Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

03. Plan ne?

03 | Plan ne?

Han Jisung, şirkete gitmeye devam ettiği bu iki gün boyunca kafasındaki düşünceler yüzünden performans düşüşü yaşıyordu.

Genelde iş arkadaşları ve müşteriler, onunla geçirdikleri zamanlarda samimiyet ve güler yüzle karşılaşırdı. Jisung'un insanları dinlemesi, anlayışı ve pozitif enerjisini yayması, birçok kişinin ona yakın hissetmesine ve onu sevmesine yol açardı. Pazarlamacı ve satış uzmanı olarak işinde en iyisi olsa da, son iki gün boyunca zihni, son yaşanılan şey yüzünden fazlasıyla dalgındı. İşteyken bile dolandırıcılık olayının yarattığı endişe ve belirsizlik, zihninde sürekli dönüp duruyordu. Chan'ın düştüğü duruma yardımcı olabilecek bir çıkış yolu aramaktan başka bir şey düşünemez olmuştu.

Dün şirkette satış sonuçlarını raporlarken işi biraz uzamıştı. Eve de geç bir saatte geldiği için, gelir gelmez Chan'ın hazırladığı yemekten atıştırdıktan sonra uyuya kalmıştı. Bu yüzden Chan'la dün akşam evde doğru düzgün konuşamamışlardı.

Bu sabah evden çıkmadan önce Chan ona Jeongin ve Seungmin'in bugün geleceğinden bahsetmişti. Jisung, arkadaşına polise gitmelerini söyleyip duruyordu. Üstelik ellerinde adamın fotoğrafı da vardı, polise gitmelilerdi. Fakat Chan polise giderlerse büyük çaplı aramanın dolandırıcının kulağına gideceğine emindi. Üstelik kandırılmış olmayı kendine yediremediğinden, o üçkağıtçıyı bulup ona aynı şeyi bizzat yaşatmak için hırslanmışa benziyordu. Bu yüzden polise gitmeyi reddediyor, bir plan üzerinde düşündüğünden bahsediyordu dünden beri. Jisung'a henüz bahsetmemişti ve genç çocuk, meraklı kişiliğinin getirisiyle artı olarak bunu kafaya takıyordu iki gündür.

Bugün şirketten erken ayrılmıştı. Dünden beri durumunu fark edenler hiç sesini çıkarmayıp anlayışla karşılarken, Jisung'u şirkette sevmeyen kimileriyse laf çarpıtmışlardı elbette. Jisung başka zaman olsa onlara haddini öyle bir bildirirdi ki, bir daha ağızlarını açıp adını anmaya dahi cesaret edemezlerdi. Ancak bugün, hiç onlarla uğraşabilecek durumda değildi. Jisung kendisi hakkında ettikleri her bir lafı ağızlarına daha sonra tıkacağını kafasına not edip şirketten çıkmıştı direkt.

Arabasını şirketin otoparkından çıkardı. Bir yandan da annesi ve babasından haber almak için telefon numaralarını tuşlayıp sesi arabanın hoparlörüne bağladı.

"Jisung'um?" diyerek açtı telefonu annesi birkaç çalıştan sonra.

"Selam fıstık," diye karşılık verdi Jisung da gülümseyerek.

"Nasılsın, bebeğim? Yemeğini yedin mi?"

"Henüz yemedim anne," dedi Jisung. "Şirketten şimdi çıktım, eve geçiyorum."

"Şirketten erken mi çıktın?" dedi annesi. Fakat sesi biraz cızırtılı ve uzaktan gelmişti. Telefonun öteki tarafında başka bir şeyle uğraşıyor gibiydi. "Bir sorun mu var, hayatım? Niye erken çıktın?"

Jisung, direksiyonu hafifçe sağa kırarken dudaklarını araladı. "Yok yok, sadece işlerim erken bitti."

Jisung Chan'ın dolandırılma olayını annesine bahsetmemişti -ki birçok şeyi annesine bahseden biri olarak bu biraz zordu. Annesi ve babası da Chan'ın ropörtajını haberlerde görmemiş olacaklar ki haberleri yoktu.

"Oh, iyi o halde. Evde yemeye bir şeyler var mı?" Yine sesi kesik kesik geliyordu. "Eğer yoksa bizim eve uğrayıp alabilirsin, bebeğim. Chan'la birlikte yersiniz."

Jisung kırmızı ışıkta durduğunda, "Anne?" dedi sorgularcasına. "Sesin arada kesiliyor, bir şeyle mi uğraşıyorsun orada?"

"Ah, burası şu an biraz yoğun. İki eleman bugün izin almak zorunda kaldığı için işlerle ilgilenmeye çalışıyorum. Bir sorun yok."

"O zaman, kurtarıcın geliyor. Bekle beni!" Jisung oyuncu bir tavırla söylediğinde annesi hemen itirazlara başlamıştı.

"Jisung! Eve gidip dinlen. Biz hallediyoruz babanla ve diğer elemanlarla."

Yeşil ışık yandığında Jisung, direksiyonu diğer tarafa kırıp bir u dönüşü yaptı. "Çok geç," dedi. "Çoktan yola çıktım bile."

Jisung kıkırdarken, "Gerek yoktu sıpa," diye homurdandı annesi tatlıca. "Gelirken kendine yemek de al bari, burada yemeye bir şey kalmadı."

"Tamamdır. On beş dakikaya oradayım, görüşürüz. Çok öptüm."

Karşılıklı öpücüklerden sonra telefonu kapattılar.

Ailesinin kendilerine ait bir ev eşyaları satan mağazası vardı. Civarın en bilinen ve tercih edilen mağazalarından biri olduğu için müşterisi de bol olurdu. Jisung da kendi işinden arda kalan zamanlarda, bazen ailesinin yardıma ihtiyacı olduğunda mağazaya gidip müşterilerle ilgilenip satış yapardı.

Bugün aslında Chan'ın yapışkan çocukla ve Kim Seungmin'le ne konuşacağını merak ediyordu ama akşam eve gidince de öğrenebilirdi sonuçta. Şu an ailesine yardım etmesi daha iyi olurdu. Hem de kafasını dağıtırdı. Chan'a nerede olacağıyla ilgili kısa bir bilgilendirme mesajı attı.

Kendisine bir marketten hazır noodle alıp karnını hızlıca doyurduktan sonra mağazaya gidip müşterilerle ilgilenmeye koyulmuştu hemen. Mağazaya geldiğinde iyi ki gelmişim diye geçirmişti içinden, çünkü sahiden yoğunluk çok fazlaydı. İki elemanın izinli olması da zor duruma sokmuştu ailesini ve diğer çalışanları.

Jisung'un bu mağazadaki satış becerileri de inanılmazdı. Mağazaya geldiğinde hep iki katı daha fazla satış elde ederlerdi.

Jisung, insanları analiz ederek gözlem yeteneğiyle müşterilerin arzularını çabucak tespit edip onları satın almaya teşvik ederdi hep. İkna kabiliyeti de oldukça güçlüydü. Müşteri, o eşyaya ihtiyacı olmasa bile Jisung onu satın almaya kolayca ikna ederdi. Ne zaman ne söylemesi gerektiğini çok iyi bilir ve doğru zamanda doğru argümanları sunarak ufak bir manipülasyonla da müşterilerin mantık ve duygularını etkilerdi.

İki saatin sonunda bir bayan müşteriye daha elinde dolu dolu dört poşetle mağazadan uğurladığında cebindeki telefonun zil sesini işitti.

"Chan?" Telefonu açıp kulağına yaslarken mağazadaki koltuklardan birine atmıştı kendini yorgunluktan.

"Eve geldiğinde sana planı açıklayacağım ama asıl bilmen gereken şey şu ki," diye başladı Chan. Telefonu açar açmaz nefes almadan kelimeleri sıralamaya başlamıştı birden. "Plan sana bağlı. Ama tabii ki seni buna zorlamayacağım, sonuçta bu benim problemim. Sadece gerildim ve kabul eder misin bilmiyorum ve kulağa saçma da gelebilir ama kabul edersen işe yarayacağına oldukça eminim. Fakat dediğim gibi, zorunda değilsin. Sadece saatlerdir bunu düşünüyordum ve eve dönmeni bekleyemeyip seni aradım ama—"

"Chan!" Jisung duyduklarını anlamaya çalışırken Chan'ın sesine yetişemeyip araya girdi. "Önce bir sakinleş. Neyden bahsediyorsun? Sakince anlat."

"Of," diye sıkıntılı bir iç çekti Chan.

"Hey Bang Bang, gerilmene gerek yok ama kafamı çok karıştırdın. Plan bana mı bağlı dedin sen?"

"Öyle," diye mırıldandı Chan. "Önce sana sormam gerekirdi aslında ama başka alternatif bir şeyler bulabilir miyim diye düşünüyordum. Fakat asıl amacımıza ulaşabilmek için kilit nokta senmişsin. Başka senin gibi birini de tanımıyorum ki amına koyayım!"

Jisung Chan'ın gerginliğini dağıtmak için kıkırdadı ve kendini beğenmişçesine konuştu. "Tabii ki benim gibisi yok, düştün elime kerata."

Telefonun karşı tarafından sıkıntılı bir iç çekiş geldi. "Bunu yapabilecek başka kimse de tanımıyorum. Senden başkasına da güvenemem ama seni de oltaya atmak istemiyorum. Çıkmaza girdim. Jisung kafayı yiyeceğim!"

Jisung sahiden Chan'ın kafasından neler geçtiğini anlamamıştı. Normalde Chan'ın sakin ve kontrollü biri olduğunu bilirdi. Fakat bu olay yüzünden Chan'ın dengesi zaten şaşmıştı. Şimdiyse onun tuhaf ve aceleci ses tonuyla kendisi hakkında bahsettiği planı hızlı düşünceleriyle çözmekte ve anlamakta zorluk çekiyordu Jisung.

"Bak şöyle yapalım," dedi Jisung sakinleştirici olduğunu umduğu sesiyle. "Ben şimdi çıkıp eve geleceğim. Evde bana detaylıca anlat düşündüğün şeyleri. Elimden geliyorsa sana her şekilde yardımcı olurum Chan. Kardeşime yardım etmeyeceğim de başka kime edeceğim? Saçma sapan konuşup benim sinirimi bozma, yoksa bir dahaki doğum gününde pastanı meyveli değil, çikolatalı alırım ve sen yiyemezsin, hepsini ben bitiririm."

"İlk başta iyi gidiyordun," diye homurdandı Chan alayla.

"Tamam, kapat hadi, geleceğim. Dur— Dur! Kapatma!" Sonradan aklına gelen şeyle tekrar konuştu Jisung. "Kim Seungmin ve diğer çocuk hala orada mı?"

"Evet, buradalar. Fakat eve geldiğinde şaşırma diye söylüyorum, ikisi de arkadaşıyla gelmiş. Yani dört kişiler. Sen geldikten sonra onlara yakınlardaki bir oteli göstereceğim, orada kalacaklar."

"Saat kaç gibi gelmişlerdi bugün? Ne zamandır oradalar?"

"Jeongin'le arkadaşı saat on bir gibi buradaydı. Kim Seungmin ve iş ortağı öğleden sonra geldi. Fakat konuşmaktan fazlasını yaptık. O şerefsizin nerede olduğunu da bulduk."

"Ne? Ne!" Şaşkınlıkla gözleri açıldı Jisung'un. "Üçkağıtçıdan mı bahsediyorsun? Nasıl buldunuz? Polise haber verdiniz mi? Bunu şimdi mi söylüyorsun?!"

"Üçkağıtçının telefonunun bekleme müziğindeki ses sayesinde bulduk. Gelince anlatırım."

"Hemen geliyorum." Telefonu kapatıp telefonu aceleyle cebine geri koydu.

Saat altıya gelirken mağazanın kapanma saati de yaklaşmıştı. Böylelikle müşteri yoğunluğu da azalmıştı. Jisung annesiyle babasını aceleyle bolca öpüp sarıldıktan sonra ve annesinden artı olarak kendini sürekli yormayıp biraz da dinlemesi gerektiği nasihatini dinledikten sonra mağazadan çıkıp arabasına ilerlemişti hemen.

Eve gidişi yarım saati buldu. Yol boyunca, adamı bulduklarına göre şimdi Chan'ın aklındaki fikrin ne olduğunu düşünmüştü. Chan'ın iki gündür aklında olan ama Jisung'a bahsetmediği plan muhtemelen buydu. Demek ki bu yüzden soru sorduğunda Chan tarafından geçiştiriliyordu. Chan'ın kafasında dönüp duran fikirler Jisung'la da alakalıydı.

Arabasını evlerinin garajına park ederken saate göz attı. Altı buçuğa geliyordu. Ayrıca kapıda Chan'ınkinden başka iki araba daha vardı. Jisung arabasını kilitleyip garajdan çıktı ve evinin kapısına ilerledi.

Evin kapısına geldiğinde çantasından anahtarı bulmaya uğraşmak istemeyip üst üste dört-beş kere zile bastı. Kapı neredeyse üç saniye içerisinde direkt açılmıştı ama açan kişi, beklediğinin aksine Chan değildi.

Yang Jeongin. Yani, yapışkan çocuk. Google'daki görüntüsünün aksine saçları siyah değil, sarıydı. Siyah kemik bir gözlük takmıştı. Beyaz gömleğinin tam göğüs kısmının üzerinde adeta 'ben buradayım' diye bağıran kırmızı bir leke vardı.

"Oh," dedi heyecanla. "Sen şu Jisung olmalısın!"

Jisung kaşlarını kaldırarak sorgularcasına dudağını araladı. "Oh, ben şu Jisung olmalıyım?"

Jisung, siyah kemik gözlüklerin arkasındaki kısık gözler tarafından baştan aşağı süzüldü. Bir başkası tarafından iki adımlık mesafede hiç utanma belirtisi gösterilmeden süzülmesi biraz garipti.

Jeongin'in gözleri önce Jisung'un yüzünde bir turladı, ardından aşağı doğru indi. Jisung'un siyah crop ceketinin altındaki beyaz gömleği, fular yakalıydı. Yakasından aşağı, karnının üstüne kadar beyaz fular sarkıyordu. Gömleğinin eteklerini, bacaklarını saran siyah kumaş pantolonunun içine sıkıştırıp büzgülü bir görünüm sunmuştu. Klasik iş kıyafetlerine kendi tarzını katmayı sevdiği aşikardı.

"Yuh," dedi Jeongin gözlüğünü çıkarıp saçları arasına koyarken. Bir de gözlüksüz, kendi gözleriyle turlamıştı Jisung'un görüntüsünü. "Sana sahiden bayılacak," dedi omuzları çökerken. Sesine umutsuz bir üzüntü hâkim olmuştu bir anda.

Jisung onun bu halini garip bakışlarla izledi. "Sen iyi misin?"

"İyi değilim, çok fenasın. Sana abayı yakabilir."

"Ne?" Jisung, karşısındaki sarı saçlı çocuğun üzüntülü ve çaresiz haline bakakaldı. Ayrıca hala kendi evinin kapısında dikilmiş bekliyordu. "Kimden ve neyden bahsediyorsun? Ve artık evime girebilir miyim?"

Jeongin bir an duraksayarak, "Ah, evet, pardon!" dedi hızlıca.

Jeongin, Jisung'a yol vererek kapıyı tamamen açtı. Jisung Jeongin'in yanından geçerken çocuğun üstünden yoğun bir alkol kokusu almıştı. Sahiden sarhoş muydu?

Jisung salonun girişinden odaya doğru adımlarken Chan'ın kendine doğru geldiğini gördü.

"Chan hyung," dedi sarı saçlı çocuk, Jisung'un peşinden salona girdiğinde. Gözlüğünü tekrar gözlerine takmıştı. "Bahsettiğin arkadaşın bu mu?"

Jisung, yapışkan ve sarhoş çocuğun kendisine 'bu' demesine aldırmamaya çalışarak koltuklarda oturan yabancılara ufak bir baş selamı verdi. Jisung'u gördüklerinde yabancılardan ikisi ayağa kalkarken diğer üçüncü, kumral saçlı olan, tekli koltukta oturmaya devam edip Jisung'u süzmüştü sadece.

"Evet, Jeongin," dedi Chan. "Tanıştırayım... Jisung."

Jeongin'in ağzından garip mırıltılar çıkmaya başlamıştı. Salondan çıkıp mutfağın olduğu yere yöneldi.

"Oh, selam Jisung," dedi dağınık siyah saçlı, yapılı olan adam. Elini kaldırıp uzattı. "Ben Changbin. Seungmin'in hem arkadaşı hem de iş ortağıyım."

Seungmin'den bahsederken tekli koltukta oturan kumralı işareti etmişti. "Merhaba," diyerek Changbin'in elini sıktıktan sonra geri çekildi Jisung. Seungmin denen adam oturduğu yerden kalkmamıştı ama yine de hoşnutsuz bir baş selamı vermişti Jisung'a. Adamın telefondaki sesi bile buzdolabı gibiydi, şu anki görgüsüzlüğüne şaşırmadı Jisung.

"Kusura bakma, Seungmin'in baş ağrısı çok şiddetliydi, yeni toparlanmaya başladı da." Changbin'in açıklaması apaçık gereksizdi, çünkü Seungmin kendi davranışlarından dolayı hiç mahcup değildi belli ki. Bir dirseğini koltuğun kenarına dayamış eliyle başını tutarken dümdüz ifadesiyle Jisung'a bakıyordu sadece. Yine de Jisung, Changbin denen adama karşı önemli değil anlamında gülümsedi.

"Kusura bakmayın," dedi çilleri olan diğer sarı saçlı çocuk. "Ben de Jeongin'i yalnız bırakmamak için onunla geldim. Bir aptallık daha yapmaması için emin olmam gerekiyordu, takdir edersiniz ki."

"Seni duyuyorum Felix!" İçerden Jeongin'in sesi duyuldu.

Felix gözlerini devirdikten sonra ifadesini toparlayarak elini uzattı. "Lee Felix."

"Han Jisung," derken elini sıktı sarışının. "Ama siz bunu zaten biliyorsunuz. Gelir gelmez beni tanıdığınıza göre benden önce şanım yürüyor anlaşılan," diyerek imayla Chan'a yandan bir bakış attı.

Chan suçlu bir çocuk gibi dudaklarını birbirine bastırarak ağzını iki yana germişti. Jisung neler olduğunu öğrenmeyi bekliyordu. Belli ki Chan, aklında Jisung'un da bulunduğu bu planı, Jisung'dan önce diğer üç adama çoktan anlatmıştı.

Bu sırada Jeongin, elinde kaşığıyla beraber çikolata kavanozuyla gelerek, "Bunun tadı harika," diye büyük bir keyifle mırıldandı. "İçindeki küçük parçacıklar ne? Fıstıktan başka bir şey daha var sanki."

"Jeongin..." Felix sıkıntıyla mırıldanarak arkadaşının elinden çikolata kavanozunu kaptı. Dişlerinin arasından gülümsemeye çalışarak konuşuyordu ama siniri her halinden belliydi. "Milletin evinde buzdolabını niye karıştırıyorsun? Daha az önce ramen ve pirinç keki yedik ve sen de kahve ve kocaman bir bardakta vişne suyu içtin."

Jeongin gözlerini devirerek, "Chan hyung kendi evimiz gibi davranmamızı söyledi," dedi burnunu kıvırıp. Tanrı aşkına, bu çocuk buraya sarhoş mu gelmişti?

"Nezaket, Jeongin. Biliyorsun, nezaketen söyledi." Felix, Chan ve Jisung'a mahcubiyetle bakıp "Kusura bakmayın, yerine geri götürüyorum," dediğinde Chan onu kolundan tutup durdurdu hemen.

"Sorun değil," dedi Chan anlayışla. "Gerçekten."

"Gördün mü?" dedi Jeongin, Felix'e. Sonra kavanozu arkadaşının elinden tekrar geri aldı. "Sorun değilmiş. Depresyondayım ben, bırak da depresyonumu yaşayayım."

Felix, arkadaşının kafasına vurdu. Jeongin ahlarken Felix'e uzaktan bir tekme savurdu.

"Kaç yaşında bunlar?" diye kısık sesle mırıldandı Jisung, Chan'a doğru. Gerçek bir soru değildi. "Sarhoş mu gelmiş bu çocuk buraya?"

"Evet," diye aynı kısık sesle karşılık verdi Chan. "İlk geldiğinde daha kötüydü."

"Gerçekten yapabilecek mi?" Seungmin'in sesini geldiğinden beri ilk defa duydu Jisung. Telefondakinden pek farklı değildi. Sadece tek fark, gözlerinin Jisung'un üzerinde olmasıydı. Sorduğu sorunun öznesi de Jisung'du anlaşılan.

Geldiğinden beri üzerinde olan bakışlardan fazlasıyla rahatsız olmuştu Jisung. Yine de bunu belli etmemeye çalışarak şu ana kadar Seungmin'i görmezden gelmiş, baştan aşağı incelenişini yok saymaya çalışmıştı. Rol yapıp hislerini ve davranışlarını olduğundan farklı göstermeye zaten işi gereği hep alışkındı.

Fakat Seungmin'in sorusuyla ona doğru kısaca dönüp memnuniyetsiz bir bakış atmıştı. "Neyi yapabilecek miyim?" diyerek Chan'a döndü tekrar. "Chan?"

"Anlatacağım," diyerek bir nefes verdi Chan. Evdeki misafirlere dönüp nezaketen gülümsedi. "İzninizle özel olarak konuşacağım. Siz rahatınıza bakın lütfen," dedi. Koltukta ters dönüp bacaklarını havaya doğru sallandıran Jeongin'i görünce ise ekledi. "Dozunu kaçırmadan."

Chan masanın üstünden iPadini alıp Jisung'u üst kattaki balkonlarına yönlendirdi. Salondan çıkıp üst kata geldikleri anda Jisung söylenmeye başlamıştı.

"Şu, ne olduğu belirsiz insanları eve mi davet ettin cidden?" diye homurdandı. "Kim Seungmin'in yüzüne feci bir yumruk geçiresim geldi, geldiğimden beri bana bakıyor. Yapışkan çocuğa ne demeli? Ayyaş falan mı bu? Bu kafayla tabi dolandırılır."

"Biliyorum, biliyorum," diyerek yorgunca mırıldandı Chan. Balkona çıktıklarında büyük yemek masasına çaprazlı oturmuşlardı. "Yang Jeongin geldiğinden beri kafa ütülüyor. Kim Seungmin'in ağzından cımbızla laf alıyoruz, neyse ki Changbin ve Felix var. Olan biten her şeyi onlardan öğrendim neredeyse."

Jisung bacak bacak üstüne atarken sandalyede biraz daha yayıldı. Gün batımının turuncu ışıkları yüzünü sıyırıp geçiyordu.

"Nasıl dolandırılmışlar? Detayları anlattılar mı?"

"Evet," dedi Chan. "Jeongin sarhoşça bir şeyler vızıldadı ama çoğunu Felix'ten öğrendim. Jeongin'in ailesi sevgililik konusunda katı olduğu için bizim üçkağıtçıyla ilişkilerini bir ay saklamışlar."

"Bir aylık sahte bir ilişkideydi yani?" Jisung bunu duyunca kalbine bir ağırlık çöktü. Bir ay az bir süre değildi. Tüm o süreçte, söylenen yalanları ve sahte dokunuşlarla sevgi sözcüklerini düşündükçe midesi bulandı.

"Evet, maalesef. Bir gece, gittikleri partiden sonra Jeongin sarhoş olunca onu evine bırakarak anne-babasına düşünceli erkek arkadaş rolü kesmiş. O gece de ailesi Jeongin'in başka yerde olduğunu sanıyormuş, yani haberleri yok. İlk başta üçkağıtçıya fena tavır takınmışlar ama adam bir şekilde gözlerine girmiş o gece. Kendisini aileye sevdirdikten sonra bazı garip şeylerden bahsetmeye başlamış."

"Ne gibi?"

"Güya babasından miras kalan evi başka biri elinden almış, dolandırılmış. Jeongin de bunu öğrenince sevgilisi için hemen babasından yardım istemiş. Oysaki miras kalan ev falan yok, evin sahibi başka biri. Ev de eski. Bay Yang, evin eski olduğuna kanaat getirip üçkağıtçıya evi satarsa daha fazla para kazanabileceğini anlatıp bir şekilde kabul ettirmiş. Üçkağıtçının da belli ki kafasında başından beri evi kendisininmiş gibi satıp paralarla tüyesi var."

Chan anlatırken, Jisung yüzünü buruşturmuş onu dinliyordu sadece.

"Bay Yang sayesinde evi normal değerinden daha yüksek bir fiyata satmış. Ertesi sabah Jeongin her zamanki sıradan günlerden biriymiş gibi sevgilisinin evine gitmiş. Fakat terk edilmiş bir evden başka bir şey bulamamış tabii."

iPad'den bir video açarak Jisung'un önüne koydu. "Onu arayınca ise bekleme müziği olarak bir filme ait bu replik çalmış."

'Bazen kazanmak için kaybetmek gerekir. Her oyunu kazanana ise üçkağıtçı denir.'

"Tekrar kapatıp arayınca, bu sefer böyle bir hat bulunmadığına dair sesli bilgilendirme almış. Tıpkı benim de yaşadığım gibi."

"Kim Seungmin?"

"Onu Changbin'in anlatabildiği kadarıyla biliyorum. Seungmin konu hakkında detaylı konuşmama konusunda ısrarcıydı. Çok rahatsız sanırım. Aradan bir yıl geçmesine rağmen konuşulmasını bile istemiyor. Bu yüzden detayları fazla bilmiyorum."

Jisung anladığını belirtircesine başını salladı. Chan devam etti.

"Bunlar daha yeni bir şirketmiş geçen yıl. Bu yüzden yatırımcıya ihtiyaçları varmış. Bu üçkağıtçı da güvenlerini kazanıp bunların gözlerini boyamış. Ayrıca sanırım Seungmin'e duygusal anlamda da yaklaşmış. Seungmin lavaboya gittiğinde Changbin bundan kısaca bahsetti. Yani rahatsızlığının en büyük sebeplerinden biri de bu sanırım."

Jisung, Chan'ın anlattıklarını dinledikçe içindeki artan öfkeyi hissediyordu. İnsanların duygusal zayıflıklarını yakalayıp acımasızca onlarla yakınlaşan bir pislikten başka bir şey değildi bu adam. Chan'ı kandırabilmiş olmasıysa tam olarak arkadaşının boş bulunduğu ve dikkatsiz olduğu bir zaman dilimine denk gelmişti.

"Bugün Seungmin'in fikri sayesinde adamın nerede olduğunu bulduk. Telefonunun mesaj sesi pek bilinmeyen bir film repliğinden alınmış olduğu için Seungmin, telefonunda bu sesi kullanan kişi sayısının pek fazla olamayacağını öne sürdü. Göz atıp listelemesi için bir arkadaşımdan rica ettim. Yine de elli küsür kişi vardı listede. Her birini aradık."

"Sonuç?"

"Miami'de."

"Şerefsiz," diye dişlerinin arasından tısladı Jisung. "Bir de Miami'ye mi gitmiş?"

"Eğer planı kabul edersen biz de gideceğiz."

"Polise haber vermemekte kararlı mısın?"

"Polislerden kaçmayı başarıyor," dedi Chan bir hayli sinirle. "Daha öncesinde Jeongin de fotoğrafıyla beraber polise gitmiş. Hala Kore'de olmasına rağmen bulunamamış. Üstelik o sırada beni dolandırıyordu. Eğer polise gidersek paramı geri alamayabilirim, o kadar insana yaşattığı şeyler yanına kâr kalmaya devam eder ama eğer sen bu planı kabul edersen o şerefsize bize yaşattığını yaşatırız."

Jisung ilgiyle kaşlarını kaldırdı.

"Kendi oyununun içerisinde aslında başka bir oyuna getirildiğini ruhu bile duymayacak."

"Aklındakilerin hepsini dökül bakalım."

Chan, bu süre içerisinde Jisung'a planı anlattığında, Jisung planın riskli olacağını biliyordu. Üstelik neredeyse tüm iş Jisung'a bağlıydı.

Chan arkadaşına planı anlatırken bunu yapmaya zorunda hissetmemesi konusunda defalarca dil dökmüştü. Evet, yıllarca arkadaşlardı ve liseden bu yana birlikte büyümüşlerdi, her dertlerinde birbirlerine sonuna kadar yardımcı olmuşlardı. Fakat bu konu çok başkaydı. Boylarını aşıyordu. Bu yüzden Jisung'u böylesine büyük bir olayda kendi meselesi için zorlamak istemiyordu. Fakat Chan'ın unuttuğu bir şey vardı.

Jisung, değer verdiği insanlar için her şeyi yapardı.

Han Jisung, Chan'ın planına ortak olup üçkağıtçının tuzağını başka bir tuzağa dönüştürmeyi elbette kabul edecekti. Sonuçta, hiç şüphesiz keskin zekasıyla Lee Minho'nun dengi olabilecek bir beceriye sahipti.

Selamm ben geldim! *ve ses, kimse olmadığı için duvarlara çarpıp yankıyla bana geri döner*

İlk altı bölüm zaten hazırdı ama kimse olmadığı için yayımlamıyordum, vakit buldukça gelip yayımlamaya karar verdim. Sonraki bölüm FIRST MEET. Sonunda, dimi? Görüşmek üzere! (eğer burada olan herhangi biri varsa)

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro