Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

10. Bölüm


Kont'la arasındaki küçük bozuşma, beni oraya eskisinden de fazla yerleştirme sonucunu vermişti; her an, en ufak kuşku uyandırmadan gelebildim, yaşamımın geçmiş olayları beni alıp tırmanıcı bir bitki gibi sardılar bu güzel ruha, benim için bu ruhta paylaşılmış duyguların büyüleyici dünyası başladı.

Her saat, her gün, güven üzerine kurulmuş kardeşçe birliğimiz güçleniyordu, daha tutarlı oldu; ikimiz de durumlarımıza alışıyorduk; Kontes üzerime kanat geriyor, beni anaca bir aşkın ak örtüleriyle sarıyordu; benim aşkımsa, onun yanında meleğimsi, ondan uzakta kızgın demir gibi yakıcı ve susuz oluyordu; birbiri ardından isteğin binlerce okunu attıktan sonra, göğün aşılmaz yüksekliklerinde gözden yitiren bir çifte aşkla seviyordum.

Böyle genç, böyle ateşli isteklerle doluyken, neden platonik aşkın aykırı inançlarına bağlanıp kaldığımı sorarsanız, hep çocuklarının başına bir mutsuzluk gelmesinden korkan, hep kocasında bir patlama, bir fırtınalı huy değişimi bekleyen, Jacques'ın ya da Madeleine'in hastalığıyla dertli olmayınca, onun yumruğunu yiyen, kocası yatışıp da azıcık dinlenme fırsatı bırakınca, birinden birinin başucuna oturan bu kadını zorlamaya kalkmak için gerekli erkekliği o sıralarda içimde duymadığımı söyleyeceğim size. Fazla canlı bir söz varlığını sarsar, bir istek ona dokunurdu; onun içi, üstü örtülü aşk, sevgiyle karışık güç, kısacası kendisi başkaları için ne ise o olmak gerekirdi. Sonra, öylesine kadın olan, size nasıl söylesem bunu, bu durumda tatlı bitkinlikler, tanrısal gevşeklik anları, sessiz özveriler ardından gelen sevinçler vardı. Bilinci herkese geçen türdendi, yersel ödülü bulunmayan bağlılığı ısrarıyla kabul ettirtiyordu kendini; öbür erdemlerini birbirlerine bağlayan bu ateşli ve gizli dindarlık çevreye ruhsal bir buhur gibi etkiyordu. Sonra gençtim de! Varlığımı bir öpüşte, elinin üstüne kondurmama binde bir izin verdiği, belki de cinsel hazların başlangıç yeri saydığı avucuna bile kondurtmadığı öpüşte toplayacak ölçüde gençtim. İki ruh hiçbir zaman bundan daha ateşli bir biçimde kucaklaşmadıysa, benden de hiçbir zaman daha gözüpek, daha atak bir biçimde dizginlenmemiştir. Sonraları, bu dopdolu mutluluğun nedenini anladım. O yaşımda, hiçbir ilgi gönlümü oyalamıyordu, bir sel gibi taşan, her götürdüğünü yerle bir eden bu duygunun akışı içinden hiçbir hırs geçmiyordu. Evet, daha sonra, bir kadında kadını severiz; oysa ilk sevilen kadının her şeyini severiz: Çocukları bizim çocuklarımız, evi bizim evimiz, yararları bizim yararımız, dertleri en büyük dertlerimizdir; giysisini, eşyasını severiz; buğdaylarının hasara uğradığını görmek, kendi paramızı yitirmekten daha çok üzer bizi; şöminenin üzerindeki öteberilerimizi karıştıran konuğa homurdanmaya hazırızdır. Bu kutlu aşk bizi bir başkasında yaşatır, oysa daha sonra, ne yazık ki, kadından körpe duygularıyla bizim yoksullaşmış yeteneklerimizi zenginleştirmesini ister, böylece bir başka yaşamı kendimize çekeriz.

Çok geçmeden evin bir insanı oldum, yorgun beden için bir banyo neyse, dertli ruh için o olan şu sonsuz tatlılıkları ilk kez duydum; ruh o zaman bütün yüzeylerinde serinlemiş, en derin kıvrımlarında okşanmıştır. Beni anlayamazsınız, kadınsınız, burada bir benzerini de kendiniz almadan verdiğiniz bu mutluluk söz konusu. Yabancı bir evin ortasında, sevgilinin gözdesi, sevgisinin gizli merkezi olmanın tatlı zevkini bir erkek bilir yalnız: Köpekler arkanızdan havlamaz; hizmetçiler de köpekler gibi, üzerinizdeki gizli belirtileri tanır; hiçbir şeyleri bozulmamış olan, paylarının hiçbir zaman azalmayacağını, yaşamlarının ışığına iyiliğinizin dokunduğunu bilen çocuklarda ileriyi gören bir ruh vardır; sizin için kedi olurlar, tapılan ve tapan yaratıklara gösterilen zorbalığı gösterirler size, gizinizi saklar, suçsuz suç ortakları olurlar; ayaklarının ucuna basa basa yanınıza gelir, size gülümser, sonra da sessizce giderler. Her şey üzerinize titrer, her şey sizi sever, size gülümser. Gerçek tutkular, yetiştikleri topraklar ne denli nankörse, görülmeleri de o denli haz veren güzel çiçekler gibi görünür.

Ama, gönlüme göre akrabalar bulduğum bir ailenin insanı olmanın tatlı kazançlarını elde ettiysem, yüklerini de taşıdım. O zamana değin Mösyö de Mortsauf benim yanımda kendine bir çekidüzen vermişti; kusurlarını kütleleriyle görmüştüm yalnız, çok geçmeden bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkışlarını gördüm, bana günlük çarpışmalarını anlatırken Kontes'in ne soylu bir acıma örneği verdiğini anladım. O zaman bu çekilmez huyu bütün açılarından tanıdım: Hiç yüzünden durmamacasına bağırıp çağırmalarını, dışarıda hiçbir belirtisi bulunmayan ağrılardan dert yanışlarını, yaşamı solduran o doğuştan hoşnutsuzluğunu, kendisine her yıl yeni kurbanlar yedirtebilecek, sonu gelmez zorbalık gereksinimini işittim. Akşamları gezintiye çıktık mı, o nereye isterse oraya gidiyordu; ama, bu gezinti ne olursa olsun, her zaman sıkılıyor, eve dönünce de, yorgunluğunun suçunu başkalarına yüklüyordu; kendisi istememişti oraya gitmeyi, karısı onu gitmek istemediği yerlere götürmüş, böylece yorulmasına yol açmıştı; bizi kendi götürdüğünü unutarak yaşamın en ufak ayrıntılarında bile onun yönetimi altında olmaktan, kendi içinden gelen bir isteği de, bir düşüncesi de kalmadığından, evde bir sıfır olmaktan yakınıyordu. Sert çıkışları sessiz bir sabırla karşılaştı mı gücünün bir sınırı olduğunu anlayıp kızıyordu; sert bir dille, dinin kadınlara kocalarını hoşnut etmeyi buyurup buyurmadığını, çocuklarının babasını hor görmenin yakışık alıp almadığını soruyordu. En sonunda karısının zayıf bir teline dokunuyordu hep; bu teli titretince de, her şeyi egemenliği altında tutan bu saçmalıklardan özel bir zevk duyar gibi görünüyordu. Bazı bazı donuk bir sessizliğe, hastalıklı bir bitkinliğe başvuruyor, bunun üzerine karısı hemen korkuya kapılıyor, o da karısının yürek parçalayıcı bakımlarının tadını çıkarıyordu. Annelerin korkmalarına hiç kulak asmadan her dediklerini yaptırtan şu şımarık çocuklar gibi, Jacques ve Madeleine gibi nazlattırtıyordu kendini, çocuklarını kıskanıyordu. Yavaş yavaş, anladım ki, Kont, en önemli durumlarda olduğu gibi, en önemsizlerinde de, uşaklarına, çocuklarına, karısına, tavla oyununda bana davrandığı gibi davranıyordu.

Amerika ormanlarının sarmaşıkları gibi, bu ailenin devinmesini, soluk almasını engelleyen, ailenin gidişini hafif, ama sayısız iplerle sıkı sıkı saran, en zorunlu devinileri güçleştirerek servetin büyümesini geciktiren bu güçlükleri bütün kökler, bütün dallarıyla kavradığım zaman, hayranlık dolu bir dehşet duydum, bu da aşkımı dizginleyip yüreğime itti. Ben neydim, Tanrım? İçtiğim gözyaşları yüce bir sarhoşluğa benzer bir şey uyandırdı içimde, bu kadının acılarıyla kaynaşmakta mutluluk buldum. Eskiden, Kont'un zorbalığına cezasını ödeyen bir kaçakçı gibi boyun eğmiştim; bundan böyle, Henriette'e daha yakın olmak için, zorbanın vuruşlarına gönlümle sunuyordum kendimi. Kontes beni anladı, benim de yanında bir yer almama ses çıkarmadı, acılarını paylaşmama izin vermekle ödüllendirdi beni, bir zamanlar tövbekâr dönmenin, kardeşleriyle birlikte göğe uçmak dileğiyle Sirk'te ölmek lütfunu elde ettiği gibi.

Kont'un, çok sıcak bir günde sinekler gibi, her zamankinden daha iğneleyici, daha kırıcı, daha değişken olduğu bir akşam, Henriette bana, "Siz olmasanız, bu yaşam beni öldürürdü," dedi.

Kont yatmıştı. Henriette'le ben, akşam bir zaman, akasyalarımızın altında kaldık; çocuklar çevremizde, batan günün ışınları içinde oynuyorlardı. Ender olarak bir-iki söz ettiğimiz oluyor, bunlar da yalnızca ünlemlerden oluşuyordu, ortak acılarımızdan sonra bizi dinlendiren düşüncelerin karşılıklı olduklarını belirtiyorlardı bize. Sözcüklerin yokluğunda, sessizlik ruhlarımıza bağlılıkla hizmet ediyordu, ruhlarımız hiçbir engelle karşılaşmadan, ama öpüşle de çağrılmadan kaynaşıyordu; ikimiz de düşünceli bir uyuşukluğun güzelliklerinin tadını çıkarıyor, aynı düşün dalgalarına gömülüyor, birlikte ırmağa dalıyor, kıskançlık verecek ölçüde bütüncül bir biçimde, ama hiçbir yersel bağın yardımı olmadan birleşmiş iki superisi gibi serinlemiş olarak çıkıyorduk. Dipsiz bir uçuruma gidiyor, ellerimiz boş, bir bakışla birbirimize, "Bunca gün arasında bizim bir tek günümüz olmayacak mı?" diye sorarak yüzeye dönüyorduk. Şehvet köksüz bitmiş çiçekleri toplarken, et neden homurdanır?

Korkuluğun tuğlalarına o öyle yatıştırıcı, öyle duru turuncu renkler veren akşamın uyuşturucu şiirine karşın, bize çocukların haykırışlarını yumuşatıp getiren, durgunluğumuzu bozmayan, dinsel havaya karşın, istek, damarlarımda bir şenlik ateşinin belirtisi gibi, kıvrıla kıvrıla yürüdü. Üç aydan sonra, bana ayrılan payla yetinmemeye başlıyor, böylece beni yakan zengin duyguları aktarmaya çalışarak usul usul Henriette'in elini okşuyordum. Henriette yeniden Madam de Mortsauf oldu, elini çekti; birkaç damla yaş döküldü gözlerimden, bunları gördü, elini dudaklarıma götürerek ılık bir bakışla baktı bana.

"Bunun bana da gözyaşlarına mal olduğunu iyi bilin!" dedi. "Böylesine çok şey isteyen dostluk çok tehlikeli."

Patladım, serzenişler yağdırdım, acılarımdan, bunlara katlanabilmek için istediğim ufacık destekten söz ettim. Benim yaşımda, duyular tümden ruh olsa bile, ruhun da bir cinsi olduğunu; ölebileceğimi, ama dudaklarım kapalı ölmeyeceğimi söylemeyi göze aldım. Mağrur bir bakışla bakarak susmak zorunda bıraktı beni, bu bakışta, Cacique'in, "Ya ben, ben kuştüyü yatakta mı yatıyorum?" sözünü okur gibi oldum. Belki de aldanmışımdır, Frapesle'in kapısı önünde, ona mutluluğumuzu bir mezardan doğurtan o düşünceyi haksız olarak yüklediğim günden beri, kaba bir tutkunun izini taşıyan dileklerle ruhunu lekelemekten utanıyordum. Söze başladı, tatlı bir dille, her şeyin olamayacağını, bunu bilmem gerektiğini söyledi. O böyle konuşurken, sözünü dinlemeyecek olursam, aramızda uçurumlar açacağımı anladım. Başımı eğdim. Sürdürdü konuşmasını, Tanrı'yı da, insanları da kırmadan bir kardeşi sevebileceği konusunda dinsel bir kesinliğe vardığını, bu bağlılığı, iyi yürekli Saint-Martin'e göre dünyanın yaşamı olan tanrısal aşkın gerçek bir görüntüsüne dönüştürmede bir güzellik bulunduğunu söyledi. Yaşlı günah çıkarıcısı gibi bir şey, bir âşıktan daha az, bir kardeşten daha fazla bir şey olamazsam, artık görüşmemeliydik. Gözyaşlarıyla, yürek sızılarıyla katlanılan bu keskin, bu taşkın acıları Tanrı'ya götürmesini bilecekti.

"Alınacak hiçbir şeyim kalmasın, diye vermem gerekenden fazlasını verdim, bu yüzden de şimdiden cezalandırıldım," diye bitirdi.

Onu yatıştırmak, artık kendisini hiç üzmeyeceğime, yirmi yaşımda yaşlıların son çocuklarını sevdikleri gibi seveceğime söz vermek zorunda kaldım.

Ertesi gün, erkenden geldim. Gri salonunun vazolarına koyacak çiçeği kalmamıştı. Hemen tarlalara, bağlara koştum, ona iki demet yapmak için çiçekler aradım; ama, onları birer birer toplarken, diplerinden koparırken, onlara hayran kalırken, renklerle yaprakların bir uyumları, müzik tümcelerinin seven ve sevilen gönüllerde binlerce anı uyandırdıkları gibi, bakışı büyüleyerek insanın kafasında gün ışığına çıkan bir şiirleri bulunduğunu düşündüm. Renk düzenlenmiş bir ışıksa, havanın uyumlarının kendi anlamları olduğu gibi, neden onun da bir anlamı olmasın? Jacques'la Madeleine'in yardımıyla, sevgilimize bir sürpriz hazırlamaktan dolayı üçümüz de mutlu, çiçeklerimizin genel karargâhını kurduğumuz son merdiven basamakları üzerinde, iki demet yapmaya giriştim, bunlarla bir duyguyu anlatmaya çalıştım. İki vazodan kaynayarak çıkan, saçak saçak dalgalar biçiminde geri dökülen, ortasından da ak güller, gümüş kupalı zambaklar biçiminde benim dileklerim fışkıran bir çiçek pınarı düşünün. Bu taze örtü üzerinde peygamberçiçekleri, sevdaçiçekleri, engerekotları, gökten alınmış bütün ayrımları ak renkle çok güzel uyuşan bütün mavi çiçekler parlıyordu; çifte arılık değil midir bu, hiçbir şey bilmeyen arılıkla her şeyi bilen arılık değil midir, bir çocuk düşüncesi, bir kurban düşüncesi değil midir?

Aşkın da arması vardır, Kontes bunu gizlice çözdü. Yarasına dokunulmuş hastanın çığlığını andıran şu alaylı bakışlardan biriyle baktı bana: Aynı zamanda hem utanmış, hem mest olmuştu. Bu bakışta ne büyük bir armağan vardı! Onu mutluluğa ulaştırmak, yüreğini serinletmek, ne güzel bir yüreklendirmeydi! Böylece aşk yararına Rahip Castel'in kuramını buldum. Doğu'da hoş kokulu renklerle yazılan sayfaların yerini yazı takımının çiçeklerine veren Avrupa'da yok olmuş bir bilimi onun için yeniden çıkardım ortaya. Duyuları güneşin bu kızlarına, aşkın ışınları altında açılmış çiçeklerin kız kardeşlerine anlattırmak ne çekiciydi! Çok geçmeden kır bitkilerinin ürünleriyle anlaştım; sonradan Granlieu'de rastladığım bir adamın da arılarla böyle anlaştığını gördüm.

Frapesle'de kalışımın bundan sonraki günlerinde, haftada iki kez bitkibilimciden çok, ozan olarak, biçimlerinden çok ruhlarını inceleyerek derinlemesine araştırdığım buğdaygillerin bütün türlerini gerektiren bu şiirsel yapıt üzerinde uzun çalışmalara yeniden başladım. Çoğu zaman, bir çiçeği bulabilmek için, pek uzak yerlere, su kıyılarına, vadiciklere, kayaların tepesine, çorak toprakların ortasına gidiyor, koruların, fundalıkların göbeğinde düşünceler topluyordum.

Bu gezintilerde gözlemevlerinde yaşayan bilginin, uzmanlık isteyen bitkilerle uğraşan tarımcının, kente çivilenmiş zanaatçının, tezgâhına bağlanmış tacirin bilmediği, ama kimi ormancıların, kimi oduncuların, kimi düşseverlerin iyi tanıdığı hazlara alıştım. Doğada, sonsuz anlamlar taşıyan, en büyük ruhsal kavramların yüksekliğine erişen etkiler vardır. İster kendisini ıslatan çiy elmaslarıyla kaplı, içinde güneşler oynayan, çiçeklenmiş bir fundalık, zamanında üzerine çevrilen bir tek bakış için süslü bir uçsuz bucaklık olsun; ister yıkık taşlarla çevrili, kumlarla kesilmiş, yosunlarla donanmış, ardıç ağaçlarıyla süslenmiş bir orman köşesi, bilmem nasıl bir yabansılık, bir incinmişlik, bir ürperticilikle sizi saran, tavşancılın çığlığının yükseldiği bir köşe olsun. İsterse sıcak, bitkisiz, taşlık, çorak bir yer olsun, ufukları çöl ufuklarını andıran, etekleri sarp, üzerinde çok güzel ve yalnız bir çiçeğe, altın etaminleri için açılmış mor ipek ağızlı bir şakayık, vadisinde tek olan ak sevgilimin duygulandırıcı simgesi olan bir şakayık bulduğum çorak alan olsun! İsterse üzerlerine doğanın elinden hemen yeşil benekler, bitkiden hayvana bir tür geçiş olan benekler dökülen, birkaç gün içinde canlanıveren, içlerinde, bitkiler, böcekler, en yüce havada bir dünya gibi dalgalanan büyük su birikintileri olsun! İsterse bir yokuşun üst yanında asılı gibi duran, birkaç cılız çavdar tarlasıyla çevrili, birçok alçakgönüllü yaşamın simgesi bir sap damlı kulübe, lahana dolu bahçesi, asmaları, kazıklarıyla bir kulübe olsun! İsterse ormanda bir incecik yol, bir katedral sahınına benzeyen, ağaçları birer sütun olan, dalları kubbenin kemerlerini oluşturan, ucunda yapraklar arasından ışıkları gölgelerle karışmış ya da batan güneşin kırmızı renkleriyle aydınlanmış uzak bir açıklık doğan, şakıyan kuşlarla dolu bir dua yerinin vitrayları gibi görünen bir yol olsun! Sonra, bu serin ve sık korulardan çıkınca, ses veren, yakıcı yosunlar üzerinde, karnı doymuş yılanların zarif ve ince başlarını kaldırarak evlerine döndükleri tebeşir rengi, nadasa bırakılmış bir toprak. Bu tablolar üzerine kimi zaman besleyici su dalgaları gibi akan güneş selleri serpin, kimi zaman bir yaşlı adamın alnındaki kırışıklar gibi sıralanmış kül rengi bulut kümeleri, kimi zaman solgun mavi şeritlerle çizgi çizgi, hafif turuncu bir göğün soğuk renklerini; sonra, dinleyin: Bulanan sessizliğin ortasında anlatılmaz uyumlar işiteceksiniz.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro