Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

3.9

Göz kapaklarım üzerine tonlarca yük asılmış gibi aşağı iniyordu. Uykuya küseli çok olmasına rağmen enerjimin yerinde olması için muhtaç olduğumu da biliyordum.

İki hafta daha geçmişti, nisan ayının ortasındaydık. Bedenim iyice bitkin düşmüştü fakat zihnim daha da bulanıktı. Duygularım birbirine girmiş ve çıkardığı kaosta mutlak sessizlik sağlıyordu. Bu sessizlik öylesine boğuyordu ki beni, içimdeki boşluğun bende bıraktığı tek büyük izdi.

"Tırtıl, artık seni eski halinde görmek istiyorum." Jordan neredeyse her gün ve suratıma baktığı her an kurduğu cümlesini yeniden dillendirmeye çekinmemişti. Tepkisizce yüzüne baktım.
 
"Yapma böyle, yalnızca kendini yıpratıyorsun. Nisan on beş güne bitecek, hiçbir haber gelmedi. Tabi ki hiç haber alamayacaksın demiyorum, yalnızca ayın başından beri kendini mahvettin. İçinde nasıl bir karmaşa olduğunu anlıyorum ama yapabileceğin bir şey yok. Beklemek zorundasın, Brandon isterse sana ulaşacaktır."

Onu onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım ağır ağır. Dışarıdan biri baktığında böyle görüyor olmalıydı. Benim açımdan ise elim kolum bağlı oturmak zorunda kalacak kadar aciz, beni öylece bırakıp giden biri için üzülecek kadar da güçsüzdüm.

Bazı zamanlarda Brandon'a kendimi böyle hissetmeme neden olduğu için kızsam da, böyle hissetmemi sağlayanın ona karşı içimde biriktirdiğim hisler olduğuna da emindim. Bir suçu yoktu, beni düşündüğü için gitmişti.

Bir insana beni düşündüğü için ancak bu kadar kızabilirdim.

Uzanarak sehpamın üzerindeki meyve suyuyla dolu bardağı aldım. "İşte böyle! Göreyim seni Tırtıl! Artık sağlıklı besleneceksin, değil mi? O portakal suyunu içtiğini öğrendiğinde Bayan Anderson çok sevinecek!"

Durdum ve sehpanın üzerindeki meyvelere, kurabiyelere ve daha birçok şeye baktım. Kesinlikle nankörlük ediyordum.

Nisan ayı boyunca Bayan Anderson bana izin vermişti, Jordan da aralarda benim evime uğramakla görevliydi. Bayan Anderson anne rolüne kendini kaptırmıştı, kütüphanede Jordan ile çalışıyor, buna rağmen akşamları sadece benim yemem için kurabiye türevi şeyler yapıyordu. O gün yemezsem eğer -ki genelde yemiyordum- Jordan hepsini silip süpürüyordu.

Topladığım ayaklarımı koltuktan aşağı sarkıtarak sehpadan bir kurabiye aldım. "Evet, evet! Tanrım! Çocuğumun ilk kelimesi baba olsa ancak bu kadar sevinirdim! Çikolatalı o kurabiye, seveceksin. Sonunda ağzına günde bir öğün o tatsız tuzsuz gevreklerden tıkmadığın için mutluyum!" Jordan'ın söylediklerine gülmek isterdim fakat içimde öyle bir bitkinlik vardı ki, ruhum emilmiş gibiydi.

Uyuşukça kurabiyeden bir ısırık aldım. Tadını bile almadan kısaca çiğnediğim kurabiyeyi yuttuktan sonra, Jordan'ın komik tepkilerine bakarak sonunda bir adım attığıma sevindim. Bu sevinç de içimde soluk bir tablodan farksızdı.

Hayat, benim için geçmiş zamanlarda kötü bir kamerayla çekilmiş, siyah beyaz ve berbat bir kurguya sahip, kimsenin beğenmediği bir film gibiydi. Gözlerimi açtığımda her şey o kadar acımasız geliyordu ki gözüme... Yüzüme bir tokat gibi iniyordu diğer insanların ifadeleri. Kütüphaneye yürüdüğüm zamanları anımsıyordum da, herkesin öyle büyük sıkıntıları vardı ki.

Benimki hiçbir şeydi.

İşte tam da bu yüzden, daha çok üzülüyordum. İnsanlar en yakınındakileri kaybediyor, amansız hastalıklara yakalanıyordu. Çığlıklarını duyuramayan kişiler vardı her yerde. Bense evimin dört duvarı arasında yalnızca içimdeki hislere üzülüyordum.

Brandon da bir şeyler yaşamıştı, asla parçalarını birleştiremeyeceğim bir şeyler. Onun hikayesi de hüzün doluydu, buna emindim. Bu yüzden gitmeyi seçmişti. Belki de buradan çok uzakta bir başkası, çalıştığı kütüphaneye yürürken Brandon'ın yüzüne bakıyor ve ne kadar üzgün olduğunu düşünüyordu.

Kendimi zorlayarak ağzıma birkaç meyve de tıktım. Jordan ve Bayan Anderson için bunu yapabilirdim, benim için çabalıyorlardı.

Jordan memnuniyetle mutfakta bir şeyler yapmaya başladığı sırada, kapı çaldı. Artık kapıyı çalış şeklinden bile Edward olduğunu anlayabiliyordum.

Koltuktan ağır ağır kalktım ve zaten küçük olan evimde kolayca kapıya ulaştım. Edward ve Jordan için birer anahtar yaptırma vaktim gelmişti.

Kapıyı açtığımda Edward birkaç saniye şaşkınca yüzüme baktı. "Mellanie? Jordan yok mu?"

Jordan mutfaktan kafasını uzatarak Edward'a baktı. "Buradayım." Kısa sürede yeniden mutfağa girdiğinde Edward kapının önünde dikilip bana şaşkınca bakmaya devam etti.

Geçmesi için kenara çekildiğim sırada gülümsedi. "Mell, Robin seni ve balonlarını yeniden görmek istiyor. Kapıyı da açmaya başladığına göre bir sonraki adım yetimhaneyi ziyaret olabilir mi? Kabul ediyorsan elini kaldır." Bu, Robin ile anlaşma şeklimizdi. Onunla iletişim kuramayacağımı anladığı an, söylediği şeyi onaylıyorsam elimi kaldırmamı istiyordu. Hafifçe gülümseyerek elimi kaldırdım.

Edward neşeyle içeri girerek Jordan'a seslendi. "Alev kafa, Mellanie'nin kahvesine ilaç mı koydun yoksa bugün iyi günümüzde miyiz?"

Jordan elindeki küçük havluyla mutfaktan çıktı. "Aslında kahvesine uyku ilacı koymuştum ama portakal suyunu tercih etti. Ben de şaşkınım."

Edward şaşkınca işaret parmağını yanağıma bastırdı. "Sen Mellanie misin, yoksa yerine koyulan bir robot mu? Mellanie olduğunu onaylıyorsan elini kaldır."

Elimi kaldırmakla kaldırmamak arasında gidip geliyordum. Edward kapıyı kapattığında hafifçe gülümsedim ve elimi kaldırdım. "Sevindim. Sonunda kendine dönüyorsun."

Jordan da gülümseyerek küçük oturma odama geçti. Ben hemen ardındayken Edward da benim arkamdaydı. Henüz birkaç adım atmıştım ki, biri telaşla kapıya birkaç kez vurdu.

Telaşı vuruşundan bile hissediliyorken o kapıyı açıp açmama konusunda tedirgin olmuştum. Jordan hızlıca yanıma geldiğinde hepimizin içinde yeşeren o kötü his, bir duman gibi karıştı havaya ince ince.

Edward, ikimizin suratına şöyle bir baktıktan sonra kapıyı açtı.

Açılan kapının ardında, Sellie'nin ağladığı için hafifçe akmış rimelli gözleri hızlıca etrafi taradı ve bakışları üzerimde sabitlendi.

"Brandon'ın nerede olduğunu biliyorum."

Sesindeki çaresizlik, yüzüne yansıyan karışık duyguları ve makyajına bile dikkat etmeden dışarı fırlamış haliyle o kadar inandırıcıydı ki, istemsizce ona doğru birkaç adım attım.

"Biraz önce beni aradı, yalnızca bir adres verdi." Sesi titriyordu ve her an kaçıp gidecek gibiydi. İçeri doğru bir adım atarak telaşla konuşmaya devam etti. "Mellanie, seni de götürmeliyim. Sesi hiç iyi değildi, benimle gel."

Neredeyse kolumdan tutup çekecek gibiydi, bir an bile düşünmeden dışarı attım kendimi. Edward ve Jordan'ın da peşimde olduğunu biliyordum. Tıpkı Sellie gibi, üzerimde ne olduğuna bile dikkat etmeden çıktım dışarı.

Kendimi Sellie'nin arabasına attığımda içimde başlayan savaşın ruhumun son yakarışları olduğunun farkındaydım.

Yalnızca birkaç saat içinde kendimi Brandon'ın karşısında bulacağımı neredeyse hissederek gözlerimi kapattım.

Kalbimin yerinden çıkmak istercesine atışı ve Sellie'nin telaşı istemsizce tedirgin olmama neden oluyordu. Brandon'ı görebilme düşüncesi Sellie'nin arabasındayken bile imkansız gibi görünüyordu.

İçimde nükseden aşırı heyecan neredeyse bayılacak gibi hissetmemi sağlıyordu. Jordan ve Edward da yolu bilmediklerinden olsa gerek arka koltukta iki yanıma oturdular. Jordan kendini tutamayarak sordu. "Brandon neredeymiş?"

Sellie arabayı hareket ettirip hızla yola çıktığında kısık ve titreyen sesiyle yanıtladı. "Hapishanede."


Bir sonraki bölüm final olacak, buraya dek okuduğunuz için sonsuz teşekkürler. Umarım hikaye beklentilerinizi karşılıyordur ve umarım, okulum sebebiyle bölümün geç gelmesi çok canınızı sıkmamıştır.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
🌸

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro