Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

27. Bölüm


Paris'e dönünce, Arabelle'le eskisinden daha içli dışlı olduk. Çok geçmeden her ikimiz de görgü yasalarını yıktık; o zamana dek ben isteyerek uyuyordum bu yasalara, bunlara sıkı bir biçimde uymak, Lady Dudley'in düştüğü durumu çevrenin bağışlamasını sağlıyordu çoğu zaman. Dış görünüşlerin ötesine sızmaktan hoşlanan kibar çevre, bu görünüşlerin sakladığı gizi öğrenir öğrenmez, yasal sayar bunları. Yüksek çevrenin göbeğinde yaşamak zorunda olan sevgililer, salonların hukukunun gerektirdiği engelleri devirmekle iyi etmeyeceklerdir; başkalarından çok, kendileri söz konusudur. Aşılacak uzaklıklar, dışarıya karşı gösterilecek saygı, oynanacak güldürüler, daha da karanlıklaştırılacak gizemler, mutlu aşkın bütün bu tragedyası yaşam boşluğunu doldurur, isteği yeniler ve yüreğimizi alışkanlığın gevşemelerinden korur. Ama temelden savruk olan ilk tutkular da, tıpkı gençler gibi, ormanlarında hangi ağacın kesilip hangisinin bırakılması gerektiğini araştıracak yerde, hepsini kökünden keserler. Arabelle, bu burjuva görüşlerini benimsemiyordu, beni hoşnut etmek için boyun eğmişti bunlara; avını elinden kaçırmamak için önceden işaretleyen cellat gibi, sposo'su durumuna gelmem için bütün Paris'in gözleri önünde güç duruma düşürmek istiyordu beni. Bu yüzden, beni evinde alıkoymak için şuhluklarını kullandı, çünkü, kanıtsızlık yüzünden, ancak yelpaze altından fısıldaşmaları destekleyen kibar rezaletinden memnun değildi. Durumumu açıkça ortaya koyan önlemsizliklerde bulundukça çok mutlu olduğunu görür de aşkına nasıl inanmazdım?

Yasal olmayan bir evliliğin hazlarına gömüldükten sonra, bir umutsuzluktur sardı içimi, yaşamımı nicedir benimsediğim görüşlere ve Henriette'in salık verdiği şeylere aykırı bir yönde durmuş görüyordum. O zaman, sonunun geldiğini sezerek, soluğunun gürültüsü dinlenmesini isteyen, bir veremliyi saran bir tür kızgınlık içinde yaşadım. Yüreğimin acı çekmeden çekilemeyeceğim bir köşesi vardı; bir öç iblisi aklıma geliştirmeyi bir türlü göze alamadığım düşünceler getiriyordu durmadan. Henriette'e yazdığım mektuplar bu ruhsal hastalığı anlatıyor ve ona sonsuz bir acı veriyorlardı. "Yitirilen bunca gömüye karşılık, hiç değilse mutlu olayım istiyordu!" Aldığım tek yanıtta böyle demişti. Ve ben, mutlu değildim! Sevgili Natalie, mutluluk mutlaktır, karşılaştırmaya gelmez. İlk ateşim geçince, ister istemez bu iki kadını birbirleriyle karşılaştırdım; aralarındaki karşıtlığı o zamana dek inceleyememiştim. Gerçekten de, her büyük tutku kişiliğimiz üzerine öyle ağır bir biçimde çöker ki, ilkin keskin yanlarını geriye iter, kusurlarımızı ya da üstünlüklerimizi oluşturan alışkanlıkların açtığı izleri doldurur; ama sonradan, birbirlerine iyice alışmış iki sevgilide, ruhsal varlığın çizgileri yeniden belirir, o zaman her ikisi de karşılıklı olarak birbirlerini yargılarlar, çoğu zaman, kişiliğin tutku karşısındaki bu tepkisi boyunca, her şeyin yüzeyinde kalan insanların yüreğimizi tutarsızlıkla suçlamak için bir silah gibi sarıldıkları ayrılmaları hazırlayan soğukluk duyguları çıkar ortaya. Bu dönem de başladı işte. Çekici yanları eskisi gibi gözlerimi kör etmiyordu, zevkimi bütün ayrıntılarıyla gözden geçirerek bir incelemeye giriştim, bu inceleme, belki hiç de istemememe karşın, Lady Dudley'in zararına oldu.

İlkin, Fransız kadınını bütün kadınlar arasında belli eden, yaşamlarındaki rastlantıların yardımıyla her ülkenin sevme biçimlerini denemiş insanların düşüncesine göre, sevilmesini daha hoş kılan zekâ konusunda yaya kaldığını gördüm. Bir Fransız kadını sevdiği zaman, değişir; bunca övülen şuhluğunu, aşkını süslemekte kullanır; öylesine tehlikeli olan boş gururunu bırakır, kendisini sevgisine adamaya kalkar. Sevgilisinin çıkarlarıyla, kinleriyle, dostluklarıyla kaynaşır; işadamının deneyimle edindiği incelikleri o bir gün içinde ediniverir. Yasayı inceler, kredi mekanizmasını anlar, bir bankerin kasasını boşaltıverir, şaşkındır, müsriftir, ama bir tek yanlışlığa düşmeyecek, bir tek lirayı sokağa atmayacaktır; aynı zamanda hem anne, dadı, hekim olur, hem de bütün değişmelerine en ufak ayrıntılarında bile sonsuz bir aşk belirten bir mutluluk güzelliği verir; değişik ülkelerin kadınlarına özgü olan, onları yükselten nitelikleri kendinde toplar, aklıyla birlik sağlar, bu karışık niteliklere, her şeye canlılık veren, her şeyi sağlayan, doğrulayan, çeşitlendiren, bir tek eylemin ilk zamanına dayanan bir duygunun tekdüzeliğini yıkan Fransız mayasını katar bunlara. Fransız kadını kalabalık içinde de olsa, yalnız da olsa, her zaman, her dakika, durmadan, bıkmadan sever; kalabalık içinde yalnız bir kulakta çınlayan bir ses bulur, susmasıyla da konuşur, gözlerini önüne dikerken de bakmasını bilir; içinde bulunduğu durum konuşmasını, bakmasını yasak ediyorsa, ayağının iz bıraktığı kumdan yararlanacak, üzerine bir düşünceyi yazacaktır; tutkusunu belirten yalnız odur; kısacası, aşkı karşısında dünyayı dize getirir.

İngiliz kadını, tersine, aşkına dünya karşısında boyun eğdirtir. Eğitiminin sonucu olarak, o buz gibi alışkanlığı, size sözünü ettiğim o öylesine bencil İngiliz davranışını sürdürmeye alışmıştır, yüreğini bir İngiliz makinesi kolaylığıyla açıp kapar. Duygusuzca takıp çıkardığı, anlaşılmaz bir maskesi vardır; bütün gözlerden uzak olunca, bir İtalyan kadını gibi tutkulu olmakla birlikte, insanlar araya girer girmez soğuk bir saygınlık havası takınır. O zaman en çok sevilen erkek, yüzün derin kımıltısızlığını, sesin durgunluğunu, odasından çıkmış İngiliz kadınına özgü, kusursuz serbestliği görünce, saltanatından kuşkuya düşer. Bu sırada, ikiyüzlülük ilgisizliğe dek varır, İngiliz kadını her şeyi unutmuştur. Hiç kuşkusuz, aşkını bir giysi gibi sırtından atmasını bilen kadın, onu değiştirebileceği inancını da uyandırır. Bir kadının aşkı bir elişi gibi ele aldığını, ona ara verdiğini, sonra yine başladığını görerek kırılmış onurun yol açtığı gönül dalgaları ne fırtınalar yaratmaz! Bu kadınlar iyice sizin olamayacak ölçüde istemlidirler; çevreye o denli önem verirler ki, saltanatınızın tam olması olanaksızdır. Fransız kadınının hastayı bir bakışta avuttuğu, kimi güzel alaylarla konuklara karşı öfkesini belli ettiği yerde, İngiliz kadınlarının sessizliği mutlaktır, ruhu kızdırır, aklı alaya alır. Bu kadınlar, olur olmaz durumlarda öyle sürekli biçimde kurum satarlar ki, çokları için, fashion'ın her şeyi yapabilirliği zevklerini bile etki alanı içine alır. Ar duygusunda aşırılığa kaçan, aşkta da aşırılığa kaçar, İngiliz kadınları böyledir; her şeyi biçime koyarlar, ama biçim aşkı onlarda sanat duygusunu doğurmaz: Ne derlerse desinler, Fransız kadınlarının ruhuna, İngiliz kadınlarının akılca tartılmış, hesaplanmış aşkı karşısında bunca üstünlük sağlayan farklar Protestanlık ve Katoliklik karşıtlığıyla açıklanır. Protestanlık kuşku duyar, inceler, inançları öldürür, öyleyse sanatın ve aşkın ölümüdür.

Kibar çevrenin buyurduğu yerde, kibar çevre insanları boyun eğmelidir; ama tutkulu insanlar hemen kaçarlar ondan, böylesi onlar için katlanılmaz bir şeydir. Lady Dudley'in kibar çevreden hiç de vazgeçemeyeceğini, İngiliz değişkenliğine onun da alışkın olduğunu görünce, onurum ne denli sarsıldı, anlarsınız artık: Bir özveri değildi çevrenin ondan istediği; hayır, ister istemez, birbirine düşman iki biçim altında gösteriyordu kendini; sevdi mi sarhoşlukla seviyordu; hiçbir ülkenin hiçbir kadını onunla karşılaştırılamazdı, bütün bir saraya bedeldi; ama bu peri oyunu üzerine perde indi mi, anısını bile kovuyordu onun. Ne bir bakışa karşılık veriyordu ne bir gülümsemeye; ne sultan ne de köleydi, tümcelerini ve dirseklerini daha düzgün bir duruma getirmek zorunda olan bir elçi karısı gibiydi, sakinliğiyle tepesini attırtıyordu insanın; ar duygusuyla gönlü yaralıyordu; böylece, aşkı coşkunluğun etkisiyle bir ülkü durumuna yükseltecek yerde, bir gereksinim düzeyine dek indiriyordu. Ne korku ne pişmanlık ne istek belirtiyordu; ama, sevgisi birdenbire yakılmış iki ateş gibi yükseliveriyor, eski önlemini yerden yere vurur gibi oluyordu. Bu iki kadından hangisine inanacaktım?

O zaman binlerce iğnelenmeyle Henriette'i Arabelle' den ayıran sonsuz farkları sezdim. Madam de Mortsauf bir an için benden ayrıldı mı havayı kendinden söz etmekle görevlendirir gibi olurdu; o gidince, giysisinin kıvrımlarının hışırtısı sevinçle kulağıma gelir, o dönünce de bu kıvrımlar, gözlerime seslenirdi; gözlerini yere dikişinde sonsuz sevgiler vardı; sesi, o ezgili ses, sürekli bir okşayıştı; konuşmaları değişmez bir düşünceye tanıklık eder, hep kendi kendine benzerdi; ruhumu biri ateşli, öbürü buz gibi iki havaya bölmezdi; sonra Madam de Mortsauf aklını ve düşüncesinin özünü, duygularını belirtmeye ayırmıştı, çocuklarının ve benim yanımda, düşünceleriyle çekici olurdu. Ama Arabelle'in aklı, yaşamı sevimli kılmasına yardımcı olmuyordu, benim yararıma kullanmıyordu bu aklı, yalnız çevreyle, yalnız çevre için vardı. Arabelle yalnız alaycıydı; parçalamayı, ısırmayı seviyordu, eğlenmek için değil, bir açlığı gidermek için. Madam de Mortsauf mutluluğunu bütün gözlerden saklardı, Lady Arabelle kendi mutluluğunu bütün Paris'e göstermek istiyor, bir yandan da, korkunç bir yüz buruşturmayla saygının sınırları içinde kalıyordu. Bu gösteriş ve onur, aşk ve soğukluk karışımı, hem arı, hem tutkulu ruhumu sürekli olarak yaralıyordu; böyle bir ısıdan bir başka ısıya geçmesini bilmediğim için de bir huzursuzluktur kaplıyordu içimi; o alışkın olduğu onur perdesine yeniden büründüğü zaman, benim aşk çarpıntılarım dinmemiş oluyordu.

Kılı kırk yaran bir dikkatle de olsa, dert yanmaya kalktığım zaman, üç oklu dilini bana yöneltti, tutkusunun palavralarını size anlatmaya çalıştığım şu İngiliz şakalarıyla karıştırdı. Benimle uyuşmazlık duruma düşer düşmez, yüreğimi incitip aklımı alçaltmayı bir oyun durumuna getiriyor, beni bir hamur gibi evirip çeviriyordu. Her konuda gösterilmesi gereken ılımlılık üzerindeki düşüncelerime, görüşlerimin en son çizgisine getirilmiş karikatürüyle karşılık veriyordu. Davranışından dolayı serzenişte bulunduğum zaman, beni İtalyan bulvarında, bütün Paris'in önünde öpmesini mi istediğimi soruyordu; öyle kararlı hazırlıklara girişiyordu ki, kendinden söz ettirmekten çok hoşlandığını bildiğim için, sözünü yerine getirecek, diye korkudan titriyordum. Gerçek tutkusuna karşın, Henriette'in içine kapanık, temiz, derin yanlarının hiçbirini bulamıyordum onda: Kumlu bir toprak gibi hep susuzdu, doymuyordu. Madam de Mortsauf hep güvenliydi, bir sözcüğün üzerine basılmasından ya da bir bakıştan ruhumun içini sezerdi, oysa Markiz, hiçbir zaman bir bakışla, bir el sıkışla, bir tatlı sözle etkilenmiyordu. Dahası var! Dünün mutluluğu ertesi gün hiçbir şey değildi; hiçbir aşk kanıtı onu şaşırtmıyordu; öyle büyük bir devinim, bir gürültü, bir patırtı isteği duyuyordu ki, hiç kuşkusuz bu alanda onun amaçladığı güzele hiçbir şey erişemiyor, azgın aşk çabaları da bundan ileri geliyordu; abartmalı oyunlarında hep kendini düşünüyordu, beni değil. Madam de Mortsauf'un o mektubu, hâlâ yaşamım üzerinde parlayan ışık, en erdemli kadınının, sürekli uyanıklığını, yükselmemi, başarıya ulaşmamın yollarını gördüğünü belli ederek Fransız kadınının dehasına uyma yeteneğini ortaya koyan bu ışık; evet, bu mektup size Henriette'in benim maddesel çıkarlarımla, politik bağıntılarımla, ruhsal fetihlerimle ne candan ilgilendiğini, yaşamımı yasal yanlarından nasıl bir ateşlilikle kucakladığını göstermiştir. Bütün bu noktalarda, Lady Dudley herhangi bir tanıdıktan daha dikkatli değildi. Bir kez olsun, işlerim, servetim, çalışmalarım, yaşamımdaki güçlükler, kinlerim, erkek dostlarım konusunda bilgi almaya kalkmadı. Cömert değildi, kendi kendisi için müsrifti, çıkarlarla aşkı biraz fazla ayırıyordu gerçekten de; oysa, Henriette, beni bir kederden uzak tutmak amacıyla, kendisi için aramayacağı şeyi benim için bulurdu. En yüksek ve zengin insanların bile başına gelebilecek –tarih yeterince tanıklık ediyor buna– mutsuzluklardan biriyle karşılaşsam, Henriette'e akıl danışırdım, ama Lady Dudley'e bir sözcük bile söylemektense, hapse gitmeyi yeğ tutardım.

Buraya değin, karşıtlık yalnız duygulara dayanıyor, ama başka konularda da böyleydi. Lüks, Fransa'da, insanın anlatımı, düşüncelerinin özel şiirinin belirtisidir, kişiliği anlatır, sevgililer arasında, çevremizde sevilen varlığın her şeyden üstün düşüncesini parıldatarak en ufak özenlere değer kazandırır; ama özenlerindeki inceliğe kapıldığım o İngiliz lüksü de mekanikti! Lady Dudley, kendinden hiçbir şey koymuyordu ona, başkalarının ürünüydü, satın alınmıştı. Clochegourde'un binlerce okşayıcı özeni, Arabelle'e göre, hizmetçilerin işiydi; her birinin kendi görevi, kendi uzmanlığı vardı. Sanki atlar söz konusuymuş gibi, en iyi uşakları seçmek başuşağının işiydi. Bu kadın adamlarına hiç bağlanmıyordu, en değerlisinin ölümü hiç mi hiç üzmezdi onu, parayla yerine aynı ölçüde becerikli bir başkası getirilebilirdi. Benzerlerine gelince; hiçbir zaman gözlerinde başkasının mutsuzlukları için bir damla gözyaşı görmedim, hatta gülümsemesi gereken bir bencil bönlüğü vardı. Yüksek hanımın kırmızı örtüleri tunçtan bir yaradılışı gizliyordu. Akşam halılar üzerinde yuvarlanan, âşıkça çılgınlığının bütün zillerini çınlatan güzelim Mısır köçeği, genç bir adamı çabucak duygusuz ve sert İngiliz kadınıyla uzlaştırıyordu; bunun için üzerine ektiklerim boşa giden, hiçbir zaman ürün vermeyecek olan toprağın altındaki süngertaşını buldum yavaş yavaş. Madam de Mortsauf kısacık karşılaşmasında bu yaradılışı birdenbire sezmişti; peygamberce sözlerini anımsadım. Henriette her şeyde haklı çıkmıştı, Arabelle'in aşkı benim için çekilmez oluyordu. O gün bu gün, iyi ata binen kadınların çoğunda sevginin kıt olduğunu anladım. Amazonlar gibi, onların da bir memeleri eksiktir, yürekleri, neresinde bilmem, bir yerinde sertleşmiştir.

Bu boyunduruğun ağırlığını duymaya başladığım, yorgunluğun bedenimi ve ruhumu sardığı, gerçek duygunun aşka verdiği bütün kutsallığı iyice anladığım, aradaki uzaklığa karşın bütün güllerin kokusunu, setin sıcaklığını içime çekerek, bülbüllerin türküsünü dinleyerek Clochegourde'un anılarıyla dolup taştığım anda, azalmış suları altında selin taşlık yatağını gördüğüm o korkunç anda, zorlu bir yumruk yedim, bu vuruş hâlâ çınlar yaşamımda, çünkü, her saat, bir yankı bulur. Kral'ın odasında çalışıyordum, saat dörtte çıkacaktı; Lenoncourt Dükü görevliydi; onun girdiğini görünce, Kral, Kontes'in nasıl olduğunu sordu; birdenbire fazlasıyla anlamlı bir biçimde başımı kaldırdım; bu davranış Kral'ı sarsmıştı, söylemesini çok iyi bildiği o sert sözlerinden önce gelen bakışla baktı bana.

"Efendimiz, zavallı kızım ölüyor," diye yanıtladı Dük.

Patlamak üzere olan öfkeye aldırmadan, gözlerimde yaşlarla, "Kralımız bana izin vermek yüceliğinde bulunurlar mı?" dedim.

Her sözcüğe bir taşlama koyuşuna gülümseyip nüktesi yararına beni azarlanmaktan kurtararak, "Koşun, My Lord," diye yanıtladı.

Babadan çok saray adamı olduğundan, Dük izin istedi, Kral'la birlikte gitmek üzere arabasına bindi. Lady Dudley'e hoşça kal, demeden yola çıktım, bereket versin ki, dışarı çıkmıştı, Kral'ın verdiği görevi yapmaya gittiğimi yazdım ona. Croix-de-Berny'de, Verrières' den dönen Majesteleri'yle karşılaştım. Sonradan ayakları dibine bırakıverdiği bir çiçek demetini kabul ederken, Kral o derinlikleriyle ezici, krallara yaraşır alaylarla dolu bir bakışla baktı bana. "Politikada bir şey olmak istersen, geri dön! Ölülerle uğraşarak zamanını yitirme!" der gibiydi. Dük eliyle hüzünlü bir işaret yaptı bana. Sekiz atlı, tantanalı iki araba, tepeden tırnağa sırmalı albaylar, topluluk ve toz kasırgaları, "Yaşasın Kral!" çığlığı içinde hızla geçtiler. Saray Madam de Mortsauf'un cesedini doğanın bizim mutsuzluklarımız karşısında gösterdiği duygusuzlukla çiğnemiş gibi geldi bana. Dük çok iyi bir adamdı, ama, Kral yattıktan sonra, Beyefendi'nin vist oyununda bulunacaktı kuşkusuz. Düşes'e gelince; ona, hem de yalnız kendisi, Lady Dudley'den söz etmekle kızına ilk yumruğu çoktan indirmişti.

Yolculuğum bir düş gibi hızlı geçti, ama batmış bir kumarcı düşü gibi; hiç haber almadığım için, umutsuzluk içindeydim. Günah çıkarıcı, sertliğini benim Clochegourde'a gelmemi yasaklayacak ölçüde ileri mi götürmüştü? Madeleine'i, Jacques'ı, Rahip Dominis'i, Mösyö de Mortsauf'a varıncaya dek herkesi suçluyordum. Tours'un ilerisinde, Poncher'ye giden, bilinmedik sevgilimin ardından koşarken hayran kaldığım, kavaklarla çevrili yola inmek için Saint-Sauveur köprülerinden geçince, Mösyö Origet'yle karşılaştım; benim Clochegourde'a gittiğimi anladı, ben de onun Clochegourde'dan döndüğünü anladım; her ikimiz de arabalarımızı durdurduk, indik, ben haber sormak için, o vermek için.

"Madam de Mortsauf nasıl?" dedim.

"Onu canlı bulacağınızdan kuşkuluyum," diye yanıtladı. "Korkunç bir ölümle, bir şey yiyememekten gelen zayıflıktan ölüyor. Geçen haziran ayında beni çağırttığı zaman, tıbbın gücü hastalıkla çarpışamazdı artık; kendisi de bunları duyduğunu sandığına göre, Mösyö de Mortsauf'un size hiç kuşkusuz anlattığı korkunç belirtiler vardı Kontes'te. Kontes o zaman, bir iç çarpışmadan ileri gelen, ama tıbbın yönlendirmesiyle daha iyi bir duruma neden olan bir düzensizliğin geçici etkisinde değildi, yarattığı düzensizliğin giderilmesine olanak bulunan, yeni bir bunalım da geçirmiyordu; hayır, hastalık bilimin çaresiz kaldığı noktaya gelmişti: Ölümcül bir yara nasıl bir hançer vuruşunun sonucuysa, bu da bir kederin düzelmez sonucu. Çalışması yaşama yürek gibi gerekli bir organın durmasından ileri gelmiş bu dert. Hançerin yaptığını keder yapmış. Hiç kuşkunuz olmasın, Madam de Mortsauf bilinmedik bir acıdan ölüyor."

"Bilinmedik mi?" dedim. "Çocukları hiç hastalanmadılar mı?"

Anlamlı bir havayla bana bakarak, "Hayır," dedi, "hem ağır biçimde hastalanalı beri Mösyö de Mortsauf da hiç rahatsız etmedi kendisini. Yararım yok artık, Azay'li Mösyö Deslandes yeter: Hiçbir ilaç yok, acıları da korkunç. Zengin, genç, güzel ol, sonra da açlıktan zayıflamış, kocamış olarak öl, öyle ya, açlıktan ölecek! Kırk günden beri, mide, kapanmış sanki, nasıl verilirse verilsin, her türlü yiyeceği geri atıyor."

Mösyö Origet, uzattığım eli sıktı, saygılı davranışıyla neredeyse kendisi istemişti elimi. Gözlerini göğe doğru kaldırarak, "Cesur olun, Mösyö!" dedi.

Tümcesi, eşit biçimde paylaşıldığına inandığı acılar karşısındaki acıma duygusunu belirtiyordu; yüreğime bir ok gibi saplanan sözlerindeki zehrin farkında bile değildi. Arabacıya beni zamanında yetiştirirse iyi bir ödül vereceğimi söyleyerek hemen arabaya bindim.

Sabırsızlığıma karşın, yolu birkaç dakikada aşmışım gibime geldi, ruhuma üşüşen acı düşüncelere gömülmüştüm alabildiğine! Kederden ölüyor, çocuklarıysa iyi! Demek benim yüzümden ölüyordu! Tehdit dolu bilincim bütün yaşamımda, bazı bazı yaşamın da ötesinde yankılanan şu suçlamalardan birinde bulundu. İnsan adaletinde bu ne zayıflık, bu ne güçsüzlüktü! Yalnız açık eylemlerin öcünü alıyor. Sizi birdenbire, cömertçe uykunuzda yakalayıp bir daha uyanmamasıya uyutan ya da can çekişmeden kurtararak habersizce vuran katil neden ölüm ve utanca yargılı olsun? Ruha damla damla zehir akıtan ve bedeni yok etmek amacıyla için için kemiren katile mutlu yaşam niçin, saygı niçin? Ne katiller vardı cezalandırılmadık! İnce günahlara karşı bu ne kibarlık! Ruhsal işkencelerle adam öldürenler nasıl temize çıkarılıyordu!

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro