1.9
Yarım saat içerisinde kendini toparlayabilmiş ve hafiften çiselemeye başlamış yağmurdan nasibini almak istercesine yavaş yürüyerek sokağın sonuna dek ilerlemişti. Sessizce peşinden ilerliyor ve elimin arasında sıkı sıkı tuttuğum kitabın ıslanmaması için uğraşıyordum. Nedense sonra bana bu davranışım saçma geldi ve elimi rahatça kitapla birlikte yan tarafıma saldım.
Birkaç adım hızlanarak Edward'ın yanına geldim, aramızdaki mesafe oldukça azdı. Kalbindeki acıyı hissediyordum, göz göze geldiğimizde burukça gülümsedim. Yağmur biraz daha şiddetini arttırırken yürümeye ara vermeden kısık sesle konuştu. "Teşekkür ederim."
Buna karşılık yapabileceğim bir şey yoktu, bu yüzden önüme döndüm. Nereye gittiğimizi bilmediğim kesindi çünkü Edward bir kırtasiyeden içeri girdiğinde ne yapacağımı bilememiştim. Daha sonra elinde bir kalem ve kalın kapaklı telli bir defterle dışarı çıktığında içeri girmeme gerek kalmadığı için rahatlamıştım.
Onu yıllardır tanıyordum ve asıl korkutucu olan buydu. Tanıdığınız birinin tanımadığınız davranışlarını gördüğünüzde, eliniz kolunuz bağlanırdı. O kişiyi nasıl tanıdığınız değil de, bu davranışlarını nasıl tanıyamadığınız huzursuz ederdi bir anda sizi. Bu merak giderek büyür ve sizi anlamsız şeyler yapmaya sevk ederdi. Neyse ki acı çeken birinin yanında durmanın anlamsız bir davranış olmadığına emindim.
Bir kafenin önünde durduğumuzda dışarıdaki camlardan içerideki insanlara baktı, ardından içeri girip kapıyı benim geçmem için açık tuttu. Kapıyı ben girdikten sonra kapattığında yanımdaki Edward değilmiş gibi hissettiğimi fark ederek gülümsememek için kendimi zor tuttum.
Bu his, yalnızca bir saniye sonra ellerimi onun avuçlarında hissettiğimde geçmişti. Bu kez gözlerimi sonuna dek açmamak için kendimi zor tutuyordum. Elleri buz gibiydi, koruma içgüdüsüyle diğer elimi de ben elinin üzerine kapatmıştım. Benim ellerim bile onun ellerinin yanında sıcak kalıyordu, bu onu bir hastaneye götürmeyi istememe neden oldu.
Zaten gecenin bir yarısı olduğundan kısmen boş olan kafenin en uçta kalan masasına giderek garsona iki tane kahve istediğimizi söyledi. Masanın bir tarafındaki sandalyeyi benim için çekerek oturmama yardımcı olduktan sonra karşıma geçerek kendisi de oturdu.
Elindeki defterin kapağını arkaya kıvırarak ilk sayfasını açtı ve bir şeyler yazdıktan sonra defteri ters çevirerek kalemle birlikte benim önüme koydu. Ne yaptığına şaşkınca bakarken gözleriyle defteri okumamı işaret ettiğinde bakışlarımı indirdim.
'Bugün ilk kez, seninle gerçekten konuşmak istiyorum ve eğer sen yüksek sesle konuşamayacaksan, benim de konuşmama gerek olmaz diye düşündüm. İkimiz de senin yönteminle ilerleyebiliriz, bugünlük. Senin için sorun olur mu?'
Edward, ciddi manada, ilk kez benimle iletişim kuruyordu. Yutkundum, nasıl davranmam gerektiğini kestiremediğimi dehşetle fark ettim. Bu yüzden derin bir nefes alarak içimden geldiği gibi davranacağımı söyledim kendi kendime.
'Tabii ki sorun olmaz. Sen iyi misin?'
Tıpkı onun bana yaptığın gibi defteri çevirerek önüne bıraktım. Okuduktan sonra burukça gülümsedi. Kısa bir süre sonra defteri önüme bıraktı.
'Yıllarca seni kırıp döktüm ve senin bana söyleyebildiğin ilk şeyin ne olduğuna bir bak. Tanrım! Ben bir şeytanım.'
Ne yazacağımı bir süre düşündükten sonra elimden geldiğince hızlı bir şekilde yazarak defteri önüne bıraktım.
'Eğer bir şeytan olsaydın, şu an karşımda oturup benimle konuşmaya çalışmak yerine hala dalga geçiyor olurdun.'
Defteri beklediğimden çabuk bir şekilde önüme bıraktığında şaşkınca yazdığına baktım.
'Öyleyse bugüne kadar bir şeytan olduğum konusunda hemfikiriz.'
Dudağımı ne yazacağını bilememenin getirdiği huzursuzlukla dişlerken içimden geldiği gibi davranmam gerektiğini hatırlattım kendime. O andan sonra, yazdığım hiçbir şeyi düşünmedim.
'Eh, sanırım bunu inkar edemeyiz.'
Yazdığımı okuyup güldüğü sırada, kahveler gelmişti.Biliyordum ki, asıl konuşma yeni başlıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro