Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

30.Bölüm KAYBEDİŞ

Bazen, ki bana bu çoğu zaman oluyor, elimizdekini kaybederiz. Ve bu öyle bir kaybediş olur ki şiirler utanır okunmaya, kalem yazmaya varmaz olanı. Elinden giden şey öyle güzel bir şeydir ki kaybedişine ağlayamazsın bile. Öyle bir şey olur, nefes alamazsın. Kalbin hızlanır ama asla yaşam vermez bedenine ya da bedenin kabul etmez yaşamayı. Yavaşlar nabzın, gözlerin dolar ama yaşlar asla dökülmez yüzüne. Görsün ister. Yüzündeki yıkılışı karşındaki görsün de utansın ister mesela.

Ben kaybetmeyi altı yaşımdayken öğrenmiştim. Babamın beni okula getirip götürmesi için görevlendirdiği Asım abi gözlerimin önünde şehit düştüğünde fark etmiştim sevdiklerimizin de gittiğini. Asla gitmez dediklerimizin gidişine şahitlik edip onları kendi ellerimizle uğurlayacağımızı fark ettiğimde ise on altı yaşındaydım. O zamanlar tüm dünyamı üzerine kurduğum oyuncaklarımdan çok sevdiğim babamın gidişiyle açılmıştı yüreğime attığım çizik. Ağabeyimin uzman olarak askerde kalmasıyla genişlemiş, İkizler polis okuluna kazanınca ikiye bölünmüştü. Dayanılmaz bir ağrıydı bu. Her Allahın günü kalktığımda aynı yerinde, gücünden hiçbir şey kaybetmemiş vaziyette bekliyordu beni. Bedenimin taşıyamayacağı kadar ağırdı ama yaşıyordum bir şekilde. Dünyaya sığamayacağım kadar büyüyor, fark edilmeyecek kadar küçülüyordum. Nefes alamıyorken ciğerlerim patlayacak vaziyete geliyordu.

Yirmi bir yaşıma bastığım günün sabahı atama sonuçları açıklanmıştı. Tek bir tercih yapmış olmanın verdiği huzursuzlukla ekranı açtığımda gördüğüm onay yazısı kaderimin belkide dönüm noktası olacaktı ama ben burada, Allahın Hakkari'sinde bile kaybetmiştim.

Ayağa kalkmak için yanıp tutuşan bedenimi zorlukla yerinde tutup bakışlarımı Alparslan'a çevirdiğimde bana eskisi kadar mükemmel gelmediğini fark ettim. Yüzü her zaman ki kadar kusursuzdu ama beni aldatmış olduğu gerçeği gözlerimin önünden çekilmiyordu.

"Aa! Alparslan ağabey bize bundan hiç bahsetmedin? " dedi Dilan. Aslında bunu benim sormam gerektiğini biliyordu da benim yerime soruvermişti. Ona dönebilsem - hareket edebilsem - minnetle bakardım. Ancak bakışlarımı karşımdaki adamın tanıdık ve bir o kadarda yabancı suratından çekemiyordum.

Alparslan derin bir nefes alıp saçlarını geriye doğru yatırdı. Şimdi bu olanların bir şaka olduğunu söyleyecekti. Hepsi benim korkmam için yapılmış bir oyundu ve ben bu oyuna düşüvermiştim. Öyle olmalıydı. Ne Alparslan bana bunu yapacak, aldatacak, kadar alçalabilirdi, ne de ben bu adama sorgusuz sualsiz güvenerek hata yapmış olabilirdim.

"Fırsat olmadı. "

Yanılıyordum.

Beni aldatmamıştı. Annesinin hemen yanında sakince oturup gülümseyen o kadını benimle aldatmıştı. Bu hikayenin masum kadını ben değildim işte. Sevmiş, kaybetmiş ve hiç tanımadığım bir kadının gururuyla oynayacak kadar alçalmıştım. Dizilerde yada filmlerde görüp oyuncu olmalarına rağmen yüzlerine tükürdüğümüz o ikinci kadın bendim ve kesinlikle rol yapmıyordum.

Midemden ağzıma doğru yükselen o iğrenç sıvı başımı döndürecek kadar ağır bir hal aldığında kulağımdaki çınlama arttı. Duyuyor, ancak ne tepki vereceğimi kestiremiyordum. Gücümü kaybetmiştim. Bacaklarımdaki kan çekilmişti. Ve Alparslan hala bana bakıyordu. Duruşu dikti. Bakışları pişmanlık doluydu ama onu tanımayan birisi bunu asla anlayamazdı.

Beni kandırmıştı.

Yandığımı bile bile daha çok yakmıştı.

"Ee, Seher hanım. Bu kızcağız kim? "

Gözlerimi sıkı sıkı yumup bu olanların bir rüya olduğunu kendime hatırlatsam geçer miydi tüm bu olanlar? Benim aptal gibi burada olduğum gerçeği silinir miydi? Alparslan için çarpan parçalanmış kalbimin yokluğu varlığa dönüşür müydü? Ben ne yapmıştım ki? Nasıl bir kötülük yapmıştım da sevdiğim herkesi kaybediyordum?

"Dolunay benim kızım sayılır. Sağlık ocağında çalışıyor, hemşire. "

" Zeynep'le meslektaş sayılırlarmış desene. Gerçi bizimki tıp okudu ama. "

Kadının iğneleyici sesi bedenimi ürkütürken Alparslan kaşlarını çatıp annesine döndü. Bakışlarımı ondan çekersem ağlayacağımı bildiğimden başka tarafa bakmadım ama tırnaklarımı geçirdiğim ellerimin paramparça olduğunu anlayabiliyordum. Acıyordu. Kalbimdeki ağrı boğazımı tıkadı, nefesim sıklaştı. Bedenim ince bir ağrıyla kıvrıldı.

Kaybetmek acı veriyordu. Kaybetmek zordu. Kaybetmek soluksuz bırakıyordu. Kaybetmek yaşamaya engeldi.

Kaybetmiştim. Defalarca. Ve ben savaşacak kadar güçlü değildim.

"Siz nerede okumuştunuz ki okulu? "

Bu sefer Zeynep'in iğneleyici sesi yankılandı kulağımda. Uğuldamaktan ağrıyan kulağım hala duyduğu için şanslı bile sayılırdım oysaki. Derin bir nefes alıp Alparslan'ın gözlerinin içine baktım. Neden itiraz etmiyordu? Neden yapmadım demiyordu? Neden bana ihanet etmediğini söylemiyordu? O değil miydi ağabeyime anlatmadım diye bana kızan, aramızı açan? Şimdi nasıl olurda uğruna beni üzdüğü şeyin yok oluşuna göz yumabilirdi?

"Eskişehir'de okudum. " diye mırıldandığımda çatlamış çıkan sesim için yapacak hiçbir şeyim de yoktu.

" Öyle mi? Benim puanım oraya da yetiyordu ama Hacettepe'de okudum. Türkiye'nin bu alandaki en iyi üniversitesi. "

Gülümsemeye çalıştım. Ne kadar oldu bilmiyorum ama ellerimdeki ağrının daha çok artmasına neden olacak kadar sıkmam gerekmişti kendimi.

" Annen baban ne iş yapıyor kızım? "

Yaşlı kadının sorduğu soru bedenimin titremesine neden oldu. O an karşımdaki adamla arama öyle bir mesafe girdi ki neredeyse şaşıracaktım. Annesinin sorusuyla bedenim gevşedi, kalbimdeki ağırlık yok oldu ve ben bir hiçe dönüştüm. Bedenim kadının bu soruyu sormasını bekliyormuşçasına dikleşti ve bakışlarım büyük bir cesaretle Hacettepe'de okuyan şu doktorun alçaltıcı bakışlarını buldu.

"Annem emekli öğretmen. Babam da askerdi. "

" Görev yeri burası mıydı? "

" Evet. Beş sene burada görev yaptı. "

Zeynep'in bakışları da benimki gibi sertleşmeye başladığında bedeni dikleşti. Hakkari'nin soğuk havasına rağmen üzerine geçirdiği ince yazlık elbise rüzgarla hafif dalgalanıyordu ama o büyük ihtimalle Ankara'da  okuduğu için bu tarz havalara alışıktı. Koyu kahverengi iri gözleri milim denebilecek kadar küçük bir açı ile kısıldı, biçimli kaşları havalandı ve benimkinin aksine pürüzsüz olan cildi kasıldı. Ya iyi bir oyuncuydu ya da gerçekten benden nefret ediyordu ki ben ikinci seçeneği daha mantıklı bulmuştum. Fark eden bir şey yoktu. Her halükarda da benim ona olan bakış açım değişmeyecekti.

" Rütbesi neydi ki? "

Rüzgarla birlikte yüzüme çarpan saçlarımı tek bir hareketle kulağımın ardına sıkıştırıp tek kaşımı havaya kaldırdığımda hemen yanı başımdaki sandalyenin çekilme sesi duyuldu. Dakikalar önce telefon konuşması yapmak için yanımdan kalkan Batur'un parfüm kokusu dikkatimi kızdan çekmememi sağladı. Bakışları bariz bir meydan okumayı barındırıyordu ancak buna karşılık vermedim. Büyük bir çoğunluğu sevdiğim adam tarafından ayaklar altına alınsa bile bir adam için küçülmeyecek kadar gururum vardı hala.

" Özel Kuvvetler'de görevli Binbaşıydı babam. "

" Şimdi ne yapıyor, baban? "

" Şehit oldu, babam."

Yüzüme alaycı bir gülüş yayıldı. Ağlanılacak halime gülüyordum, bilmiyorlardı. Arkamı döndüğümde hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım, görmeyeceklerdi. Kimse beni teselli edemeyecekti. Kırık olan kanatlarımı kimse tamir etmek için uğraşmayacaktı. Onu hayal kırıklığına uğrattığım için babam bir daha rüyamda bana asla sarılmayacaktı.

"Senin var mı bir sevdiğin, kızım? "

Kadına baktım. Bedenim hissizliğini o denli bir koruyordu ki neredeyse kendi kendimi alkışlayacaktım. Nasıl da büyük oynuyordum? Parçalanmışken nasıl da büyük bir mağrurlukla dik duruyordum böyle? Oysa üzerime yıkılan hayallerin altında paramparça olmuş bedenim öyle ağrıyordu ki... Bağırmak istiyordum. Avazım çıktığı kadar bağırmak, etrafı parçalamak ama en çokta ağlamak istiyordum. Gücüm yoktu. İçinde bulunduğum şu alçaltıcı durumunsa asla tarifi olamazdı. Gitmem gerekiyordu. Beni kimsenin bulamayacağı bir yerlere gitmem gerekiyordu.

Bakışlarımı bu sefer Alparslan'a çevirdim. Hayal kırıklığı ile yanıp tutuşan yüreğimin ne halde olduğunu görsün istedim ama tek yapabildiğim ağırca gülümsemek olmuştu. Güçlü değildim ve asla babama yaraşır bir evlat da olamayacaktım. Ben, başkaları mutlu olsun diye doğduğum an kaybetmeye mahkum edilmiştim.

"Yok, sevdiğim kimse. "

Saniye bile sürmeden Alparslan'ın gözlerinde doğan acı yavaşça gülümsememe neden oldu. Ne bekliyordu? Ona aşıktım. Aptal gibi benden ailesine bahsettiğini bile düşünmüştüm ama karşıma çıkan büyük bir yıkımdı. Üstelik sinir sistemime zarar vermek ister gibi tepkisizce oturuyordu ve benden ona aşık olduğumu söylememi mi bekliyordu? Bakışları birkaç saniye sonra arkama kaydı, aynı an içerisinde telefonunun bildirim sesi çınlamaktan ağrımaya başlayan kulaklarımı doldurdu. Yüzündeki kaslar gerilirken telefona bakmaya bile tenezzül etmeden yerinden kalkıp Batur'un arkasını dolaşarak arka tarafa doğru ilerlemeye başladı. Ailesi de Seher teyzeyle benim hakkımda koyu bir sohbete daldığından onun kalkışına ses etmemişlerdi. Bende ona bakmadım. Ne bunu yapacak gücüm kalmıştı nede gözyaşlarımı kontrol edebilirdim. Biz bitmiştik. Daha fazlasına gerek de yoktu. Beni başka bir kadını aldatmak için parçalayan bu adama akıtacak tek damla gözyaşıma dahi yazık olurdu zaten.

Bakışlarım hemen yanı başımda oturan genç adamda takılı kaldı. Saçları düzensizdi. Yeşil gözleri kızarmış, gözaltı torbaları gün yüzüne çıkmıştı. Elmacık kemiklerinin üzerinde büyük bir morluk vardı ki bunun son operasyondan kaldığını bana söylediğinden sebebini sormaya çalışmadım. Gözleri gözlerimi bulunca kaşları çatıldı.

" İstersen seni eve götüreyim. Burada can sıkıntısından öleceksin yoksa. "

" Bunu nasıl anladın. " diye mırıldandım boş bir sesle. " Ben gayet iyi rol yaptığımı düşünüyordum oysa. "

Batur saçlarını geriye doğru tarayıp bakışlarını kısa bir an annesinin üzerinde gezdirdi. Bileğindeki derin kesik yavaşça gün yüzüne çıkıp tekrar yok olmuştu.

" Seni sandığından çok daha iyi tanıyorum. Ve tecrübelerim bana diyor ki 'ey yakışıklı çocuk. Dağ gibi taş gibi olan Batur. Şu sümüklü kızı kurtar yoksa ağlayacak.' "

Cümlesi içinde bulunduğum şartlar normal olsa kahkahalarla gülebileceğim kadar ego kokuyordu lakin yapamadım. Zaten Batur'un benim sahte gülümsememi hemencecik anlayacağını da biliyordum. Bu yüzden bu durumdan bir an önce kurtulabilmek için başımı ağır ağır onaylar vaziyette sallamakla yetindim. O da bunu beklermiş gibi oturduğu yerden kalktı. Annesine beni eve bırakacağını söyledi, ruhsuz bir veda sahnesi yaşadım ve Batur arabasının anahtarını almak için eve girerken koşar adamlarla ön tarafa ilerledim. Gözyaşlarım sanki bunu bekliyormuş gibi akmaya başlamıştı.

Ve dakikalar önce hissizlikle donan bedenim kavurucu bir acıyla yanmaya başladı. Saniyeler içerisinde o kadar büyük bir ağrı payda oldu ki kalbime neredeyse avazım çıktığı kadar çığlık atacaktım. İnce bir sızıydı ve asla geçmeyecekti. Herzaman orada kalacak, her gündoğumu artarak ömrüm boyunca bana eşlik edecekti. Ziyanı da yoktu, alışmıştım.

Arabaların olduğu ön avluya çıktığımda Alparslan'ın iri bedeni bir anda önüme fırladı. Gözyaşlarım yüzünden yanlış görmüyordum, hayır. Zaten onun iri bedenini seçemeyecek kadar çok da ağlamamıştım. Sağ eliyle yerden destek alırken diğer elini burnundan akan kızıl sıvıyı silmek için kullanmıştı. Gömleği de neredeyse parçalanmıştı.

Bakışları beni bulduğunda gözlerindeki öfke yerini pişmanlığa bıraktı. Şaşkınlıkla olduğum yerde kala kalmıştım. Ne yapacağımı bilemez bir halde onun dağılmış suratına bakmaya devam ederken ağabeyimin sert sesini duydum, sonra Alparslan'ın bedeni hızla havalandı ve sert bir şekilde benden uzakta bir yere itildi ama bu ağabeyimi durdurmaya yetmedi. Kemikli ellerinin boğumları sıkılmaktan bembeyaz olmuştu. Ağzımı açabilsem ona durmasını söyleyebilirdim ama yapamıyordum bile.

Ağabeyim henüz ayaklanmış adamın üzerine doğru atlayıp yumruğunu suratına geçirdi.

" Gebertirim ulan seni! "

Bir yumruğu daha Alparslan'ın suratında patladı ama durmadı. Durduramadım. Ağabeyim nefretle karşısındaki adama bakarken hareket etmeye gücüm yetmiyordu. Üstelik daha vahimi Alparslan'ın ona karşılık vermiyor oluşuydu.

" Yiğit! Ben senin komutanı-"

"Sikerim lan komutanını! Ulan it, senin ciğerini sökerim! Kardeşimin tek damla gözyaşı için dünyayı yakarım ben! Senin omzundaki yıldız gökte dursa çiğnemez miyim sanıyorsun? "

" Ağabey! "

Nihayet kendime geldiğimde neredeyse yere düşecektim. Lakin biraz daha beklersem ağabeyim Alparslan'ı öldürecek ve bende artık ağabeysiz kalacaktım. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip hızla ağabeyime atıldım. Yumruk yaptığı elini havada yakaladığımda suratıma bile bakmadan beni bir köşeye fırlattı. Yeterince güçsüz olan bedenim elbette onun bu tepkisi karşısında direnememişti.

"Çekil Dolunay! "

" Ağabey! Yapma yalvarırım! " diye bağırdım. Üzerimdeki elbise fazlaca kalın olmadığından yerdeki çakıl taşları dizlerimi parçalamıştı. Zaten henüz iyileşmiş ayak bileğim çok daha fazla ağrıyordu. Üstelik gözyaşlarım da ağabeyimin bu hareketiyle artmış, görüş alanımı sıfıra indirmişti.

"Durayım? " Alparslan'ın üzerinden kalktı. Sinirden titreyen bedeni yırtıcı bir kaplanı andırıyordu, elleri kan içinde kalmıştı. Üstelik yeşil kamuflajını kızıla boyayan kan komutanına aitti.

" Ağabey-"

"Biliyor muydun? "

Bakışları beni buldu. Öfkeyle kavrulan bedeni hızla bana yöneldiğinde Alparslan ona durmasını söyledi ancak ben ağabeyimi tanıyordum, durmayacaktı, durmamıştı. Kemikli elleri kolumu sertçe kavrayıp beni ayağa kaldırdı. Ağrıyan bileğim yüzünden tiz bir çığlık atmak zorunda kaldım ama hıçkırıklarım arasında o da yok oluvermişti. Konuşamıyordum bile. Tamamen tükenmiştim.

"Biliyor muydun, Dolunay? Bu adamın sözlü olduğunu biliyor muydun? Böyle bir iğrençlik yapacak kadar alçaldın mı? "

Sözleri kalbimi daha çok parçaladı. Gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı tüm gücümü emerken ona sarılmaya yeltendim ama buna izin vermeden beni tekrar boşluğa doğru ittirdi ancak bedenim yere düşmeden Batur'un yapılı kolları beni yakaladı. Birkaç kez daha konuşmaya çalıştım. Ona böyle bir şey yapmayacağımı söylemeye yeltendim ama olmadı. Boğazıma bir şey oturmuştu sanki, dilim tutulmuştu.

" Ben sana hiçbir şey öğretememişim Dolunay! Utanmadın mı? Ben, sen adam akıllı yetişesin diye hayatımdan vazgeçtim! Sana babalık etmeye çalıştım ama boşunaymış. Yazıklar olsun sana! "

Batur beni kendisine çekip sarıldı. Ağabeyimin postallarının çakıl taşı dolu olan alanda çıkardığı sesler uzaklaşana kadar hıçkırarak ağladım. Nasıl böyle düşünebilirdi? Benim bu kadar alçalacağıma nasıl inanabilirdi?

" Şş! Tamam, Dolunay. "

" Batur, ağabeyim beni asla affetmeyecek. " Hıçkırıklarım artarken zorlukla konuştum. Alparslan'ın olduğu tarafa bakamıyordum bile. Tükenmiştim. Bir gece bir insanı ne kadar bitirebilirse o kadar bitmiştim ben.

" Yiğit ağabey seni çok seviyor. Elbette affedecek. Sakin ol tamam mı? Hepsi geçecek. "

Gözyaşlarım daha da arttı. Kalbimde büyüyen ağrı nabzımı hızlandırıyordu. Nefes alamayacak hale geldiğimde kollarımı beni tutan adama sardım ama yetmedi. Ne kendimi durdurabiliyordum, ne de ağlamamı kesebiliyordum. Bedenim titremeye başladı. Hıçkırıklarımın arasında nefes almaya çalıştım ama yetmiyordu. Aldığım hava ciğerlerimi doyurmaya yetmiyordu.

"Dolunay! Sakin ol! "

" Dolunay! "

Heyy! Sonunda aramıza giren Kpssden ve vizelerin çoğundan kurtuldum ve çok özledim. Nasılsınız?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro