Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

04. Klas bir hırsızlık.

Oy ve yorum gelirse yeni bölüm de gelir. Okuyanlara çok teşekkürler, öptüm hepinizi <3 (3 kişi falan)

04 | Klas bir hırsızlık.

Her şey hazırdı.

Jisung planı dikkatlice dinleyip tereddüt bile etmeden kabul ettiğinde Miami'ye uçak biletleri alınmıştı. Jisung çalıştığı şirketten bir ay, yıllık iznini almıştı sırf bu plan için.

"Adın Park Jisung," demişti Chan. "Ailen Japonya'nın en başarılı otel zincirlerinden birinin sahibi. Kore'de doğup büyüdün ama ailenle sonrasında Japonya'ya taşındın. Planımız doğrultusunda tam şu an, kendi ayaklarının üstünde durmak için ailenden ayrıldın."

Chan, Jisung'un yeni hayat hikayesini daha detaylı anlattıktan sonra, HT Park Otel'in internet sitesini kurmuştu. Ayrıca Jisung'un kendi sosyal medya hesaplarının hepsini dondurmuşlardı.

"Tavırlarında herhangi bir yalan ve tutarsızlık yakalamaması gerek," demişti Chan. "Bu yüzden kendin gibi davranmalısın. Sadece ismin ve yaşadığın hayat şekli değişecek."

"Anladım, artık ultra zengin bir Park Jisung'um."

"Aynen öyle. Bizim dolandırıcının kaldığı otelde kral süitinde kalacaksın. Eminim ki kuşlar, bunu onun kulağına fısıldar. Seni fark etmesini sağlayacağız. Hakkında araştırma yapacak ve yeni avını bulduğunu sanacak."

İnternet üzerinde Jisung'la ilgili yapılan tüm hazırlıkların ardından on dokuz saatlik bir uçuştan sonra Miammi'ye vardıklarında Miammi'deki üçüncü günlerinde, planlarının ilk aşamasını tamamlamak üzereydiler.

Chan ve diğerleri, kiralık bir tatil evinde kalıyordu. Jisung ise kral süitinde -ki bu çılgıncaydı, resmen kral süiti!- otelin barına gitmek için hazırlanırken bir yandan da Chan'la görüntülü arama yapıyordu.

"Şu odaya bir bak," diyerek elindeki telefonu etrafta döndürdü Jisung heyecanla. "İlk defa bu kadar iyi bir otel odasında kalıyorum!"

"Evet," dedi Chan, onuncu defa arkadaşının dediği şeyi bıkkınca onaylarken. "Şimdi hazırlanmaya geri dön."

Jisung telefonu gösterişli bir makyaj masasının üstüne sabitledikten sonra hazırlanmak yerine etrafı incelemeye geri döndü. Çünkü hadi ama! Bir daha ne zaman kral süiti görecekti ki? Zemindeki yüksek kaliteli cilalı ahşap döşeme bile fiyakalıydı. Geniş salondaki oturma alanının tam karşısında devasa bir televizyon vardı. Dört direkli büyük kral yatağı resmen zarif yatak örtüleriyle süslenmişti. Geniş pencerelerden gelen gün batımının doğal ışığı odayı aydınlatıyordu. Odanın manzarasıysa Miami'nin devasa sahiliydi!

"Hey, Channie! Burada kaç gün kalacağımı söylemiştin?"

"Plana göre fazla değil Jisung. Bir-iki gün sonra başka bir odaya geçeceksin. Hazırlanmaya geri dön şimdi, hadi güzelim."

"Changbin hyung, arkadaşım olmak ister misin? Çok vefalı bir arkadaşımdır." Jisung telefonun kamerasına yaklaşarak Chan'ın yanında olduğunu bildiği Changbin'e doğru seslendi.

Şu an bu süitte birkaç gün ücretsiz kalabilmesi, Changbin'in torpilli bağlantıları sayesindeydi. Meğerse adamın ailesi feci zenginmiş! Bunu öğrendiğinde, Changbin'in böylesine zengin olmasına rağmen Seungmin'le kendi ortak şirketlerini kurma isteğini takdir etmişti Jisung.

Telefondan Changbin'in kahkahası geldi. "Dilediğin gibi keyfini çıkar."

Jisung böylesine riskli bir planın içerisinde diken üstündeyken bu görkemli odanın keyfini ne kadar çıkarabilirdi bilmiyordu ama eh, deneyecekti. Çünkü kral süitindeydi!

"Jisung..." Chan'ın homurdanışını duydu.

"Tamam tamam, neredeyse hazırım. Bu gömlek mi, yoksa bu mu?" Elinde iki farklı kıyafeti kameraya doğru uzatıp sırayla gösterdi.

"Siyah olan," dedi Changbin tereddüt bile etmeden. "Onu giymelisin."

Changbin'in seçtiği gömleğin yaka kısmından omuz kısmına kadar ince bir yırtmaç detayı vardı. Sırtındaysa daha geniş bir yırtmaç vardı, başlangıcı omuzlarının altından gelerek birkaç parmak aşağısında son buluyordu. Abartılı değildi. Gömleği giyindiğinde omuzlarının ve sırtının bir kısmı yırtmaçların altından görünüp buğday tenini gözler önüne serecekti.

Chan da aynı gömleği seçti. Jisung arkadan gelen Jeongin'in serzenişlerini duyuyordu. Kamerada sadece Chan ve Changbin görünse de belli ki yapışkan çocuk da yanlarındaydı.

"Onu tavlamaya mı çalışacak?" diye hayıflandı Jeongin. Jisung bu çocuğun kafasını bir gün koparacaktı.

Dolandırıldığı adam yüzünden hayal kırıklığa uğrayıp onu unutmakta sorun yaşaması gayet doğaldı ama sanki Jisung'un amacı adama kendini beğendirmekmiş gibi davranması sinir bozucu olmaya başlamıştı. Jeongin, Jisung'un sürekli ne kadar çekici olduğunu vurgulayıp duruyor, sanki gerçek bir ilişki yaşayacaklarmış gibi hayıflanıyordu.

"Onu tavlamaya çalışmayacağım Jeongin'ciğim," derken Jisung sesinin öfkeli çıkmasını engelleyememişti. "Senin aklın fikrin hala seni dolandırıp terk eden bir adamdayken ben burada senin paranı o adamdan geri almaya çalışacağım. Yapacağım şey bu. Anladın umarım?"

Jeongin'in homurdanışlarını az çok duysa da Chan telefonu alıp başka bir odaya ilerlemeye başlamıştı.

"Ona aldırma. Seni böyle bir duruma soktuğum için kendimi yeterince kötü hissediyorum zaten." Chan sıkıntıyla yüzünü sıvazladı.

"Sen sokmadın," dedi Jisung kaşlarını çatarak. "Ben kabul ettim Chan."

"Ama benim yüzümden."

"Her ihtiyacım olduğunda yanımda olan sen değilmişsin gibi konuşuyorsun," dedi Jisung. "Şimdi senin bana ihtiyacın var ve ben de senin yanındayım. Paranı geri aldıktan sonra itibarını da temizleyeceğiz, tamam mı? O üçkağıtçı da olması gereken yere gidecek."

Jisung arkadaşını rahatlatmak için konuşsa da Chan'ın endişesi kamerada hala yüzünden okunuyordu. "Dikkatli ol. Bizi görme ihtimali olduğu için orada olmayacağız. Yani tek olacaksın çoğu yerde."

"Sorun yok. Üstesinden gelemeyeceğim bir şey değil. Ağzım iyi ve doğru laf yapar, biliyorsun."

"Gece odaya geri dönünce ara beni."

"Merak etme," diye melodik bir tınıyla konuştu Jisung. "Şüphe bile etmeyecek. Bana güven."

"Güveniyorum," dedi Chan iç çekerek. "Güvenmesem bu işi yapıyor olmazdık."

||

Han Jisung bar tezgahına yaslanmış, tekli taburede oturuyorken barmenin doldurduğu alkolsüz Baby Bellini'yi yavaş yavaş yudumluyordu. Dışardan rahat bir görünüm sergilese de içten içe gerginliğin tohumları filizlenmeye başlamıştı.

Mekanda gözlerini gezdirip sanki sürekli birini arıyormuş gibi görünmemek için olabildiğince kendini içkisinin meyveli ve ferahlatıcı tadıyla oyalamaya çalışıyordu. Üçkağıtçı henüz ortaya çıkmamıştı.

Müzik, hafif bir şekilde arka planda çalıyordu. Jisung, bacağını sıkıntıyla sallamamak için büyük bir çaba sarf etti. Onun yerine, kafasını kaldırıp ortamı incelemeye çalıştı. Duvarlar, modern sanat eserleri ve dekoratif aksesuarlarla süslenmişti. Barın aydınlatması yumuşak bir atmosfer yaratmak için özenle seçilmiş gibiydi. Işıklandırmalar barın her köşesinde sıcak bir ışıltı yaratırken, göz alıcı şampanya kadehleri ve kristal bardaklar da dikkat çekiyordu.

Evet, önündeki kristal bardaklara bak Jisung. Kristal bardaklar.

İnsanların yüzlerini inceleme.

Duvardaki tablolarla ilgilen. Sanki sanattan çok anlıyormuşsun gibi.

Neredeydi bu adam?! Neden hala gelmiyordu? Oysaki Chan, üç gündür üçkağıtçının Jisung'u takip ettiğini söylemişti. Jisung plajdayken, otelin havuzundayken, herhangi bir yere gittiğinde bile üçkağıtçı Jisung'u, Chan ise üçkağıtçıyı izliyordu.

Planları işe yaramamış mıydı? Bir şeylerden mi şüphelenmişti? Ne zaman harekete geçmeyi düşünüyordu?

Jisung 'Gelmedi mi?' diye bir mesaj çekti, barın dışarısında arabada bekleyen Chan'a. Chan'dan 'Henüz değil' yanıtı alması gecikmedi. İstemsizce oflarken yanında bir hareketlilik fark etti.

"Selam." Bekledikleri kişi değildi. Otuzlarının ortasında sıradan bir adamdı. Jisung'un yanındaki boş tabureye oturmuştu, yüzünde rahatsız edici bir sırıtış vardı.

"Sıkılıyor gibisiniz."

Jisung ona cevap verme gereği duymadan göz ucuyla baktığı adamı görmezden geldi ve önüne dönüp alkolsüz içkisinden küçük bir yudum daha aldı. Bu sırada gözleri, bar kapısından giren bedene takılmıştı. Gelmişti.

Chan'dan da 'Geldi' mesajı aldığı sırada Üçkağıtçı, Jisung'un bulunduğu bar tezgahına doğru ilerledi. Jisung'un uzağına, çaprazında bir yere oturdu. L şeklindeki tezgâhta çaprazlı oturdukları için Jisung onun yüzünü tam olarak görebiliyordu. Çaktırmadan birkaç kez yüzüne baksana da Üçkağıtçı bir kere bile kafasını kaldırıp Jisung'a bakmamıştı.

"Biriyle mi geldiniz?" dedi yanındaki aynı adam. "Birini mi bekliyorsunuz? Umarım teksinizdir, çünkü bir süredir gözlerimi sizden alamıyorum."

Jisung planlarını mahvetmemek adına sessiz kalıp sorun çıkarmamaya çalıştı ama bir kez daha görmezden gelinmesine rağmen yanındaki adam vazgeçecek gibi durmuyordu. "İngilizce bilmiyor musunuz?"

"İngilizceniz iyi değilim sanırım. Sorun değil."

Jisung gözlerini birkaç saniyeliğine sinirle yumup açtı ve kafasını yavaşça yanındaki adama çevirdi. Adamın suratına karşı en sinir bozucu gülümsemesini takınıp Korecesiyle, "Siktirip gidecek misin artık?" dedi. Korece bilmeyen adam, Jisung'un yüz ifadesinden dolayı iyi bir şey dediğini sanabilirdi -ki öyle de sandı.

"İngilizce alıştırması yapabileceğiniz birini arıyorsanız seve seve yardımcı olurum." Adamın derdi elbette gayet açıktı.

Sırıtarak yaptığı imayla adamın eli, Jisung'un beline doğru yönelmişken Jisung refleksleri yüzünden o eli bileğinden yakalayıp ters çevirerek aniden bar tezgahına yapıştırdı. Adamın ağzından acıyla bir nida dökülürken Jisung aksanlı bir İngilizceyle, "Kibarca siktirip gitmeni söylemiştim ama Korecen pek iyi değil sanırım. Anladığın dilden mi konuşmam gerek?" diyerek son cümlesine vurgu yaparak adamın bileğini tezgâha daha sert bastırdı. Adamın anladığı dil, belli ki kaba kuvvetti.

"Sizi rahatsız mı etti, efendim?" diyerek Jisung'un yanına gelen görevlileri görünce Jisung yavaşça elini adamın bileğinden çekti ve, "Evet," dedi son derece ciddi bir sesle. "Gereğini yaparsanız sevinirim."

Changbin'in torpili sayesinde otelde bilinen bir isim olduğu için görevlilerin kendisine saygıyla yaklaşmasına şaşırmamıştı. Beklediği muamele de buydu. Sözü geçen taraf, her türlü Jisung olacaktı.

Adam büyük bir öfkeyle Jisung'un suratına bakarken bileğinin acısıyla sızlanıyordu. Küfürlerini sıralamaya başladığı sırada Jisung yüzüne daha büyük bir gülümseme yerleştirdi ve korumaların zorla adamı barın kapısına sürükleyişini izledi. Adam bardan atıldığında müşterileri rahatsız eden sesi de kesilmişti.

Jisung önüne dönüp içkisinden son yudumunu da aldığında gerginlikten ellerinin terlemeye başladığını hissetti. Aslında bugün yapması gereken pek bir şey yoktu. Sadece barda şu an yaptığı gibi tek başına takılacak ve sakince içkisini içecekti. Üç gündür kendisini izleyen üçkağıtçının hamlesini bekleyeceklerdi ve Jisung da o hamle gelirse ona uygun davranacaktı.

Fakat sakince kavramı artık planlarına dahil değildi. Zira az önceki kargaşanın patlak noktası Jisung'un sert hamlesiydi. Bu da, Jisung için çizecekleri imajı biraz zedelemiş olabilirdi.

Kahretsin, diye geçirdi içinden. Yine de o şerefsiz bunu hak etmişti. Abaza adamın Jisung hakkında aklından neler geçtiği bariz ortadaydı.

Göz ucuyla üçkağıtçının oturduğu yere baktığında, kızıl saçlı adamın umursamazca telefonuyla ilgilenip birasını yudumladığını gördü. Geldiğinden beri Jisung'a bir kez olsun bakmış mıydı, bilmiyordu Jisung. Gerçi az önceki kısa süreli kargaşanın başrolü Jisung olduğu için illaki bakmış olmalıydı. Yine gözlemleyip gidecek miydi yoksa herhangi bir hamle yapacak mıydı, merak ediyordu.

Jisung cüzdanından kredi kartını çıkarıp bar masasının karşı tarafındaki görevliye uzatırken, "Hesabımı buradan alın lütfen," dedi.

"Tabii, beyefendi."

"Teşekkürler."

Jisung oyalanmak için boş içki bardağının içindeki küçük kaşığı uyuşuk hareketlerle karıştırırken dirseğini bar tezgahına yaslayarak hafifçe yan döndü. Gözleri birkaç saniyeliğine çaprazındaki üçkağıtçıya değdi. Fakat kızıl saçlı adam hala kendi telefonuyla ilgileniyordu.

"Beyefendi, kartınız bloke edilmiş."

"Ne?" Jisung, kendisine uzatılan kredi kartını kafa karışıklığıyla geri aldı. "Nasıl bloke edilir?" diye şaşkınca mırıldandı. Sonra şaşkınlığı öfkeye evrildi ve telefonundan bir numarayı tuşladı.

"İyi günler, ben Park Jisung, evet, kartım bloke edilmiş. Bu durum hakkında bilgi alabilir miyim?" diye sorduktan sonra kartının üstündeki numaraları okudu. Bir süre bekledikten sonra aldığı karşılık yüzünden öfkeyle sesini yükseltti. "Nasıl olur da kartımı bloke edersiniz? Ne? Yirmi dört saat mi?!"

Telefon hala kulağındayken oturduğu bar sandalyesinden sinirle kalkıp arkasını döndü ve tezgâhtan uzaklaştı. "Yirmi dört saat boyunca kartsız ne yapacağım ben?! Bunun için size dava bile açabilirim, biliyorsunuz!"

"Hayır, haksız yere beni bu duruma düşürdüğünüze inanamıyorum!" diye bağırdı konuşmaya devam ederken.

Arkası dönük, yeterince uzaklaştıktan sonraysa bağırmayı bırakıp, "Chan," diye mırıldandı memnuniyetsizce. "Dönüp bakmıyor bile. Başı önünde, sadece içkisini içiyor."

Bir iç çekişten sonra, "Sanırım bugün de bir hamle yapmayacak," diye yanıt verdi Chan'ın telefondaki sesi.

Jisung dudağını kemirirken, "Nakit ödeyip çıkıyorum o zaman," diye mırıldandı.

Chan'dan onay alınca telefonu kapatıp bar tezgahına geri döndü.

"Bakar mısınız? Nakit ödeyeceğim. Ne kadar?"

Cüzdanından para çıkarmaya yeltenmişken görevli, "Sorun yok, beyefendi," dedi. "Arkadaşınız hesabı ödedi."

"Hangi arkadaş?"

Görevli yan tarafı işaret ettiğinde Jisung içkisini yudumlayan kızıl saçlı adama baktı. Yine başı önünde telefonuyla ilgileniyordu. Jisung beklediği hamlenin gelmiş olmasıyla istemsizce sırıttı. Sonunda.

Cüzdanını ve telefonunu siyah deri bel çantasına yerleştirdikten sonra, kendinden emin bir şekilde hedefine doğru ilerlemeye başladı. Başlıyordu. Planlarının ikinci aşaması başlamak üzereydi. İlk hamle.

"Affedersiniz," diye seslendi İngilizce konuşarak. Adam başını telefonundan kaldırıp sesin geldiği yöne döndüğünde Jisung'la göz göze geldiler.

Jisung yüzüne biraz küçümseyici biraz da davetkar bir ifade takınarak sahte olduğu her halinden belli olan bir gülümsemeyle konuştu. "Ne zamandır arkadaşız?"

Konuşurken kollarını göğsünde birleştirmiş, kaşlarını havaya kaldırmıştı. Kendinden emin bakışlarını kısaca karşısındaki adamın yüzünde gezdirdi.

Saçlarının uzunluğu fotoğraftakiyle aynıydı, tek fark kahverengi değil de kiremit kızılı rengine boyanmış olmasıydı. Fotoğraftaki yandan profilinin aksine bu sefer tüm yüzü karşısındaydı.

Yuvarlak fakat belirgin ve dengeli bir yüz hattına sahipti. Büyük ve çekici gözlerindeki ifade, canlı ve etkileyici bir hava yansıtıyordu. Kaşları düzgün bir şekilde kavislenmişti. Hatta şu an oyuncu bir tavırla tek kaşı yukarı kalkmış, Jisung'a pembemsi belirgin dudaklarıyla gülümsüyordu.

"Az önceki Korece bilmeyen adam düşmanın olduğundan beri," diye yanıtladı bardağından bir yudum daha almadan önce. Jisung'u rahatsız eden adamdan bahsetmişti ve bunu yaparken Miammi'de olmalarına rağmen Jisung'un İngilizce tercihinin aksine Korece konuşmayı seçmişti.

Jisung, onun cevabına karşılık yüzüne inanamaz bir ifadeyle baktı. Gülümsüyor olsa dahi dudaklarından memnuniyetsiz bir 'hıh' sesi çıktı. Sahte olduğunu yansıtmaktan çekinmediği gülümseyen dudaklarını düz hale getirerek, "Bak," dedi, bu sefer Korece cümlesiyle. "Bunun için zamanım yok. Ödediğin ücreti söyle ve sana parayı—"

"Ben değil, Korece bilmeyen herif ödedi."

Jisung ödemeyi yapmak için cüzdanını tekrar çıkarmışken sözü böyle kesilmişti.

Jisung kafa karışıklığıyla kaşlarını çatarak anlamsızca baktı. "Barmen dedi ki—"

"Barmen için kimin kartı olduğu önemli değil ne de olsa. Benim kartım olduğunu zannetmiş olabilir."

Adamın yüzündeki sinsi, gururlu ve umursamaz gülümseyişe hayretle baktı Jisung. Gözleri yavaşça kısılırken, "Çok klas bir hırsızlık," diye alayla söylendi.

"Klas?" diyerek göz kırptı kızıl saçlı. "Teşekkürler. Ama hırsızlık?" Bu sefer dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kıstı ve başını iki yana salladı. "O seni rahatsız etti ve ben de onu cezalandırdım. Burada bir hırsızlık yok."

"Bu hırsızlık." Jisung hoşnutsuzca burun kırıştırdı.

"Suçlu mu hissediyorsun? O zaman ondan özür dile," derken meydan okuyormuş gibi bir havası vardı kızıl saçlının. Kaşları hafifçe kalkmış, gözlerinde bir parıltı vardı. "Fakat eğer bana onu cezalandırdığım için teşekkür edeceksen şehrin biraz daha merkezinde buradan daha iyi bir bar var."

Bakışları, kendine özgü bir kıvrımla yumuşak ve kışkırtıcı bir şekilde Jisung'a odaklanmıştı. İrislerindeki parıltı ve muziplik göze çarpıyordu.

Jisung ise alayla gülümsedi, yeniden. Dudakları ağzının içine hafifçe kıvrılmış, sıralı düzgün dişlerini ön plana çıkarmıştı.

"Ah, şimdi anladım," dedi adamın muzip gözlerine bakarken. "Sizin gibi bu yöntemi kullanıp flört etmeye çalışan birçok kişi olduğu kesin ama hesabı ödemeden bunu yapmak... Olağanüstü."

Üçkağıtçı, bir dirseğini bar tezgahına yaslamışken karşısındaki siyah saçlı çocuğun her dediğini içten bir sırıtışla dinliyordu ve bundan keyif alıyor gibi görünüyordu.

Jisung onun flörtöz ve ciddiyetsiz yakışıklı suratına bir yumruk geçirmek istedi. Fakat bunu yapamayacağı için bu fikri aklından direkt çıkarması gerekti. Bu yüzden sıradaki hamlesinin ne olacağına dair karar vermek için birkaç saniyeliğine adamın yüzünü analiz etmeye koyuldu.

Adamın yüzünde herhangi bir gergin veya sıkıntılı ifade yoktu. Jisung'un aksi tavırlarından rahatsız olmuşa benzemiyordu. Hatta keyif aldığı aşikardı. Jisung tarafından terslendikçe sanki keyfi yerine geliyor gibiydi. Adamın yüzündeki keyifli ifade, Jisung'un tepkilerini daha da tetikleyerek onunla bir oyun oynama isteğini yansıtıyordu.

Kedi-fare oyununa bayılıyor demek, diye düşündü Jisung. Öyleyse bu yolda ilerlemeye devam edecekti. Fare olacaktı.

Fare ol Jisung.

"Ama ben Miammi'ye parti yapmaya veya senin gibi ucuz hilecilerle flört etmeye gelmedim," dedi Jisung tekrar alayla. "Bu yüzden şansını başka birinde dene."

Sözlerinden sonra yakışıklı suratlı adam, Jisung'u dikkatle dinlerken dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Ardından dilini dudaklarıyla ıslattı, yüzünde dalga geçer gibi bir ifade belirdi.

Jisung, adamın bu tepkisine sahte bir gülümsemeyle cevap verdi. Ancak hızla gülümsemeyi kesti ve düz bir ifadeye geri bürünüp oradan uzaklaştı.

Az önceki ücreti konuştuğu barmenin yanına gittiğinde, "Affedersiniz," diye seslendi. "Bir yanlışlık oldu sanırım. Hesabı aldığınız karta parasını iade edin lütfen. O beyefendi—" derken üçkağıtçının olduğu yeri işaret etmek için başını döndürdü. Ancak, o tarafa döndüğünde beklediğinin aksine boşlukla karşılaştı. Biraz önce orada duran adam artık orada yoktu.

Jisung'un gözleri şaşkınlıkla çevreyi tarasa da adamın izine rastlayamadı. Gitmişti.



Nereye gittin bir anda ya








Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro