Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

22.Bölüm KAYBETMEK ADINA

ÖNCELİKLE BURAYI OKUYUN LÜTFEN! MERHABA. NASILSINIZ? İYİ MİSİNİZ? BEN İYİYİM, VİZELERİM İYİ GEÇTİ BEN DE HEMENCECİK GELDİM. VE BUGÜN... VATAN UĞRUNA 1 YAŞINDA.

O kadar garip geliyor ki bana. Alparslan, Dolunay, Batur, Dilan, Selim, Ali Zaloğlu ve sizinle geçen tam 1 sene. Bu çok özel benim için. Çok seviyorum sizi. Sizin de Vatan Uğrunayı sevdiğinizi biliyorum. Bu bölüm isteklerinizi ne kadar karşılar bilemiyorum ama bir diğer bölüm çok daha iyi olacak, söz. Alparslan ve Dolunay istediğinizin farkındayım ama hikayemizin konusu tam olarak 'şehit çocuklarının yaşadıklarına uzaktan da olsa bakabilmek'.

Bu bölüme çok yorum istiyorum sizden. Kırmayın beni. Çünkü tam 1 sene oldu. İlk yazdığımda hiç okunması olmayan kitabın ilk senesine 23.000 okuyucu ile girmesi... Gurur verici.

Her neyse. Vatan Uğruna ile ilgili düşüncelerinizi yazın bu satıra. İlk senesine özel. İlk okuduounuz da ne hissettiniz, şimdi ne hissediyorsunuz. Ya da karakterlere söylemek istediğiniz şeyler var mı?

Ve evet! Bölüm zamanı. Alparslan'i özlediniz mi? Ben çok özledim oğulcuğumu 💙 Hatalarım var ise uyarın.

Sunay abla garip bakışlarını üzerime dikmişken ne diyeceğimi bilemiyorum oluşum benim suçum olamazdı. Bu yüzdendir ki yaklaşık olarak beş dakikadır suratına boş boş bakmakla yetiniyor, içten içe bir yardım gelmesi için dualar ediyordum. Lakin bir türlü gelmeyen yardım elimi kolumu bağlayıp beni çaresiz bırakıyordu. Ne diyeceğimi bilemiyor oluşumun bir başka ve en kuvvetli nedeni ise Alparslan'ın dakikalar önce buradan, yanımdan çıkmış olmasıydı.

"Dilini mi yuttun kızım? Konuşsana. "

Sunay abla sağ eliyle kolumu kavrayıp bedenimi yavaşça sarstı. O an sanki beynim derin bir nefes alıp tekrar çalışmaya başlamış gibi hissetmiş, elimde olmadan sırıtmaya başlamıştım.

" Aman abla. Dalmışım öyle. Hem, bizim aramızda bir şey yok. Adam telefonla konuşmak için gelmiş. Ben de Metin Oktay'ı uyutuyordum. "

Yalan sayılmazdı. Ben gerçekten Metin Oktay'ı uyutmuştum, o ise telefonla konuşmuştu. Üstelik aramızda henüz bir şey olduğunu da söyleyemezdim. Sarılmış ya da el ele tutuşmuş olmamız ise... Ayrıntı ve özel sınıfına giriyordu ki ben bile bu işin adını koyamamışken başkalarına anlatamazdım, olmazdı. Üstelik Sunay ablanın olayları abartacağını biliyor olmam -kuzenimi çok iyi tanıyorum- bu düşüncemin altına imzamı atmama neden oluyordu.

Bakışlarındaki kuşku ifadesi dağılmayınca biraz geriye çekilip arkamdaki yatakta uyuyan küçük oğlanı görmesini sağladım.

"Sen neden gelmiştin abla? "

Sunay abla birkaç saniye arkama baktı.

" Altay ve Kürşad'ın otobüsü kalkacak bir saate. Kalkıyoruz onu haber verecektim. "

Sözleri kalbimde bir balyoz etkisi yaratırken tüm olanlar aklımdan saniyesinde çıkıp beynimin ücra köşelerine dağılıverdi. Altay ve Kürşad ağabeyimin gideceğini biliyor olmama rağmen yaşananlardan sonra unutmuştum. Belki de unutmayı tercih etmiştim, bilmiyorum. Tek bildiğim bir kova dolusu asidin midemin üzerine hunharca döküldüğü ve benim onların gitmesini istemediğim gerçeğiydi. Üstelik buna engel olamazdım. Babamı kaybettikten sonra ailenin en büyüğü haline gelen Kürşad ağabeyim benim için 'baba yarısı' demekti. Büyük amcam ölünce hem ailesine hem de bize sahip çıkmak zorunda kalmıştı. O benim için her zaman sığınabileceğim, ne suç işlersem işleyeyim kapısı asla kapanmayacak olan bir sığınaktı. Belki de daha fazlasıydı ama kesinlikle bir ağabeyden çok daha öteydi.

Kpss tercihimi yaparken tüm bunları hesap etmiştim elbette. Enine boyuna düşünmüş, her şeyi göze alarak en başa burasını yazmıştım ama özlem duygusunun bu kadar can alıcı olacağını bilememiştim. Çünkü ben en çok özlediğim, en çok özleyeceğim insanı kaybetmiştim ve bazı şeyleri kaybetmeden değerini bilmeyenlerdendim.

"Metin Oktay ne olacak? "

" Uyandırmayalım onu. Babası giderken üzülmesin yavrucak. Dilan bakacak ona, söyledim ben. Dönüşte alırız. Geliyorsun değil mi? "

" Geliyorum. "

Oysa kaybetmek asla alışılacak bir şey olmamıştı. Ne benim için ne de bir başkası için. Kapıyı arkamdan kapatıp Sunay ablayı takip ederek kapıya ulaştığımda herkes çoktan kapıdaki yerini almıştı. Sabah buraya gelirken Kürşad ağabeyimin kullandığı araba da tam kapının önündeydi ve farları yanıyordu. Erkeklerin çoğu bahçeye toplanmış, birbirlerini tanımıyor bile olsalar vedalaşıyorşardı. Belki de bu anadolunun en sevdiğim tarafıydı. Burada 'yabancı' kelimesi anlamını yitiriyor, geriye sadece sevgi ve saygı kalıyordu. Serhan amcanın Altay'a ve Kürşad ağabeyime sıkıca sarılması da bu yüzdendi. Üçü kucaklaştıktan sonra bizimkiler Serhan amcanın elini öpüp helallik almış, ardından da yaşlı adamın oğullarıyla tek tek tokalaşmışlardı.

Tam o sırada askeri üniformasıyla İlteriş Karabey kapıdan dışarıya adım attı, onu adını bilmediğim başka bir asker, Selim ağabey ve Alparslan takip etti. Bu adamı tanıyor olmak garip bir şekilde ruhumu rahatsız ediyordu. Zira babamın anlattığı kadarıyla İlteriş demek 'bela' demekti ve bu bela tam olarak birkaç metre uzağımdaydı. Elbette beladan kastım asla kötü bir anlamda değildi. Çünkü bu adamın belalığı bize değil, dağdaki o ebeveynleri belli olmayan müsfettelereydi. Beni rahatsız eden şey ise bu adamın şehit olma düşüncesiydi. Bu adamın ve diğerlerinin. Bu dayanılacak bir şey değildi. Dağ gibi adamlardı onlar. Hoş, Türk milleti senelerce dağlara dahi sığmayan yiğitlerini tabutlara sığdırıp uğurlamıştı kara toprağa. Bedenleri sığmıştı belki ama onurları, şerefleri, yiğitlikleri hiçbir tabutun alamayacağı kadar yüceydi.

" Dolunay hadi bin arabaya. "

Annemin sesiyle kendime geldiğimde bahçedeki veda töreninin bittiğini fark ettim. Ağabeyim direksiyona geçmiş, onun yanındaki koltuğa Kürşad ağabeyim oturmuştu. Bu arabaya nasıl sığacağız diye düşünürken kendimi arabada buluvermiştim. Sabah gelirken Altan, Altay ve Yiğit ağabeyim yoktu.

Arka tarafta cam kenarına oturup iyice köşeye sindim. Benim yanıma annem, onun yanına Sunay abla ve en sona Nuran yenge ile ikiz kızları binmişti. Kapının dışında kalan Altan ve Altay bize tuhaf tuhaf bakarken yer kalmadığı gerçeği gülme dürtümü arttırdı.

"Altay! Sen yanıma gel koçum. "

Ön taraftaki Kürşad ağabeyimin sesiyle Altay arabanın etrafını dolaşıp onun yanına oturdu ve zar zor da olsa kapıyı kapattı.

" Ben ne olacağım? " diyen Altan ise dışarıda hafifçe eğilmiş bize bakıyordu. Sunay abla Nuran yengemin kucağındaki kızlardan birisini kaptığı gibi kucağına oturttu.

" Kardeş, görüyorsun kucağımda çocuk var. "

" Bende de çocuk var. " Onu Nuran yenge tasdikleyip rahatça geriye yaslandığında sevgili yumurta yarısı bakışını anneme ve bana çevirmiş, alt dudağı yavaşça aşağıya sarkarken yavru köpek bakışları gözlerini sarmıştı. Ellerimi hızla yukarıya kaldırıp olduğum yere daha çok sindim.

"Ben gaziyim, biliyorsun. Seni kucağıma alamam. "

Altan gözlerini devirdi.

" Herkes çocuğunu kucağına almış. Teyze al şu kızını kucağına! "

" Olmaz! "diye bağırdım olanca gücümle. " Kaburgam ağrır. "

Ağabeyim huysuzca üflediğinde annem çaresiz bir şekilde bana bakıyordu ama yapacak bir şey olmadığını bildiğinden sadece bakmakla yetiniyordu. Olacak belliydi, kaçış yoktu. Bu yüzden kapıyı açıp dışarıya çıktım ve Altan'ın içeriye girip anneciğimin kucağına oturmasını kıkırdayarak izledim. Karnımı tuta tuta gülmek istiyordum ama tam arkamda duran Alparslan'a rezil olma düşüncesi beni dizginlemeyi bir nebze de olsa başarıyordu. Çocuk, annemin kucağına oturduğunda tam içeriye girecektim ki Altan baygın bir sesle mırıldandı.

" Teyze allah aşkına kalk ben seni kucağıma alayım. Bu ne ya? "

Dudaklarımı bir birine bastırıp susmaya çalıştım, başaramadım. Ağzımdan kaçan tiz kahkaha arazide yankılanıp kulağıma dolduğunda gülme isteğim daha çok artmış, ardı arkası kesilmeyen kahkahalarım etrafı doldurmuştu. Dilan ve Sunay abla da benim gibi gülmeye başladığında ellerimi ağrıyan karnıma bastırıp sakinleşmeye çalıştım.

"Sen niye gülüyorsun topal? "

Altan huysuzlanmaya başlamıştı ama yapacak bir şey yoktu. Karşımda duran görüntü o kadar komikti ki gülmeden bir dakika dayanmış olmam bile mucize sayılırdı. Zira kuzenim iri vücuduyla benim minnak annemi bir anda yok etmişti. Altay'da bunu fark etmiş olacak ki arkasını dönüp annemi yokladı, göremeyince telaşla konuştu.

"Teyzem nerede oğlum? "

Bunun üzerine kendimi sakinleştirme çabam da boşa gitmişti ne yazık ki. Arabanın açık olan kapısına yaslanıp ayakta kalmaya çalışmak yapabildiğim ve yapabileceğim tek şeydi o an. Annem ortalarda görünmüyordu üstelik.

Altan gözlerini devirip arabadan indi ve annemin tekrar gün yüzüne çıkmasını sağladı.

"Teyze in. Sen benim kucağıma otur. "

" Aa! Ne münasebet canım. Büyük olan benim. Sen benim kucağıma otur. "

" Yav teyze ne büyüğü? Kucağına oturdum ortadan kayboldun. İn rezil oluyoruz bak. " dediğinde annem ofladı pufladı ama arabadan inmeyi kabul etti. Biraz geriye çekilip aşağı inmesi için yer açtığımda elimin altındaki kapı geriye doğru iyice açılıp arkasında bekleyen Altan'ın yere düşmesine neden oldu. O kadar ani olmuştu ki gülmeye fırsat bile bulamamıştım üstelik. O an tek yapabildiğim kırk metre açılan ağzımla yerde iki seksen uzanan yumurta yarısına bakmaktı. Elbette ona üzülmemiştim. Sabah beni nasıl rezil etmişse şimdi o da öyle rezil oluyordu ama şanslıydı ki vedalaştıktan sonra bahçedeki herkes - ev ahalisi ve askerler hariç- eve girmişti. Nedensizce bedenim tatminlik duygusuyla doldu, egom tavan yaptı. Gebersindi hayvan herif.

Kardeşinin düştüğünü görüp arabadan inen Altay'a bakarak sırıtmam ve hatta,

"Yumurtanın sarısı, yere düştü yarısı. Yarısından fayda yok, kaç gel gece yarısı. " diye konuşmam da bu yüzdendi. Altay benim sözlerimle kahkaha atıp kardeşini yerden kaldırdı. Bunun böyle olmayacağı aşikardı. Bu yüzden Kürşad ağabeyimin yanına beni oturtmuş, İkizleri ise bir koltuğa tıkıştırıp yolculuğa başlamayı başarmıştık. Elbette tüm bunlar olurken Alparslan'a bakmamayı başardığım için bir alkışı hak ettiğimi düşünüyordum ama bunu onlara söyleyecek değildim. Hem ne diyecektim ki? Alparslan'a bakmadan tam yarım saat durdum. Alkışlayın beni! mi? Vallahi ağabeyim beni kabak gibi oyuverirdi şuracıkta.

"Sevgili ailem size bir şey açıklamam gerek. " Altan'ın sesiyle başımı geriye çevirip ona baktım.

" Ne oldu yine? "

" Sanırım kapıyla aramda ciddi şeyler oluyor. Bilin diye söylüyorum yakında yeğenleriniz olabilir. "

Gözlerimi devirip önüme döndüm. Bu Altan ne boş adamdı böyle. Oysa Alparslan öyle miydi? Değildi. Bir kere boş konuşmuyordu. Aslında hiç konuşmuyordu ama şuan konumuz da bu sayılmazdı. Hem, durduk yere bu da nereden çıkmıştı Allah aşkına?

" Çok komik. Paket yap seneye de gülerim. "dedi Altay boğuk çıkan sesiyle konuşurken. İkizi ona cevap vermemiş, yolculuk boyunca kimse de konuşmamıştı. Ağabeyim arabayı otogarın otoparkına park ettiğinde ayrılık sancısı tekrar aklıma hücum etti. Bileğime dikkat ederek arabadan inip annemlerle birlikte firmanın olduğu yere doğru ilerledim. Ağabeylerim ve ikizler ise arkada kalmış bavulları getiriyorlardı. Hava kararmış, üstelik de epeyce soğumuştu. Bu yüzden üşüsem bile içimdeki burukluk bu hissin ve diğer tüm hislerin önüne geçiyordu.

Nihayet hepimiz arabaların olduğu arka tarafa çıkıp hareket etmesine dakikalar kalan otobüsün önünde görevlilere bavulları veren Altay ve Kürşad ağabeyimi beklemeye başladık. Kürşad ağabeyim Diyarbakır'da görev yaptığı için ayrı gideceklerdi. Altay ise Hakkari - İstanbul seferini kullanacaktı ama on yedi saat - belki de daha çok- nasıl dayanacağını bilemiyordum. Bavulları verip tekrar yanımıza döndüler. Bunun veda zamanı anlamına geldiğini biliyor olmak ürkütücüydü. Öyle ki bende sürekli olarak derin nefes alma hissi uyandırıyordu ama karşımda sıra sıra duran arabaların içlerinden yükselecek kadar yoğun olan boğucu koku midemi bulandırmaya başlamıştı.

"Dolunay? "

Kürşad ağabeyimin sesiyle kendime geldiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Görüntünün bozukluğu tamamen dolan gözlerimden kaynaklanıyordu ama bana doğru uzattığı kollarını görmemi engelleyememişti. Sıkı sıkı bedenime sardığım kollarımı serbest bırakıp onun kolları arasına girdim. Herzaman ki gibi sıcacıktı.

"Ağlıyor musun? Ağlama güzelim. Geri geleceğimi biliyorsun. "

Gelecekti. Eşi ve çocukları burada kalacaktı bir süre daha. Bu düşünce bir anda soluk boruma takılan seti kaldırdı ve temiz havanın ciğerlerime dolmasına neden oldu. Bedenimi geriye çekip gülümsedim.

"Biliyorum. Ağlamayacağım."

Tabii biraz erken konuşmuştum zira Kürşad ağabeyim beni sonkez öpüp eşine yöneldiğinde arkasında bana veda etmek için beliren Altay ile yolladığım göz yaşları tekrar gözlerime hücum etmiş, görüşüm bulanıklaşmış ve soluğumu kesen o set eski yerini tekrar almıştı. Üstelik karşımdaki adam bir daha geri dönmeyecekti. Yanaklarıma doğru ilerleyen ılık sıvının varlığıyla sarıldım ona. Kardeşten öte adamlardı onlar. Hiçbir şeye değişemezdim varlıklarını bu yumurta yarılarının.

"Seni özleyeceğim ışığım. " diye konuştu Altay göz yaşlarım artarken. Kollarımı daha da sıktım.

" Ben seni özlemeyeceğim sanki. "

Özleyecektim. Ki bu benim hayatım boyunca yaptığım en iyi şey olacaktı yine. Çünkü hayatta iyi şeyler olurdu ve benim payıma hep 'özlem' düşerdi.

" Kuzen kucaklaşması! "

Altan'ın sesini duyduğumda bedenime çöken ağırlığın nedenini biliyordum. Çaktırmadan göz yaşlarımı silip sağ kolumu diğer yarının da girebileceği genişlikte açtım. Bunu bekleyen Altan hemencecik sokuldu. Onun ardından Sunay abla da koşturarak yanımıza gelip bize sarıldı. Bakışlarımı alttan bir şekilde Kürşad ağabeye ve ağabeyime çevirdiğimde ikisinin de odağının bizim taraf olduğunu fark etmiştim. Nihayet ilk olarak ağabeyim yürüdü bize doğru.

"Kürşad ağabey gel de şunları ayıralım. "

" Aynen koçum. "

Sonra da Kürşad ağabeyim. Ayırma bahanesiyle bize sarıldılar ama bu yine kısacık sürdü. Ayrılık zamanı gelmişti.

...

Eve geldiğimiz zaman yaşadığım büyük boşluğun tarifi imkansızdı. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum. Altan uyuyacağı bahanesiyle odasına çekilmiş, annem ve Nuran abla ise çocukları uyutmaya gitmişlerdi. Eve dönmeden Batur'u aramış, Metin Oktay'ı eve getirmesini rica etmiştik. Şimdi ise koltukta uyuya kalan Sunay ablanın üzerini örtüp odama çekilmiştim.

Canım yanıyordu. Ayrılık duygusu canımı yakacak kadar acıtıyordu bedenimi. Soluğum kesiliyor, kalbim sıkışıyordu adeta. Üstelik kaybettiğim şeyler kaybetmeye dayanılacak şeyler ya da kişiler değildi. Babam... Onu kaybettikten sonra bu 'kaybetmelerin' ardı arkası kesilmemişti. Önce o gitmişti, sonra içimdeki küçük ve şımarık kız çocuğu. Yetinmeyi öğrenmiş, bazı şeyler için çabalamaya başlamıştım. Maddi veya manevi büyük bir çöküşe geçen hayatım küçük ellerimin kavrayamayacağı kadar paramparçaydı o zamanlar. Babam gitmişti. Geriye kalan maaşı olduğu gibi reddetmişti annem ki haklıydı. Onun emekli maaşıyla geçinmeye çalışmak o zamanlar yapabileceğimiz tek şeydi. Askere giden ağabeyim Uzman Çavuş olarak Tsk'da kalacağını söylediğinde yaşadığımız o büyük yıkım ise manevi olan bir diğer konuydu. Babam gibi o da gidecek diye aklım çıkmıştı ilk zamanlar. Gece gündüz onu arayıp duruyor, açmadığı zamanlar saatlerce ağlayıp haberlerde ismi çıkacak diye dehşete düşüyordum. Sonra alışmıştım elbette ama bu kolay olmamıştı. Tabiri caizse canımdan can gitmişti, gidiyordu ve gidecekti. Annem 'bir askere aşık olmak ya da onunla bir yuva kurmak kolay değil. Sen böyle bir şey yapma' derdi bana hep ki onu haklı bulurdum. Hala da öyleydi. O haklıydı.

Çalan telefonun sesiyle sarıldığım yorgandan ayrılmadan cebimden çıkardım telefonumu. Numaranın ezberimde olması nedensizce garipti ama bunu düşünemeyecek kadar yorgundu zihnim. Bu yüzden Alparslan'ın çağrısını sonlandırıp telefonu yatağın üzerine attım ama bu kısa sürmüştü zira bu sefer de mesaj atmıştı. Ekranı kaydırıp mesajı açtım.

KİMDEN ;
Alparslan

Yanlış anlamazsan neden ağladığını öğrenebilir miyim? Yiğit söyledi.

Üzülmeni istemiyorum, Dolunay.

Annem haklıydı belki ama kalp için haklılığını bir önemi yoktu, onun için haklı olan tek şey aşktı. Ve ben onun yaptığı yanlışı yapmış, bir askere aşık olmuştum. Bir söz vardı. Kızının kaderi annesinin kaderine benzer diye ki bana hep haklı gelen sözlerden biriydi.

Alparslan! Sen ne güzel bir adamsın öyle. Ne mükemmel kalp yarası, ne kibar bir ölüm meleğisin sen adam. Ama kaderim olma benim sen. Zira benim kaderimde sadece kaybetmek var ve ben seni kaybetmenin ağırlığını taşıyamam, yapamam.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro