20.Bölüm BİR TERBİYESİZ ALTAN VAKASI VE REZİL OLUŞ
ARKADAŞLAR TELEFONDAN YAZDIĞIM İÇİN HATALARIM OLUYOR. UYARIRSANIZ SEVİNİRİM. BU ARADA KİTABI DÜZENLEMEYE ALACAĞIM. NE ZAMAN BİLMİYORUM. O ZAMAN BÖLÜMLER BİRAZ GECİKECEK.
BU ARADA 16K OLDUK 💙 BU YÜZDEN DİĞER BÖLÜM BİR TEŞEKKÜR BÖLÜMÜ OLACAK. ÇOĞUNLUKLA ALPARSLAN VE DOLUNAY OLACAK YANİ. +40 VOTE OLDUĞU AN BÖLÜM GELECEK.
YORUM GELMEZSE OLMAZ. YORUM YAPIN. YAPIN BENCE. YAPARSINIZ, DEĞİL Mİ ?
Ertesi sabah uyandığımda o kadar mutluydumki her şey gözüme mükemmel görünüyordu. Yattığım yatağın rahatlığının da etkisi olabilirdi, bilmiyorum. Sonuç olarak neredeyse iki aydır yer yatağında yatıyordum. Ama en büyük sebep Alparslan ile yaptığım konuşmaydı şüphesiz. Bana sen en güzel yanılgısın demişti ki bu benim tüm nefesimin soluk borumda tıkanıp kalmasına neden olmuştu. Aramızdaki şeyin adını bilmiyordum. Ona aşık mıydım? Bunun için çok erkendi. Ama kalbimin bir köşesinin çoktan ona ayrıldığını itiraf etmeliydim.
Üzerimi giyinip salona geçtiğimde beni bekleyen kalabalıkla sevincim dahada katlandı. Bu sofrayı ve bu kalabalığı görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki. Kürşad ağabeyim koltuğa oturmuş haber izliyordu. Yumurta yarıları sabahın körü olduğunu umursamadan el kızartmaca oynarken mini ikizler ise onları taklit ediyordu. Annem, Sunay ablam ve Nuran yenge ise sofrayı hazırlamakla meşguldü. Bir kişinin eksik olduğunu idrak ettiğimde sağa sola bakınıp küçük adamı aradım. Ancak ortalarda yoktu. Odaya girip Metin Oktay'ın nerede olacağını soracakken kalçama çarpan sert şeyle istemsizce sıçrayıp çığlık atmıştım.
"Gol,hala gol! "
Arkamı döndüm. Küçük çocuk olduğu yerde sıçramaya, kendi kendini alkışlayıp tezahurat yapmaya başlamıştı. Sıçradıkça hareketlenen saçları gülümsememe neden oldu.
" Metin Oktay! Oğlum özür dile halandan. "
Nuran yenge sinirle yanımdan geçip oğlanı kucakladı. Sinirli çıkan sesine rağmen sakin oluşu oğluna şaka yaptığını gösteriyordu ama onun şaka yaptığının farkında olan sadece bendim. Çünkü Metin Oktay'ın gözleri dolmuş, başını yer eğerek ellerini sırtında bağlamıştı.
"Özür dilerim Dolunay hala. İstemeden oldu."
"Özrün kabul edildi. Şimdi bana bir öpücük fırlat."
Güldü. Gözleri parlarken avuç içini dudağına bastırmış ardından da bana doğru hayali öpücüğünü fırlatmıştı. Öpücüğü havada yakalayıp güldüm. Nuran yenge oğlanı yere bırakıp mutfağa doğru giderken onu takip edecektim ki kapı çaldı. Gözlerim istemsizce devrildi. Buradan kapıya kadar bir yılda anca giderdim herhalde.
"Kız yeşilay. Dur ben açarım. Sen bir asırda anca gidersin hahaha. "
" Altan! Bana yeşilay deyip durma. Hem geçti yaralarım. "
Yanıma yaklaşıp suratıma baktı. Ağzından kesik bir hmm çıktığında düşünceli görünüyordu. En nihayetinde geriye çekilip kapıya doğru ilerledi.
" Haklısın kuzen. Yaraların kırmızı kırmızı kabuk bağlamış. Bundan sonra sana yeşilay demeyeceğim."
Güldüm.
"Nihayet! " Derken kapıyı açmış, ağabeyimin elinde tuttuğu poşetle içeriye girmesini sağlamıştı.
" Bundan sonra sana kızılay diyeceğim. " Ardından tekrar kahkaha atıp salonda ağabeyim ve beni yanlız bırakarak oturma odasına ilerledi. Arkasından gözlerimi belkide bininci kez yine devirdim. Asla büyümeyecekti. Asla adam olmayacaktı ve yine asla benimle dalga geçmekten vazgeçmeyecekti. Aslında ona alışmıştım. Ama bazen sinir bozucu olduğunu itiraf etmeliydim. Birgün mutlaka Altan'ı yumruklayacağıma kendi kendime söz verip ağabeyime döndüm. Onu o kadar çok özlemiştim ki...
"Güzelim, ne oldu? "
Kollarını etrafıma sarıp oturma odasını görüş alanımdan çıkardı.
" Hiçbir şey. Sadece Altan'ın sinir bozuculuğu yine üstünde. Olan bu. "
" İstersen döveyim? "
Geri çekilirken ona ters bir bakış attım. Kollarını gevşetip saçlarımı karıştırdı.
" Aa! Oğlum gelmiş. Gel anneciğim, kahvaltı et. "
Annemin uyarısıyla, beraber salona geçtik. Ağabeyim diğerleriyle sarılıp hasret giderirken sofraya oturmuştum. Güzel geçen kahvaltının ardından tekrar sofra toplanmış, evde koyu bir sohbet başlamıştı. Kürşad ağabeyim yarın geri döneceğini söylediğinde kısa çaplı bir ağlama krizi geçirmişsemde kendimi sakinleştirip durumu kurtarmıştım. Sunay abla birkaç gün daha bizimle kalacaktı. Altay'da izni dolduğu için yarın akşam Kürşad ağabey ile yola çıkacaktı. Sabahki tüm mutluluğum kasvete bürünürken dudağımı dişleyip Altan'a döndüm.
"Sen de gidecek misin Altan? "
" Valla kızılaycığım, senin vurulduğunu duyunca ben o heyecanla ne kadar iznim varsa hepsini şey yapmışım. Daha bir süre başını ağrıtacağım. "
Kollarımı ona sarıp başımı boynuna gömdüm.
" Parti kur oy vereyim Altan. "
Altay kıskanç bakışlarıyla bize baktı.
" Bu parti kursa ne olur Dolunay? Altına işleyenler partisinden başka? "
" Altına işeyenlermiş. Bak ikizko! Sinirlendirme beni anlatırım her şeyi!"
Altay yanıma oturup beni kendine çektikten hemen sonra ikizine döndü.
" Asıl ben anlatırım! "
" Asuman'ı anlatayım mı ikizko? "
" Ben Çelik'i anlatayım mı peki Altan?"
"Hain herif! "
" Sensin hain! "
" Kardeş düşmanı! "
" Boyudevrilesice! "
" Gözü çıkasıca! "
" Ağlayacak omuz bulamıyasıca! "
" Ağlayamıyasıca! "
Kendimi geriye çekip yardım ister bakışlarla ağabeyime baktım. Neyseki durumu anlamış ve yumurta yarılarını susturmuştu. Yoksa bu ikisinin hayatta susmayacağını bu odada bulunan herkez en az benim kadar biliyordu. Ona minnetle bakıp başımı tekrar Altan'ın omzuna yasladım. Benim omzumada Altay yatmıştı.
" Yarın öğleden sonra Serhan ağanın evinde kutlama var. " dedi ağabeyim. Bakışlarım tekrar ona döndüğünde gülümsedi. " Oğlu askerden döndü bugün. Yarında onun için kutlama yapacaklarmış. Bizi de davet ettiler. Selim ağabey ve Üsteğmen de gelecek. İlçeden de gelecekler varmış. "
Alparslan gelecekti? Alparslan gelecekti! Onu ne zamandır görmediğim gerçeği aklıma dolduğunda gülümsedim. Neden bu kadar sevindiği mi de bilmiyordum ama konu o olunca belli bir süredir heyecan ve sevinç en iyi arkadaşım haline dönüşüyordu. Onun benim hakkımda ne düşündüğünü bilememek çok daha vahimdi. Belki de kendi kendime ümitlenip duruyordum. Ama olsundu. Zaten şu saatten sonra ne olursa olsun bu duygularımın kolay kolay geçmeyeceğini biliyordum. Üstelik onu adam akıllı göremiyordum bile. Ve şimdi uzun zaman sonra - en son gördüğümde elimi tutuyordu- onu görecek olmak kalbimi hızlandırmıştı. Sadece yarına kadar sabretmem gerekiyordu.
Kendi kendime hayallere dalmışken annem bir anda burnunu çektiğinde tüm bakışlar ona döndü. Hatta mutfakta bulaşıkları halleden Sunay abla bile başını kapıdan uzatıp olayı algılamaya çalışmıştı.
"Anne, ne oldu? "
Nuran yenge kucağında uyuklayan oğlunu Kürşad ağabeyime uzatırken kaşlarını çattı.
" Ahretliğim bizimle uğraşmaktan yorulmuştur. Hemen gideyim de yardım edeyim. Yazıktır. "
Annem değişik kadındı. Olur olmadık şeylere üzülür, ağlar ve kendi kendine depresyona girerdi. Çoğu zaman bu duruma neden olan şeyler bana saçma gelirdi ama şimdiki durum farklıydı. Seher teyze ve çocukları resmen benimle uğraşmaktan kendilerini unutmuşlardı. Üstelik oğlunun askerden geleceğini bilmesine rağmen bunu yapmıştı. Benim de ruhum daralırken çaresiz bakışlarımı anneme çevirdim. Seher teyzelere yardıma gideceğini söyledikten sonra ayaklanmış, diğer kadınlarında kendisi gibi hareketlenmesine neden olmuştu.
"Bende geleyim, teyze. " Nuran yenge gülümsedi. Bakışları Kürşad ağabeyime kaydığında adam başını sallamakla yetinmiş, kucağında uyuyan oğlunu yatak odasına götürmek için ayaklanmıştı. Kürşad ağabey iri yarı bir adamdı. Yaşı epey ilerlemesine rağmen de fazlaca yakışıklı ve heybetliydi. Boyu da uzundu. Bu kadar kası ne ara yaptığını bile bilmiyordum ama Nuran yengenin rakibi çoktu.
Yakışıklı koca kavramı bir kez daha gözümde iticileşti. Kim bu kadar yakışıklı bir adamla evlenip mutlu olabilirdi ki? Sürekli aklın onda kalacak, ne yaptığını merak edecek ve en önemlisi hemcinslerinden nefret etmeye kadar giden değişik bir hastalığa sürüklenecektin. Bu hastalık kıskançlıktan başka bir şey değildi.
Peki ya Alparslan?
Nefesimi tutup düşündüm. Alparslan da en az Kürşad ağabeyim kadar yakışıklı değil miydi? Üstelik Kürşad ağabeyimin aksine genç ve yaşının etkisiyle daha dinamikti. Kim çocuğunu bu kadar yakışıklı doğururdu ki? Olan kızlara oluyordu. Ben mecbur muyum Alparslan'a gün içinde kaç tane hemcinsimin gözünün kaydığını hesaplayıp depresyona girmeye? Değilim yani!
Hırsla oturduğum yerden doğrulup yanımdaki çocuklara birer tane tokat attım. Onlar neden bu kadar yakışıklıydı? Peki ağabeyim? Utanmıyor muydu? İçimdeki öfke geçmeyince Altan ve Altay'ı kafalarından yakalayıp kollarımın altına aldım.
"Lan kıza bir şey oldu. Kızılay bıraksana saçımı! "
Altan çırpınmaya devam ederken Altay hala hareketsizdi.
" Sus be! Utanmaz herif. "
" Ne yaptım kızım ben? "
Birde konuşuyordu hayvan herif. İçim dahada kararırken onları serbest bırakıp ayaklandım. Koyu kahverengi gözlerimin tamamen siyaha döndüğünü hissedebiliyordum. Üstelik bu yaptıklarımın mantıklı bir açıklaması dahi yoktu. Yada var mıydı? Olmalıydı. Hasta olacaktım. Karnımdaki ağrı ve içimden gelen sebepsiz depresyona girme isteği bunu destekliyordu. Yutkunup durakladığımda arkamı dönüp dönmemek arasında kararsız kalsamda aniden gelen cesaretle arkamı dönüp anneme hırsla baktım.
"Neden bu kadar yakışıklı bir oğlan doğurdun? "
Annem birkaç saniye suratıma boş boş bakıp olayı algılamaya çalıştı.
Doğrusu yanlız da sayılmazdı. Evdeki diğer herkeste onunla aynı şaşkınlığı yaşıyordu. Bana ne olmuştu Allah aşkına? Kendimi durduramıyordum. Ağlama isteği bastırırken burnumu çekip tek tek ev ahalisine baktım. Odada Kürşad ağabeyim ve yatırmaya götürdüğü Metin Oktay dışında tüm herkes vardı. Kürşad ağabeyim de ne uyuşuk adamdı? Bir türlü gelememişti. Annem bir anda sırıtınca bakışlarını benden ağabeyime çevirdi.
"O benim ustalık eserim. Annesinin kınalı kuzusu. "
Bunu diyen kadının emekli bir öğretmen olması mı daha içler acısı yoksa benim eziklenmiş olmam mı bilmiyorum ama gözlerim doldu. Benim aksime ağabeyim sırıtmış, ardından da anneme öpücük atmıştı.
" Olan bize oluyor ama! Mecbur muyuz biz yakışıklı adamları sevip kıskanmaya? Allah Allah! "
Hırsla arkamı dönüp yatak odama ilerledim. Böyle olmayacaktı. Bu yakışıklı tiplere bir çare bulmak şarttı. Kendimi yatağa attığımda karşı duvarımda asılı duran babamın fotoğrafıyla karşılaşıverdim. Burnumu çekerken babamla göz göze gelmiştik.
" Baba, " diye mırıldandım. " Acaba kafama çok mu vurdular benim? "
Hayır, iyice sıyırmıştım kafayı.
" Baba biliyor musun ben ağabeyimi çok seviyorum. Altan'ı, Altay'ı, Kürşad ağabeyimi, onun ailesini, Sunay ablamı, Seher teyzeleri, Alparslan'ı... Ama en çok seni seviyorum. Keşke burada olsan. "
Yatağa uzanıp boştaki yastığı kollarımın altına alıp sarıldım.
" Babalar kızlarını bırakırsa onlar kime güvenecek? Beni bırakma baba."
...
Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Ev de fazlasıyla sessizdi. Yattığım yerden doğrulup ayaklarımı yataktan aşağıya doğru uzattığımda dış kapının önünde bir araba sesi duyuldu. Ayaklanıp kapıya doğru ilerledim. Salondaki annemle karşılaşınca gözlerimi kırpıştırdım.
"Anne? Diğerleri nerede? "
Kabanını çıkarıp koltuğun üzerine fırlattı.
" Erkekler orada kalacaklar. Yarın yardım ederler sağa sola. Sunay ve Nuran'da çocukları yatırıyorlar. "
" Peki. Ben yatıyorum o zaman. "
Annem gözlerini devirdi.
" Başka ne yapıyorsan? "
" Anne! Ayıp ama. "
" Sus kız! Sabah yaptığın atar unutmadım. Neydi o? "
Ne olacak? Kafayı yemiştim resmi olarak işte. Daha ne olsundu?
" Anneciğim biraz özel bir hafta geçiriyorum. Bilirsin işte. "
" Ben seni annene bile söylemeye utan diye mi okutup hemşire yaptım Dolunay? Kafayı yedin zannettim. "
Sonra bana usul usul bakıp kendini kabanının yanına attı. Bakışlarında gördüğüm sinsi ifade kaçmam için bir uyarı bile olsa kalıp ona bakmaya devam ettim. Nitekim sonrasında eliyle yanına gelmemi işaret etmiş, adımlarım onun komutuyla koltuğa yönlenmişti. Yanına oturup başımı dizine yatırdığımda saçlarımı okşadı.
"Güzelim benim. Annem. Canım kızım. "
İç çekip gözlerimi yumdum.
" Anlat anne. "
" Heh. Biliyorsun kızım. Ben artık yaşlandım. "
" Kırkaltı yaşındasın daha. "
" Sus kız. Anneni dinle! " " Ne diyordum? Heh. Ben yaşlandım. E ağabeyinin evleneceği yok. Benim canımda torun sevmek istiyor. "
Bu konuşmayı yapan kadın eğitimli ve kültürlü bir öğretmendi. Canı torun istiyormuş. Lafa bak. Benden önce ağabeyim vardı. Üstelik daha yeni özgürlüğe adım atmışken evlenmek gibi bir düşünceyi aklımın kenarından bile geçirmiyordum. Kim gençliğini evliliğe adamak isterdi ki? Elbette evlilik kötü bir şey değil, aksine fazlaca kutsal bir olaydı. Ama her şey gibi onunda bir zamanı vardı ve benim için o zaman, bu zaman değildi.
"Anneciğim. Sen yine bildiğini okuyacaksın belli. Ama istemiyorum. Ağabeyime bir sürü kız buldun olmadı. Sıra bende mi? ''
Saçlarımda dolaşan eli durduğunda yüzüme doğru eğildi.
" Adayları bir duy derim. " Sanki büyük bir markanın reklamını yapar gibi sırıttı. " Bence kaçırmak istemezsin. "
Sonra dahada yaklaşarak tiz bir kahkaha attı. Bugün resmi olarak anne kız kafayı yemiştik herhalde. Kahkahayı duyan, şeytan dünyaya hükmediyor zannederdi. Öyle bir ses. Olmayacaktı. Hızla ayaklanıp topallayan ayağımın izin verdiği kadarıyla koşarak odama attım kendimi. Bu süre zarfında annem arkamdan bağırmış, çırpınmış ve en nihayetinde susmuştu. Ne yapıp edip ağabeyimi evlendirmeliydim. Yoksa annem büyük ihtimalle bana saracaktı. Hatta ihtimale bile gerek yoktu, sarmıştı. Üstelik adaylar bile hazırdı.
Allahım sen annemin torun aşkından koru beni.
ALPARSLAN
Üzerindeki lacivert gömleği düzeltirken uzun zamandır sivil giyinmediği için bu kıyafetlerin içinde kendini farklı ve garip hissetmişti. İtiraf etmek gerekirse üniformasını bunlara tercih ederdi. Onların içinde hiç olmadığı kadar rahattı. Üstelik onları giymek için verdiği savaş aklına geldikçe içi dahada sevgiyle doluyordu. Siyah pantolonu ve yine siyah botlarına bakıp yüzünü buruşturdu. Bakışları askıda duran yeşil kıyafetlerine kaydığında hafifçe gülümsemiş, gamzelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Üniformasına aşıktı.
Masanın üzerinde duran siyah Kabanını da üzerine geçirdiğinde düzelttiği saçları öne doğru hareketlenmişsede bozulmamıştı. Derin bir iç çekip gömleğinin yakasını düzeltti. Hazırdı. Son olarak siyah tabancasını da beline yerleştirdiğinde odadan çıkıp kendisini kapıda bekleyen askeri araca ilerledi. Selim çoktan hazırlanmış ve onu beklemeye başlamıştı.
"Üsteğmenim sende ne cevherler varmış? " Arabaya bindiğinde Selim onu beğeniyle süzüp sırıtmıştı.
" Ne yere bakan yürek yakanmışsın sen? "
Alparslan gözlerini devirdi.
" Ağabey, abartma. Herzamanki halim işte. "
Selim gülümsemekle yetinmiş, Serhan ağaların evine gelene kadar bir daha hiç konuşmamıştı. Üstelemek istemesede bu genç komutandaki değişikliklerin farkındaydı. Daha çok gülümsüyor, onlarla sohbet ediyor ve kitap okuyordu. Aslında Selim bu durumdan memnundu. Her ne bu adamı bu hale getirmişse iyi yapmıştı. Sürekli askerlerine bir şey olacak kaygısıyla yatıp kalkan genç bir komutanın birazcık da olsa rahatladığını görmek tatmin ediciydi. Geriye yaslanıp kardeşi yaşındaki adama uzun uzun baktı. Sağda solda gördüğü gençlerden çok daha farklıydı Alparslan. Kibardı. Olur olmadık laflar etmez, boş konuşmayı sevmezdi. Aslında Alparslan konuşmayı bile sevmezdi. Gülümsediğine - kahkaha attığı çok nadirdi- şahit olmak bile epeyce zordu. Ağır bir adamdı. Nerede ne yapması gerektiğini bilir, ona göre hareket eder, yaşının kat be katı olgun davranırdı.
Vatanına, görevine ve üniformasına aşıktı.
Selim derin bir nefes alıp bakışlarını bu sefer dağlara çevirdi. Biliyordu ki bu dağlarda vatanı sevmek çok zordu. Çünkü burada vatanı sevmek onun için savaşmak ve yine onun için ölüme yürürken hayatta kalmak demekti. Bedelleri vardı. Seveceksen ödeyeceğin bedeller olmalıydı. Önüne gelen de ödeyemezdi bu bedelleri. Kim kendinden bile geçmeyi kabul ederdi vatan için? Kim her şeyini geride bırakıp, şehirlerde gezip tozmak varken bu dağlarda vatan için savaşırdı? Kim hergün jilet gibi giyinip hayatı yaşamak varken tek renk bir üniformaya hapsolmak isterdi?
Selim istemişti. Alparslan, Yiğit ve karakoldaki onlarca kahraman istemişti. Çünkü hepsi biliyordu ki Türk için en kutsal sevgili vatandı. Onu korumak, nazlı bir sevgiliyi korumak demekti. Gece soğukta gözünü bile kırpmadan nöbet tuttuktan sonra sıcak yatağına gelip yatmak, sevgilinin göğsünde yatmak demekti. Bu aşk kutsaldı. Ve yanlızca kahraman bir adam kalbini bu aşkla ateşe verirdi.
"Geldik komutanım. "
Arabayı kullanan askerin sesiyle derin bir nefes alıp düşüncelerinden uzaklaştı. Alparslan çoktan inmiş, Serhan ağaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Selim onu takip ederek araçtan indi. Evin erkekleriyle tek tek tokalaştıktan sonra askerden dönen oğlana sarıldı, ayaküstü sohbet etti. Alparslan ise Batur ve Yiğit ile konuşuyordu. Konuşmaya Mirhat, Altan ve Altay da katıldığında mesele uzamış, sohbet koyulaşmıştı. Askerden yeni gelen Ahmet, kucağındaki oğlanı yere indirip babasının kulağına bir şeyler mırıldandığında Serhan ağa başını sallamış, ardından da kalabalığı eve davet etmişti.
"Senin Afrin'e gideceğini duyduk komutanım. Doğru mu? "
Batur sandalyelerden birisine çökerken sormuştu bu soruyu. Üzerindeki beyaz kazağı ve lacivert kotuyla epey yakışıklı duruyordu. Alparslan gülümseyip onun karşısına oturdu.
" Gidecektim de Binbaşı engeline takıldım. "
" Nasıl yani? "
Alparslan kabanını çıkarıp sandalyenin kenarına bıraktı.
" Uzun mesele. Görevimin başındayım hala. " Birkaç saniye durup kaşlarını çattı. " Hayırdır? Gitmemi ister gibi bir halin var? "
" Olur mu öyle şey komutanım? Merak ettiğimden sordum. "
" Takılıyorum oğlum sana. Ciddiye alma hemen. "
" Komutanım ne bileyim. Öyle birden şey yapınca... "
Alparslan oğlanın haline gülümseyerek karşılık verdikten sonra geriye yaslanıp gelen gidenleri izlemeye başladı. Ev epeyce kalabalıklaşmıştı. Oturduğu yerden dış kapıyı görebildiği için eve girip çıkan yüzleri seçmekte zorlanmıyordu. Kapıda üzerinde askeri kıyafetleriyle İlteriş Karabey belirdiğinde ayaklandı. Onunla beraber diğerleride ayaklanmış, komutanı saygıyla karşılamıştı.
İlteriş, başındaki bordo beresini çıkarıp evdeki herkesle tek tek tokalaştı. Onun hemen ardından eve giren Teğmen Sungur Kaya'da herkesle selamlaştıktan sonra Alparslan'a selam verip öyle tokalaşmıştı. Nihayet bu selamlaşma faslı bittiğinde kapıdan kadınlar girmeye başladı. Onlar üst kata doğru çıkarken erkekler için yer sofrası hazırlanmaya başlamıştı.
"Nasılsınız komutanım? "
Alparslan, Sungur'un sesiyle bakışlarını genç adama çevirdi.
" İyiyim Teğmenim. Siz? "
" Sağ olun komutanım. "
DOLUNAY
Üzerimdeki kahverengi, pembe çiçekleri olan gömlek elbiseyi birkez daha düzelttim arabadan inerken. Kürşad ağabeyim beni kucağına almak için hareketlendiğinde elimi kaldırarak durdurmuştum onu. Topalladığım bir gerçekti ama her şeye rağmen yürüyebiliyordum. Üstelik sürekli birileri tarafından taşınmakta sıkıcı bir hale gelmiş, kendimi ağır hissetmeme neden olmuştu. En iyisi kendi işini kendin halletmekti.
Annem ve Seher teyzenin sarılmaları eşliğinde eve ilerlerken geride kalmamda bu yüzdendi. Hatta onlar eve girip gözden kaybolduklarında dahi evin kapısına yeni gelmiş olmamda bu topallığın bir sonucuydu. Şikayetçi miydim? Evet. Canım da yanıyordu üstelik. Kürşad ağabeyimi geri çevirdiğim için pişman olmaya başlamışken büyük odanın kapısında Altan belirmiş, gözüme beyaz atlı prens gibi gelen sevgili kuzenim bana doğru atılmıştı. Ben, ağrıdan sızlayan bedenimi taşımamda yardımcı olacak diye fazlaca masum hayallere kapılırken kollarımı sevgiyle ona uzatmışsamda o Altan'lığını yapmıştı. Kollarını her iki yana açmış, hiç utanmadan karga sesiyle bana doğru bağırmaya başlamıştı.
" Seni gidi topal, bu gecede... "
Gerisini duymamıştım. Zira bedenim aldığı hıyanet, dalalet ve acımasızlığın kokusuyla adeta bir hayatta kalma mücadelesi vermeye başlamıştı. Kalbim acıyla teklediğinde yutkunup sağa sola baktım. Kimsenin olmadığına kanaat getirdiğimde derin bir nefes alıp olanca gücümle karşımdaki hainin suratına tükürüverdim. Kendimi garip bir şekilde Titanik filminin yıldızı olan o kadın gibi hissetmiştim. Tek farkımız - onun gemide olması dışında - kadın tükürürken yanında olan adamın dünyanın kibarlık abidesi Leonardo DiCaprio, benim yanımdakinin ise hıyanet suçlusu Altan Bozkurt olmasıydı. Elbette o kadının yeşil gözleri, albenili vücudu, işveli duruşu, ilgi çekici tavırları ve mükemmel yüzü de benden biraz farklıydı.
"Ne yapıyorsun kızılay? O nasıl bir tükürmektir Allah aşkına? Hakkâri'nin ortasında sellere, tufanlara tutuldum zannettim. "
Cümlelere bak. Hayır, sen büyük bir beyin tutulması yaşıyorsun önce ona bak. Tufana tutulmayı bir bırakta.
" Altan seni döverim. Yumruklarım seni çocuk! Sen ne rezil bir kuzensin ya? Gaziyim ben, gazi! Utanmaz. Çekil şuradan. Gözüm görmesin seni. "
Sert sesime rağmen bağırmamaya özen gösterdim. Rezil olmak en son isteyeceğim şeydi. Üstelik bu kadar kalabalık olduğu evde bir hemşire olarak rezil olmak, hiç istemediğim bir şeydi.
" Kızılaycığım neden öyle diyorsun? Kalbim kırılıyor. "
Elleriyle kalp yapıp ikiye ayırdığında gözlerimi sıkı sıkı yumup sakinleşmeyi denedim.
" Altan şu anda kafanı kemirmek istiyorum çocuk! Çıldırttın beni. Usandım artık. "
Güldü. Ardından da hiçbir şey olmamış gibi odaya doğru ilerlemeye başladı. Ben tam 'bu kıt beyinli beni rezil etmeden defoldu' diye sevinecekken odada oturan Alparslan ile göz göze geldik. Sadece o mu? Batur, ağabeyim, Kürşad ağabey, Altay, İlteriş Karabey ve adını bilmediğim bir adam daha Altan ve bana bakarak gülüyordu. Duymuşlardı işte. Duydukları Altan özürlüsünün selasıydı aslında. Onu öldürecektim. Ama önce Alparslan'ın neden bu kadar sırıttığını anlamam gerekiyordu. Bir terbiyesiz tarafından alaya alınmam ne kadar komik olabilirdi ki?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro