Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

2.9


 Akciğerlerim daha fazla oksijen için yalvarıyordu. Derin bir nefes aldım. "Neden buradasın?" Jordan benim yerime konuştu. "Çünkü Brandon gitti ve bir cevap arıyoruz." Onu onaylama gereği duymamıştım. Sellie sakinleşmiş gibiydi. Topuklu ayakkabılarını birkaç kez yere vurdu, ardından lüle lüle iki yanından inen saçlarını geriye doğru savurdu.

"İçeri geçin." Kendisi önden ilerlerken Jordan'ın ardından ben de girdim. "Emily, bize üç kahve yap." Emily başını yere eğerek mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere gitti. Oldukça rahat ve oturunca içine gömüldüğümüz koltuklara oturduk. Tedirgin olduğumdan Jordan'ın yanına oturmuştum.

Sellie de karşımıza oturduktan sonra bacak bacak üzerine attı. "Emily! Kahvelerini nasıl istediğini sormadın, şapşal kız!" Emily neredeyse koşar adımlarla yanımıza geldi. "Özür dilerim, hanımefendi. Kahvenizi nasıl alırdınız?" Bize dönerek sorduğu soruya Jordan cevap verdi. "İkimiz de sütlü ve orta şekerli içeriz."

Emily yine koşar adımlarla yeniden mutfağa gitti. Bu sırada Sellie, bizi süzüyordu. "April'dı, değil mi?" İfademi değiştirmeden ona bakmaya devam ettim. Mellanie miydim April mı, bilmiyordum. "Ah, Tanrı aşkına! Konuşmayacaksan neden kapıma kadar geliyorsun?"

Başımı yavaşça eğdiğimde, Jordan'ın yerinde dik bir pozisyona geçtiğini fark ettim. "Çünkü o, konuşamıyor." Ardından kafasını bana çevirdi. "Bu utanılacak bir kusur değil, kaldır kafanı sen de." Başımı kaldırıp Jordan'ın yüzüne baktığımda, kıvırcık saçlarının gölgelediği gözlerinde ilk kez böylesine bir ciddiyet görüyordum. Yeniden Sellie'ye döndü. "İsmi de April değil, Mellanie."

Sellie, yüzünde donmuş bir ifadeyle bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde kendini toparlamak ister gibi yüzüne hoşnut olmadığını belli eden bir ifade yerleştirdi. Bu kez, sahte olduğunu anlamıştım. "Her neyse, benden ne istiyorsunuz?"

Jordan yeniden söz aldı. "Brandon'ın nerede olduğunu öğrenmek istiyoruz." Sellie, yeniden gözlerini bana dikti, bunu yapmadan duramıyormuş gibiydi. "Brandon'ın nerede olduğunu bana soracağına kız arkadaşına sorabilirsin. Hemen yanında oturuyor."

İlk kez bir tepki vererek başımı ağır ağır iki yana salladım. Sellie'nin biçimli kaşları havalanırken benim için her şey daha da karmaşıklaşıyordu. O evde durduğum her saniye, Zaman benimle dalga geçiyormuş gibi hissediyordum. Ona güvenerek bunun yalnızca bir his olduğuna inandırdım kendimi.

"Onun..." Zorlandığını görebiliyordum. "Kız arkadaşı değil miydin?" Başımı yeniden iki yana salladım. "Yani sadece benden kurtulmak için mi bunu yaptı?"Omuz silktim.

Jordan aramızdaki konuşmadan rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "Brandon'ın bize verdiği bir eşya sayesinde buradayız, bizi sana yönlendirmesinin bir anlamı olmalı. Bizden sakladığın..." Jordan tereddüt ediyordu fakat hemen sonrasında kendini toparladı. "Bizden sakladığın bir şey var, değil mi Sellie? Brandon'ın nereye gittiğini biliyorsun."

Jordan'ın kelimeleri, havada asılı kalmıştı. Emily kahvelerimizi getirmiş, önümüzdeki orta sehpaya bırakmıştı. Yanımızdan ayrıldıktan sonra, Sellie uzanarak kahvesini aldı. "Brandon asla size onun hakkında bilgi vermem için sizi buraya yönlendirmez. Unutun bunu."

"Evinin adresi hakkında hiçbir şey bilmiyorduk ancak bulduk, değil mi? Brandon bunu istemese burada olmazdık." Jordan hafifçe sinirlenmişti, önündeki sehpadan kahvesini alarak eline tutuşturdum. Sellie, kulpundan tuttuğu küçük kahve fincanını havada tutmaya devam ederek dalgınlıkla fısıldadı. "Şimdi anlıyorum..."

Gözleri, daldığı boşluktan çıkıp aniden üzerime çevrildi. "Ah, hayır... Onu sana vermem için sizi bana getirdi. Hayır..." Kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Kahvesinden bir yudum bile almadan sehpanın üzerine geri bıraktı. Bu kez Zaman'ın alayının gerçekten içimdeki anlamsız bir histen ibaret olduğunu anlamıştım. Oturduğu yerden kalkarak ojeli parmaklarını saçlarının arasına daldırdı. Bir ileri bir geri yürümeye başladığında topuklu ayakkabılarından çıkan tok sesleri duyabiliyorduk.

"Onu sana vermek istemiyorum..." Gözleri ışıktan hafifçe parıldıyordu, yaşlarla buğulanmıştı. Bunun sadece benim göz yanılsamam olmasını umdum. Tam karşıma geldiğinde, istemsizce ayağa kalktım. Topuklu ayakkabıları öylesine yüksekti ki, neredeyse Jordan ile aynı boya ulaşmıştı. "O bana Brandon'ın verdiği tek şeydi..."

Gözünden yanağına doğru bir yaş yuvarlandığında, onun da içinde bir şeylerin sızladığını görebiliyordum. Bir şeyler yaşamıştı. Brandon ile ilgili veya değil, fark etmiyordu. Bir şeyler yaşamıştı ve acı çekiyordu. Brandon ona her ne bıraktıysa, o an o şeyden vazgeçtim. Küçük kol çantamdan minik defterimi ve kalemimi aldım.

'Sorun değil, o şey sende kalabilir. Lütfen ağlama.'

Kağıdı ona verdikten sonra kalemimi ve defterimi çantama geri yerleştirerek güçlükle de olsa Sellie'ye gülümsedim ve Jordan'ı da kolundan tutarak kapıya doğru ilerledim. Jordan yanımda sessizce yürüyor, ne olduğuna anlam veremeyerek şaşkın gözlerle bana bakıyordu.

Kapının kolunu aşağı indirecektim ki, sesini duydum. "Dur!" Durdum. "Bana dön, Mellanie." Sesindeki hafif titreyen ton, içimi sızlatırken arkamı dönerek doğrudan yüzüne baktım. "Bugüne dek çok fazla hata yaptım ve hatalarımın en büyüğü Brandon'ı mahvetti. Ona büyük bir borcum var, bunu ödemeliyim. Yeniden bencillik yapmayacağım, lütfen orada bekle." 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro