istemeye gittiğimizde bile yorgunluktan bitap düşmüşken şimdi beni istemeye geldiklerinde ölürdüm herhalde.
" Merhaba."
Onu başımla selamlayıp bakışlarımı yola çevirdim. Siyah elbisemi giysem olur muydu acaba? Tabii ki olmazdı. Siyah her ne kadar mükemmel ötesi zarif bir renk olsa da genelde yas günleri için tercih edilirdi ve o gün benim hayatımın en özel günlerinden birisi olacaktı. Bordo elbisemi ise biraz daha ağır olduğu için direkt eledim. Ben ne giyecektim şimdi ? Turkuaz elbisemi de Batur'un sözünde giymiştim.
" Benimle konuşmayacak mısın ? "
" Ne konuşayım ? "
Zümrüt yeşili olan bluzumu ve siyah kalem eteğimi kombinlesem nasıl olurdu ki ? Ya ne yemek yapılacaktı ? Allahım ben öleceğim heyecandan.
" Küs müyüz ? "
" Yo. Alt tarafı sana kız isteneceğini bir mesaj yoluyla istemeden birkaç saat önce öğreniyorum. Ne var ki bunda ? İyi arkadaşlar hep böyle yapmazlar mı ? "
Derin bir nefes alıp yüzünü sıvazladı. Direksiyonu kavrayan elindeki yüzüğü gördüğümde bakışlarım elime kaydı ve yine saçma sapan bir heyecanın içinde buldum kendimi.
" Sana anlatmam gerekirdi ama inan bana çok ani oldu. "
" Kızı seviyor musun ? " Diye sordum kendimi toparlayarak. Yoksa sevinç dansı yapıp kahkahalar atacaktım. Neyse ki yapmadım. Batur'un yüzünde gördüğüm ciddiyet kısa bir an dağıldıysa da bu çok kısa sürdü. Yanakları kızarmaya başlayınca gülümsedim. Eh, bu bir cevaptı değil mi ? Onun da benim kadar mutlu olduğunu bilmek kalbimi rahatlatırken bedenimi geriye doğru yaslayarak başımı ondan tarafa çevirdim. Yeşil gözleri utançtan boncuk boncuk olmuştu ki neredeyse bir yıldır burada olduğum gerçeğini göz önünde bulundurursak bu ifadeyi onda ilk defa gördüğümü gönül rahatlığıyla söyleyebiliyor olmam şaşkınlık vericiydi. Utangaç bir adamdı Batur. Kibar ve fedakardı. Üstelik büyük bir ihtimalle doğuda görüp görebileceğiniz en yakışıklı genç adamda oydu.
" Evet. "
Omzuna yumuşak bir yumruk attığımda gamzelerini ortaya çıkaracak kadar gülümsedi.
" Nasıl oldu peki ? "
" Dilan'ın arkadaşı biliyorsun. Tanıyordum zaten ama pek o gözle bakmadım. Daha doğrusu gözümle falan da bakmadım. "
Saçma cümlesi ikimizi de güldürdüğünde karakol görünmeyecek kadar arkamızda kalmıştı. Her iki yanağını kaplayan çukurlarını görmek ona karşı içimde biriktirdiğim kırgınlığı alıp götürdü. Yeşil gözleri mutlulukla kısılmış, yanakları ufak ufak kırışmıştı ama bu hali onu çok daha sevimli kılıyordu. Arkadaşlık etmekten en çok zevk aldığım insan bile olabilirdi. Normal şartlarda toz toprak olan yol buz nedeniyle epeyce kaygan olduğundan arabayı yavaş kullanan Batur bakışlarını kısa bir an bana çevirip tekrar önüne dönmüştü.
" Bakmadığın kıza nasıl aşık oldun peki, söyler misin ? "
" Bir gün bize gelmiş. Bilmiyordum ben geldiğini. O akşam da ortak bir akrabamızın düğünü vardı. Bizim ev kalabalık biliyorsun normalde, o gün düğün ahalisi falan da var. En sakin oda benimki diye Dilan ile orada hazırlanıyorlarmış. Birisi de demedi ki kızların odamda olduğunu. Neyse yorgun argın odaya bir girdim yatağımın üstünde bir kız oturuyor. "
"Tabii makyaj falan dilin tutuldu. " dedim alayla. Gözlerini devirip başını hayır anlamında salladı.
" Yok, öyle değil. Bizim Dilan ne anlar makyajdan ? Kızı bir hale sokmuş görme. Ayıp olmasın diye gülmedim karşılarında ama kendimi nasıl tutacağımı şaşırdım. Tabii anladı yüzünün durumunu, utançla kaçtı odadan. Bir daha da beni ne zaman görse yönünü değiştirmeye başladı. E tabii böyle daha çok dikkatimi çekti. Başta ağabeylik iç güdüsü falan zannettim. Olur ya korumak istersin, göz önünde olmasın, bir sen gör istersin falan. Zamanla öyle olmadığını fark ettim. Dilan'a karşı duyduğum sevgiden soyutlanmaya başladı hislerim. Baktım olacak gibi değil, iyice kafaya takıyorum kızı üniversiteyi İstanbul'a yazdım. "
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Batur'un romantik bir adam olduğunu biliyordum ama bu kadarı beklentim dışındaydı. Ailesi durumu görücü usulü zannediyordu, durumun aslı çok daha farklıydı ve doğruyu söylemek gerekirse bana küçükken okuduğum aşk romanlarını hatırlatmıştı. Sevgi o kadar kuvvetli bir şeydi ki nereye gidersen git seni bırakmıyor, elini tutmaktan vazgeçmiyordu. Ve şimdi karşımda oturan bu adamın sahip olduğu koca aşkı bunca zaman fark edememiş olmam büyük bir aptallıktı.
Batur benim konuşmayacağımı - konuşamayacağımı - anladığında gülümseyip direksiyonu evime doğru kırdı. Üzerindeki bordo boğazlı kazağın rengini alan yanaklarındaki gamzeler tekrar ortaya çıktığında tuttuğum nefesimi anca bırakabilmiştim.
" Sonra olmadı. Yapamadım İstanbul'da. Ağabeyim askere gidince bunu bahane edip okulu dondurdum, buraya geldim. Ebrar'ı ne durumda bulacağımı bile bilmiyordum. Buralarda kız çocuklarının durumu bizimkiler kadar rahat olmuyor. Onun babası kızını istemediği bir şeye sürükleyecek bir adam değil ama durumları da ortada. "
" Ya geldiğinde onu bir başkasıyla sözlenmiş olarak bulsaydın ? " diye sorabildiğimde derin bir nefes aldı. Bu arada eve geldiğimizi daha yeni fark ediyordum ama arabadan inmedim. Bu hikayenin sonunu biliyor olsam da başını öğrenmem gerekiyordu.
" Bu en çok korktuğum şeydi tabii. Ama değildi. Bende daha fazla bekleyemeyeceğimi anladığımda anneme söyledim. Aklında başka bir gelin adayının olduğunu söyleyip durdu. Erteledikçe erteledi. Sonra da mecburen kabul etti. Kusura bakma sana anlatmadığım için ama biliyorsun beni. Utandım. "
" Batur, ne kusuru ? Şu bana anlattığın şeyin üzerine dört sezon dizi, iki seri roman çıkar. "
" Abartma."
Ona gözlerimi devirerek baktıktan sonra arabadan indim. Kapıyı kapatırken sırıtmış, hafta sonu Alparslan ve ailesinin beni istemeye geleceğini söyledikten sonra koşturarak eve girmiştim. Elindeki havluyla annem karşıma dikildiğinde dakikalar önce bastırdığım heyecanım tekrar gün yüzüne çıktı ve heyecanla bağırdım.
" Anne hafta sonu beni istemeye geliyorlar ! "
...... 4GÜN SONRA / CUMARTESİ......
Dilan elindeki topuklu ayakkabıları önüme bıraktı. Siyah deri ayakkabıları giyindiğimde tam olarak hazırdım. Fiziki olarak bir hazırlıktı bu tabii. Yoksa kalbim heyecandan kaç tur durup kendine gelmişti, saymamıştım. Üstelik heyecandan dolan gözlerim yüzünden rimelimi ve farımı beş defa tazelemek zorunda kalan Gökçe İda pes ederek ağabeyimin yanına, odaya dönmüştü. Alparslan'ın yanından ayrıldığımın ertesi günü ağabeyim yanında onunla bir anda çıkagelince annem ve ben şaşkınlıktan bayılacaktık ama en zoru, durumu bilmiyormuş gibi yapmaktı. Kız ile birlikte markete gittiğimiz o günden sonra birkaç defa karşılaşmışlar, en sonunda ise Gökçe'nin çabalarıyla konuşmaya başlamışlardı. Elbette ağabeyimi tavlayabildiği için bu kızı alnından öpmemiştim. Bu aptallık olurdu. Bu görevi benim yerime devralan anneme hakaret falan etmiyordum asla. Kızın kafasını kavrayıp alnına şılak diye bir öpücük kondurduğunda ağabeyim ve ben gülmekten ölmekle meşguldük çünkü.
Ebrar toplanan siyah kalem eteğimi düzeltip beni beğeniyle süzünce gözlerim tekrar dolar gibi oldu. Ama bu sefer açık olan telefonun ekranından Nuran yenge ve Sunay ablanın çığlıklarını duyunca kendimi toparlamam gerekmişti.
" Ne zaman ağlamama izin vereceksiniz ? "
Nuran yenge tiz bir çığlık daha atıp kameraya iyice yaklaştı. Bu halinin ne kadar korkunç olduğunu biliyor muydu acaba ?
" Gelin olup giderken ağlarsın bol bol. Şimdi sus da hazırlığını bitir, sümüklü seni. "
Vallahi ailem bir başkaydı. Ama şizofrenlik konusunda. Hale bakar mısınız ya ?
" Abla kapı çalıyor. Geldiler. "
Dilan'ın sesiyle telefonu Ebrar'ın eline tutuşturup derin bir nefes aldım. Dizimin altında siyah kalem eteğimle bütünlediğim zümrüt yeşili gömleğim güzel duruyordu. Altına ise ince topuklu ayakkabılar giymiştim ki bu benim için işkence gibi bir şeydi. İda saçlarımı bir güzel maşalamış ve makyajımı usta bir kuaförden çok daha muntazam yapmıştı. Hazırdım, güzeldim. Tekrar derin bir nefes alıp Ebrar'ın açık tuttuğu kapıdan çıkarak kapının önüne vardım. Telefondan Nuran yengenin kamerayı daha güzel tutmamızı bağıra bağıra dile getirmesi normal şartlarda utanmama sebepti ama şimdi o kadar heyecanlıydım ki neredeyse bayılacaktım. Hatta bir ara bana bile çekilmemi söyledi. Ona kısaca ters bir bakış atıp içeriye giren misafirleri karşılayan ağabeyimin yanındaki anneme daha çok sokuldum. Önden Alparslan'ın annesi girmiş, ağabeyime elini öptürdükten sonra annemle tokalaşarak bana yüz vermeden odaya yönelmişti. Bu durumu az çok beklesem bile bir anda moralim bozuldu. Kim genç bir kızın en mutlu gününü baltalamaya çalışacak kadar alçalabilirdi Allah aşkına .
Onun arkasından bakmayı bırakabildiğimde önümde duran adamı fark edebildim. Masmavi gözlerini kırpıştırarak gülümsedi. Beyaz saçları düzenli bir şekilde geriye doğru taranmıştı, üzerindeki siyah takımla yaşına rağmen fazlaca karizmatik duruyordu. Elini uzattığında tereddüt etmeden öpüp sarıldım. Karşımdaki adam Alparslan'ın otuz sene sonrasının canlandırması gibiydi.
" Hoş geldiniz. "
"Hoş bulduk güzel kızım. " dedi. Ağabeyim ve annem kapıda duran Alparslan'a da hoş geldin dedikten sonra adamın arkasından odaya doğru ilerlemişti. Serhan amcanın sesini duyduğumda derin bir nefes alıp bakışlarımı hala içeriye girmemiş olan adama çevirdim. Üzerinde bu sefer lacivert, gözlerinin renginde bir takım elbise vardı. Yeni traş olmuş yanakları soğuktan kıpkırmızıydı. Haline gülümseyip iyice yaklaştım ona.
" Hazırlanacağım dediğinde böyle bir şey beklemiyordum. " dedi. " Sen beni kalpten götürecek misin Dolunay ? "
Ellerinde duran çikolata paketini ve beyaz gül demetini alırken gülümsemem daha da genişledi. Kendini görme şansı olsa muhtemelen benimle evlenmekten hemencecik vazgeçerdi çünkü şu halimle bile yanında sönük kalıyor olmam içler acısıydı. Yine de bozuntuya vermeyip girmesi için kenara çekildim ve kapıyı kapattım.
" Sen bir de bana sor yiğidim. "
Kızları görünce başıyla selam verip o da odaya girdi. Ve ben o an ilk defa mutluluktan ölmek istediğimi fark ettim. Herkes buradaydı. Annem, ağabeyim, Seher teyzeler, Altan ve Altay ve hatta Nuran yenge ve Sunay abla bile. Daha fazla ne isteyebilirdim ki ?
" Abla haydi biz de gidelim. "
Dilan'ı başımla onaylayıp elimdeki çiçeği sehpaya bırakarak arkalarından içeriye girdim. Masanın üzerinde açık duran bilgisayardan ikizlerin kafaları görünüyordu. Bu tamamen onların isteğiydi. Böyle bir günde beni yalnız bırakamayacaklarını kati bir dille belirtmişler ancak yıllık izinlerinin hepsini kullandıkları için de böyle bir çözüm bulmuşlardı.
" Nasılsınız, iyi misiniz? "
Serhan amcanın sorusuna gülümseyerek karşılık verdi Alparslan'ın babası. Bir süre ailevi konulardan sohbet ettiler. Bu süre boyunca başımı bir kez bile ondan tarafa çevirememiştim. Bayılmaktan veyahut yanlış bir şey yapıp rezil olmaktan korkuyordum. Ne kadar geçti bilmiyorum, annem beni ve kızları kahve yapmamız için mutfağa yolladığında evimi unuttum ve kendimi odamda buldum. Ebrar zor bastırdığı kahkahasıyla beni yakalayıp mutfağa soktuğunda İda ve Dilan çoktan yerlere yatmıştı. Hayır komik olan neydi ? Heyecandan ölüyordum ben !
" Ay galiba ağlayacağım ben. " dediğimde ilk ayaklanan İda oldu. Katil bebek çaki bakışlarını üzerime diktiğinde gözümde biriken göz yaşlarının geri geri gitmesi dehşet vericiydi. Dilan da nihayet ayaklanınca kahveleri hazır ettiler. Tüm ısrarlarına rağmen damat kahvesini tuzsuz yaptırdım. Çünkü adamı öldürmeye niyetim yoktu. Hele de Zeynep'in gözü önünde düğün yapmadan, asla olmazdı. Neyse ki çok ısrar etmediler.
Kahveleri de zor bela dağıtıp yerime geçtiğimde Alparslan kahvesinden bir yudum alıp gülümsedi. Tuzlu kahve beklediği aşikardı ama bu olayın hikayesini bildiğimden onu umursamayıp bende gülümsedim. Nihayet babası derin bir nefes alıp toparlandı ve bakışlarını ev ahalisinin üzerinde gezdirdi. Ağabeyimin gerginliğini buradan bile hissedebiliyordum. İnşallah son dakika golü falan atmazdı.
" Malumunuz gençler bir birlerini görmüş beğenmişler. Bize de hayır işe hayırlı olsun demek düşer. Demem o ki Allahın emri peygamberin kavliyle kızınız Dolunay'ı oğlumuz Alparslan'a istiyoruz. "
Serhan amca bakışlarını bana çevirip birkaç saniye baktı. Utançla başımı eğdiğimde ayaklanarak, verdim gitti, gibi bir şeyler söyledi çünkü gerisi bende yoktu. Neler oldu nasıl oldu, ben buraya ne zaman geldim, Alparslan'ı ne zaman gördüm hepsi silindi. Büyük bir boşluğun içinde büyüklerin ellerini öpüp Alparslan'ın yanına geçtim. Yüzükleri Serhan amca takmış, bağı Alparslan'ın babası kesmişti. Ve ben ömrümün sonuna kadar, yanımda duran adama bağlanmıştım.
Ah, Alparslan. Yürek sızım, alın yazım, güzel adam.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro