Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

24.Bölüm KAÇ DAMLA GÖZYAŞINA SIĞDIRAYIM SENİ?

VALLAHİ BU BÖLÜME DE YORUM YAPMAZSANIZ... HADİ YAPIN DA MUTLU OLAYIM. KOCAMAN ÖPTÜM 😘 +60 VOTEDE BÖLÜM GELİR 💙 YUKARIDAKİ ŞARKIYLA DİNLEYİN.

Elleri titremeye başlarken ne yapacağını bilemez bir halde kaldı olduğu yerde. Beyni olanları algılamaya çalışırken ona garip bir oyun oynayarak sürekli olarak genç adamın ismini sayıklamaya başlamış, kalbi takıntılı bir hasta gibi aynı ritimde can yakan sıvıyı damarlarında özgürlüğüne bırakmıştı. Nefes alamıyordu. Saniyeler içerisinde içindeki o kısık ses yükseldi ve acı bir çığlığın sessizliğine büründü ki bunu yaparken hiçbir şeyi olmayan bir meczupa benziyordu.

Alparslan vurulmuş! Alparslan vurulmuş! ALPARSLAN VURULMUŞ!

Tekrar ve tekrar, tekrar, tekrar... Bozulmuş bir teybin içinde boşa dönen bir kaset gibi tıpkı. Anlamsızca, üst üste ve bıkmadan aynı cümle.

Alparslan vurulmuş!

Daha sabah yanında olan ancak aptallığına söz geçiremeyip kendi elleriyle kovduğu adam. Alparslan. Bir damla gözyaşına sığdırdığı ama koskoca kalbine sığdıramadığı o adam.

"Komutan Bey, "

"Dolunay Hanım, "

Gülümsedi Alparslan. Genç kızın kendisine böyle seslenmesine o kadar çok alışmıştı ki...

" Babama gidemiyorum. "

Kaşları çatıldı. Dolunay'ın gözünden bir damla yaş yavaşça dudaklarına doğru süzüldü ancak komutan konuşamadı.

" Alparslan, babam beni almıyor. "

Derin bir hıçkırık sardı helikopteri. Adamın kalbi sızladı, mavi gözleri tekrar doldu. Batur'a attığı kısa bakış genç adamın da kendisinden bir farkı olmadığını görmesine yetmişti. Üstelik onun tüm dikkati Dolunay'daydı. Alparslan, onların sevgili olabileceği düşüncesini beyninin ücra köşelerinde hissetti. İki genç insanın birlikte olmasında bir sıkıntı yoktu.

Kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı, bakışları keskinleşti. Ve kendini genç kızı göğsüne doğru çekerken buldu. Ne yapıyordu böyle? Düşündükleri ve yaptıkları çok tezattı.

" Alparslan,"

Kızın yüzüne doğru eğildi ve kulağına usulca fısıldadı. Güç vermek ister gibiydi sesi.

"Babana gitmene izin veremem, Dolunay. "

Ama Dolunay onun gitmesine izin vermişti. Üstelik onu öyle bir uğurlamıştı ki giderken aşk bir köşeye sinip gözyaşları ile izlemişti olanları. Kırılmıştı Alparslan. Ki her seven kırılırdı sevdiğine. Belki de Dolunay onu kovmasaydı hiçbiri olmayacaktı.

Alparslan vuruldu!

" Ben geceleri çok sevmem. Nereden ne çıkacağını kestiremiyor insan. Ay da güneş kadar aydınlatmaz yolları. Attığımız her adım Allah'a emanettir yani. Kısacası güneş en yakın arkadaşın oluyor askerdeyken. "

Gülümsedi ama dudakları çok genişlemedi. Bakışları yatakta yarı cansız yatan kıza takıldığında sessizce mırıldandı.

" Ama şimdi diyorum ki Ay, güneşten daha güzel. "

Bir anda içinden gelen bir dürtüyle kendini kapıdan dışarıya attı ki karanlık onu kollarıyla sarmakta gecikmedi. İzin veremezdi. Bir kez daha kaybedemezdi. Babasını vermişti zaten bu topraklara, birini daha veremezdi. Olmazdı. Dayanamazdı ki.

Koştu. Adımları taş yolda sarsılıyor, bedeni soğuğun da etkisiyle uyuşmaya başlıyor, çıplak ayakları acıyla sızlıyordu ama durmadı. Yetişmezse ona bir şey olacakmış gibi hissediyordu. Sanki onun yanına gidemezse Alparslan sonsuza kadar ondan gidecekti.

"Bu fular size ait. O gün için tekrar teşekkür ederim. Ayrıca bu künye Kore gazisi olan dedemin. Bana şans getirdiğine inanırım. Sanırım sizin benden çok şansa ihtiyacınız var. Ve bu arada söylemek isterim ki, bir asker olarak bir insanın gözlerinin kapalı olmasının herzaman uyuduğu anlamına gelmediğini biliyorum, Dolunay Hanım. "

Koştu.

Kalbi ağrıyordu şimdi. Katran karası gecenin bir hayali kör bıçakla kutsal sunakta acı çektire çektire kurban ettiğini hissetti. Bu kurbanın kanı genç kadının kalbine sızdı usul usul, bedeni çırpındı, çırpındıkça kan daha çok aktı, bir bedene dönüştü ve bu beden Dolunay'ın kulağına usulca fısıldadı.

Alparslan...

Gidecek miydi?

Alparslan eliyle Batur'u hafifçe(!)  kenara itekleyip kollarını beline doladığında kalbi ritmi bozulmuş bir şekilde atmaya başladı. Saniyeler içinde adamın kucağındaydı. Yüzünde zorlanma belirtisi aradı ancak yoktu. Batur'u es geçip merdivenlere doğru ilerledi. Yukarıya çıkana kadar Dolunay'a hiç bakmamıştı. Alparslan'ın kollarının bedeninde oluşturduğu sıcaklık hoşuna gidiyordu. Elini kaldırıp yavaşça adamın göğsüne koydu.

Oysa birinin gitmesi için önce gelmesi gerekmiyor muydu? Alparslan onun kalbine gelmişti ama henüz ömründe değildi. Onu uğurlayamazdı. Nefesi daraldı tekrar. Tam boğazının ortasına bir şey oturdu, ellerini kadının göğüs kafesinden içeriye acımasızca sokup kalbini avuçladı, sıktı, canını yaktı. Canı yandı Dolunay'ın. Kaybetmeye alışamıyordu insan işte.

"Dolunay, bekle! Nereye gidiyorsun? "

Arkadan birisi ona seslendi ama şimdi onu dinleyecek kadar güçlü hissetmiyordu. Tam o sırada çıplak ayakları sert bir şeye takıldı ve cansız bedeni hızla yere düştü.

" Tarafını seç! " diye mırıldandı Dolunay sahte bir ciddiyetle. Alparslan da genç kadını taklit edip ellerini geri çekti ve uzun uzun düşündü. Dakikalar sonra kadının yavaşça sağ eline uzanmış ve sıkı sıkı kavramıştı. Bu hareketi Dolunay'ı daha çok heyecanlandırırken bakışlarını ellerine çevirmişti. Elleri küçüktü. Ancak onun ellerinin yanında çok daha küçük kalmış, kendini küçük bir kız çocuğu gibi hissetmesine neden olmuştu. Dolunay da usulca onun elini kavradı. Bunu neden yaptığını da bilmiyordu ama yapmıştı.

"Seçtim. " diye mırıldandı.

Tekrar ayağa kalkmaya çalıştı ama ağrıyan bileğiyle olduğu yere tekrar düşmüş, karanlığın kollarından kurtulamamıştı. Uzaktan gelen silah sesleri şimdi biraz daha netti. Duyuyordu. Her birini tek tek duyuyordu.

" Alparslan! " diye bağırdı bir umut. Kimse ona cevap vermedi. Tekrar bağırdı ancak karşılığı yine büyük, keskin bir boşluktu. Gece bu sefer kör bıçağını Dolunay'ın boğazına dayadı ki bunu yaparken gülümsüyordu. Hangi katil kurbanını katlederken bu denli soğuk kanlı olabilirdi?

Peki ya her katil bir silahla mı öldürürdü kurbanını? Dolunay sözleriyle katletmemiş miydi Alparslan'ın gözündeki değerini?

Boğuk bir hıçkırık ağzından firar ederken göz yaşları ona memnuniyetle eşlik etti. Elleri toprağı kavradı.

"Olmaz! " diye bağırdı. " Babamı verdim işte! Canımı verdim sana. Alparslan olmaz! Olmaz! "

" Dayanamam. "

Bir kurşun iki insanı vurabilir miydi peki? Hem de farklı yerlerde olan iki insanı? Vuramazdı elbet. Öyleyse neden yanıyordu canı? Cayır cayır yanıyordu canı. Boğazında kör bir bıçakla, gecenin kollarında kurban olmayı bekliyordu ki onu öldürecek olan Dolunay'ın ışığıyla aydınlattığı geceydi.

"Konuşalım. "

Üşümeye başladığında hırkasına daha sıkı sarıldı. Kalbi nedensizce hızlı atıyordu. Aslında pek fazla nedensiz sayılmazdı. Uzun bir süredir ne zaman Alparslan'ı görse, sesini duysa ya da adı geçse, onun kalbi böyle hızlı atmaya başlıyordu. Başını camın pervazına yaslayıp gözlerini sımsıkı yumdu. Aklında beliren yine Alparslan'ın yüzüydü.

"Dolunay? "

Mavi gözleri, kumral saçları ve asla uzamasına izin vermediği, daha doğrusu veremediği sakallarının geride bıraktığı pürüzlü yüzü ve gamzeleri. Bir adamın hayali bile bir kadını heyecanlandırmaya yeter miydi?

" Efendim? "

" İyi ki aradın. "

Güldü. Ne güzel adamdı Alparslan. Bir adam vatan için savaşırda kötü olur muydu zaten? Olmazdı. Ama onun güzelliği daha bir farklıydı Dolunay'a göre. Kalbine dokunan daha ayrı şeyler vardı. Nefesini kesen, ellerinin titremesine neden olan... Bu neydi?

" Alparslan? "

" Efendim? "

" İyi ki döndün. "

Bedeni bir el tarafında kavrandığında bir kez daha bağırdı boşluğa doğru ama kimse cevap vermedi.

" Güzelim, gel. Eve gidelim. "

Sunay, kızın neden böyle yaptığını biliyordu. İlk gördüğü an anlamıştı ikisinin arasındaki o farklılığı, aptal değildi. Üstelik hayatı boyunca kaybetmenin en alasını yaşamış olan bu kızın bir keybedişe daha kalbinin dayanamayacağını adı gibi biliyordu.

"Abla, Alparslan vurulmuş. Alparslan vurulmuş. Alparslan!"

İnsan garipti. Kaybetmeye kıyamıyordu ama kendi elleriyle kaybediyordu. Seviyordu ama sevgisine sahip çıkmaya korkuyordu. Oysa ki bir nefeslik hayatın hiç bir anı kaybetmeye değmeyecek kadar kıymetliydi.

"Şş. Sakin ol. Kötü bir şey yoktur, olsa Altan söylerdi. Gel haydi. Karakolu arayıp haber alırız şimdi. "

Ve Dolunay bu kıymetli ömrünü gözünü bile kırpmadan onun için harcayabilirdi. Bu aşk mıydı? Öyleyse zordu! Çok zordu.

" Dolunay, sen en güzel yanılgısın. "

Ayağa kalktığında acıyla kavrulan bedenini umursamadı. Silah seslerinin keskinliğini hala şah damarının tam üzerinde hissediyordu. Eve gelene kadar sürekli arkasına bakmış, karanlık dışında bir şey görememiş ve ağlamıştı. Annesi onu görünce kızına doğru atılıp onu kucakladı.

"Ay, kızım. Ağlama annem. "

Dün bir damla gözyaşına sığdırdığı adamı şimdi kaç damla gözyaşına sığdıracaktı? Kaç damla gözyaşı alırdı içindeki acıyı?

Sunay evin kapısını kapatıp Dolunay'ı odaya getirdiğinde hızla telefonu kavramış, karakolu aramıştı ancak açan yoktu. Bir kez daha aradığında hattın diğer ucunda genç bir adamın telaşlı sesi duyuldu.

"İyi akşamlar, kolay gelsin. Ben Sunay Zaloğlu. Yiğit Zaloğlu'nun kuzeniyim. Kendisi oradaysa görüşebilir miyim? "

Bakışlarını kuzenine çevirdiğinde genç kadının annesine sarılmış ağlarken gördü. Üstü başı toprak olmuş, ayak bileği şişmiş ve ayakları kan içinde kalmıştı ama biliyordu ki bunların hiçbiri onun canını yakamazdı.

" Yiğit Komutanım şuan müsait değil. Kendisine aradığınızı ileteceğim. "

" Peki Üsteğmen Alparslan? "

Yutkundu. Alacağı cevaptan korkuyordu ki onu asıl korkutan alacağı cevap değil, Dolunay'dı.

" Kendisi de burada değil. "

" Ben çatışma olduğunu duydum. Şehidimiz var mı? "

Bunu odadan yavaşça uzaklaşıp kısık sesle sormuştu. Ancak oradakilerin onu duyduğunun farkındaydı. Sadece böyle yaparsa acı sondan kaçabilecekmiş gibi hissetmişti. Hattın diğer ucunda askerin sıkıntılı sesini işitti.

" Bu konuda şuan bir bilgi veremem. Yiğit komutanıma aradığınızı söyleyeceğim. İyi akşamlar. "

Telefon suratına kapanırken gözlerini sımsıkı yumup sakinleşmeye çalıştı ama mümkün değildi. Elleri titriyor, kuzeninin acı çığlıkları ruhunu rahatsız ediyordu. Derin bir nefes alıp Altan'ın numarasını tuşlayıp kulağına götürdü.

Aradığınız numaraya şuan da ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Başını çevirip annesinin kucağında ağlayan Dolunay'a baktı. O denli çaresiz görünüyordu ki...

"Hala? "

Metin Oktay elleriyle gözlerini ovarken şaşkın bakışları iki halası arasında gidip geldi. Onu fark eden Sunay hızla kucaklayıp odadan çıkardı.

" Efendim halacığım? "

" Dolunay halam neden ağlıyor? "

"Kabus görmüş kuzum. Ondan ağlıyor."

Öyle sayılırdı. Bu olanlar Dolunay için bir kabustan fazlası değildi, olamazdı. Kalbi acıyla kıvranırken başını annesinin boynundan kaldırıp ayağa kalktı. Duramıyordu. İçinde bitmek bilmeyen ve göz korkutan şimşeklerin aydınlattığı bir yağmur vardı. Yağıyor, kadının kalbini parçalara ayırıyor, bu parçaların arasına hiç çekinmeden korku filizlerini ekiyordu.

Dolunay hızla odasına geçip yatağın üzerinde duran telefonunu eline aldı ama hala yanıp sönen ışığı dün bakmaya cesaret edemediği mesajların varlığını ona hatırlatarak canını daha çok yaktı. Üstelik bu mesajların hepsi Alparslan'ın attığı mesajlardı. Hepsi cevapsız bırakılmış ve şimdi kaybetme korkusunun ağırlığıyla bir volkan gibi yanmaya başlamıştı. Cesaret edebilse bakardı onlara. Cesaret edebilse şimdi çıkıp gider, adamın boynuna atlardı ama o cesaret genç kadının kalbine hiç uğramamıştı. Bu yüzden telefonun kilidini açıp Batur'un numarasını tuşlarken onlara bakmadı.

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Derin bir nefes almaya çalıştı. Bedeni yatağın üzerine düşerken hıçkırıkları odayı esir almış, gözyaşları kalbindeki yağmurun da etkisiyle artmıştı. Odada yanlızdı. Kimsenin onun yanına gelmeyeceğini biliyordu çünkü ağlarken yalnız kalmayı tercih edenlerdendi. Oysa ki Alparslan şuan yanında olsa ve gözyaşlarını görse asla itiraz edemeyecek bir haldeydi.

Dakikalar sonra hıçkırıkları kesildiğinde artık odada yanlız değildi. Tam karşısında duran aynada kendi benliğiyle yüzleşmişti.

Neden aptalca bir neden için onu üzdün?

Sabah olana kadar kalbiyle benliği onu ağır bir sorguya çekti, soru basit ve tekti. Ancak öyle zordu ki saatler geçse bile bu soruyu cevaplayamadı. Şimdi aynadaki benliği çok daha yıkılmış duruyordu. Şişen gözaltıları morarmış, burnu kırmızılaşmış ve dudakları şişmişti. Kaybetme korkusunun ağırlığıyla kavrulan bedeni ölümün can yakan çehresinin hamallığını yapıyordu.

Korkmaktan korkar hale gelmişti.

Babası gittikten sonra ağabeyine bir şey olacak diye kormaktan korkuyordu. Altan ve Altay polis olunca onlara zarar gelecek diye korkmaktan korkmaya başlamıştı. Kürşad ağabeyi her uçuşa gittiğinde korkmaktan korkardı. Şimdi Alparslan vardı ama içlerinden birisini ödüllendirmek gerekirse sonuncu açık ara öndeydi. Çünkü Allah insanları yaratırken bir kadın ve bir erkekten yaratmış, ruhlarını görünmez altın bir şeritle bir birine bağlamıştı.

Kapının sesiyle aynayla olan bakışmasına son verip ayağa kalkmaya çalıştı ancak dün gece taşların parçaladığı ayakları şişmişti. Üstelik ayak bileğinin tam iyileşirken tekrar çatladığını anlamayacak kadar aptal değildi. Kurumuş kanın sarmaladığı ayaklarına inat kalktı, kapıyı açtı. Yorgun bedeniyle içeriye süzülen Altan'ı gördüğünde bir an kalbi yerinden çıkacak sandı ama uzvu hala yerindeydi.

Sunay ondan önce davranıp kuzenini kucakladı ve herkesin sormak istediği ancak sormaya çekindiği o soruyu sordu. Cevabı can yakacaktı belki ama belirsizlik çok daha ağırdı.

"Neler oldu? Şehit ya da gazimiz var mı? Üsteğmen nasıl? "

Altan belindeki tabancayı çıkarıp yerine bırakırken üzerindeki toz toprağa bulanmış kabanı çıkarıyordu. Saçları dağılmış, yüzünde bazı yerler çizilmişti.

" Allaha şükür kimseye bir şey olmadı. Şehidimiz yok. Üsteğmen de iyi, merak etmeyin. Kurşun sıyırmış sadece. Batur vuruldu deyince ben de korktum ama merak etmeyin. Şimdi izin verirseniz kıyamete kadar uyumak istiyorum. "  Biraz durdu. "Beni uyandıranın gözü çıksın. Tü töbe sayılmaz. Zaten kıyamet gelince rabbim uyandırır. Haydi."

Ardına bile bakmadan ortadan kaybolduğunda Dolunay tekrar odasına girip kapıyı arkasından kapattı ve yatağın üzerinde bekleyen telefonu eline aldığı gibi Alparslan'ın numarasını tuşladı. Kalbindeki ağırlık sanki bir anda yok olmuştu. Üstelik kalbindeki şimşekleri yerlerini gökkuşağına bıraktığına yemin edebilecek bir haldeydi. Geride sadece pişmanlık kalmıştı ama ona bir şey olmaması şuan için genç kadının önceliğiydi.

"Dolunay? "

Adamın yorgun sesiyle dakikalar önce yüzünde beliren gülümseme soldu, yerini tekrar hıçkırıklara bıraktı. Daha birkaç saat önce korkuyla kavrulan bedeni şimdi mutluluk gözyaşları döküyordu.

" Alparslan, iyi misin? "

Kendini yatağına atarken gözlerini sildi.

" İyiyim. Neden ağlıyorsun? "

" Altan dün senin vurulduğunu, yani vurulmuş olabileceğini... " Durdu. Kelimeleri bir araya getirmek ne kadar da zordu. " Alparslan özür dilerim. Sana çok kötü davrandım ama isteyerek değildi. Yemin ederim. Ben gideceksin diye çok korktum. Babam gibi sende gideceksin diye çok korktum. "

" Güzelim biliyorum. Hem kızmadım ben sana. Üstelik hiçbir şeyim yok. Ağlama artık. "

Sözleri yumuşaktı. Alparslan ona nasıl kızsındı? Dolunay'ın yaşadıklarını bile bile ona nasıl kızabilirdi? Bir şehit emaneti değil miydi Dolunay? Üstelik çok daha fazlası bile olabilirdi.

" Ben koştum sana. Ama gelemedim. Hem, ben sana bir şey söyleyeceğim. "

Burnunu çekti. Ağlamaktan gözleri ağrımaya başlamıştı.

" Ne söyleyeceksin bakalım? Dünki gibi şeylerse şuan zamanı değil gibi geliyor bana. "

" Hayır tabikii. Sadece... Alparslan beni gerçekten çocuk olarak mı görüyorsun? "

Uslanmayacaktı. Öyle ki Alparslan önce gözlerini devirmişti ancak hemen sonra mutlulukla gülümsemişti. Uzandığı tavanı izlerken askerlerden birisi kısa bir an içeriye girmiş, adamın ifadesinin sertleşmesine neden olmuştu. Harbiyede öğrendiği üç temel konu vardı.

Birincisi, herkesten ve her şeyden çok vatanı sevmekti ki o üniformayı üzerine geçirdiğinde bunun aksi mümkün olamazdı. Sadece vatana aşık olabilir, ancak vatan kokan bir kadını sevebilirdi. Tıpkı tüm harbiyelilere şehit emaneti olan Dolunay gibi.

İkincisi, eğitimde merhametin vatana ihanet olduğu kısımdı ki bu en katı kuraldı. Bir asker ciddi olmalıydı. Vatanı temsil ederken laubalilik yapamaz, yaptığı an şanlı üniformanın gururunu taşıyamazdı.

Üçüncüsü ise ast, üst ilişkisiydi. Ne kadar yakın olurlarsa olsunlar bir asker kendinden üstüne saygı duymalıydı.

Asker çıktığında konuştu.

" Dolunay, gerçekten mi? "

" Soruma cevap verir misin? "

"Yalnız ben vuruldum biliyorsun değil mi? Aa! Yaram ağrıyor güzelim."

Nasıl diyecekti onu çocuk olarak gördüğünü? Öyleydi oysa. Dolunay küçük bir kız çocuğundan ötesi değildi ama bu küçük kız, adamın kalbinde epey büyük bir yer edinmişti. Alparslan sahte bir acıyla inledi ve Dolunay'ın tepkisini bekledi ki beklediği tepki gecikmemişti.

"Ay! Hareket etme sakın. Altan sıyırdı demişti ama. İyi misin şimdi? Hala ağrıyor mu? Geleyim mi? Geleyim! Ama neredesin ki? Hepsi benim suçum. Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim... "

" Bence de gelmen lazım. Çok haklısın. "

Dolunay oturduğu yerden kalktı ama adamın kendisiyle alay ettiğini anladığında tekrar yerine oturmuştu.

" Komik mi, komutan bey? "

" Bence komik, hemşire hanım. "

Dolunay biraz bekledi tekrar. Söyleyip söylememek arasında gidip geldiği cümle dilinden döküldüğünde elini hızla ağzına bastırdı ancak çok geçti.

" Seni seviyorum, Alparslan. " deyivermişti. Kafayı yemiş hissediyordu. Öyle olmalıydı! Yoksa neden böyle bir şeyi çat diye telefondan söylesindi?

" Sanırım sarılmamız gereken bir konu var, Dolunay. Çünkü bende seni seviyorum. "

Ve Alparslan da kafayı yemişti.

...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro