32.Bölüm KAYBETMEKTEN KORKAN KÜÇÜK BİR KIZ
Daha önceki bölümlerde Alparslan'ın sadece yeğeni için bir şeyler söylediğinden bahsetmiştim. Şimdi onun söylediği yerde şarkıyı başlatırsanız çok mutlu olurum. Bu şarkının orjinali böyle değil ama bu Türkiye Türkçesinde. Bu arada siz dünyanın en mükemmel okuyucularısınız. Bu kadar beklediniz, çok teşekkür ederim.
Alparslan elinde tuttuğu sigarasını söndürdükten hemen sonra bakışlarını gökyüzüne çevirerek derin bir nefes aldı. Ailesinin yanında kalmak için bir kaç gün izin aldığı için pişmandı ama şu saatten sonra yapabileceği bir şey de yoktu. Böyle saçma konular için koskoca komutanı uğraştıracak değildi zaten. Hem, öyle olmasa bile ne diyecekti ki? Annem sevdiğim kadını istemiyor falan mı? Doğrusu komik olurdu ama asıl onu güldüren bu olayın gerçek olmasıydı. Yutkunduktan sonra gökyüzündeki hilali seyretmeyi bırakıp küçük balkona zorlukla yerleştirilmiş olan eskimiş sandalyeye bıraktı bedenini. Yirmi sekizin sonlarında, üstelik de onlarca adamın yönetimini üstlenmiş bir karakol komutanı, yirmi yaşında genç bir kadın için ne hallere düşmüştü. Bu düşünce gülümsemesine neden oldu. Bir adam istediği kadar yüksekte, istediği kadar kudrette ve mülkte olsun fark etmezdi. İşin içine bir kadın girdiği zaman hepsi tuzla buz oluveriyordu.
Bu durumda Cengiz han halkına ' ben sizin hanınızım, işte bu da benim hanımdır.' dedikten hemen sonra eşini göstermekte haksız sayılmazdı.
Aklına Dolunay geldiğinde içindeki sıkıntı kalbine doğru akmaya başladı. Dahası böyle hiçbir şey yapmadan beklemek de bedenini yormaya başlamıştı. Ona kendini nasıl affettirecekti?
"Dayı? "
Bilge'nin sesiyle dikkati dağılan adam kollarını, hızlıca kucağına oturan küçük kıza sardı. Kahverengi iri gözleri uyku mahmurluğuyla kısılan çocuk başını dayısının yapılı göğsüne yasladıktan sonra esnemişti. İyiden iyiye uykusu gelen kızın sürekli gözleri kapanıyor ancak dayısı yanında olmadan uyumak da istemiyordu.
" Senin uyku saatin çoktan geçmedi mi güzelim? "
Bilge çelimsizce omuz silkeledi, kollarını dayısının beline sarmaya çalışmıştı.
" Geçti. Ama uyumak istemedim. Sen bir şeyler söylersen uyurum belki dayıcığım. "
Alparslan onun çıplak kollarını elleriyle sarmalayıp kızı bedenine doğru çekti. Örgülü uzun saçları şimdi adamın iri ve nasırlı ellerinin üzerine dökülmüştü.
Alparslan yavaşça gülümseyip bacaklarını biraz daha topladı ve kızın rahat etmesini sağladı.
" Bugün ne söyleyeyim peki küçük hanım? "
" Bilmem ki. "
Sert bir rüzgar bedenini okşamaya başladığında kızın hasta olabileceği düşüncesine karşılık balkonun açık olan tek camını da yavaşça doğrularak kapattı. Hakkari gibi bir yerde soğuktan söz etmek, sahilde kumdan bahsetmek kadar normaldi ama Alparslan ilk defa bu soğuktan etkilenmemişti. Annesi ve kız kardeşinin arkasından çevirdiği oyunlar yeterince canını yakıyordu zira.
Üstelik sadece onlar da değildi sorun. Hiçbir şey olmamış gibi annesinin peşine takılıp gelen kuzeni Zeynep'in bir türlü laf anlamayan davranışları şu iki günde genç komutanın ömründen ömür götürmüştü. Oysa Alparslan defalarca onu karşısına alıp aralarında bir şey olamayacağını, hayaller kurmanın sadece kendisine zarar vereceğini de güzel bir dille anlatmıştı. Aslında bir yere kadar Zeynep'in onu sık boğaz etmeyi bıraktığını söyleyebilirdi. Genç kadın bir süre kendini geriye çekmiş, sadece işine odaklanmış ve Alparslan'ı rahatsız etmez olmuştu. Tabii annesi de ondaki bu durgunluğu görünce olayları yatıştırmıştı.
Taa ki Alparslan annesine Dolunay'ı anlatana kadar.
Genç bir adamın bir kadına karşı nasıl davranacağını kendisine en yakın insana, annesine danışması kadar doğal olan ne vardı ki? Annesini aramış, içinde boğulduğu saçma duyguların sebebinin ne olabileceğini sormuştu ama aldığı tepki kesinlikle beklediğine değmemişti. Zira annesi resmen kafayı yemişti. Her ne olursa olsun onun buraya geleceğini, helede Zeynep'i de alıp geleceğini düşünmemişti. Kadınları anlayamıyordu. Böyle giderse anlayamayacaktı da.
"Hadi ama dayı! "
Birde dün sabah önüne savunmasını kibarca bırakan (!) Yiğit'in gözlerinde gördüğü nefret vardı tabii. Genç adamın yüzünde bıraktığı morluklar geçmeden yenilerini ekleyeceğini düşünmüştü ama Yiğit'in üzerinde üniforması varken sadece bir asker olduğunu da biliyordu. Onu taktir etmiyor değildi. Dolunay'ı bu kadar koruyor olması rahatlamasını ve en azından biraz da olsa kızı unutmasını sağlıyordu.
Kucağındaki yeğeni tekrar hareketlenmeye başladığında saçlarının üzerine bir öpücük bırakıp aklına gelen ilk şarkıyı söylemeye başladı.
Seher vakti gördüm gözüm sultanını
Dedim sultan mısın? O dedi: yok, yok
Gözleri ışıltılı, eller kınalı
Dedim Çolpan mısın? O dedi: yok, yok
Dedim ismin nedir? Dedi Ayhan'dır
Dedim yurdun nere? Dedi Turfan'dır
Dedim başındaki? Dedi hicrandır
Dedim hayran mısın? O dedi: yok, yok
Dedim ay benzer, dedi yüzüm mü?
Dedim yıldız gibi, dedi gözüm mü?
Dedim ışık saçar, dedi sözüm mü?
Dedim volkan mısın? O dedi: yok, yok
DOLUNAY
Yerimden kalkıp kapıyı açtığımda ağabeyimi karşımda görmeyi beklemiyordum. Bu yüzden birkaç saniye boş bulunup gülümser gibi oldum ancak kendimi toplamakta da gecikmemiştim. Üzerinde kamuflajları vardı ama beresini çıkarıp eline almıştı. Ne zamandır beklediğini kanıtlarcasına kızarmış olan yüzünü postallarından bana çevirdi.
"İçeriye girebilir miyim? "
Benim Ağabeyim benden izin mi alıyordu?
Derin bir nefes alıp geriye doğru çekildim ve içeriye girmesine müsade ettim. Buraya kadar gelmişti, geri gönderecek değildim. Üstelik benden izin almıştı. Yine de yüzümü ifadesiz tutmaya çalışarak kapıyı kapattım. Ağabeyim çoktan odaya geçmişti. Bende arkasından odaya girip ona olabilecek en uzak koltuğa oturdum ama küçük oda sağ olsun neredeyse diz dizeydik. Elindeki bereyi orta sehpaya bıraktığında dikkatim kısa bir an oraya kaydı, aklıma Alparslan'ın yüzü geldi. Şimdi olmuş muydu bu? Hayır sen nereden geldin aklıma be adam!
"Dolunay, biliyorum bana kızgınsın. Sana söylediklerimin ağır olduğunu da biliyorum. "
" Ağır? " Tek kaşımı yavaşça havaya kaldırdım. Ağabeyim de bu hareketime gülümseyerek karşılık vermişti.
" Peki. Çok ağır. Ama bana hak vermen gerekiyor. Ben senin ağabeyinim Dolunay. Senin bir yerine bir şey olsa benim canım daha çok acır,biliyorsun. O adam sözlüyüm diyince - "
" Susayım susayım diyorum ama konuşturuyorsun ağabey! Sen beni tanımıyor musun? Ben nasıl böyle bir şey yaparım? "
Sözleri tekrar aklıma geldiğinde bedenim öfkeyle yanmaya başladı. Bana yaptığı iyilikleri unutacak değildim ama sözlerinin altında da kalamazdım. Bu yüzden hızla oturduğum yerden kalkıp odama gitmeye çalıştım ama bir adım bile atmadan ağabeyimin sesi beni durdurmuştu. Al işte! Şimdi affetmem gerekecekti.
"Özür dilerim! "
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro