Uzay Kapaklı Günlükten -3
multimedya: Arijit Singh - Naina
Merhaba,
Bu kez yazımın kötülüğü için özür dilemem gerekecek sanırım, okunmayacak kadar karışık. Büyük ihtimalle yazarken ellerim titrediği için böyle karman çorman bir yazım var. Bu kez, psikiyatrım istediği için değil de, ihtiyacım olduğu için yazıyorum.
İki gün önce, kütüphane neredeyse kapanmak üzereyken içeri girdim. Bunu zaten biliyorsun, oldukça şaşkındın. Turuncu saçlı adamla tanıştım, iyi biri gibi görünüyor.
Kahvelerimizi içip gerçekten keyif verici olduğunu düşündüğüm bir sohbetin içindeyken muhtemelen dışarıdaki fırtınadan dolayı gelen elektrik kesintisi her şeyi keskin bir bıçak gibi böldü. En azından bir süreliğine bunun elektrik kesintisi olduğunu sanmıştık.
İsmini bu şekilde öğreneceğim gerçekten aklıma gelmezdi. April ismine ihanet etmiş gibi hissettim ancak kendi ismin de öylesine naif ve öylesine yakışıyor ki sana... Yine de içimden gelen bencilce bir dürtü yüzünden April demeye devam edecekmişim gibi görünüyor.
İsminin Edward olduğunu öğrendiğim o kaba ve düşüncesiz adamın sana resmen işkence ediyor olmasına nasıl karşı çıkmıyorsun aklım almıyor. Karanlıktan korktuğunu bile bile, üstelik seni koca kütüphanede tek sandığı için, elektrik kablolarını kesti. Bununla da kalmayıp resmen anahtarları çaldı ve bizi içeri kilitledi.
Yüzünü gördüğüm ilk anda senin ne kadar korktuğunu anlayabildim. Bazı şeyleri görmek için dahi olmaya gerek yok. Hiçbir insan, başka bir insana bu denli saygısızlık edip insan haklarını boşa sayamaz.
Er geç oradan kurtulacağımız bariz bir şekilde ortadaydı ancak sen, sonsuza dek kapalı kalmışız gibi bir endişe duyuyordun. Bu endişe somutlaşıp çevremizde geziniyor, soluklarımızla en derinimize işliyordu ikimizin de. Fırtına hiç olmadığı kadar gürültülüydü sanki.
Benim korktuğum şey karanlık değildi, hayır. Karanlık konusunda seni sakinleştirmek için elimden geleni yaptım da. Karanlık, alışık olduğum bir şey benim. İçimde taşıdığım, puslu ve havasız bir yan. Benim azametle koruduğum bu karanlık odayı birden bire aydınlatan alevlerdi asıl korktuğum.
Ateşin keskin kırmızısı öyle bir dağıttı ki o karanlığı, zihnim benden izinsiz en yasaklı anıların kapısını araladı. İntikam isteğim birden bire yükselirken tek yapabildiğim gözlerim alevlere dikmek oldu; tıpkı o günkü gibi.
Tahmin edersin ki, alevlerin bana yaşattığı o büyük korkunun ardından neden orada olduğumu sorguladım. Ateş, bana sürekli bir şeyleri kaybettirmeye ant içmiş gibiydi. Her yerde kendini gösteriyor, tehlikesini bıkmadan usanmadan yüzüme vurmaktan hiçbir zaman vazgeçmiyordu.
O gece, gözlerimi kırptığımda dahi kızıl alevleri gördüm. Aklımdan asla silinmeyecek o anıyı yaşadım, itfaiye sirenlerini duydum tekrar tekrar. Ellerim titredi, olduğum yerden bir santim bile hareket edemedim. Alevlerin oyunu değildi bu esasen, geçmişin kendini hatırlatma isteğiydi.
Unuttuğum da yoktu zaten. Kalbim, o günden sonra tekrar tekrar o hatırayı bana sunmuş; avuçlarımın arasından kayıp giden şeylerin acısını tekrar tekrar yaşatmıştı.
Ertesi sabah, benim için bir yıkımdı. Kasvetli sabahın sesini sözcükleriyle lekeleyen insanlardan nefret ettim. Rüzgarın kuvvetine direnen ağaçların hışırtısına karışan insan sesleri, bende büyük bir iğrenme yarattı.
O an, sana ihtiyacım olduğunu fark ettim, April.
Parmaklarımın arasından kayıp gitmene müsaade edemezdim, yine de bencilce yanında olmak istiyordum. Kendime söz dinletemiyordum, bu basit bir his değildi.
Umut bir yıldızsa, benim yıldızım milyonlarca ışık yılı önce sönmüş olmalı. Sahte aydınlığı vuruyor Dünya'ya o ölü yıldızın.Cılız ışığına bakarken her an sönebileceğini bilmek –belki de yalnızca öyle sanmak- umuttan çok umutsuzluk veriyor.
Hatıralarım her gün biraz daha öldürüyor beni. Soluduğum hava, aldığım nefesler... Her gün bir parça daha dibe batıyorum. İnsan sesleri, gürültü... Her gün biraz daha fazla düşünüyorum seni.
Ben senin sessizliğine, sessizliğinde bulduğum her şeye aşık oldum April.
Biliyorum, sen bendeki karanlıktan da korkacaksın. Biliyorum, istediğim sessizlik boğacak seni. Biliyorum, seni de dibe çekeceğim her defasında. Biliyorum, biliyorum... Sadece, biliyorum işte. Bu önüne geçemediğim bir his. Binlerce hissin aynı anda çevreni kuşatıp seni fethetmesi gibi bir şey. Onlara karşı koyacak vaktin, vaktin olsa bile yapabileceğin bir şeyin olmuyor.
Elinden sadece direnmeye çalışmak geliyor, sonunda da geride binlerce his ve koca bir boşluk kalıyor.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro