4.0 -Son-
Dünya üzerinde her şeyi, birbirine benzetebilirdiniz. Somut şeyler birbirine benzerdi; insanları birer hayvana bile benzetebilirdiniz. Yeni aldığınız ayakkabının rengini damarınızdaki kanın rengiyle bağdaştırabilir, Jordan'ın bana tırtıl demesi gibi çevrenizdekilere takma ön adlar bulabilirdiniz.
Bense, içimde kimsenin soluyamayacağı şeyler taşıdığıma emindim. Tam da bu yüzden bazen sınırların ötesine geçebildiğimi düşünürdüm. İçimdekileri tanımlayabilecek sözcükler olmadığı gibi, herhangi bir şeyden eksik de değillerdi. Aklıma gelebilecek her şey benim için belirli sınırlar altında toplanırdı ve içimdeki bazı şeyler bunların ötesindeydi. Dediğim gibi, bu şeylerin ne olduğunu asla tanımlayamazdım.
Onlar birer his değildi, öyleyse bile daha önce kimsenin tatmadığına emindim. Bazen öylece kalbime yerleşir ve orada olduklarını hissettirirlerdi. Sanırım kişiye özellerdi, kendilerini fark etmek içinse bazı şeylerden feragat etmek gerekiyordu. Ben, sözcüklerimi vermiştim. Karşılığında onları hissedebiliyordum.
Size bir yararları yoktu, kanser hücresi gibi içinizde hızla çoğalan bir şey de değildi. Yalnızca oradaydı işte. Yaptığınız bazı şeylerin sorumluluğunu üstlenirdi, sizi siz yapardı ve bazen, sadece bazı anlarda size fısıldardı. Daha sakin olmanızı veya bir tepki vermeniz gerektiğini. Bunu fark etmezdiniz bile. Sizi baskılardı, bir çeşit frendi. Uzaydan bir parça gibiydi, onun yüzünden konuşamadığıma neredeyse emindim. Doğduğumda kalbime yerleşmişti ve en yalnız olduğumu düşündüğüm anda bile en derinimdeydi.
Şimdi, o şeye bir isim takmam gerektiğini fark ediyordum. Bana usulca ne yapmam gerektiğini fısıldıyordu, hareketlerimi benim kontrol etmediğime emindim.
Klasik Mellanie, belki de April demeliyim, zirveye çıkmış bir heyecan içerisinde koşuşturur ve belki de bir köşeye siner kalırdı. Jordan ve Edward'ın beni sakinleştirmek için hazır beklediklerini biliyordum, eminim onlar da şaşkınlardı. Hafifçe titreyerek yürüyen Sellie'nin arkasından dik bir şekilde yürümüş, Brandon ile görüşmek istediğimi oradaki küçük kağıtlardan birine yazarak iletmiştim.
Yazarken elim dahi titrememişti, içimde derin bir sükunet vardı. Kalbime yerleştirilmiş o şeyin varlığını ilk kez böylesine hissediyordum. Brandon ile görüşmek için girebileceğim yerde aramızda bir pencere olmak zorundaydı çünkü birinci dereceden yakını değildim. Jordan ayrıca onunla konuşarak iletişim kuramayacağımı da söylediğinde yanımda bir kağıt ve kalem götürmemi sağlamışlardı.
Yalnızca bir kişinin görüşme hakkı olduğundan bu kişi sessiz bir oylamayla ben seçilmiştim ve üstüm büyük bir titizlikle arandıktan sonra benimle birlikte gelen bir görevliyle oldukça bunaltıcı olan odaya girdim. İçeride pencere olmadığı yüzüme çarpan ağır havadan da anlaşılıyordu.
Büyük bir sakinlikle kağıdı ve kalemi önümdeki dar masaya yerleştirdim ve bölmelere ayrılmış yerleri inceledim. Dar masa hariç her yer krem rengiydi ve bir renk ancak bu kadar tiksindirici gelebilirdi. Renkler her zamankinden daha cansız ve hayat, her zamankinden daha sertti. Bir yerlerden dik durmam gerektiği üfleniyordu kulağıma. Dik durmazsam çok sert düşecektim.
Pencerenin diğer yanını incelediğim sırada, kapı açıldı. Brandon ve yanındaki görevli içeri girdiğinde bile içimdeki o şey, bana fısıldamaya devam ediyordu. Sakin kalmalıydım.
Oldukça bitkindi, bunu gözüm kapalı bile tahmin edebiliyordum. Bakışlarında sabit bir kararlılık vardı, yaptığı şey her ne ise, pişman olmadığı kesindi. Onun iyi bir insan olduğuna öyle inandırmıştım ki kendimi, bakışlarındaki bu kararlılık nedense rahatlamama neden oldu. Suçsuz olduğuna inanıyordum.
Karşıma geçip oturduğunda, aradaki cama rağmen yüzünü daha dikkatli inceleme fırsatına sahiptim. Gözlerinin altındaki morluklar artmış, günlerdir uykusuz kaldığını haykırıyordu. Göz kapakları hafifçe şişmişti. Ten rengi her zamankinden daha solgundu. Günlerce süren susuzluğumun dindiğini hissediyordum. İçten içe onu çok özlediğimi kabullenmiştim bile.
Hemen yan tarafındaki çirkin, kırmızı renkli ahizeyi kaldırarak kulağına dayadı. Sanki sesimi duymayı bekliyormuş gibi birkaç saniye yüzüme baktı. Ardından dudakları, sanki onları bir iple yukarı çekiyorlarmış gibi kıvrıldı. Gözlerinin hafifçe ışıldadığını görmesem gülüşünün sahte olduğunu düşünecektim.
Benim bile beklemediğim bir şekilde sakinliğimi koruyarak ahizeyi kulağıma yerleştirdim ağır ağır. Ağzını araladı, daha çok benim sesimi duymayı bekler gibiydi. Boğazını temizledi.
"Mellanie..."
Onun sesi, benim sessizliğimi keskin bir bıçak gibi sıyırdığında kalbimdeki o şeyin fısıltıları bile yetmedi sakin kalmama. Önce gözlerim doldu, ardından boğazımın tam ortasına büyük bir yumru yerleşti. Yutkundum.
Yaşlar yanaklarımdan aşağı süzülmeye başladığında gözümü kırptığım an gideceğini düşündüğümden bir saniye bile kaçırmadım gözlerimi. Bitkindi, yorgundu, gözleri yaşlarla parıldıyordu fakat bu haline rağmen gülümsüyordu. Ona kızgındım, içimde biriktirdiklerim vardı. O an, tüm bunları bir kenara iterek kalemi aldım elime.
'Bana Mellanie deme.'
Kağıdı cama yapıştırarak okumasını sağladım, ardından gülümsedim sakince. "Sana nasıl hitap ettiğimin bir önemi var mı?" Kağıdı yeniden önüme çekerek başımı iki yana salladım. Fısıltılar yoktu, kalbimdeki o ağırlığı sırtlanacak o şey yoktu.
O an, o şeyin yalnızca birkaç aydır var olduğunu fark ettim. O şey, bana doğduğumdan beri bende olduğunu sanacağım kadar çok zarar vermişti. Şimdi, onu kelimelerle tanımlayabilirdim. Çünkü bazı şeyler, gittiğinde netlik kazanırdı.
O şey kendi üzerimde kurduğum baskıydı. Brandon'a olan aşırı sevgimi frenleyecek ve beni dik tutacak bir savunma mekanizmasıydı. Tamamen yıkılmıştı, hafifleyeceğim yerde daha da batıyordum. Biliyordum ki, o şey zehir olsa dahi ona ihtiyacım vardı.
"Öleceğim." Endişeyle yüzüne baktığımda gülüşüm silinmişti, o ise hala gülümsüyordu. "Öleceğim ve en azından seni son bir kez görebildiğim için mutluyum." Birkaç saniye durakladı. "Sana her şeyi anlatmayı isterdim, April." Titrediğimi hissettim.
Yüzüne bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyor, yalnızca ona sarılabilmeyi umuyordum. Boş bir umuttu.
"Seni üzdüğümün farkındayım ve bunun için, tüm içtenliğimle özür dilerim April. Benim bir hikayem var ve bu uyumadan önce annelerin çocuklarına anlatacağı türden bir hikaye değil. Hikayenin sonuna gelindiğinde yüzünde oluşacak hayal kırıklığının zerresini bile görmek istemediğim için, sana yemin ederim, asla öğrenemeyeceksin." Komik bir şey söylemiş gibi güldü. "Bana böyle hissettirdiğin için sanırım teşekkür etmeliyim."
Boşta kalan elimi aradaki kalın cama yasladığımda, o da tıpkı benim gibi elini cama yasladı. "Bazen, gözlerinde sadece acı gördüğüm anlarda, tanışmamış olmayı diliyorum. Kalbini kırmak, canını yakmak istemezdim, April. Fazla bencil biriyim ben, bu yüzden tüm bunlara rağmen senden bir şey isteyeceğim."
Beynim tüm fonksiyonlarını yitirmiş gibiydi, yalnızca gözlerimden yaşlar akıyor ve her geçen saniye üzerime yoğun bir ağırlık çöküyordu. Biliyordum, bu bir veda konuşmasıydı. Biliyordum, gerçekten ölecekti. Hikayesini bile öğrenemeyecektim. Biliyordum çünkü Brandon bana asla yalan söylememişti.
"April, bana söz ver; öldüğümde asla tek başına ağlamayacaksın." Kelimelerine anlam yükleyebildiğimde başımı iki yana salladım. İmkansızdı, onu düşündüğümde bile ağlıyordum ben. "Bana söz vermelisin."
Titreyen ellerimle önümdeki kağıda bozuk yazımla bir şeyler yazdım. 'Ölmeyeceksin, Brandon. Ölmeyeceksin.'
"Öleceğim, bunu biliyorsun. Bu bedenimin sonu olacak. Ruhumsa her zaman bir yerlerden seni izleyecek, elini kalbinin üzerine her yerleştirdiğinde hissedeceksin orada olduğumu. Kalbindeki o uzay sessizliğine yerleşeceğim, April. Herkesten ve her şeyden daha yakın olacağım sana."
Normal bir insan, Brandon'ın o an bir deli olduğunu düşünebilirdi. Bense sözcüklerinin etkisine kapılmış sürükleniyordum. Ses tonu öylesine yumuşaktı ve yüzünde yeniden yer edinen gülüş öylesine içtendi ki, o anın sonsuza dek sürmesini dileyecek kadar yitirmiştim aklımı.
Kalemi elime aldım yeniden. 'Hikayeni öğreneceğim.'
Ufak bir kahkaha attı. "Öğrenemeyeceğini biliyorsun." Biliyordum. Söyleyeceği şeylerin her kelimesine çaresizce inanıyordum. Konuşmaya devam etti. "Zaman, bizim için saçma bir son yazdı. Seni her bilgiden yoksun bırakmasına o kadar seviniyorum ki! Yazarımız kesinlikle benim tarafımda olmalı." Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. "Hikayenin sonu, değil mi?"
Umutsuzca başımı aşağı yukarı hareket ettirdiğimde, gözlerimin etrafında siyah noktacıklar uçuşmaya başlamıştı. Kendimi o kadar çok kasıyordum ki, kalbim neredeyse atmayı bırakacaktı. Her hücrem bitkindi ancak vücudumda stresten kaynaklı bir acı da vardı.
"Artık çevrende gezinemeyecek olsam bile, seni her zaman duyacağım. En derininde nefes alacağım. Yazarımıza inat, bize mutlu bir son yazacağım. Senin daha iyi bir insana aşık olmanı sağlayacağım. Kalbini gıdıklayacağım, kahkahalar attıracağım. Öyle bir an gelecek ki, aşık olduğun o insana baktığında bana minnet duyacaksın. Seni, kalbindeki o uzay boşluğundan gülümseyerek izleyeceğim ve..."
İkimiz de ağlamayı kesmiştik, yıllar sonra zihnime kazındığını fark ettiğim sözcükleri dinlemeye devam ettim. "Ve seni o uzay sessizliğinden çekip çıkaracağım, April. Her zaman gürültü yapacağım."
...
Şüphesiz ki her hikaye, iyi bir sona sahipti. Bu yalnızca, yazarın nerede durmayı seçtiğiyle alakalıydı. Benim hikayemi yazanın ise o gün yazmayı kesmiş olduğu kesindi. Brandon'ı son kez gördüğüme emindim. Küçük bir çocuk gibi söylediklerine inanacak ve hiç olmazsa kalbimdeki boşlukta onun gürültüsünü bekleyecektim.
O odadan çıktığımda çevremde dolanan teselli sözcükleri hiçbir işe yaramamıştı ve içi boş bir çuval gibi yığılıp kalmıştım. Brandon'ın beni oradan kaldırmasına ihtiyacım olmasına rağmen bu görevi başka insanlar üstlenmişti.
Bilincim yitip gitmiş, acıyla kasılan bedenim bana ihanet etmişti. Gözlerimi açtığımdaysa, neredeyse bir gün geçmişti. Kendi evimdeydim, yatağımda yatıyordum. Edward hemen yanı başımdaydı, endişeyle bana bakıyordu.
"Mellanie?" Şaşkınca yüzüne baktığımı fark ettiğinde gülümsemeye çalıştı. "Daha iyi olmanı umuyorum." Boş bakışlarımı odada gezindirdim, her şey tıpkı bıraktığım gibiydi. Neredeyse Brandon'ı görüşümün bir rüya olduğunu düşünecektim, belki de öylesi daha iyi olurdu.
"Sana bir kahve yapmamı ister misin?" Kahveye asla hayır demezdim, buna rağmen başımı iki yana salladım. Uzun bir süre hiçbir şey yapmak istemiyordum; bu sürenin sonunda da muhtemelen ölürdüm.
Edward sessizce bana bakmaya deva ediyorken yatağımda doğruldum. Üzerimdeki ince pikeyi iyice kendime çekerek başımdaki yoğun acının hücrelerime sızmasına izin verdim. Brandon'ın sözcükleri zihnimde yankılanıyordu. "Öleceğim, bunu biliyorsun."
Odama yerleşmiş sessizliği bir ses sertçe bozdu. Önce sesi tanıyamasam da, biraz sonra sesin cep telefonumdan geldiğini anladım. İçime hemen kötü bir his çöreklendi, benim telefonum asla çalmazdı. Kimse, hiçbir zaman beni aramazdı çünkü bilirlerdi ki, cevap veremezdim.
Edward da muhtemelen bunu düşünerek bana baktı, ardından uzanarak telefonumu aldı ve bir tuşa bastı. Hoparlöre aldığını gelen yüksek sesten anlayabilmiştim. "Bayan Mellanie Forrest?"
"Kendisi burada, ben bir arkadaşıyım. Buyurun?" Telefondan birkaç saniye hışırtılar yükseldi, orta yaşın üzerinde bir kadın sesiydi. Benimle konuşmak için birkaç kez ısrar ettiyse de Edward'ın durumu açıklamasıyla konuşmaya devam etmek zorunda kalmıştı. "Tuft Hapishanesi'nden arıyorum, Brandon Morrison'ın yakını olarak bir tek sizin numaranız olduğu için, sizi aramak zorunda kaldık."
Kötü bir şeyler olduğunu hissediyordum. Yeniden Brandon'ın sesini duydum. Öleceğim, bunu biliyorsun. "Brandon Morrison, dün gece bıçaklanarak öldürüldü. Diğer mahkumlar sorgulandı fakat şu an için kimin yaptığı bilinmiyor. Başınız sağ olsun."
Telefon, Edward'ın parmakları arasından sıyrılıp yere düştüğünde, kadının sesi kesildi. Duyduklarımı sindirmeye çalışırken düşünebildiğim tek şey, zihnimde çınlayıp duran seslerdi. "Hikayenin sonu, değil mi?"
Titrek bir nefes gönderdim ciğerlerime. Her şey fazla ağır geliyordu. "Seni her zaman duyacağım, en derininde nefes alacağım. Bize mutlu bir son yazacağım." Kalbime yerleşecekti, değil mi? Artık yaşamımın bir parçası haline gelmiş gözyaşlarım yeniden süzülmeye başladığında, Edward'ın kollarını bana sardığını hissettim.
Tam da o an, fark ettim ki sessizlik artık yoktu. Kalbimdeki o boşluğun yerinde bir sıcaklık hissediyordum. "Seni, kalbindeki o uzay boşluğundan gülümseyerek izleyeceğim ve seni o uzay sessizliğinden çekip çıkaracağım, April. Her zaman gürültü yapacağım."
Brandon'ın şarkısını duyabiliyordum, bedeni yanımda olmasa bile varlığını hissedebiliyordum. Belki de delirmiştim fakat bu o an için önemli değildi. Ne kadar öyle durduğumu bilmesem de, Edward kalkmaya yeltendiğinde uzun bir süredir ağladığımın farkındaydım.
Edward'ı durdurdum, biliyordum ki o giderse ağlayamazdım. O odadan çıkmadan önce Brandon'a bir söz vermiştim. Tek başıma ağlamayacaktım.
Edward kızarmış gözlerini üzerime diktiğinde ona yeniden sarıldım ve daha kuvvetli bir şekilde ağlamaya başladım. İçimde birikenlerin hepsi, bir anda akmaya başlamıştı işte. Brandon, söylediği her şeyi yapıyordu.
Brandon'ın sesini yeniden duydum bu kez, gürültü yapmaya devam ediyordu. "Öyle bir an gelecek ki aşık olduğun o insana baktığında bana minnet duyacaksın." O söz o an için bir şey ifade etmese de, Brandon'ın Edward'ı kastettiğini yıllar sonra anlayacaktım.
Mutlu biten masallar, devam ettikleri taktirde hüzne boğulurlardı. Kimse sonsuza dek mutlu yaşayamazdı. Mutsuz biten hikayem ise, Brandon'ın kalbimdeki sessizliği doldurmasıyla devamında gelecek olan mutluluğu müjdeliyordu. Hikayelerin mutlu veya mutsuz bir sonu olmazdı çünkü her şey, bir şekilde devam ederdi.
Brandon sayesinde, beni mutlu şeylerin beklediğini de biliyordum. Yazar bu cümlelerin altına istediği kadar 'son' yazabilirdi, değildi. Çaresizce ağlarken bile bunu kalbimde hissedebiliyordum.
SON
Merhaba,
Normalde pek yazar notu bırakan biri olmadığımdan açıklama yapmak zor olsa da, Brandon'ın hikayesi konusunda söylemem gerekenler olduğunu biliyorum.
Biliyorsunuz ki Brandon, Mellanie'nin okumaması için günlüğün önceki sayfalarını yırtmıştı. Yırtık sayfaları paylaşarak sizin için hikayenin havada kalmasını engellemeye çalışacağım fakat zaten fazla düz olmasını istediğim bir kurgu değildi bu.
Hikayeyi okuduğunuz için sonsuz teşekkürler, umarım beğenmişsinizdir.
Sağlıcakla kalın!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro