0.0
Sözcükler… Dudakların arasından basit birer şeymiş gibi süzülseler de, sesin titreşiminin kulağa ulaşıp beyinde anlam kazanması gibi büyük bir mucizedir aslında. Çoğu insan bunun önemini kavrayamaz çünkü hiçbir zaman sözcükleri onları yalnız bırakmamıştır.
Düşünceler, zihinde fazla durmak istemezler. Bir süre sonra insan onları içinde tutamayacak hale gelir. Sözcükler halinde dudaklardan süzülüp gitmek isterler, gidemezlerse fikirler önce bir depremle sarsar, ardından dolup taşar o zihinden. Bununla birlikte şu da bir gerçektir ki, sözcüklerin en berrak olduğu anlar genellikle sessizliktir.
Sessizlik ve gürültü… İkisinin arasındaki ayrımı yakalamak çok zordur aslında. İkisi de anlaşılmaz, insanı içine yöneltir; sözcüklere ve daha derindekilere. Kelimeler o anlarda en berrak hallerindedir. Düşünceler saftır, zihin dingindir. Aynı huzuru gürültüde de sessizlikte de bulmak belki de en garip şeylerden biridir.
En kötüsü, insanın kendi gürültüsüdür. Öyle olduğunda kendini duyamaz, zihin bir çamur gibi bulanır. İçine yönelemez. Ağzından çıkabilse de sözcükler, bir anlamı olmaz. Konuşan kişi bir tek o da olsa, gürültü bu kez rahatsız edicidir. Ç
Belki de konuşamamanın getirdiği en büyük avantaj, belki de tek avantaj, budur. Kendinizi dinlemeyi ve sözcüklerinizi kendinize saklamayı öğrenirsiniz. Gürültü sizi boğmaz, çünkü asla onun bir parçası olduğunuzu hissetmezsiniz.
Arada bir kendi sesimi asla duymamış olmama böyle güzel yönlerden yaklaşabilsem de, itiraf etmeliyim, genelde sözcüklerim zihnimde dolup taşıyordu. İçimde ne depremler, felaketler yaşıyordum da, tek yapabildiğim nefes almak oluyordu.
“Hey, dilini mi yuttun minik Mellanie!” İşte tam da nefes almam gereken anlardan birindeydim. “Ah, doğru. Sen bunu yapalı uzun zaman olmuştu, değil mi?” Dilimi ısırarak bakışlarımı yere çevirdim. Bunu yapmaktan usanmıyor muydu sahiden? Yapmam gerekeni yaptım ve derin bir nefes aldım. Sinirlenirsem her şey daha kötü olurdu.
Gücü kesilmiş bacaklarıma basit bir komut gönderdim ve ileri doğru bir adım attım. “Nereye gidiyorsun, kaçıyor musun yoksa?” Kolumu tuttuğunu hissettim. “Gerçekleri duymak hoşuna gitmedi mi, sessiz kız? Yoksa cevap veremiyor olmak mı canını sıkıyor?”
Kolumu tuttuğu için ona ters bir bakış attıktan sonra kolumu tüm gücümle çektim. Bırakmak zorunda kalmıştı, çok da kuvvetsiz sayılmazdım. Sinir bozucu bir kahkaha attı. “Gerçekten güçlü müsün, test edelim mi?” Bana doğru ilerlemeye başladığında birkaç adım geriye gittim. Bu sırada başımı iki yana sallamıştım.
Aramızda neredeyse bir adım kala gerilemeyi kestim. Neden sürekli karşıma çıktığını bilmiyordum ama artık buna dur demenin vakti gelmişti. Dudağımı dişledikten sonra hızlı olmaya çalışarak ayağımı kaldırdım ve karnına dek çıkardıktan sonra sertçe ittirdim. Beklemediği hareket karşısında yere düştüğünde başından beri hedefim olan kütüphaneye kadar koştum.
Arkamdan geldiğini biliyordum, Edward asla vazgeçmezdi, özellikle de bir tekme yediyse. Yaptığım şeyin yeniden farkına vararak içime yayılan korkuyla daha hızlı koştum. Önüme bakamıyordum fakat ara sokaktan çıkıp kalabalığın arasına karıştığım için hızım azalmıştı.
Kütüphaneye girecekken elimdeki kitapların düşmesine neden olacak kadar sert bir şekilde birine çarptım. Neredeyse düşecekken dengemi son anda sağlamıştım. Sadece benim koşmamla bu kadar hızlı çarpışamazdık, dolayısıyla onun da koştuğunu hemen anlamıştım. “Hey, sen iyi misin?”
Başımı hızlıca olumlu anlamda sallayarak arkama baktım. Bir şeyden kaçtığımı anlamış olacak ki, o da benim baktığım yöne döndü. Kızgın bir yüzle gelen Edward’ı gördüğünde, ufak bedenime bir bakış attı. “Sanırım birbirimize yardımcı olabiliriz.”
Ne söylediğini anlayamayacak kadar çok koşmuştum ve nefes nefeseydim. Benim kaçtığım yöne doğru dönerek neredeyse bana ulaşmış olan Edward’ın önünü kesti. Edward’a kıyasla daha iriydi, bu yüzden Edward’ın yalnızca yüzünü görebiliyordum. Yüzü sinirden kızarmıştı, irileşmiş yeşil gözleri doğrudan üzerimdeydi. Korkuyla geriledim. Bu sırada, çarpıştığımız yabancının sesi duyuldu. “Bir sorun mu var?”
“Evet, bana tekme attı. Şimdi, çekil.” Edward yabancıyı kenara itmişti ki, yabancı yeniden önünü kesti. “Onun gibi küçük bir kızdan bile tekme yiyebiliyorsan, benim sana neler yapabileceğimi bir düşün.” Edward’ın öfkeli bakışlarının hedefi bu kez yabancı olurken nefesimi tuttum. “Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Evet, tam olarak bunu yapıyorum. Fazla vaktim yok ve seni yumruklamak da hiç içimden gelmiyor. Şimdi, kızı rahat bırak. Tamam mı?” Edward sanki mümkünmüş gibi kaşlarını daha çok çattığında bir kez daha yutkundum. “Başına bela alıyorsun.” Yabancı başını olumlu anlamda salladığında şaşkındım. “Aynen, öyle yapıyorum. Hadi git buradan artık.”
Edward son kez ikimize de sert bir bakış attıktan sonra, yeniden yabancıya döndü. “Seninle sonra görüşeceğiz.” Yabancı yeniden başını yukarı aşağı salladığında şaşkınlığımı üzerimden atamadan üzerine yenisi binmişti.
Edward arkasını dönüp uzaklaşırken yabancı bana doğru ilerleyerek yerdeki kitaplarımı aldı. “Sana yardım ettim. Sen de bana yardım edebilirsin, değil mi?” Kitaplarımı elinden alırken bir cevap beklediğini fark ederek başımı yukarı aşağı hareket ettirdim. “Harika, sessiz olsan yeter.”
Yeniden onu başımla onayladığımda, aksini yapamayacağımdan haberi bile yoktu. Kolunu omzuma yerleştirerek onun kaçtığı yönden nefes nefese gelen kızı bekledi. “Biraz yavaş koşar da.” Bakışlarını takip ettiğimden kızın topuklu ayakkabılarını izlediğini fark etmiştim.
Kız sonunda yanımıza geldiğinde, yabancı gülümsedi. “Sellie, sence de peşimden koşmak artık yüzsüzlük olmuyor mu?”
“Hayır, seni seviyorum! Benden öylece ayrılamazsın!” Yabancının avucunu sıktığını görmüştüm. Konuştu. “Bunu beni aldatmadan önce söylemiş olsaydın, gerçekten inanabilirdim. Beni gördüğün her yerde üzerime koşmanı engelleyecek bir sebebim olduğunu biliyorsun, değil mi?”
Kızın bakışları benim üzerime çevrildiğinde bakışlarındaki öfkeyi somut bir şekilde görebilmiştim. “Bu kız yüzünden mi benden ayrıldın? Ciddi olamazsın!”
“Hayır, beni aldattığın için senden ayrıldım. Bunu biliyorsun, Sellie.” Sellie, daha yakınımıza gelerek işaret parmağını yabancının omzuna bastırdı. “Seni seviyorum, benden ayrılamazsın.”
“Tanrı aşkına, sen şizofren falan mısın?” Yabancı sinirlenmiş gibiydi, beni biraz daha kendine doğru çekerek Sellie ile aralarına soktu. “Seni sevgilimle tanıştırayım, Sellie. Onu seviyorum ve mutluyuz.” Rolüme uygun davranmam gerektiğinin farkındaydım, bu yabancı bana yardım etmişti.
Bu yüzden, elimi Sellie’ye uzattım. Ne yazık ki adımı söyleyemiyordum. “İsmi April.” Ah, April güzel bir isimdi. Sellie elimi görmezden gelerek doğrudan yabancının gözlerine bakarak konuştu. “Buna pişman olacaksın.”
Topuklularından korkunç bir ses çıkararak geriye dönüp yürümeye başladığında derin bir nefes aldım ve yavaşça geri verdim. Yabancı karşıma geçerek gülümsedi. “Gerçekten çok teşekkür ederim, bir çarpışmanın bu kadar işime yarayacağını bilemezdim.” Ben de ona içten olduğunu umduğum bir şekilde gülümsedim. Elini uzattı. “Brandon.”
Onunkine kıyasla oldukça küçük olan elimi avuçlarına bıraktım, ismimi bile söyleyemiyor olmak bir kez daha canımı yaktı. Kucağımdaki defterlere çevirdim başımı, ismimi ve teşekkür mahiyetinde bir not yazıp ona verebilirdim.
Avucundaki elimi geri çekeceğim sırada yapacağım şeyi anlamış gibi tuttu.
“Sorun değil.” Bunu nereden anlamıştı bilmiyordum. Elimi bıraktıktan sonra kütüphaneye girene dek neden beni beklediğini de bilmiyordum. Beni Sellie ile neden kız arkadaşı olarak tanıştırdığını da bilmiyordum. Elbette en çok merak ettiğim bunlardan biri değildi.
En çok merak ettiğim, elimi avucundan çekmeme izin vermediğinde neden kalbimin hızlandığıydı. Uzay boşluğu gibi sessiz ve hissiz olduğunu düşündüğüm kalbime bir şeyler sızmış olduğu düşüncesine karşılık yutkundum.
Oysa içimden çığlık atmak geliyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro