38. Bölüm KIZ İSTEME
Başımı hayır anlamında salladım. Yüzümde samimi olmasını umduğum saçma bir gülümseme asılıydı. Tolga bakışlarını yüzümde gezdiriyorken yapabildiğim tek şey ellerimle oynamaktı. Normal şartlarda insanlarla çok kolay anlaşabilen bir insan olsamda karşımdaki adam o kadar hızlı bir giriş yapmıştı ki anlaşmaya fırsat bile bulamamıştım. Cebimdeki telefon titreyince iç çekip telefonumu çıkardım. Dilan'dan bir mesaj vardı. Batur ile neredeyse bir haftadır hiç görüşme fırsatım olmadığı gibi, Seher teyzeleri de epey boşlamıştım. Bana kırıldıklarını biliyordum fakat şu son günlerde öyle şeyler başıma gelmişti ki saçımı kaşıyacak zamanım olmamıştı. Mesajı açtım. Yazdığı kısa mesajı neredeyse yüz kere okumam gerekmişti anlayabilmem için. Çünkü Dilan beni ve annemi Batur'un sözüne çağırdığını yazmış, sonuna da bol kalpli emojiler bırakmıştı.
Ne zaman sonra telefonu önümde duran sehpanın üstüne bıraktığımda yeni gelen doktorun şaşkın bakışlarını yakaladım. Beni bu kadar geren şeyin ne olduğunu merak ettiğini anlayabiliyordum tabii. Ağabeyimin asker olduğunu söylediğim için her hangi bir kötü durumda onun bana haber verme durumunu göz önünde bulunduruyordu ki ben olsam bende böyle düşünürdüm. Ona yavaşça gülümseyip Alparslan'a müsait olmadığımı ve gelmemesinin benim için daha iyi olduğunu, onu karakolda ziyaret edeciğim sözünü de ekleyerek mesaj olarak yazdım. Geri dönmedi ama beni dinleyeceğini zaten biliyordum. Alparslan her zaman benim isteklerime saygı duymuştu. İstemediğim bir şeyi yapmayacağını biliyordum ki burada olması asla isteğim dışı bir olay değildi. Ama ondan önce Batur ile konuşmam gerekiyordu ve bunu asla onun yanında yapamazdım.
" Ben bir telefon görüşmesi yapacağım." Diye durumu izah ettikten sonra sandalyeden kalktım. Kapının kenarında duran askıdan montumu alıp giyerken Tolga'da ayaklanarak yanıma kadar gelmişti. Gözlerinde gördüğüm korku bana buraya ilk geldiğim anı bana hatırlatsa da daha farklı bir şeyler olduğunu hissediyordum.
" Önemli bir şey yok ya? "
" Hayır, yok. Bir arkadaşımı aramam gerekiyor sadece. Kısa tutacağım. "
Başıyla beni onayladı. Kıvırcık tutamları tekrar anlına döküldüysede düzeltmekle uğraşmamış, beni birkaç adım uzağında bırakacak kadar geriledikten hemen sonra hafif bir tebessümü dudaklarına yerleştirmişti. Ellerini pantolonunun cebine soktu. Paçaları çamur olmuş siyah pantolonu ile kombinlediği lacivert gömleği bu hareketiyle geriye doğru çekilmiş, fazlaca olmayan yapılı vücudunu ortaya çıkarmıştı.
Ona son bir bakış atıp dışarıya çıktım. Hakkari'nin keskin soğuğu alışkanlığım dışında değildi. Hala yüzümü bir bıçak gibi kesiyor, nefes almamı zorlaştırıyor ve soluğum ciğerlerime ulaşamadan iç organlarımı yakarak parçalıyordu. Soğuktan ziyade ayazı kötüydü buranın. Biraz fazla dışarıda duracak olsan derin soyulmaya, bir hastalıklı vücudu gibi kızarmaya başlıyordu. Cildimi düzenli olarak nemlendirsem bile çoğu zaman bu ayazdan nasibimi alıyordum. Özellikle dudaklarım gülmemi bile engelleyecek hale geliyordu. Önce çatlaklar oluşuyordu ki bu çatlakların acısı kurşun acısı ile neredeyse aynıydı, sonra ince ince kanamaya başlıyordu.
Aslında bu duruma alışmıştım ve şikayet etmeyi çoktan bırakarak çözüm yolları üretmenin daha mantıklı olduğunda karar kılmıştım. Kalın giyinmek ve yüzünü olabildiğince sarmak bunlardan bazılarıydı. Tabii her adımımda içine gömüldüğüm kar için yapılabilecek bir şey yoktu. Bu yüzden sağlık ocağının kapısından uzaklaşmadan telefonumu çıkarıp Batur'u aradım. Birkaç çalıştan sonra arkasında onca gürültüyle aramamı cevapladı.
" Alo? "
Seslerden bazılarını çıkarabiliyor olmam Batur'un korucuların özellikle bulunduğu kıraathaneden bozma çay ocağında olmasındandı. Burayı birkaç kez Seher teyzelere giderken görmüş, üzerindeki askeri üniformaya benzer kamuflajlarıyla bekleyen adamları görünce ise Dilan'a sormuştum. Elbette korucuların varlığından haberdardım. Ama Manisa gibi bir yerde onlara rastlamak imkansızdı. Bu yüzden onlara ait farklı bir şey beklemiştim ama üzerlerinde bulunan kıyafet ağabeyiminkinden çok farklı değildi. Renkleri daha koyuydu sadece ve tam olarak sağ omuzlarında korucu yazan peçler vardı.
" Batur, kız isteme olayı ne ?" Dedim. Lafı uzatmak istemiyordum. Hem Tolga'ya ayıp olacaktı hem de Batur'un yaptığı şeye ne tarz bir açıklama yapacağını merak ediyordum. Bana haber vermemiş olması bir yana o daha çok gençti. Üstelik kalbinde biri olmadığını da anlayabilecek kadar tanımıştım onu. Derin bir nefes alıp kalabalıktan uzaklaştı. Sesler azalmış, rüzgarın uğultusu daha da duyulabilir bir hal almıştı.
" Evet. Annen biliyordu ama sana yeni söyledi herhalde."
Annem biliyor muydu? Ve bana söylememişti? Elbette söylememişti. Onca şeyin arasında ona fırsat mı bırakmıştım?
" Nereden çıktı bu evlilik olayı? Haydi çıktı diyelim. Bana neden bahsetmedin ? "
" Senin onca sorunun vardı, Dolunay. Olanları anlatmak zamanını çalmaktan başka bir şey olmazdı. "
Sözleri beni sinirlendirdi. Boşta olan elimle yüzüme gelen saçları geriye ittim.
" Bizim en azından bana bunları anlatabilecek kadar samimiyetimiz var diye düşünmüştüm, Batur. "
" Bende öyle düşünmüştüm." Diye soludu. Değişen ses tonu onun da en az benim kadar sinirlendiğini gösteriyordu. "Bak, şimdi gitmem gerekiyor. Akşam gelirsen görüşürüz. Tamam mı?"
Kabaca iç çekip onu onayladıktan sonra telefonu kapatıp cebime attım. Bende öyle düşünmüştüm de ne demekti? Biz arkadaştık ve ben her ihtiyacım olduğunda ilk onu aramış, ilk ondan yardım istemiştim. Üzüldüğümde ya da ağladığımda çoğu zaman onu yanımda bulmuştum ama o buna ihtiyaç bile duymamıştı. Öyleyse istediği gibi olacaktı.
...
Akşam eve geldiğimde annemi hazırlanmış bir halde bulmayı beklemiyordum ancak o çoktan giyinmiş, sade ama güzel bir makyaj yapmıştı. Sabahtan akşama kadar koşuşturmaktan felç olan ayaklarımı botlarımdan kurtarıp yumuşacık halıya bastığımda az daha yere kapaklanacaktım. Neyseki son anda duvara tutunmayı başarmıştım. Tolga ayağının uğurlu olduğunu söyleyerek beni güldürmüştü ama ilerleyen saatlerde haklı olduğunu bizzat görmek can sıkıcıydı. Küçücük alan alabileceğinden daha çok hastayla dolunca bir sağa bir sola koşuşturup durmuş, bedenim yorgunluktan ağrıyana kadar onlarla ilgilenmiştim. Sağ olsun Tolga benim yapmam gereken birçok işi de yapmıştı. Eski tip ultrasonla hamile kadınları ve bebeklerini kontrol etmek de buna dahildi ki aslında bu benden de ziyade bir ebenin işiydi ama sağlık ocağının olması dahi bir lütuf sayılan bu köyde ebe diye yaşlı kadınları bulabilirdiniz ancak.
" Dilan haber vermiş sana ?" Diyen annemi başımı sallayarak onayladım.
" Evet. Aklım almıyor anne. Batur'u tanıyorum ben. Birinde gönlü olsa bilirdim ama bir anda çıkıp sözleneceğini söyleyince şaştım kaldım. "
Annem sözlerimden sonra iç çekti. Elinde tuttuğu su yeşili elbisemi ancak o zaman fark edebilmiştim. Üniversite bursumla aldığım günlük ama şık bir elbiseydi. Kolları ve eteği uzun, beli lastikliydi. İlk görüşte aşık olduğumdan tam iki hafta simitle geçinmeyi göze almıştım ama neyse ki annem yardımıma yetişmiş, bana destek çıkmıştı.
"Gönlü de yok zaten." Dedi. Gözlerimi hızla ona çevirip kaşlarımı çattım.
" Ne saçmalıyorsun anne? Gönlü olmayan adam kız istemeye gider mi? "
" Ay Dolunay! Gider hem de bal gibi gider. Tabii ağabeyin ve sen hala saplığın ağır romanını yazdığınız için bilmezsiniz, görücü usulü diye bir şey var. Tamam bunu destekleyecek değilim ama Seher'in de önüne geçemem ya!"
" Ne demek görücü usulü ? Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz ne görücüsü ne usulü? İnsan tanımadığı biriyle nasıl evlenir ? Delirdiniz mi ?"
Annem bana uzun uzun baktı. Haklı olduğumu biliyordu ama Seher teyze ve Serhan ağaya karşı çıkmak istememişti. Ellerimi saçlarıma geçirip sinirle soludum. Batur bunu nasıl kabul edebilmişti peki ?
" Tanımıyor demedim kızım." Annem nihayet konuştuğunda elbisemi bana uzatıyordu. " Kız Dilan'ın arkadaşı ve Batur da gayet tanıyor. Ağabeyi korucuymuş ama beş altı yıl kadar evvel şehit olmuş. Babası da felç geçirince evin tüm yükü kızcağıza kalmış. Seher teyzen de ne zamandır baskı yapıyordu oğlana. Tabii hemen evlenecek değil. Bir adı olsa yeter, askerliği ve okulunu bitirsin o da olur. Batur'da bu kızın adını vermiş. "
Elbiseye uzanırken, "Beğenmese demez herhalde." Diye mırıldandım. Batur'u ne kadar zorlarsa zorlasın beğenmediği biriyle evlendiremezlerdi. Öyle olmalıydı, değil mi? Annem omuz silkerek beni odama postalamadan hemen önce beni onaylamıştı. Aklım karman çorman olmuş bir vaziyette üzerimi giyinip saçlarımı ördüm. Altına siyah uzun botlarımı giymiş, onunla aynı renk uzun kabanımla hazır hale gelmiştim ama aklım hala Batur'daydı. İçimden aptalca bir şey yapmaması için dua ederek annemin yanına vardığımda bana uzun uzun bakıp iç çekti.
" Keşke makyaj da yapsaydın. Böyle çok sönük kaldın sanki."
Ona gözlerimi devirerek karşılık verdim. Benim buradaki nadir arkadaşlarımdan birisi neredeyse silah zoruyla evlendiriliyordu ama annem maşallah süs derdine düşmüştü.
" Ne gerek var anne? Sanki beni istemeye geliyorlar."
" Öyle deme kızım." Dedi. "Akşama Alparslan Bey oğlum damadım da gelecekmiş. Maşallah dalyan gibi çocuk az yanında şey dur diye dedim."
" Ay anne! Alparslan beni ne halde görüp sevdi haberin var mı? Yok! Çünkü sen o sırada polise eşkali belirsiz bir ceset ihbarı yapıyordun. "
Bana bakmadı. Ağzının içinden bir şeyler söylemekle yetinip koltuğun üzerine bıraktığı kahverengi montunu üzerine geçirmişti. Onu boşverip kapıya doğru ilerledim. Annemde dışarıya çıkıp kapıyı kilitlemişti. Kızın evini, nasıl ve ne akla hikmet bilmiyorum, önceden bildiğini söylediği için Seher teyzelerle orada buluşacaktık.
Karlı yolda düşmeden eski bir evin önüne geldiğimizde Alparslan ve Serhan ağaları kapıda bizi bekler halde bulduk. Batur en arkada duruyordu ve gözlerimiz kesişince başını başka tarafa çevirmekle yetinmişti. Bana karşı takındığı bu soğuk tavrı canımı sıkarken onu umursamamanın daha doğru olduğuna karar kılıp Seher teyze ve Serhan ağanın elini öptüm. Kısaca hal hatır sorduktan sonra Dilan heyecanla boynuma atlayarak beni öptü. İçindeki heyecanı bastıramıyor oluşu muhtemelen ağabeyine isteyecekleri kızın arkadaşı olmasındandı. Üstündeki kırmızı entarinin eteklerini usul usul sallayıp nasıl göründüğünü sorduğundan neredeyse heyecanına gülecektim.
"Çok güzel olmuşsun Diloşum. "
" Sende abla! Ay çok heyecanlıyım. Ebrar en yakın arkadaşımdı, şimdi de yengem olacak."
Sonra bir kaç adımda ağabeyinin yanına vararak koluna girdi. Ona gülümseyerek karşılık verip karşımda duran Alparslan'a döndüğümde onu annemle konuşurken bulmak içimde bazı şeylerin eridiğini hissetmeme neden oldu. Şu manzaranın güzelliğini anlatmaya kuracağım hiçbir cümle yetmezdi. Sevdiğim adam ve annem yan yanaydı. Alparslan'ın takım elbise giydiğini fark ettiğimde ise neredeyse aşırı güzellikten bayılacaktım. Siyah takımının içine giyindiği beyaz gömleğin ilk iki düğmesi açıktı. Sarı teninde bu iki rengin ne kadar güzel durduğunu muhtemelen bilmiyordu çünkü bilse asla böyle giyinmezdi. Giyinmezdi çünkü benim katil olmamın ne ona ne de bana bir faydası vardı.
Serhan ağa kapıyı birkaç kere çalınca herkesin o tarafa dönmesini fırsat bilerek Alparslan'a yaklaştım. Boyumun yanında ne kadar ufak kaldığını düşünmemem akıl ve psikoloji sağlığım için daha hayırlıydı zira kendisi sulak yerde yetişmişti muhtemelen. Kulağına da fısıldayamazdım şimdi. Merdiven falan da yoktu ki!
Aklıma gelen şeyle koluna hırsla vurdum ama dozunu biraz abartmış olacağım ki başını hızla bana çevirdi. Mavi gözleri soğuk yüzünden laciverte dönmüş, pembe dudakları iyicene ortaya çıkmıştı. Kıskançlık krizinin zamanı değildi de ama bu neydi Allah aşkı ?
" Kapat düğmeleri oymayayım gözünü Yılmaz!"
Bana gözlerini devirerek baksa da bir düğmesini iliklediğini görebilmiştim. Diğeri için de zorlayacaktım ki tahta kapı gıcırdayarak açıldı. Serhan ağa ve ailesi önde biz arkada geniş, toprak avluya sırasıyla girdiğimizde yaşlıca bir kadın ve Dilan yaşlarında bir kız bizi karşıladı. Babasının felçli olduğunu annem söylemişti. Seher teyzeler selamlaşmaya başladığında Batur elinde tuttuğu paketle çiçeği kıza uzatıp gülümsedi. Yüzünde zorlandığına dair bir işaret falan da aramıştım ama yoktu. Üstelik kız da ona gülümseyerek karşılık vermiş, elindeki çiçekleri annesine uzatırken neredeyse ağlayacak olmuştu. Alparslan ve bende teyzenin elini öptük. Alparslan kıza başıyla selam vermekle yetinip Serhan ağanım peşine takılınca arkadan bile ne kadar yakışıklı olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştim. Maşallah!
" Hoşgeldin abla."
Sahte bir öksürükle, acaba arkadan dikizlerken yakalanmış olabilir miydim, başımı kıza çevirdiğimde benden bile kısa birisiyle karşılaşmayı beklemiyordum. Siyah saçları kalçasına kadar uzanıyordu ve serbest bırakılmıştı. Beyaz yüzü utançtan olsa gerek kızardığında ağır bir gülümsemeyle bana uzanıp sarıldı. Gecikmeli de olsa karşılık verip geri çekildim. İtiraf etmek gerekirse fazlasıyla güzel ve sevecendi. Üzerine Dilan'ınkine benzer bir tonda elbise giymişti. Kahverengi gözleri ışıl ışıl parlarken eliyle bana içeriyi gösterdi.
" Hoşbulduk canım. " diye mırıldanıp annemlerin arkasından bende içeriye doğru yürüdüm. Eski bir evde olsa içi güzel döşenmişti. Avluya hazırlanan oturma yerinden salonda da vardı ve tıpkı dışarısı gibi burası da iri yastıklarla döşenmişti. Divanın bir ucunda oturan Ebrar'ın babası ile de selamlaştık. Yaşlı adam bizi saf mutlulukla buyur etti. Erkekler bir tarafa kadınlar da bir tarafa oturunca mevzunun çok dışında şeyler konuşulmaya başlandı. Dilan ve Ebrar ise bizden daha ayrı bir yerde oturmayı tercih etmişlerdi. Genç kızın bakışları Batur'a kayıp duruyor, sonra ise utanarak tekrar arkadaşına dönüyordu. Bir beş dakika kadar bu böyle devam edince bende Batur'a döndüm. Lacivert bir takım giyindiğini o zaman fark edebilmiştim. Kravatı bordo renkteydi ve yeleğinin üzerinde fazlasıyla iyi durmuştu. Onu son gördüğümde saçlarının ve sakallarının daha uzun olduğunu hatırlıyordum. Üstelik sanki biraz daha olgunlaşmış, daha ağırlaşmıştı. İstanbul'da dondurduğu bir okul yokmuş gibi burada kız istiyor olması onun için belli ki pek de önemli bir mevzu değildi. Üstelik daha askerliğini bile yapmamıştı.
" Seni pek övüyorlar kızım." Yanımdan gelen sesle başımı Ebrar'ın annesine çevirdiğimde kadını gülümserken buldum. Başına taktığı beyaz tülbenti düzeltip kahverengi gözlerini kırpıştırdı. Yaşlı bile olsa kızının güzelliğini ondan almış olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim.
" Sağ olsunlar." Gülümsemesine karşılık verip bakışlarımı tekrar Batur'a çevirdiğimde Serhan amca söz almıştı. Kahveleri istemekle başlamış, Dilan ve Ebrar mutfağa gidince ise tekrar karşısındaki adama dönmüştü. İkisinin eskiden beri ahbap olduğu her hallerinden belliydi. Ne Serhan amca ne de o adam zerre çekinmiyordu. Üstelik sanki senelerdir bu anı bekliyormuş gibi gülümseyen Serhan amca kahveler gelince daha da bir keyiflenmişti. Belli ki Ebrar'ı da ailesini de sevip sayıyordu.
Kahve bana uzatılınca alıp kıza gülümseyerek teşekkür ettim. Bana içten bir tebessüm sunup son olarak tepsiyi Batur'a tutmuş ardından da tekrar eski yerine oturmuştu. Heyecandan titreyen elleri tepsinin sürekli oynamasına neden oluyordu. Utanmıştı.
" Kahveleri de içtik. Ellerine sağlık Ebrar kızımın."
" Sait seni severim. Dağda ne zaman birlikte savaştık, yetmedi askerde bile devrem oldun. Şimdi de isterim ki dünürüm ol. Bilirim tek bir evladın var ancak eğer he dersen bir de oğlun var artık. Uzun lafın kısası Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızın Ebrar'ı oğlum Batur'a istiyorum."
Adam kısa bir an kızına baktıktan sonra başıyla onayladı.
" Verdim gitti."
Ve sonra yüzükler kesildi. Küçük bir kargaşanın ardından herkes helalleşti ve ben kendimi büyük bir kaosun içinde buldum. Nişan tarihiydi, Batur'un askerliğiydi neler konuşuldu neler. Nihayet eve geldiğimde tam anlamıyla bir cesettim. Üstelik yarın karakola geleceğime dair Alparslan'a söz vermiş bir ceset.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro