0.3
Kapıdan giren her insana 'Brandon mu acaba' diyerek baktığımın farkında olan Jordan, arada bir bilerek önüme geçiyor, bazen de aniden geldiğini söyleyerek beni endişelendiriyordu. Kendime bile kalbimdeki olayları açıklayamıyorken Jordan'ın hemen Brandon'dan hoşlandığım tanısını koyması biraz moralimi bozuyordu. Bunu eğlenmek için yaptığı düşüncesine sığınmaktan başka çarem yoktu.
Çıkış saati geldiğinde toparlanma işini elimden geldiğince ağırdan alıyordum. Jordan ise benden daha çok bakmaya başlamıştı kapıya. "Nerede kaldı bu?" Kütüphane neredeyse tamamen boşalmıştı, birkaç kişi ellerindeki kitapları bitirmeye uğraşıyorlardı ama büyük ihtimalle ödünç almak isteyeceklerdi.
Jordan'a yanıt olarak omuz silktim, üzüldüğümü düşünmüş olacak ki yanıma gelerek omzumu sıvazladı. Üzülmüş müydüm? Belki.
"Belki bir işi çıkmıştır, ne dersin?" Dudağımı büktüm ve önümdeki kağıda bir şeyler yazdım. Tam o sırada büyük kapı açıldı, içeri dolan rüzgar yüzünden yazdığım minik kağıt uçtu ve kapının eşiğine dek sürüklendi.
Uzanıp kağıdı almak istedim fakat içeri giren kişi benden önce davranmıştı. Kağıtta yazanı yüksek sesle okudu. "Henüz adımı bile bilmiyor..." Bakışlarını yukarı çıkararak yanımda dikilen arkadaşıma baktı. "...Jordan?"
Jordan yaklaşıp tanışmak üzere elini uzattığında bir adım geri çekildim. Utanmıştım, kendinden bahsettiğimi anlamış olmalıydı. Jordan normalde insanlarla el sıkışmazdı, utandığımı anladığı için yaptığına kalıbımı basabilirdim.
Brandon da ona gülümseyerek elini sıktı ve ismini söyledi. Ardından bana döndü. "April, bugün nasılsın?" Bana soru sormaktan çekinmiyor oluşu öyle güzeldi ki, istemsizce gülümsedim. Genellikle insanlar konuşma engelli olduğumu anladıklarında evet-hayır soruları sorup kolayca onlarla iletişim kurmamı sağlardı. O zor yolu seçiyordu.
Elimle onu işaret ettiğimde gülümsedi. "Ben de iyiyim, teşekkür ederim." Kendi kendine konuşuyormuş gibi hissetmemesi güzel bir şeydi, insanların yüzünde bu ifadeyi gördüğümde anlaşmak genellikle zor olurdu. Jordan uzanıp avucumu yakalayarak anahtarları bıraktı. "Bugün kapatma işi sende, ben kitapları düzenledim."
Brandon geldiği sırada üç kişi kütüphaneden çıkmıştı, bu da demek oluyordu ki içeride bir kişi ya vardı, ya yoktu. Jordan'a başımla onay vererek anahtarları sıktım. Kapıya yöneldiğinde ona el sallamayı da ihmal etmemiştim.
Brandon masaya yaslandı, ben de bu sırada kahve yapmak için birkaç adım atmıştım. "Hey, April... Aslına bakarsan bir şeyler içmek için bir kafeye gideriz diye düşünmüştüm, ne dersin?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. Aslında onu kırmak istemiyordum, itiraf etmeliydim ki kafeye gitme fikri de çok heyecan vericiydi.
Yine uzanıp önündeki yerden küçük bir kağıt almak istiyordum ki, bileğimi kavradı. Bakışlarım istemsizce yüzüne çıkarken onun da dikkatle yüzümü incelediğini fark ettim. "Sorun değil, istemiyorsan eğer burada da kalabiliriz." Gülümsedi. "Burası gerçekten huzur veriyor."
Yüzümdeki ifadeden bunu nasıl çözmüştü, vereceğim cevabı nereden bilmişti bilmiyordum. Yalnızca gülümsedim. Bileğimi bıraktığında yeniden bir kağıt alıp kahveyi nasıl içtiğini sordum. "Bol sütlü ve iki şekerli. Diğer türlü uykusuzluk yapıyor."
Kahveleri getirdiğim sırada kütüphanenin üst katından biri gelmişti. İçerisi öyle boştu ki adım sesleri yankılanıyordu. "Affedersiniz, bu kitabı ödünç almak istiyorum."
Benim sormama gerek kalmadan ismini söylediğinde hızlıca sisteme girdim. Benim için kuralların yazılı olduğu tahtayı alarak karşımdaki kişiye gösterdim. Gözlüklerini geriye iterek okudu, ardından başını olumlu anlamda salladı. Aslında pek bir kuralımız yoktu, yalnızca kitapları koruyorduk.
"Yukarıda başka birileri var mı, biliyor musun?" Genç çocuk birkaç saniye düşündükten sonra Brandon'ı başını iki yana sallayarak yanıtladı. Brandon teşekkür ettikten sonra kahvesini eline alarak oturduğu sandalyede geriye yaslandı.
Sisteme kitabın ödünç alındığını girdikten sonra üzerinde 'iyi günler :)' yazan tabelayı karşımdaki çocuğa gösterdim. Onun çıkışının ardından gelen kapı sesiyle birlikte içeride hiç ses yoktu.
"Tanışma hikayemiz çok değişikti, değil mi?" Ona dönerek karşısındaki sandalyeye ilerledim. Kahvemin üzerinde dumanlar vardı. "Herhalde çarpışarak tanışan birçok insan vardır ama hiçbirinin bizim gibi bir şeylerden kaçarken çarpıştığını ve birbirlerini kurtardığını sanmıyorum. Tanışma hikayemin en değişik olduğu insan sensin, April."
Gülümsedim ve kahvemden büyük bir yudum aldım. "Sana böyle seslenmemden rahatsız olmuyorsun, değil mi?" Başımı iki yana salladığım ağır ağır, bu sırada bir kafeye gitseydik daha iyi olacağını düşünüyordum.
İkimiz koca bir kütüphanede yalnızdık, dışarıda yağmur yağıyordu ve ben karşımdaki adamı yalnızca iki kez görmüştüm. Aptaldım.
Yine de o gülümsediğinde onun hakkındaki endişelerim yok oluyordu, yüzüme baktığında tüm korkularım bir bir siliniyordu sanki. Dışarıda gök de gürlese, fırtına da çıksa umurumda olmazdı. Beni nasıl bu kadar etkilediği hakkında bir fikrim yoktu, büyü falan yapıyor olmalıydı.
Normal bir durumda olsak, bunun için de endişelenirdim.
Normal bir durumda değildik.
Bir anda görüşüm karanlığa boğulduğunda koca kütüphanenin camlarına ağaç dalları çarptı. Elektrikler kesilmişti. Her yer karanlığa gömülmüştü, dışarıda yağmurun sesi yankılanıyordu. Elimdeki kahve fincanı anın şokuyla yere düşerken ne yapacağımı bilememiştim.
Kalbim, yerinden çıkacak gibiydi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro