02. Beklenmedik telefon görüşmeleri
02 | Beklenmedik telefon görüşmeleri.
Han Jisung belki de bu yemek yapma işine en baştan hiç kalkışmamalıydı.
Tadına baktığı şeyin -şey diyordu çünkü bunun yemekle alakası yoktu- asla istediği gibi olmaması yüzünden emeğine üzülerek direkt çöpe atmak zorunda kalmıştı. Sanki ilk defa yaşadığı şeymiş gibi sinirleniyordu bir de.
Ardından, dışardan sipariş etmek için telefonu eline almıştı.
Genelde diğer ev işlerinde fena sayılmazdı fakat yemek yapmakla ilgili kendini ne kadar geliştirmeye çalışırsa çalışsın beceremiyordu. On dokuz yaşına kadar evin tek gözbebeğiydi. Haliyle, ailesiyle birlikteyken annesine ufak tefek yardımlar dışında evdeki işlere elini sürdüğü pek olmamıştı. Annesi ve babası da oğullarından bu beklentiye girmemişlerdi zaten.
Jisung'un yemek yapmaya (en azından denemeye) ve ev işlerine daha fazla katkı sağlamaya başlaması, tam olarak Chan'la üniversitede aynı eve çıkmasıyla başlamıştı. Jisung'un aksine Chan, iki küçük kardeşini büyüterek büyümüştü. Bu sayede bu tarz konularda Jisung'un aksine daha tecrübeliydi. Jisung'un beceriksizliğiyle dalga geçip "Prenses" lakabı takması yüzünden Jisung'tan pek çok kez tekme yediği de olmuştu.
Ev işlerini bölüşmeye başladıklarından bu yana -beş yıldır- Chan yemekten, Jisung evin temizliğinden sorumluydu. Yine de Jisung ara sıra denemek için böyle mutfağa girip ufak başarısız çılgınlıklar yaptığı da oluyordu. Sonucu küfürlerle biten çılgınlıklar.
Chan uyumaya devam ederken, Jisung telefondan iki büyük boy pizza sipariş etti. Chan'a sevdiği favori yemeğini yapamasa da en sevdiği mantarlı, bol malzemeli pizzadan sipariş etmeyi uygun görmüştü.
Bu sırada diz üstü bilgisayarını mutfak masasına yerleştirip dolandırıcılıkla ilgili internette aramalar yapmaya başlamıştı. Eğer Busan'dan arayan çocuğun attığı fotoğraftaki kişiyle Chan'ı dolandıran kişi aynıysa hemen polise gidebilirlerdi. Muhtemelen şu üçkağıtçı, paraları alıp çoktan şehirden, hatta ülkeden bile gitmiş olabilirdi. Yine de polislerin kapsamlı bir araştırma yapabilmesini umuyordu. Şu çocuk, Jeongin, çoktan polise gitmiş olabilirdi. Bir ay önce dolandırıldığını söylemişti ama ayrıntıları konuşmamışlardı.
Jisung sıkıntıyla iç çekerek bilgisayarının ekranını kapadı ve salona geri döndü. Koltuğa bıraktığı Chan'ın telefonunu eline aldığında bir sürü cevapsız arama ve bir o kadar da mesaj bildirimi çıktı karşısına. Kaşları anlamsızca çatılırken, her bir arama kaydının ve mesajın Jeongin isimli çocuktan geldiğini fark etti.
Bang Chan, kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama fotoğrafı gördünüz mü?
Aynı adam mı??
Bana isminin Haru olduğunu söylemişti, size ne dedi?
Sizi de sevgilisi yaptıktan sonra terk mi etti???
Telefonlarıma neden bakmıyorsunuz????
Bay Chan??
Ofiste misiniz??
Yoksa işten mi kovuldunuz?!!!
Hyung?? Orda mısın???
Mesajlar böyle uzayıp giderken daha fazla okuyamadı Jisung. Yüzünü buruşturmuştu keyifsizce. "Ne kadar yapışkan," diye mırıldandı kendi kendine. Neyse ki telefonu öncesinde sessize almıştı da bildirim yağmuruna tutulmamıştı. Saygı ve sınır bilmeyen insanlardan hiç haz etmezdi.
Chan'ın horlama sesi, evin içerisinde yankılanan kapı zilinden sonra sekteye uğradı. Yemekler gelmiş olmalıydı. Jisung, masanın üzerine bıraktığı nakit parayı alarak koşa koşa kapıyı açmaya gitti. Bu sırada Chan, çalan ikinci zille uykusundan tamamen sıyrılmak üzereydi.
Kapıyı açtığında, "İki büyük boy pizza. Sipariş sizin, değil mi?" dedi karşısındaki genç çocuk. Jisung, "Aynen öyle. Buyurun," diyerek zaten bildiği ücreti uzattı oğlana. Genç oğlan gülümseyerek "Afiyet olsun," dedikten sonra Jisung teşekkür ederek kapıyı kapattı ve salona geri döndü.
"Pizzalar geldi!" diye şakıyarak elindeki poşeti salladı Jisung. Chan, yattığı koltukta doğrulmuş, birbirine karışmış saçlarıyla ve şişmiş gözleriyle arkadaşının dediklerini anlamlandırmaya çalıştı önce. Yeni uyandığı için uyku sersemliği üstündeydi.
"Ne pizzası?" Sesi çatladı konuşurken. Boğazını temizledi, oturduğu yerde iyice doğrulmadan önce.
"Hem de büyük boy!" Jisung konuşurken sesini olabildiğince keyifli bir tınıda tutmaya çalışıyordu. Arkadaşının moralini yüksek tutabilmek için sanki bir sorun yokmuş gibi, her şey normalmiş gibi kendini zorlayıp rol yapacaktı biraz. Sırf böylesine büyük ve kötü bir talihsizliğe uğradığı için arkadaşının dünyanın sonu gibi davranmasını istemiyordu. Chan esasında çok güçlü olsa da, içten kırılgan yapıya sahipti. Tıpkı kendisi gibi. Birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı, bu yüzden Jisung onu anlıyordu. Hep anlardı.
"Mantarlı mı?" diye sordu Chan gönülsüzce. İştahı olmasa da uykudan yeni uyandığı için oldukça aç hissettiğini inkâr edemezdi.
Jisung poşetinden çıkardığı pizzaların kutularını orta sehpaya koyarken, "Elbette mantarlı ve bol peynirli!" diyerek göz kırptı. "Yanında içecek ne istersin? Kola, soju, şarap, gazoz?"
"Sanırım sarhoş olmak istiyorum," diye mırıldandı Chan. Omuzları çökmüştü. "Bolca hem de. Bu yüzden soju."
Jisung kaşlarını çatıp hızla başını iki yana salladı. "O zaman seçenekler değişti, sarhoş olmak yok. Kola getiriyorum."
Jisung koşa koşa mutfağa giderken Chan burnunu kırıştırıp "Of, Hanji," diye homurdandı.
Chan uyuyup uyandığında bugünkü yaşadığı olayları daha iyi hazmedebilmişti. Olayın sıcaklığını atlatabilmişe benziyordu. İçinde artık sönen bir öfke ve pes etmişlik vardı. Biraz da aptal durumuna düşmenin getirdiği enayilik hissi.
Jisung elinde iki tane kocaman kola bardağıyla geldiğinde, Chan da pizza kutularını orta sehpanın üstünde açıp yere oturmuştu. Jisung da altına bir minder koyup yere oturdu bağdaş kurarak.
Chan yamukça üçgen şeklinde kesilmiş bir pizza dilimini alarak havaya kaldırdı. "Bu dilimi, enayiliğime kaldırıyorum. Şerefe."
Jisung onun kafasına vurarak elindeki pizzayı düşürmesine ve sahte acıyla bir ah sesi çıkarmasına sebep oldu. "Aptal aptal konuşma," diye söylendi. "Yemeğini ye."
"Bazen kimin büyük olduğunu unutuyorsun," diye homurdandı Chan. "Saygısız velet."
"Sadece altı ay büyüksün, konuşma." Jisung kendi pizza kutusundan iki dilimi alıp Chan'ın önüne koyarken ona sahte bir sinirle baktı yandan yandan.
"Sen daha yeni doğmuş, önünü göremiyorken ben çoktan sosyalleşmeye başlamıştım," dedi Chan, aralarındaki altı ayın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istercesine. Klasik, her zamanki boş yaş muhabbetleriydi. "Ayrıca pizza zaten büyük boy. İki dilimi daha yiyemem, geri al şunları."
Chan pizzaları alıp Jisung'un önüne geri koymaya yeltenmişken Jisung onun elini ittirerek buna engel oldu. "Büyük olan daha çok yer. Malum, altı aylık bir deneyimsel cüsse farkımız var."
Chan'ın yemekte sınır tanımadığını biliyordu Jisung. Fazla spor yaptığı için aynı oranda fazlaca yiyordu. Bu yüzden Jisung ona olabildiğince hep yemek takviyesi yapmaya çalışırdı. Chan da Jisung'un favori yiyeceği olduğunda kendi payından bolca verirdi.
"Gerçekten şu an iştahım yok," dedi Chan. "Fazlasını yiyemem, al şunu Ji, hadi."
"Madem öyle, sadece birini alırım. Diğer dilimi hepsiyle birlikte bitireceksin."
"İyi, tamam."
Chan büyük ısırıklarla pizzasını yerken ağlayacak gibi duruyordu. Omuzları çökmüştü. Gözü karşıya bir yere bakıyordu ama kafasının çok başka yerlerde olduğu belliydi. Jisung bir süre onu rahatsız etmeden sessizce oturup yemeğini ufak ufak kemirmeye devam etse de arkadaşı kendi zihniyle baş başa kaldıkça yüz ifadesindeki değişim gözle görülür derecede kötüye gitmeye başlamıştı. Jisung duruma hemen el atıp dikkatini dağıtma kararı aldı.
"Suçlu değilsin, Chan. Bunu unutma. Sen de olayın kurbanısın. Suçlu konumunda olan tek bir kişi var ve o sen değilsin."
Chan sıkıntıyla derin bir nefes alıp aynı sıkıntıyla geri verdi. "Biliyorum. Biliyorum ama asıl kızdığım şey, bu kadar aptal konumuna nasıl düşebildim? Sazan gibi atladım. Nasıl yapabildim bunu?"
"Haftalardır o manzara tablosunu arıyordun. Sergiye sadece iki gün kala bir anda karşına çıkınca heyecanlanıp ayrıntılarıyla düşünememen çok normal. Kendine yüklenme. Halledeceğiz, tamam mı?"
Chan pizzasının sadece yarısını bitirebildiğinde olmayan iştahının daha da kaçtığını hissetti.
"Sen uyurken telefonuna bir arama geldi," dedi Jisung. Aslında Chan yemeğini bitirdikten sonra açacaktı bu konuyu ama arkadaşı daha fazla yiyebilecek gibi durmuyordu. "Numarası kayıtlı değildi. Üst üste arayınca açtım. Busan'dan arayan bir çocuktu."
"Busan mı? Kimseyi tanımıyorum oradan."
Jisung, "Bir ay önce dolandırılmış," deyince Chan'ın gözleri ilgiyle kısıldı. "Senin röportajı da televizyondan izleyince numaranı muhtemelen internetten bulup aramış. Dolandırıldığı adamın fotoğrafını attı. Seni dolandıran kişiyle aynı olabilir mi diye."
"Ciddi misin?" Chan'ın çaresizken yeni bir bilgiyle karşılaşması beklenmedikti. Jisung'un dedikleri, Chan'ın dikkatini anında çekip şaşırttı.
Jisung hemen elini masanın üstündeki peçeteye silip telefona uzandı. Fotoğrafı mesajlardan hızlıca bulup Chan'a uzattı telefonu. Bir yandan da içten içe umarım o kişidir, diye dua ediyordu. Chan telefonu arkadaşının elinden aceleyle alıp fotoğrafa baktığı anda Jisung, onun yüz ifadesindeki değişimi pür dikkat beklemeye başladı.
Chan'ın yüzündeki meraklı adrenalin dolu ifade bir süre yerini korudu. Fotoğrafa baktıkça ise kaşları yavaşça çatıldı, gözleri kısıldı ve dudaklarını birbirine bastırarak burnundan sinirli bir 'hıh' sesi çıktı. Dili ağzının içerisinde bir tur dönmüş, sinirle dişlerine çarpmıştı.
Chan'ın yüzünde bir anlık öfke belirdi. Çaresizlik ifadesi silinmiş, yerini tamamen kararlılığa bırakmıştı.
Jisung da anladığı şeyle alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırmış ve dudağını yukarı kıvırmıştı.
"Bulduk?" diye sordu Jisung, Chan'ın değişen yüzünün ve duruşunun verdiği keyifle.
"Bulduk," diye cevapladı Chan. "Bulduk, Jisung."
"Sana demiştim!" diye şakıdı Jisung. Jeongin denen çocuk ne kadar yapışkan olsa da işe yaramıştı. Jisung bedeninin hafiflediğini hissetti.
"Arayan çocuğun adı neydi?"
"Yang Jeongin."
"Yang?" diye doğru mu anlarmış gibi sordu Chan.
Jisung telefon görüşmesinden sonra internetten Yang Jeongin ismini aratmıştı. Yang Jeongin, Güney Kore'nin bilinen Yang Eğitim Kurumları'nın sahibinin en küçük oğluydu. Şu üçkağıtçının tam da hedefi olabilecek bir adaydı doğal olarak.
Jisung, "Yang Eğitim Kurumları'nın sahibinin oğluymuş internetten baktığıma göre," derken bir yandan da çocuğun attığı mesaj aklına gelmişti. 'Sizi de sevgilisi yaptıktan sonra terk mi etti?' yazmıştı mesajda. Demek ki bu adam sadece parasını çalmakla kalmamış, duygularını da çalmıştı çocuktan. Ne kadar süre kandırıldığını bilmiyordu ama Jisung yapışkan çocuk için üzüldüğünü hissetti. Acımasızcaydı.
"Ailesi mutlaka adamı polise bildirmiştir," dedi Chan düşünceli bir şekilde. "Öyle zengin ve kolu uzun bir aile bu olayın üstüne gider, boş bırakmaz."
"Buna rağmen polislere yakalanmamayı başarmış. Üstüne üstlük hâlâ Kore'deyken bir başkasını daha dolandırdı." Jisung Chan'la kısa bir bakışma yaşadığında, "Yani seni," diye ekledi.
"Biliyorum Ji, sağol," diye kinayede bulundu Chan. Jisung arkadaşının omzunu pat patlarken Chan, telefonunda arama kaydına girerek yirmi defa kendisini aramış olan numarayı tuşladı ve hoparlöre verdi sesi.
İkili, hala yerde sehpanın başında oturmaya devam ederlerken karşı tarafın aramayı cevaplaması hiç de uzun sürmemişti. İkinci çalışta açıldı telefon.
"Bang Chan!" diyen Jeongin'in heyecanlı sesini duydular.
"Evet, benim. Sen de Yang Jeongin olmalısın?"
"Evet, hyung. Benim. Fotoğrafı gördün mü?"
Çocuğun 'hyung' diye samimi hitabı Jisung'un kaşlarını çatmasına sebep oldu. Chan da birden böyle bir samimiyet beklemiyor olacaktı ki, birkaç saniyelik garipsemesi ardından önemsememeyi seçti.
"Gördüm," dedi Chan. "Aynı kişi."
Telefondan, "İnanmıyorum!" diye yükselen ses, büyük salonun içerisinde yankılandı. Jisung yüzünü buruşturdu sesin desibeli yüzünden. "Seni de sevgilisi yaptıktan sonra paralarını çalıp bir kenara attı, değil mi hyung?"
Chan böyle bir soru beklemediği için kaşlarını çatarak anlamsızca Jisung'a bakarken telefona doğru söylendi. "Ne? Hayır. O kadar aptal değilim."
"Yani ben o kadar aptalım, öyle mi?"
Jisung bu trajikomik olaya karşı kendini tutabilmek adına dudaklarını birbirine bastırdı. Chan'ın yüzünde beliren saniyelik telaş ve yanlış anlaşılma ifadesi fazlasıyla komikti.
"Hayır hayır," dedi Chan aceleyle. "Öyle demek istemedim. Yani demek istediğim—"
"Her neyse hyung, haklısın." Jeongin'in sesi şimdi daha kırık geliyordu. "Aptallık ettim."
"Hayır, öyle düşünme," dedi Chan daha sakin ve anlayışlı bir tonla. "Bak, benim de dokuz yüz bin wonumu çaldı—"
"Vay be! Sanırım sen benden daha aptalmışsın. Ben yalnızca iki yüz bin kaptırdım."
Chan sabırla derin bir nefes aldı. "Aynen," diye mırıldandı. Bu çocuğa düzgünce laf anlatabileceğinden veya konuşma yapabileceğinden emin değildi. "Ben daha aptalım. Şimdi, asıl konuya gelelim. Madem bana ulaştın—"
Araya bip bip sesi girince bakışlarını telefon ekranına indirdi Chan. Başka bir bilinmeyen numara daha arıyordu. "Jeongin, biraz bekler misin? Biri arıyor, önemli olabilir. Hemen geri döneceğim."
Jisung da meraklı gözlerle ona bakarken Chan, Jeongin'i beklemeye alarak yeni gelen aramayı cevapladı.
"Evet?" Karşı taraftan birkaç saniyedir ses gelmediği için Chan tekrar seslenmek zorunda kaldı. "Buyurun?"
"İyi günler," dedi genç bir erkek sesi sonunda. "Bay Bang ile mi görüşüyorum?"
Ses tonu ciddi ve olabildiğince soğuktu. Üstelik sanki arayan o değilmiş gibi konuşmak istemeyen bir havası olduğunu sezmişti Jisung. İnsanları hem yüzlerinden hem de seslerinden analiz etmekte oldukça iyiydi.
"Evet, benim. Kiminle görüşüyorum?" diye yanıtladı Chan, karşısındakinin resmiyetine uyum sağlayarak ciddi bir şekilde.
"Kim Seungmin," dedi karşı taraftaki soğuk ses. "Televizyonda sizi izledim, Bay Bang. Dolandırıldığınız söyleniyor. Doğru mu?"
"Kim Seungmin isimli birini tanımıyorum, Bay Kim. Daha spesifik olur musunuz?"
Yine bir süre sessizlik hüküm sürdü. Karşı taraftan gelen herhangi bir çıtırtı veya ses yoktu. Hiçbir nefes alışverişi duyulmuyor, ortamın yaşadığı hareketlilik bile hissedilmiyordu. Jisung, telefonun tamamen kapatılmış olabileceğini düşünecek kadar sessizlik içinde kalınmıştı. Chan'la aralarında garip bir bakışma geçti ama ikisi de bir şey demeden karşı taraftan bir cevap beklemeye devam ettiler.
Sonunda, uzun bir sessizlikten sonra telefondaki adamın sesi tekrar duyuldu. "Geçen yıl, Seul'de, bir şirket yöneticisi olarak dolandırıldım," dedi. Sesi öncekinden farklı değildi. Hala resmiyet ve soğuk bir hava hakimdi.
Chan'la Jisung, duyduklarına karşın 'bu da ne' dercesine birbirlerine bakakaldılar.
"Televizyonda konuşmanızı gördüm, sizi arama sebebim de bu. Dolandıran kişinin aynı olup olmadığını bilmiyorum, elimde ona dair herhangi bir kanıtım da yok. En başta sizi aramayı bile düşünmemiştim ama bazı rahatsız edici ısrarlara maruz kalınca mecbur kaldım. Nasıl bir yol izleyeceğinizi bilmiyorum ama televizyonda oldukça kararlı görünüyordunuz. Bu yüzden iletişimde kalmayı teklif ediyorum. İnanın, çaresiz olmasam sizi rahatsız etmezdim."
Seungmin'in sesindeki soğukluk, titizlikle seçilmiş sözcüklerin her birine sinmişti. Her kelimenin ardından gelen kısa bir duraklama, cümlelerinin dozunu artırıyordu.
"Bay Kim," dedi Chan. "Size bir fotoğraf yollayacağım. Dolandırıldığınız adamın bu olup olmadığın söyleyin bana lütfen."
Chan Seungmin'e fotoğrafı yolladıktan iki saniye içerisinde Seungmin'in sesinde ilk defa farklı bir duygu, şaşkınlık, hissedilmişti.
"Bu o."
Jisung, düştükleri duruma sinirli bir gülüş atmaktan kendini alamadı. Saçmalığın boyutuna uygun bir tepki vermek istiyordu, ancak bu durumda bir tepkinin ne olması gerektiğini bile bilmiyordu.
"Seul'de yaşıyorsunuz, değil mi? Şirketinizin burada olduğunu söylemiştiniz."
"Evet, Seul'de yaşıyorum," diye yanıtladı Seungmin. "Fakat şu an şehir dışındayım."
"O halde sizden en kısa zamanda Seul'e geri dönmenizi isteyebilir miyim?" diye sordu Chan. Jisung, Chan'ın kafasından geçen düşüncelerden emin değildi. "Sizden önce Busan'dan biri daha aradı beni. Geçen ay aynı kişi tarafından dolandırılmış. Bu konu hakkında ikinizle ayrıntılı bir görüşme yapmak istiyorum. Sizin için de uygunsa en kısa zamanda sizi bekliyor olacağım."
Karşı taraf, bu sefer sessizliğe bürünmeden önce, "Bir dakika," diye mırıldandı. Sonra birkaç saniye boyunca hiçbir ses duyulmaması nedeniyle telefonu sessize aldığını anlamıştı Jisung. Çok geçmeden Seungmin geri geldi. "Tamam, Bay Bang. Bir sonraki gün orada olacağım."
"Teşekkürler. Adresi size yollayacağım."
"Tamam, iyi günler."
Chan telefonu kapattıktan sonra Jeongin'in aramasına geri döndü hemen.
Jisung, Chan'ın çaresizlik duygusundan kurtulduğunu görebiliyordu. En azından artık ağlayacak gibi durmuyordu.
"Jeongin," dedi Chan. "Seul'e gelebilir misin?"
Jisung, Jeongin'in hiç sorgulamadan kabul edişini dinlerken bu işin nereye gideceğini düşünüyordu.
"Onları neden çağırdın?" diye sordu Jisung, telefon kapandıktan sonra.
"Neler yaşadıklarıyla ilgili ayrıntıları bilmek istiyorum. En ufak bir ipucu bile işimize yarayabilir."
Jisung kaşları çatılırken anlamak istercesine sordu. "Polise mi gidiyoruz?"
"Hayır," dedi Chan kararlı bir şekilde. "O şerefsize bana yaşattığı şeyin aynısını bizzat yaşatacağım. Bunu polisle yapamam."
Pekala, Jisung bunu duymayı beklemiyordu. Ansızın gözününün seğirmeye başlaması ve arkadaşına delirmiş gibi bakması da bu yüzdendi. Yaşattığı şeyin aynısını bizzat yaşatacağım da ne demekti?!
Nerede keseceğimi bilemedim, uzadıkça uzuyordu. Böyle bir bitiş oldu, devamı (jisung'un tepkisi vesaire) sonraki bölümde. (Bu arada ilk üç bölümün gidişatı biraz hızlı olacak asıl konuya girebilmemiz için.)
Uzun zaman sonra tekrar yazmaya başladığım için yazım tarzımdan şu an pek memnun değilim maalesef, paslanmışım. Umarım ilerde bu pası üzerimden atarım. (Bölümü tekrar kontrol etmeden atıyorum çünkü her okuyuşumda yayımlamaktan vazgeçiyordum. Bunu yazarken hala vazgeçme aşamasındayım.) Yine de ne olursa olsun bu fice devam edeceğim.
Neyse, çok öptüm, görüşmek üzere!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro