0.2
İnsanlar her zaman eşit değillerdi. Hatta hiçbir zaman eşit değillerdi.
Doğduğumuzda, yaşarken ve öldüğümüzde. Hiç kimse birbirinin aynı olan hayatları yaşayamaz, aynı şekilde doğup aynı şekilde ölemezdi.
Birbirlerinin yaşadıklarının aynısını yaşayamaz, yaşasa da aynı şeyleri hissedemezlerdi.
Yine de, diğer insanların yaptığının farkında bile olmadan yapabildiği şeyleri yapabilmek isterdim. Konuşabilmek isterdim.
Kendi sesimi duymadan, diğer insanlara tek kelime bile söylemeden yaşamak zordu. En çok söylemek istediklerimi, dışarıya haykırmak istediklerimi içime akıtmaktan bıkmıştım. Elbette benden kötü durumda olan insanlar olduğunu da biliyordum, halimden mutlu olmamı sağlayacak tek sebep buydu belki de.
Doğduğumda ailem çığlık çığlığa ağlamamı, gülüp kahkahalar atmamı beklemişlerdi; her normal aile gibi. Bunları yapamıyordum, gözyaşlarım sessizce süzülüyor, gülüşlerim sırıtmadan öteye geçemiyordu. Şanssız bir bebektim, beni her şeye rağmen sevecek ebeveynlerim yoktu. İhtiyacım olan şeyleri bana temin ediyorlardı ancak hepsi buydu. Bana sevgilerini hissettirmiyorlardı.
18 yaşıma bastığım anda ayrı bir eve çıkmıştım. Hiç arkadaşım yoktu, bu yüzden yalnız kalmam gerekmişti, kutu gibi bir evim vardı. Benimle sohbet eden tek şey kitaplardı. Durumum yüzünden üniversiteye gitmeye bile cesaret edememiştim.
Üç yıldır o evden çıkıp kütüphaneye gidip çalışıyor, ailemin gönderdiği parayla da geçimimi sağlıyordum. Onlara bağlı kalmayı istemesem de, şu durumda çalışabileceğim bir yer bulabileceğimi sanmıyordum.
Ailem bana yeteri kadar ilgi gösteremediklerinin farkındaydı, vicdan azabı çekmemek için de oldukça yüklü miktarda para gönderiyorlardı.
İşin özü, ne ailemden ne de çevremden en ufak bir sevgi görememiştim. Yalnız ve sessizdim, yapabileceğim sayılı şey vardı. Kütüphanede gönüllü olarak çalışabiliyordum, bu da hayatım boyunca gerçekten yakın olduğuma inandığım tek kişi sayesindeydi.
Kardeşim Martin'in, annemin, babamın ve diğer tanıdığım herkesin hissettiremediği duyguları hissediyordum. Belki de hayatımda ilk kez, birine karşı olumlu şeyler hissediyordum. Bu hissin peşini bırakmak hiç içimden gelmiyordu.
Korkutucuydu ve bu korkutucu hisler beni kendine çekiyordu. İçimden daha önce hiç gelmeyen şeyler geliyordu; resim yapmak, yazılar yazmak veya dolaşmaya çıkmak gibi.
Kütüphanenin bulunduğu işlek caddedeki insanların arasından sıyrılıp içeri girdim.
"Günaydın, Mellanie!" Jordan'a gülümseyip el salladığım sırada elindeki süpürgeyi bir kenara atarak yanıma geldi. Tek arkadaşım Jordan olabilirdi.
"Sana anlatmam gereken şeyler var, tırtıl!" Jordan'ın ses tonu biraz yükseldiğinde onu uyarmak için işaret parmağımı dudağımın üzerine yerleştirdim. Bu sırada küçük çantamı da çıkarıp masanın üzerine koymuştum. "Merak etme, henüz kütüphaneye kimse gelmedi. Bayan Anderson da bugün gelmeyecekmiş, kütüphane boş yani."
Anladığımı belli edecek şekilde başımı sallayıp büyük kapıyı yavaşça kapattım. Caddenin sesinin içeridekileri rahatsız etmemesi için kalın bir kapımız vardı.
Sandalyeme geçip otururken Jordan ikimize de kahve yapmaya başlamıştı. Bu sırada konuşuyordu da. "Dün kız kardeşim sokakta bir köpek bulmuş, gizlice eve getirdi. Getirir getirmez de benim odama çıkardı ve annemin alerjisi anında kendini göstermeye başladı. Köpek küçücüktü ve evin içerisinde bir o yana bir bu yana koşup duruyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum, tırtıl, görmen gerekliydi!" Elindeki kahve kupalarından birini bana uzattığında gülümseyerek aldım.
Kahvelerimiz sonunda bittiğinde büyük çerçeveli gözlüklerini düzeltti. "Bu arada, bu sabah kütüphaneyi ilk açtığımda bir adam geldi." Kaşlarımı çattım, Jordan kütüphaneyi sabah çok erken saatte açıyordu. Genelde yakın olduğumuz üniversiteden sınavların olduğu haftalarda gelenler çok olduğundan gece kapatmazdık, onun dışında kimse sabahın köründe kütüphaneye gelmek istemezdi. Jordan da o üniversiteye gittiğinden gece nöbetleri onundu, o derse gittiğindeyse onun yerine ben bakıyordum.
Burnunun ucuna gelen minik buklesini üfleyerek geri yukarı itti. Turuncuya çalan saçları her zaman yataktan yeni kalkmış gibi dağınık olurdu, aşağı inmelerini engelleyen tek şey oldukça büyük olan siyah çerçeveli gözlükleriydi. "Bana April diye birini sordu ve seni tarif etti, çıkışta gelebileceğini sana haber vermemi istedi." Gözlerim iri iri açılırken Jordan da bunu yakalayıp gülümsedi.
"Başta Edward'ın arkadaşlarından biri olduğunu sandım ama hey, şu bakışa bak. Bana hemen ne olduğunu anlatıyorsun Mellanie Forrest!"
Dört gün geçmişti, dört gündür onun gelmesini bekliyordum. Kalbim deli gibi atmaya başladığında ona neler olduğunu anlatmam için beni dürtüp duran arkadaşıma döndüm. Elime bir kalem ve kağıt alırken çıkış saatimin nasıl geleceği konusunda endişelenmeden edemiyordum.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro