37.Bölüm KAHVALTI
Bakışlarımı karşımdaki manzaradan alıp kendime gelebilmem tam olarak dakikalarımı aldı ancak bu kısa dakikalar bana saatler gibi gelmişti. Hoş, evimdeki bu tuhaf buluşmayı saatlerce düşünsem dahi anlayamazdım. Alparslan buradaydı. Üstelik elinde tuttuğu çay tepsisini oturma odasındaki yer sofrasına taşırken bu görevi yıllardır üstleniyormuşcasına sakin, evime devamlı geliyormuş gibi olaya hakimdi. Eline yakışmayan bu görevi ona veren asıl kişi, annem, mutfaktan ekmek sepetiyle çıkıp bakışlarını bana dikti. Yüzünde daha önce görmediğim bir gülümseme vardı ancak alt metni kendini affettirmek için yaptığı bu işten memnun bir annenin hayin duygularını barındırıyordu. Gururlu, olacak olaylara karşı hazır ve misafiri çalıştırıyor olduğu gerçeğini umursamıyordu. Aslında normal şartlarda bu durumdan şikayetçi olacak değildim. Tabii Alparslanın karşısında bu halde çıkıverdiğim rezilliği olmasaydı. Çünkü hala paspal bir vaziyetteydim ve sol elim zerre utanmadan açıkta kalan göbeğimi kaşımaya devam ediyordu. Bunun için bedenim yerine evde dolaşan sivrisinekleri suçlamayı daha doğru bulup birkaç adımda yaklaştım anneme. Salondan oturma odasını görebiliyor olmam bir şanstı. Bakışlarım yer sofrasında oturan ağabeyim ve Alparslanı bulduğunda daha kötü ne olabilir diye düşünecekken arka tarfta kalan lavabonun kapısı açıldı ve Selim ağabey gülümseyerek dışarıya çıkıverdi.
" Günaydın Dolunay. Seni rahatsız etmedik ya ? "
Adama düz düz bakmaktan öteye gitmedim. Şaşkınlığımı anlayamadı. Utangaç bakışları kısaca üzerimde dolaştıktan sonra yanıbaşımda duran anneme döndü. Bende, gayet normal birşeymiş gibi onu incelemeye devam ettim. Üzerinde herzamankinin aksine kamuflajları yerine rahat bir kot ve düz siyah bir gömlek vardı. Tüm düğmeleri özenle iliklenmişti ki bu halde çok daha genç durduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim.
" Olur mu hiç öyle şey evladım ? Dolunay dün biraz geç yatmıştı ondan geç kalktı. Yoksa çoktan uyanırdı o da. Değil mi kızım? "
Annemin böbreğime giren dirseğiyle gülümsemeye çalıştım. Bu bariz bir mesajdı.
" Evet evet. Ondan şey oldu ağabey. Hoşgeldin bu arada. Kusura bakma bu halde şey ettim ama."
" Ne kusuru? Asıl sen kusura bakma. Bu saatte dikildik kapıya."
Annem bu kez benim konuşmama fırsat vermeden büyükçe iç geçirdi. Elindeki ekmek sepetini göğsüne doğru bastırırken tam anlamıyla bıkkın duruyordu ancak gözlerini devirmeden hemen önce gidip hazırlanmam konusunda bana uyarıcı bir bakış atmayı ihmal etmemişti. Ona bu konuda hak verip Selim ağabeyden de müsade isteyerek odama yöneldim. Bu arada annem de Selim ağabeyi utangaç tavrından dolayı bir güzel haşlamıştı.
" Ay, bir daha rahatsız ettik dersen şuraya düşüp bayılacağım vallahi evladım. Sizin için dünyayı kurtarmadık ya ! Alt tarafı kahvaltı hazırladık. Hem ne zaman canınız isterse çıkın çıkın gelin. Yabancı mıyız birbirimize? "
Kapıyı arkamdan kapatıp dağılmış saçlarımı tokadan kurtardım ve düzgünce tekrar topladım. Dün akşam, işe giderken giyinmek için hazırladığım kıyafetlerim pencerenin önündeki sandalyede duruyordu neyseki. Beyaz gömleğimi, siyah kot pantolonumu ve gömleğimin üzerine de lacivert bol kazağımı geçirip son kez kontrol ettim kendimi. Kıyafetlerim konusunda bir sıkıntı yoktu ama soğuk havalar yüzünden yanan suratımda iyice ortaya çıkan kahverengi, noktadan hallice duran çillerim büyükçe bir sorundu benim için. Özellikle burnumun tam üzerinde olan bu minik beneklere lanet etmeye halim bile kalmamıştı çünkü geçmeleri için her yolu denemiş her defasında başarısız olmuştum. Tek çare epey etkili bir kapatıcıydı. Tabii dağ başında bir sağlık ocağında çalıştığım gerçeğiyle bu çaremde çaresizliğe dönüşüyordu zira kapatıcının etkisini yitirmesi, kapıya adım atmamla eş zamanlı gerçekleşiyordu ve bilirsiniz, bu kanser olmaktan çok daha acı vericiydi.
onları istemeye istemeye olduğu gibi bırakmaya karar verip lavaboya yöneldim. Elimi yüzümü yıkayıp kurulandıktan sonra nihayet oturma odasına varabilmiştim. Ağabeyim ve Selim ağabey sobanın önünde oturuyorlardı. Alparslan ise annem ve Selim ağabeyin arasında kalmıştı ancak halinden memnun görünüyordu. İçten içe yanına oturmayacağım için mutluydum ama böyle de tam karşısına oturmak zorunda kalacaktım. Yanaklarım kızarırken yavaşça boş yere oturup misafirlere hoşgeldin dedim. Bunu yaparken sadece Selim ağabeye bakmış olmam gayet doğaldı zira annem ve ağabeyimin yanında, üstelik de onlar aramızda olan şeyleri biliyorken Alparslan ile göz göze gelmek istemeyeceğim bir şeydi. Muhtemelen böyle bir durumda daha çok kızaracak, kekelemeye başlayacak ve kendimi geri dönüşü mümkün olmayacak bir şekilde rezil edecektim.
" Demek izne ayrılıyorsun Selim evladım."
Önümde duran çatalı kibarca kavrayıp en hasarsız şekilde yiyebileceğim şey olan salatalığa uzandım. Annemin doldurup önüme koyduğu çay ise höpürdetme riskime karşılık hala olabilecek en uzak mesafemdeydi. Domates beyaz gömleğimi kırmızı suyuyla mahvedebilir, zeytin hunharca çataldan kaçabilir, peynir ise annemin rendeleme alışkanlığı yüzünden dökülebilirdi. Pekala, Alparslan ile ilk yemeğimizin bu olduğunu varsayarsak durum tam anlamıyla felaketti. Yemek yemeye dahi utanıyordum! Oysa bir insan olarak yaptığım en normal şeydi.
" Öyle teyzeciğim. Ailemi özledim. Ne zamandır aklımdaydı ama malum ortalık bir türlü durulmadı. Şimdiye kısmetmiş."
" En iyisini yapmışsın vallahi. Git biraz kafanı dinle. Bir oğlun vardı değil mi ? "
Selim ağabeye döndüğümde gülümsüyordu. Onun Baba lakabını nasıl aldığını hatırladığımda bende gülümsedim. Bu adama belki de en çok yakışan şeydi babalık. Kibardı, merhamet doluydu ve genç yaşına rağmen yılların birikimini sırtlanmıştı. Selim ağabey olmasa karakolun ne halde olabileceğini düşünemiyordum bile. Ağabeyim barut, Alparslan ise ateşti. Onalrın arasında duran ve patlamalarını engelleyen paravanın o olduğunu bilmek Selim ağabeye duyduğum saygının daha da artmasını sağlıyordu.
" Evet."
Annem gururla ağabeyime baktı.
" Maşallah. Ee kardeş düşünmüyor musunuz ? Yaşınız da genç. Tabii siz bilirsiniz ama."
Salatalık boğazıma takılınca kibarca öksürdüm. Ama sağolsun bir kere yapınca devamı gelir kanunu sayesinde öksürüklerim katlanarak çoğaldı. Hepsi yanı başımda oturan kadının suçuydu işte. Hayır sana neydi ki ? Derin bir nefes alıp yutkundum. Sırtıma vurmak için yumruk yaptığı eli havada kalan ağabeyim baktı ölmüyorum zerre umursamadan kahvaltısına geri döndü. Yumrukla adam dövülürdü, kurtarılmazdı ! Zaten onların beni umursadığı mı vardı ?
" Kısmet. "
Annem tekrar konuşacakken krize girme riskine karşı yavaş olmaya dikkat ederek tekrar öksürdüm. Adamın o çocuğa ne zorluklarla sahip olduğunu bilmediğinden olsa gerek olayı karıştırıp duruyordu. Üstelik Selim ağabeyin bu konuda ne kadar hassas olduğunu Batur bana yeterince açık anlatmıştı. Neyseki annem benim ikazımı alınca susup tekrar kahvaltısına döndü. Bende çayıma uzanıp bir yudum aldım. Sıcaklığı karşısında içim ısınırken gözlerim saniyeliğine Alparslan'ın olduğu tarafa kaydı. Bana bakıyor olmasını beklemiyordum. Bakmıyordu da zaten. Gayet rahat bir şekilde, diğer iki bey gibi, kahvaltısını ediyordu ve halinden fazlaca memnun görünüyordu. Ben utançtan adam akıllı çay dahi içemiyorken onun bu kadar rahat olması sağ gözümün seğirmesine neden oluverdi. Tamam, ailemin yanında rahat olması iyi birşeydi. Bu konuda bir sıkıntı yoktu ama ne bileyim yani. Karşısında ben vardım.
" Dolunay senin yanındaki doktor tayin istemiş diye duydum."
Ağabeyimin sesiyle yarısı boşalmış çay bardağını tepsiye bırakıp ellerimi sofraya sildim. Selim ağabey ve Alparslan da bana dönmüştü.
" Evet. Eşi yeni doğum yapmıştı ancak bebekle ilgili birkaç sıkıntı varmış. Buradaki hastaneler yeteri kadar gelişmiş olmayınca başka çaresi kalmadı. Eşinin ailesi İstanbul'daymış. Oraya taşınacaklar kısmet olursa."
Ağabeyim anlayışla başını salladı. Selim ağabey ise arkasında duran sobaya dikkat ederek doğrulmuştu.
" Senin kuzenin buraya gelmek istiyordu. Bakarsın onu alırlar Alparslan."
Bakışlarım Alparslan'a kaydığında göz göze geldik. Hiçbir şeyden haberi olmayan Selim ağabey ortaya nasıl bir bomba attığından bir haber keyifle çayını içmeye devam etti. Annem ve ağabeyiminde en az benim kadar gerildiğini bir birlerine diktikleri bakışlarından anlayabiliyordum. Karşımda oturan adam bedenini dikleştirip boğazını temizledi. Açıklama yapmak istediğini ancak kelimeleri toparlayamadığını biliyordum. Ziyanı yoktu. O kız yüzünden Alparslan ile aramız yeterince açılmıştı ve ben fazlasıyla ağlamıştım. Bundan daha fazla ondan ayrı kalmaya niyetim yoktu. Ki onun için ailemi dahi karşıma almıştım ben. Şimdi Zeynep bir savaş istiyor diye kaçacak değildim. İstediğini yapabilirdi. Sonuç olarak Alparslan da bana aşıktı ve ben aşkımı kendini kaf dağında gören doktor hanımın karşısında da gayet güzel bir şekilde yaşayabilirdim. Üstelik bunu yaparken ona acımayacaktım. Kendisi kaşınıyor, durduk yere ortalığı karıştırmaya çalışıyordu. Yoksa bu dağ başında işi neydi ? Alparslan zaten senelerdir buradaydı. Aklı ben buraya gelince mi başına gelmişti ?
Sofradakilerin görmediğinden emin olarak Alparslan'a gülümsedim. Bunu bekliyormuşcasına kasılan kasları gevşedi ve kaşları tekrar eski haline geldi. Yine de mavi gözlerindeki tereddüt geçmiş sayılmazdı. O kız yüzünden tekrar aramızın açılacağını düşünüyordu muhtemelen. Hakkı da vardı. Çok kısa bir zaman önce bu olmuş, Alparslan ağabeyimden epeyce bir dayak yemişti. Yine de tüm bunları atlatmıştım ben. Ve şimdi Alparslan'ın ona güvendiğimi bilmesi gerekiyordu.
" Öyle mi ? Ne güzel. En azından yabancı değil. "
Annem beni başıyla onayladı. Ağabeyimse çayını içmeye devam ediyordu. Artık kalkmam gerektiğinin farkındalığıyla yavaşça ayaklandım. Doktor bey birkaç gündür sağlık ocağına gelmiyordu. Onun yerine bakacak olan doktorun bugün geleceğini hatırladığımda hızla saate baktım. İlk günden kötü bir imaj çizmek istemiyordum elbette. Üstelik gelecek doktor muhtemelen yeni birisi atanana kadar buralarda olacaktı.
" Bugün yeni doktor gelecekti. Geç kalmayayım ben. Anahtarı yok, gelirse kapıda kalır. Size afiyet olsun. "
" Ben seni bırakayım."
Ağabeyim ayaklanacakken onu durdurdum. Buralara yeterince alışmıştım. Boşuna yorulmasına gerek yoktu. Üstelik evde misafir varken bırakıp kalkması da hoş bir davranış olmazdı.
" Yok ağabey. Kaç ay oldu. Alıştım artık. Selim ağabey görüşemeyiz herhalde. Yolun açık olsun. Selam öyle eşine. "
" Baş üstüne söylerim. Kolay gelsin sana Dolunay. "
Ona gülümseyip annemle birlikte hole çıktım. Alparslan'a bakmamış olmam tamamen utançtandı. Hem nasıl seslenecektim ona ? Alparslan desem Selim ağabey, Alparslan Bey desem annemler bir tuhaf karşılayacaktı. En iyisinin sevgili Üsteğmenim ile başbaşa konuşmak olduğuna karar kıldım. Portmantoda asılı duran siyah kabanımı alan annem kibarca bana giydirip koluma bir cimcik attı. Hatta etimi öyle bir kıvırdı ki neredeyse çığlık atacaktım. Üstelik bunu hak edecek ne yaptığımı da bilmiyordum. Acaba Alparslan ile bakışırken mi yakalamıştı ?
Odaya doğru kısaca bakıp bana iyice yaklaştı. Sesini fısıltı halinde tutuyordu.
" Ne o Zeynep ile çalışmaya pek meraklısın bakıyorumda."
" Saçmalama anne! "
Gözlerini kısıp başını daha çok yaklaştırdı.
" Alparslan diye diye başımın etini yedin. Yetmedi karşıma dikilip gözyaşı döktün. Eğer olurda bu çocuğu o kıza kaptırırsan seni geldiğin yoldan geri yollarım Dolunay. "
Kadının içinden canavar çıkmıştı yahu.
" Sen bana baksana bir anne. Bende o göz var mı ? Yeminle saçını başını yolarım ben onun. "
" Afferim benim kızıma ! "
Anneme gülümseyip evden çıktım. Onun bu tuhaf ruh değişimlerini girdiği menepoza bağlamak, psikolojim için çok daha sağlıklıydı. Daha dün benimle Alparslan yüzünden tartışmışken bugün bana onu elimden kaçırmamamı söylüyor olmasının iki nedeni olabilirdi. Birinci neden benimle tekrar arasının açılmasını istemiyor oluşuydu. Ki tüm yaşadıklarımızı düşününce epey geçerli bir nedendi. İkincisi ise ağabeyimden umudu kestiği için benim önüme sunduğu torun projesiydi. Annemin nedensizce içinde büyüttüğü bu torun sahibi olma isteği asla dindirelemezdi. Ağabeyim tüm baskılara rağmen bekar kalarak büyükce bir ödülü hak etmişti çünkü annem konu bu olunca tam anlamıyla bir Bayan Hitler oluyordu.
Öte yandan Alparslan ile evlenip mutlu bir yuva kurmak benimde hayalimdi. Her genç kız gibi yatmadan önce budala gibi sırıta sırıta küçük ama şirin evimizde çocuklarımızla geçirdiğimiz mükemmel ötesi hayatı düşlüyor, aşırı heyecandan saatlerce uykusuz kalıyordum. Hatta aklımda çocuklarımın ismini dahi kararlaştırmıştım. Alparslan'ın bu konuda itiraz etmemesi gerekiyordu. Ederse elbette tekrar düşünürdük ama sonucun asla değişmeyeceğini biliyordum.
Karların tuttuğu toprak yolu nihayet bitirip sağlık ocağına ulaştığımda kapıda kimsenin olmaması beni rahatlattı. Cebime sıkıştırdığım anahtarla demir kapıyı açıp içeriye girdim, aşinası olduğum küçük oda bana kucak açmıştı. Sedyenin önünde duran elektirikli sobanın fişini prize takıp üzerimdekileri çıkardım. Oda ısınmaya başlamıştı. Soğuktan kızaran yanaklarım sıcağın etkisiyle ısınmaya başlamış ve bu mayışmama neden olmuştu. Beyaz önlüğümü üzerime geçirirken dolapta duran ilaçlara göz atıp tamam olduklarından emin oldum. Doktor beyin masası da gayet düzenliydi. Fazla hasta gelmeyen bu sağlık ocağını kirleten tek şey çamurlu olan ayakkabılardı ama o da bir paspasa bakıyordu. Benim için bu gibi ufak şeyler sıkıntı değildi. Sonuç olarak insanların hayatları söz konusuydu ve ben onlar iyi olduktan sonra her yeri paspaslayabilirdim.
İçeriyi ufak tefek düzenledikten sonra arka tarafta kalan minik odaya girip ketılı da çalıştırdım. Bu küçük aleti ağabeyim hediye etmişti bana. Çok çabuk hastalanabildiğim için kışları kendime dikkat etmem gerekiyordu. Hakkari'ye geldiğimden beri ise bu dikkat etme işim dört mevsime de yayılmıştı çünkü dört tarafı dağlarla çevrili olan bu köy merkezin aksine hep soğuk ve rüzgarlıydı. Şikayetçi değildim. Ağabeyim ve Alparslan kar kış dinlemeden soğukta vatanı beklerken oturduğum yerde havanın soğukluğunu sorgulamak bencillikten ötesi olamazdı.
Alparslan'ın sabahki hali aklıma geldi. Zeynep'in burada benimle çalışacak olması fikri en az benim kadar onu da korkutmuştu ki hakkı da vardı. O kız yüzünden hem benimle hem de ailesiyle arası açılmış, sebepsizce bir birimizi kırmamıza neden olmuştu. Kim sevdiğinin üzüleceğini bile bile mutlu olmak isterdi ? Eğer Alparslan ona aşık olsaydı ve ben bunu bilseydim, onuun anlık bir gülümsemesi için tüm kahkahalarımdan vazgeçerdim. Çünkü aşk çok tuhaftı. Onun ömrünü ömrün sayıyor, yeri gelince onun için ömründen geçiyordun. Benim mutlu olmam için onun adının geçmesi bile yetiyordu. Bir yerlerde sağ salim var olduğunu bilmek, onunla birlikte olmaktan çok daha kıymetliydi.
Üstelik ben hayatım boyunca ilk defa böyle bir şey yaşıyordum.
Ketıl alarm vererek kapandığında daldığım düşüncelerden sıyrılıp sıcak suyu kupama, bitki çayımın hemen üzerine doldurdum. Kendi kendimeyken bile Alparslan'ı düşünüyordum. Ergen sayılmazdım ama konu o olunca olgun bir birey olmadığım da kesindi.
Elektirikli sobanın karşısındaki sandalyeye oturup cebimden telefonumu çıkardım. Alparslan'ın numarasını bulup tuşlarken papatyanın mükemmel kokusu bardaktan yükselerek genzime doluyordu. Derin bir nefes alıp bu aromayı kısa bir süre ciğerlerime hapsettiğimde açıldı telefon. Böylece onun evden çıktığını da anlamış oldum.
" Dolunay? Bir şey mi oldu"
Bakışlarımı elimdeki kupaya indirdim. Dışarı da o kadar şiddetli bir rüzgar çıkmıştı ki bir an Alparslan'ın sesini duyamamıştım.
" Hayır. Sadece aramak istedim. Müsaitsin, değil mi?"
Alparslan derin bir nefes aldığında sağlık ocağının kapısı açılıverdi. Genç bir adam elinde tuttuğu çantayı kapının kenarındaki sedyenin üzerine bırakıp açık olan kapıyı kapattı. Kıvırcık saçlarından birkaç tutam ıslanarak alnına yapışmış, yuvarlak gözlükleri kar suyuyla ıslanmış, estetik olduğuna kalıbımı basabileceğim dik ve ufak burnuna kadar kaymıştı. Siyah kabanı neredeyse sırılsıklamdı ama bu havalara alışık olduğu yüzündeki ağır gülümsemeden belliydi. Soğuktan kasılan kemikli suratı dışında huzurlu gözüküyordu ve doğruyu söylemek gerekirse bu şaşkınlık vericiydi. Oturduğum sandalyeden ayaklanırken telefonda bir şeyler anlatan sevgilime bir dakika beklemesini söyledim.
" Muayene için geldiyseniz henüz doktor bey gelmedi. Sizi biraz bekleteceğim." Ancak o beni umursamadı bile. Elini havada boşver dercesine sallamakla yetinince derin bir nefes alıp cümlemi tekrar ettim. Bu adamı daha önce köyde görmemiştim. Buralı birine de benzemiyordu zaten.
" Günaydın, Dolunay ? " dedi. Siyah kabanını çıkarıp askılığa astıktan sonra yanımdan geçerek masanın üzerine bıraktığım bitki çayımı aldığında kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı. Bitki çayımdan büyük bir yudum aldığında yüzü memnuniyetle gevşedi.
" Benim adım Tolga. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin taze mezunuyum. Henüz bir uzmanlık alanım yok maalesef ama pediatri istiyorum. Bir süre burada birlikte çalışacağız ki bu konuda rahat olabilirsin. Bu arada papatya çayına bayılırım."
Adama şaşkınlıkla bakarken telefonu kulağıma götürdüm.
" Alparslan yeni doktor geldi de. Ben seni sonra arasam olur mu? "
Birkaç saniye durakladı.
" Duydum. Yanına geliyorum."
Gözlerim açılırken onu reddetmek istedim ama telefon çoktan kapanmıştı. Derin bir nefes alıp telefonu cebime attım. Alparslan'ın buraya geliyor olması canıma minnet bir durumdu ama yaptığı kıskançlıktan başka bir şey değildi. Eh, yanıma gelecekse her zaman onu kıskandırabilirdim tabii. Ayda yılda bir gördüğüm ve asla yanıma gelmeye tenezzül etmeyen adamın yanımda başka bir erkek sesi duyunca gittiği onca yolu geri tepiyor olması trajikomikti.
" Hoş geldiniz. "
" Hoş bulduk. Dışarısı felaket soğuk. İnanır mısın yolda askeri araçlar bekliyordu. Korkmadım değil ilk günümden çatışma ortasında kalacağım diye. "
Karşımdaki sandalyeye otururken kendi söylediklerine güldü. Boyu benden uzundu ve oturunca bile başımı biraz eğmem göz göze gelmemize yetiyordu. Söylediklerine bende güldüm. Orada değilse bile Alparslan geldiğinde burada şiddetli bir çatışmanın ortasında kalacaktı. Çünkü yeni iş arkadaşım genç, yakışıklı ve yutkunmama sebep olacak kadar boylu posluydu. Yutkunmama sebep oluyordu çünkü her ne kadar belli etmese de sevdiceğimin aşırı derecede kıskanç olduğunu biliyordum. Ne zaman bizi yan yana görse Batur'a diktiği bakışlarından resmen kan akıyordu. Ve tahmin edersiniz ki bu kan, hayallerinde parçaladığı zavallı Batur'a aitti. Yine de kendimle kıyasladığımda onun daha sakin olduğunu söyleyebilirdim.
" Evet. Ağabeyim asker benim. O ve arkadaşları uğramıştı sabah bize."
Tolga sanki mucizevi bir şeyin formülünü vermişim gibi hayretle baktı bana. İri siyah gözleri bu şekilde ne kadar korkutucuydu haberi var mıydı ki ?
" Öyle mi? Yolda gelirken bir adam gördüm kumral. O sanırım ağabeyin. Hiç benzemiyorsunuz gerçi."
Ağabeyim açık tenli falandı ama kesinlikle kumral sınıfına girmiyordu. Bende karşısındaki sandalyeye oturup ellerimi kucağımda birleştirdim. Doktor beyin aksine fazlasıyla rahatsızdım ve nedense eski iş arkadaşımı özlemeye başlamıştım.
" Hayır. Muhtemelen siz karakol komutanından bahsediyorsunuz."
" Olabilir." dedi. Elindeki içi boşalmış fincanı masanın üzerine bırakmadan hemen önce gözlüklerini düzeltmişti. " Burası gün içinde kalabalık olur mu ?"
Başımı hayır anlamında salladım. Yüzümde samimi olmasını umduğum saçma bir gülümseme asılıydı. Tolga bakışlarını yüzümde gezdiriyorken yapabildiğim tek şey ellerimle oynamaktı. Normal şartlarda insanlarla çok kolay anlaşabilen bir insan olsam da karşımdaki adam o kadar hızlı bir giriş yapmıştı ki anlaşmaya fırsat bile bulamamıştım. Cebimdeki telefon titreyince iç çekip telefonumu çıkardım. Dilan'dan bir mesaj vardı. Batur ile neredeyse bir haftadır hiç görüşme fırsatım olmadığı gibi, Seher teyzeleri de epey boşlamıştım. Bana kırıldıklarını biliyordum fakat şu son günlerde öyle şeyler başıma gelmişti ki saçımı kaşıyacak zamanım olmamıştı. Mesajı açtım. Yazdığı kısa mesajı neredeyse yüz kere okumam gerekmişti anlayabilmem için. Çünkü Dilan beni ve annemi Batur'un sözüne çağırdığını yazmış, sonuna da bol kalpli emojiler bırakmıştı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro