Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

28.Bölüm GEÇ OLMADAN

Yorum lütfen 🙏 Yanlışlarım varsa uyarın ^^

Alparslan her iki yanımda duran ellerimi kavradı tek tek. Sonra bakışlarımız buluştuğunda önce gözlerimin üzerinden öptü, sonra elmacık kemiğimden. Ben tam bu beni öldürür diye kalpten gidecekken son darbeyi de vurdu sevdiceğim. Zira dudaklarının son durağı, gözyaşlarımın bittiği yerdi. Dudaklarımdı.

"Öyleyse ben akmalarına engel olurum. "

Kalbim yavaşladı. Yemin ederim bir an atmayı bıraktığını bile düşünmüştüm ama Alparslan o denli gerçekti ki... Onu hissediyordum. Fiziki olarak değildi bu hissediş, hayır. Sevgisini hissediyordum, gücünü, aşkını... Ve ben bunları hisseden ilk ve son kadın olmak istiyordum. Sonsuza kadar bana ait olmasını istediğim bu adama bencil hislerim yüzünden haksızlık etmek demekti bu belki ama onun her şeyiyle sadece bana ait olması istediğim tek şey haline gelmişti. O mükemmeldi.

"Dolunay, " diye mırıldandığında fark ettim gözlerimin kapalı olduğunu ki fark ettiğimde bile açmaya tenezzül edememiştim. Sonra dudakları yavaşça ayrıldı dudaklarımdan. Alnımı alnına yasladığında ise kirpiklerimi bir birlerine iyice yapıştırmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Deli gibi ona bakmak istiyordum fakat bunu yapacak ne cesaretim ne de gücüm yoktu. Biliyordum ki gözlerimi açarsam bedenimdeki tüm dirayet kırılacak ve ben kendimi onun ayaklarına kapanmış bir halde bulacaktım.

İri, soğuk ellerinin yanaklarımda dolanmaya başladığını hissettiğimde titrek bir nefes bırakıverdim zar zor. Bu öyle sancılı olmuştu ki nefes borumun yandığını bile hissetmiştim. Ciğerlerim oksijenin tamamını benliğinde hapsetmiş gibiydi ki bu, benim karşımdaki adama uygulamak istediğim şeydi. Onu kendi bedenime haps etmek, oradan asla çıkarmamak için yanıp tutuşuyordum. Üstelik bu düşünce beynimde yeni var olmuş da sayılmazdı. Bu aşk değilse dahi ondan çok daha kuvvetliydi. Beni yoruyordu. Uykusuz bırakıyor, rüyalarımı ve kabuslarımı bile Alparslan'ın suretiyle süslüyor, gözlerimi her kapattığımda karşımda onu görmemi sağlıyordu. Ve şimdi gözlerim kapalıyken dahi gördüğüm bu adamın kollarında zar zor ayakta duruyordum, soluksuz kalmıştım. Bunun bir önemi de yoktu. Biliyordum ki Alparslan benden ölmemi bile istese, bir an tereddüt etmezdim.

"Dolunay."

"Dolunay. "

Bir damla yaş firar etti bastırmaktan bir birlerine yapıştırdığım kirpiklerimin arasından. Alparslan'ın titrek sesi kulağımda yankılanırken ismimin ağzından ne kadar güzel çıktığını düşünmeyecek kadar yorgun hissediyordum. Tekrar, tekrar, tekrar... İsmimi sanki ilahi bir şeyi anıyor gibi kulağıma fısıldarken yanlarımda sallanan kollarımı yavaşça kaldırıp kaslı kollarına tutundurdum. Konuşmak istiyor, ancak ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Alparslan. " diye mırıldandım sonunda. Dünyanın en güzel şeyini söylemiştim işte. Yeni konuşmayı öğrenen bir çocuk gibiydim. Tek bildiğim ve söyleyebileceğim onun ismiydi. Alparslan. Canımın yangını adam. Gözlerimin hayali olan gönül yaram. Kalp ağrım, ilk aşkım.

" Bana senden vazgeçmem için bir şey söyle, Dolunay. Seni unutturacak, kalbimdeki ağrıyı iyileştirecek bir şeyler anlat. "

Kirpiklerimi zar zor açtığımda Alparslan alınlarımızı ayırdı. Şimdi gözlerimin içine bakıyordu ve doğruyu söylemek gerekirse bu pek de iyi hissettirmiyordu. Çünkü bedenimde bir şey ne zaman onunla göz göze gelsem gözyaşlarımı devreye sokuyordu ve ben şimdi bir bebek gibi sevdiğim adamın karşısında ağlamak istemiyordum. En azından bu saçma hisle kısa bir süre daha başa çıkabilmek için bakışlarımı dudaklarına kaydırdım. Bu kesinlikle bilinçli yapılan bir şey değildi. Gözlerimi gözlerinden kaçırmak istemiştim ve bedenim odağını dudaklarına çevirmişti. Beni biraz önce dudaklarımdan öpmüş olmasının bu durumda payı büyüktü, yalan söylemeyecektim.

Soyulmaya başlamış pembe dudakları beklentiyle kasıldığında yutkunup dudaklarımı yaladım. Bana, benden vazgeçmesi için ona bahaneler üretmemi söylüyor olmasının delilik olduğunu kavradığımda çok daha aptalca bir şey fark ettim. Bilincim arayışa koyulmuştu. Ona bir şeyler anlatmak istiyordum. İyi veya kötü. Baş başaydık, bu zamanın tek salisesini bile kaybedemezdim. Bu yüzden aklıma gelen ilk şeyi mırıldandım.

"Çok ağlarım ben, Alparsan. " Yalan sayılmazdı. Üstelik bu cümleyi kurarken bile sesim titriyordu. Eh, bu da söylediğimin dışa vurumu sayılırdı. Ama Alparslan bu cevabıma sadece gülümseyerek karşılık verdi.

" Bunu zaten biliyorum. "

" Cimriyim de. Paylaşmayı sevmem. Sana hayatını dar ederim bu cimrilikle. Annenden bile kıskanırım. "

Ve bu da yalan olmayanlar sınıfına giriyordu. Kıskançtım, cimriydim ve hala öyle olduğum gerçeği su götürmezdi.

" Öyle mi? "

" Hı hı. "

Bakın, evet değil. Hı hı. Çünkü ben onun karşısında konuşamıyorum bile.

" Bunu da biliyorum, güzelim. "

" Çillerim var! Çok çirkinler. "

Dudakları daha fazla kıvrıldı. Şimdi gamzeleri tüm ihtişamıyla odağım haline gelmişti ama dudakları hareket edince dikkatim tekrar dağılıverdi.

" Ben saydığın bu şeyler için sana aşığım zaten. "

Kalbim yorgundu. Ağrıyla kasılmasına başka bir cevap bulamıyordum çünkü. Her an atmaktan vazgeçecek gibi tekliyor, bu hali nefesimi kesiyordu. İstemsizce yüzümü buruşturduğumda bir elimi yavaşça göğsüme götürdüm. Elbette tutunduğum kollarını bırakmamak için yanıp yutuşan tarafım bana küfürler etmeye başlamakta gecikmedi ama şimdi ondan çok daha kötü bir sorunum vardı. Üstüne üstlük bu sorun çok daha acı vericiydi.

" Alparslan, uzaklaşır mısın? "

" Ne? "

Dudakları yavaşça açıldı. Mavi gözlerinin şaşkınlıkla kısıldığını bilmem için yüzüne bakmama gerek yoktu. Kumral kaşlarının çatıldığını dahi hissetmiştim üstelik. Yanlış anlamıştı, açıklama yapmalıydım. Tabii önce nefes almam gerekti ki bunun için biraz uzaklaşmalıydı. Kalbimin üzerinde can çekişen elimle onu göğsünden itekleyip aramızdaki mesafeyi açtım. Hayali bile kötüydü. Düşünsenize, burada ölüyordum, ailem otopsi raporu için hastaneye gittiğinde doktor acımasızca 'aşırı dozda aşktan kalp krizi geçirmiş' deyip suçlu olarak Alparslan'ı gösteriyordu. Daha kötüsü ise ağabeyimin Alparslan'ı öldürmek için bakışlarını kullanmasının yetecek olmasıydı.

"Alparslan, kalbime zararsın sen yeminle! "

"Dolunay, iyi misin? "

İyiyim! Bir romantik dakikanın daha içine ettim çünkü etmeseydim kalpten gidecektim. Üstelik sevgili adam, bunun tek suçlusu sen ve sana duyduğum yoğun sevgi olacaktı. Ne mutlu son değil mi? Tam da bize yakışır cinsten!

" İyiyim. Biraz kalbim ağrıyor sadece. Buraya gelirken bayağı bir dağda oyalandık da. Soğuktan olmuştur. "

Alparslan şaşkın bakışlarını gözlerimle buluşturdu. Mavileri o denli güzel duruyordu ki aşırı doz aşktan olmasa bile aşırı dozda güzellikten tahtalı köyü boylayabilirdim.

" Senin dağda ne işin var, Dolunay? "

Ben de bilmiyorum ki. Hemşire olayım diye geldim, dağa mı kaçırılmadım, gazi mi olmadım, dağa çıkıp Rambo gibi düşman mı avlamadım? Eh, bir de sana avlanmadım mı?

" Yolumun üstüydü geçerken uğradım. " sesim alaycı çıkmaktan çok öteydi ama bu bile Alparslan'ın kaşlarını çatmasına yetmişti.

" Sen benimle eğleniyor musun, güzelim? "

Yok valla, yakışıklım. Yolumun üstü yani. Burada her yer dağ sonuçta. Yolumun üstü de, sağı da, solu da hep dağ. Ve bir de sen.

" Alparslan ya, ben sana felaket aşığım. Öyle böyle değil. Bak sen yaklaşıyorsun, kalbim sanki 'ben bu adamın kalbinin karşısında çalışmaya utanırım' der gibi bırakıyor atmayı. Nefesim kesiliyor. Böyle sancılar giriyor böbreklerime. Midem desen asit kuyusu. Sen bana bakınca içim gidiyor. "

Ups!

Hayır.

Bunu yapmış olamam.

" Ne kadar felaket bir aşk bu mesela? "

" Dağda adam sana küfretti diye tam burnunun ucundan vuracak kadar felaket bir aşk. Ki altını çiziyorum ben bir hemşireyim. "

" Peki söyler misin güzelim, adamı tam burnunun ucundan nasıl vurdun? Taktiksel olarak diyorum. Nasıl nişan almış olabilirsin ki kurşun burnuna gitsin? "

Ellerimle onu itekleyip sedyeye oturttuğumda gülümsüyordu. Dağılmış saçlarına parmaklarımı daldırmamak için büyük bir savaş girip alt dudağımı öne doğru çıkardım. Pansuman için gerekli malzemelerin bulunduğu masanın üzerinde duran eldiven ellerim için büyük olsada yapacak bir şey yoktu.

"Bilmem. Sinirle sıkı verdim. Yani sen kim benim sevdiceğime küfretmek kim, yurtsuz! "

Alparslan bir anda kahkaha atmaya başladığında sabahtan beri onun yaptığı gibi kaşlarımı çattım. Ne vardı ki gülünecek? O adamı vurmuş olmam taktire şayan bir davranıştı bence.

" Bunu ona da söyledin mi? "

" Neyi? " diye sordum tekrar masaya dönerken. Çatılan kaşlarım eski halini aldığında yeniden dikiş atabilmek için malzemeleri hazırlıyordum. Pamuğa biraz alkol döküp steril olmasını sağladığımda arkamı dönmüş, Alparslan'ın bana diktiği şuh bakışlarıyla karşı karşıya kalmıştım.

" Benim sevdiceğin olduğumu. "

" Ağabeyim yanımdayken yapsaydım da ikimizi de öldürseydi, değil mi? "

Kolunun büyük bir yerine dağılıp kuruyan kanı dikkatle temizlemeye başladım. Pamuk sert derisinin üzerinden geçerken tenini boyayan kızıllığı da beraberinde sürüklüyordu ama kuruyan kısımlar için bastırmam gerekmişti.

" Canın yanıyor mu? "

" Hayır. "

Eski dikişlerinin üzerini de temizledim. Muhtemelen aşırı zorlandığı için açılan dikişler neredeyse kapanmış olan bir yarayı baştan açmıştı. Yırtılan etin görüntüsü beni etkilemedi. Birkaç saat önce bir adam öldürmüştüm ve burada kandan rahatsız olmakla ilgili bir şey söyleyemezdim. Zaten oldum olası kendimi ait hissettiğim yerdi hastane. Normal insanların aksine onun kendine has kokusundan asla rahatsızlık duymaz, aldığım kokuyla ciğerlerimin bayram ettiğini hissederdim.

"Ağabeyine ne zaman anlatacaksın? Seninle gizli saklı bir aşk yaşamak istemiyorum. Bunun için genç değilim, Dolunay. Liseli bir aşık olmam için çok geç. "

Kanlı pamuğu masanın üzerine bırakıp bu seferde bozulmuş olan dikişin üzerinde duran ipleri temizlemeye başladım. Alparslan'ın pür dikkat beni izlediğini biliyordum. Ama biliyor olmam ona verecek bir cevap getirmiyordu aklıma. Üstelik o kadar haklıydı ki aklıma gelen birkaç bahanede yok oluyordu hemencecik. O, otuzuna merdiven dayamış olgun bir insandı. Bundan sonra geçici ilişkilere veyahut heyecanlı gençlik aşklarına ayıracak zamanı olmayacaktı. Yaşının getirisiyle de bir yuva kurmak isteyecek, bugün olmasa yarın bu mevzuyu tekrar açacaktı. Oysa ben ondan yedi yaş küçük olmakla beraber henüz yirmilerimin başındaydım. Evlenmek ya da ciddi adımlar atmak bir beş yıl içerisi için kurduğum hayallerimin arasında yoktu. Elbette zamanı gelince olacak bir şeydi ve o zaman yanımda bulunan adamın Alparslan olması en büyük dileğimdi. Bunu inkar edemezdim. Ama şimdilik bunu yapacak cesaretim yoktu.

"Ağabeyime anlatamam. " diye mırıldandım. Bunu söylerken temizlediğim yarayı yeniden dikmekle meşguldüm. " Eğer ona anlatırsam işi ciddiye bindirmek isteyecektir. "

Ki muhtemelen bu senin de istediğin bir şey.

" Sen bunu istemiyor musun? "

Ona dönmeden masanın üzerindeki bandajı aldım. Beyaz bezi özenle diktiğim yaranın üzerine yapıştırırken kasılan kasları yutkunmama neden olmuştu. Üzerimdeki etkisi gözlerimi dolduruyordu.

" Bilmiyorum. Sanırım henüz hazır değilim. "

Bakışlarını gözlerimle buluşturduğunda kararmaya yüz tutmuş okyanusları midemi dalgalandırdı. Konuşmak için yanıp tutuşan bedenim ise sadece susmayı tercih etmişti. Ben ona doğru olanı söylemiştim ve pişmanlık duymuyordum. Yaşım küçüktü, evlilikse kolay değildi.

"Neden? "

"Bilmiyorum. "

Birkaç saniye daha baktı bana. Sedyede oturuyor olmasına rağmen uzun boyu sayesinde yüz yüze duruyor sayılırdık. Kaşları çatılmış, kirpikleri titremeye başlamıştı. Nitekim çene kasları kasılmaya başladığında bakışlarını kaçıran taraf ben olmuştum. Yanlış anladığını biliyordum. Onunla evlenmek istemediğimi düşünüyor ve bu yönde binlerce senaryo üretiyordu. Ya da sadece öylesine bakıyordu. Bilmiyorum. Tek bildiğim aramıza ince bir kırgınlığın girmiş olduğuydu. İncecik bir çatlağa benziyordu ve en kötüsü ikimizden birinin kuracağı tek bir yanlış kelime bu çatlağı iflah olmaz parçalara ayırabilirdi.

" Ben seni sonsuza kadar beklerim. Ne zaman hazır hissedeceğinin bir önemi yok. Sadece bana gelirken tüm kalbinle, aklında tek bir soru işareti kalmadan gelmeni istiyorum. "

Yavaşça ayaklandı. Yüzündeki tuhaf ifade ise asla dağılmamıştı. Masanın bir ucunda duran montunu üzerine geçirip yavaşça kapıya doğru yürümeye başladığında kalbimde hissettiğim ağırlık kalkmama engel olacak kadar yoğundu. Konuşamıyordum. Tek istediğim saatlerce ağlamaktı.

"Sadece bana geldiğinde çok geç olmasın, Dolunay. Çok geç olmasın. "

Aklıma babamın anneme yazdığı mektup geldiğinde hafifçe yutkundum. Ne demek istediğini biliyordum.

Ben ölmek adına değil, ölümsüz olmak adına giydim bu üniformayı. Düşersem toprağa, korkak gibi evimde ölmek yerine kahraman gibi şehit olmak için. Ben vatanım için ölmeye hazırım. Tereddütüm yok. Tek dileğim senin bana geç kalmaman. Şehadet şerbeti içmeden sana kavuşmak en büyük hayalim. Ben ölümsüz olmadan gel bana.

Revirde hıçkırıklarım yankılanmaya başladığında Alparslan gitmişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro