1.2
"Brandon, şu kısmı pek iyi silemedin sanki, bizim tırtıl da hiç çaktırmıyor gülümsüyor falan gerçi." Jordan elindeki meyve suyundan bir yudum aldı. "Hop, tırtıl! Düşeceksin kızım, yavaş ya! Rafları ben olarak mı görüyorsun da hıncını çıkarır gibi siliyorsun?"
Tam olarak öyle yapıyordum.
"Jordan, sen eve gitmeye ne dersin?" Brandon'ın önerisiyle ben de başımı olumlu anlamda salladım. Gerçekten, hiç yardımcı olmuyordu. İşimizi geciktirmekten başka bir işe yaramıyor, oturduğu yerde yalnızca konuşuyordu. "Hayırdır birader? Rahatsız mı oluyorsun benden, öyleyse söyle de bileyim."
Şu an yalnızca duygu sömürüsü yapıyordu, bunun farkındaydım. Çok iyi rol yapıyordu, onu gerçekten tanımayan biri bunu fark edemezdi, tıpkı Brandon gibi. "Yok, öyle bir şeyi kastetmedim. Ben..." Ardından kısık sesle devam etti. "İşime devam edeyim."
Ben soldaki raflardan başlamıştım, Brandon ise soldakileri siliyordu. Önce kitapları ortadaki büyük çalışma masasının üzerine kaldırmıştık, şimdi de rafları siliyorduk. Ardından kitapları düzgünce yerleştirip çıkacaktık. Şimdiden hava kararmıştı. Jordan ise hastayken ayrı bir geveze oluyordu.
Bir alt rafı silmeye geçecektim fakat bundan önce Jordan'a nazik bir dille gitmesi gerektiğini söylemeliydim. Telefonumu çıkararak not kısmına girdim. 'Jordan, lütfen, rica ediyorum git. Emin ol, sen burada gevezelik yapmıyorken çok daha iyi olurum. Üstelik eve gidip dinlenmelisin.' Yazdıklarımı okuduğunda dudağını büktü. Bana da duygu sömürü yapmaya çalıştığının farkındaydım, bu yüzden yeniden yazdım. 'Belki farkında değilsin ama şu an, Bayan Anderson'dan daha çok konuşuyorsun."
Sandalyede oturduğu için onun hizasına dek eğilmiştim, battaniyesini oflayarak üzerinden çektikten sonra işaret parmağını alnıma dayayarak beni itekledi. "Madem o kadar rahatsız oluyorsun, giderim. Zaten Brandon'ı çağıranda hata! Hep o senin aklına giriyor!" Brandon'ın elindeki bez düştüğünde şaşkınca ona baktım.
Jordan kapıdan çıkmadan önce hızlıca ona yetişti. "Ben öyle bir şey yapmıyorum!" Küçük bir çocuk gibi karşılık verdiğinde ne yapacağımı bilemezcesine onlara baktım. Biliyordum ki, Jordan bu tartışmayı uzatırdı. "Yapıyorsun! Sen söylemeden nereden gelsin o kızın aklına beni kovmak?"
"Ben seni kovdum mu, bunu mu diyorsun?" Jordan dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını çattıktan sonra başını aşağı yukarı salladı kuvvetle. Brandon ise aynı yüz ifadesiyle karşısında dikiliyordu. Birkaç adımda aralarına girdim, ikisi de bir saniyeliğine konuşamadığımı unutmuş, bir şey söylememi bekliyordu. İkisinin de şaşkın bakışları altında kaldığımda yüzümdeki ifade yumuşadı ve istemsizce gülümsedim.
Çocuk gibi davranıyorlardı ve bu durum gerçekten komikti. Onlar da yüz ifademe bakıp güldüğünde derin bir nefes aldım. "Tamam, belki de yalnız kalmak istiyorsunuzdur. Bunu size yapamayacağım, o kadar da taş kalpli biri değilim." Elini dostça Brandon'ın omzuna koydu ve bana kısa bir bakış attı. "İyi şanslar, dostum."
Kapıdan hızla çıkarken arkasından elimdeki bezi fırlattım hışımla. Brandon bu halime güldükten sonra kütüphanenin kapısını kilitledi. Yeniden anahtarı çaldırmak gibi bir lüksümüz yoktu.
İşimize geri döndüğümüzde sessizliğin beni bu kadar rahatsız edeceğini düşünememiştim. Çıkmış olduğum merdivenden indim ve bana attığı şarkıyı açtım telefonumdan. Ahenkli melodi içimi bir anda huzurla doldururken gülümsedim. Brandon'ın da şarkıyı duyduğu andan itibaren gülümsediğini görmüştüm.
Merdivene yeniden çıktığımda, onun sesini duydum. "Biliyor musun, bazen rol yapıyormuşsun gibi geliyor." Elimdeki bezle tozları silerken şaşkınca ona baktım. Tabii dengemi korumaya da çalıştığım için bu en fazla iki saniye sürmüştü. "Sanki konuşabiliyormuşsun da, sesini duyabiliyormuşum gibi. Bazen de öyle sessiz oluyorsun ki, sanki sesin benim duyamayacağım kadar özelmiş gibi." Bir üst rafı silmeye başladı. "Kafa karıştırıcı."
Cevap veremeyeceğimi biliyordu, sessiz kaldım. Sonunda boyumun yetişebildiği yerleri silmeye başladığımdan merdivene ihtiyacım kalmamıştı. Onu Brandon'a ittim, rafları silmeye alttan başlamıştı ve elbette üst raflara boyu yetişmeyecekti. Kısaca teşekkür edip merdiveni aldıktan sonra üzerine çıktı. Bitirmemize az kalmıştı, ortadaki rafları da hemen silip kitapları yerleştirsek iki saate çıkardık.
"Daha önce konuşmayı denedin mi?" İlk kez bu kadar üsteliyordu, sorusuna odaklandım. "Yüz ifadene bakacak olursak, uzun süredir bunu denememişsin." Aklıma çocukluğumda bu sessizlikten kurtulmak için aynanın karşısında saatlerde dudaklarımı oynatıp ses çıkarmaya çalışmam geldi. Konuşabilmek isterdim. Şarkı söylemek, çığlık atmak, fısıldamak isterdim. Burukça gülümsedim.
"Şimdi emin oldum." Gözlerimi irice açıp ona baktığımda, göz göze geldik. "Ben seni duyabiliyorum." Gülümsedim. Gülümsedi. "İnanmıyor musun? Gerçekten duyabiliyorum." Bu kez başımı hafifçe iki yana sallayarak işime döndüm. Jordan yarına dek toz alma işinin bitmediğini görürse beni haşlardı.
"İşi bitiremezsek Jordan'ın kızacağını mı söylüyorsun?" Şaşkınca ona döndüğümde gülümsedi. "Evet, biliyordum!" Elini bir süper kahraman gibi hava kaldırdığında, üzerine çıktığı merdiven sallandı. Dengesini sağlamak için kendini sola ittiğinde avucumun içini alnıma bastırdım. Sola değil, sağa bırakmalıydı kendini, merdivenimiz hafif eğimli olduğundan alışık olmayan biri kolayca dengesini kaybedebilirdi.
Brandon'ın toparlanmak için çabaladığı birkaç saniyede hızlıca yanına ulaşmıştım. Hedefim onu sağ tarafa çekmekti fakat boyumun kısalığı ve Brandon'ın kendini daha çok sola itmesi sonucu, düşmüştü.
Hem de üzerime.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro