Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

01. Sahtekarlık ve dolandırıcılık.

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum, benim için gerçekten çok önemli. <3

01| Sahtekarlık ve dolandırıcılık.

"Kafama tüküreyim!"

Evin içerisinde, bir saattir olduğu gibi, yine öfke dolu bir ses peşi sıra yankılanmıştı. Han Jisung, arkadaşının kendini yiyip bitirişini eli kolu bağlı bir şekilde izlemekten başka bir şey yapamıyordu o dakikalarda.

"Kafama tüküreyim, Jisung! Nasıl yapabildim bunu?" dedi bir saattir kurduğu cümleyi yineleyerek. Bozuk bir plak gibi aynı cümleleri söyleyip duruyor, öfkesi biraz bile azalmıyordu.

Jisung bir buçuk saat öncesine kadar evde çevrimiçi iş toplantısındaydı. Ta ki Chan evin içerisine büyük bir gürültüyle dalana dek. Jisung'un neler olduğunu anlaması biraz uzun sürmüştü. Çünkü Chan gelir gelmez öfkeyle evin bir köşesindeki eşyaları dağıtmış, ardından on dakikalık bir ağlama krizine girmişti. Ağzında sürekli dönüp duran lafsa "Ben aptalım," olmuştu. "Ben çok büyük, sikik bir aptalım!"

Jisung, online toplantıdan hiçbir açıklama yapmadan acilen çıkmıştı. Bir anda arkadaşına neler olduğunu anlayamamış, panikten dört dönmüştü onunla birlikte. Birkaç kez telaşla neler olduğunu sorsa da Chan onu duyuyor gibi değildi o sırada. Jisung da bu yüzden konuşmayı sonraya erteleyerek, kendi telaşını bir köşeye kaldırıp arkadaşını sakinleştirmeye çabalamıştı sadece.

Chan yarım saati aşkın bir sürede biraz olsun sakinleşebildiğinde Jisung onu koltuğa oturtmuş, Chan'ın çok sevdiği ada çayından yapıp getirmişti. Yine de Chan, önündeki sehpada üstünden sıcak buharlar çıkan çaydan bir yudum bile almamıştı beş dakikadır.

"Chan," dedi Jisung omzuna elini koyarak. Chan'ın dikkatini kendi üstüne çekmeye çalışıyordu ama Chan, gözlerini karşısındaki haber kanalı açık olan televizyondan ayırmıyordu.

Jisung, Chan'ın öfkeli ve üzgün anlarına, yılların getirdiği arkadaşlıklarıyla pek çok kez şahit olmuştu. O anlarda Chan'la en iyi şekilde ilgilendiğinden emin olurdu. Nasıl konuşacağını, ne yapacağını bilir, desteğini en iyi şekilde hissettirirdi. Fakat bugüne kadar Chan'ın böylesine güçlü ve yıkıcı bir haline hiç şahit olmamıştı. Jisung yanlış bir şey yapıp arkadaşını daha kötü bir duruma sokmaktan korkuyordu şu an. Ellerini nereye koyacağını bilemiyor, diyeceği şeyleri toparlayamıyordu.

"Channie, hadi anlat bana. Her ne olduysa anlat ve birlikte çözmeye çalışalım, tamam mı? Sessiz kaldıkça beni daha çok telaşlandırıyorsun."

Chan yorgunca bir iç çekti. Gözleri ağlamaktan kızarmış, yorgunluktan çökmüştü. Jisung onun bu halini gördükçe içi burkuluyordu. Jisung'un zihni, doğru sözleri bulmaya çalışırken karmaşık düşüncelerle doldu. Chan'a ne olduğunun yanı sıra nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu sürekli. Bu durumda ne söylemeli, nasıl bir tavır takınmalıydı? Bir yandan da, belki de Chan sadece sessizlikle sarılı kalmak istiyordu.

Endişesini bir kenara bırakıp sakin kalmaya çalıştı Jisung. Genellikle duygularını bastırıp arka planda tutmayı ve soğukkanlılığını korumayı başaran biriydi. Ancak, Chan daha fazla konuşmazsa, içinde biriken hisleri kontrol etmekte zorlanacağından korkuyordu.

Chan, yine Jisung'u cevapsız bırakmıştı ama bu sefer bir hareket belirtisi gösterip sehpanın üstünden kumandayı aldı ve televizyonun sesini artırdı. Jisung, ne yaptığını anlamaya çalışırken televizyona çevirdi kafasını. Çevirmesiyle, Chan'ın televizyondaki görüntüsünü görmesi bir oldu.

Jisung'un gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

Televizyonda bir sürü muhabir, Chan'ın çevresini akbaba gibi sarmıştı. Chan yürüyüp ilerlemeye çalıştıkça muhabirler de onunla birlikte ilerliyor, mikrofonlarını Chan'a uzatarak ardı ardına kesilmeyen sorular soruyorlardı.

"Bay Bang, söylentilere göre şirketinize sahte Incheon Manzarası tablosu satılmış."

"Nasıl hissediyorsunuz? Ne söyleyeceksiniz?"

"Söylentilere göre sahtekarlık ve dolandırıcılık söz konusuymuş. Bu işin içinde sizin de isminiz geçiyor."

Televizyondaki Chan, duyduğu şeyle aniden yürümeyi kesip muhabire hiddetle döndü. Kendini kasmaktan boğazında çıkan damarlar, ekrandan bile belirgin bir şekilde görülüyordu.

"Dolandırıcıya benziyor muyum?! Hırsız gibi mi duruyorum?!" Yüzünde patlayan flaşlar artmaya başlamıştı. Sinirden kızaran yüzü, dişlerini sıkmaktan keskinleşen çene hattı, gözlerindeki alevler tüm kameraların kadrajındaydı.

"Ben Kore'nin en önemli şirketlerinden birinde en büyük sanat galerisinin CEO'suyum! Bu şirketin dürüst bir çalışanıyım! İşimi, bu şirketi, bu galeriyi seviyorum. Asla patronumu dolandırmadım, dolandırmam da. Fakat bir başkası tarafından dolandırıldım! Kim Junseok adında bir adam tarafından dolandırıldık. Eminim ki bu onun gerçek adı bile değildir. Bu, onun için hızlı para kazanmanın yolu. Ama benim dürüstlüğümü, kimliğimi, bağlılığımı, işimi ve geleceğimi tehlikeye attı! İsmimi sakın hırsızlıkla lekelemeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Sakın-"

Jisung şok içerisinde izlerken şaşkınlığı öfkeye evrilmeye başlamıştı çoktan. Duyduklarının yeterli olduğunu düşünüp bir hışımla kumandayı alarak televizyonu hızlıca kapattı.

"Fotoğrafı var mı?" diye sordu ayağa fırlayıp telefonu eline alırken. "Polise bildirelim! Olmazsa robot resim çizdiririz, yüzünü hatırlıyorsun değil mi? Nasıl bir şeye benziyordu?"

Chan, Jisung'un telaşla peşpeşe sıraladığı cümlelerin aksine oturduğu yerde yorgunca iç çekti. Jisung'un dedikleri şu an bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Kafasından dönüp duran tek şey, nasıl dolandırılabildiğiydi. Kendine bunu yediremiyordu. Bu kadar dikkatsiz olamazdı.

"Chan! Fazla uzaklaşmadan o şerefsizi yakalatabiliriz! Polisi arayacağım, tamam mı? Halledeceğim."

"Jisung," diye mırıldandı Chan yorgunca. "Polis hiçbir halt yapamaz. Adama parayı dün sabah verdim, çoktan kayıplara karıştı."

"Ama yüzünü hatırlıyorsun değil mi? Resmini çizdirebiliriz!"

"Ben bunu düşünemedim mi sanıyorsun?" diyerek söylendi Chan. "İki kere gördüm onu. İlkinde büyük bir güneş gözlüğü vardı, neredeyse yüzünün yarısını kapatıyordu. İkincisindeyse fazla incelemedim. Tek derdim parayı bir an önce teslim edip tabloyu satın almaktı. Yüzünü tarif edebileceğim kadar yüz yüze gelmedik. Robot resmini çizdirmek için yeterli olmayabilir."

Jisung'un omuzları hayal kırıklığıyla düştü.

Chan'ın bir hafta önce anlattıklarını hatırlıyordu. Şirketlerinin yöneticisi, galerinin yeni sergisinde Incheon Manzarası tablosunu kesinlikle istediğini söylemişti. Chan ise tabloyu iki gün önce şans eseri bulmuştu. Jisung iki gündür Chan'ın o tabloyu satın almaya uğraştığını biliyordu.

Chan, arabayla geçerken tabloyu bir sergi binasına taşınırken görmüştü önce. Hızla oraya gidip tablonun sahibi olduğunu düşündüğü adama, Kim Junseok'a, tablonun satılık değerini sormuştu hemen. Sonrasındaysa asıl sahibin o olmadığını öğrenmişti. Kim Junseok'un sergisi için yalnızca ödünç alınmış bir tabloydu. Fakat Junseok, tablonun asıl sahibiyle Chan'a bir görüşme ayarlama teklifinde bulunmuştu.

Chan'ın tabloyu satın almak için yalnızca iki günü olduğu için bu kısa süre yüz yüze bir görüşme yapmak pek mümkün değildi. Bu yüzden Kim Junseok isimli adam, tablonun sahibiyle bir telefon görüşmesi ayarlayabileceğini söylemişti Chan'a. Telefon görüşmesinde tabloyu satın alacağı kişi zorluk çıkarıp satılık olmadığını söyleyip dursa da Chan zekasını kullanarak tablonun sahibini çok başarılı bir şekilde ikna edebilmişti. Ya da o öyle sanıyordu. Zira yeni serginin açılışında tablonun sahte çıkması, dolandırıldığını anlaması hiç tahmin edemeyeceği bir şeydi.

"O şerefsiz, telefondan beni işletmiş," dedi Chan. Sesi yorgundu ama öfke kırıntıları hala vardı. "Ben tablonun sahibiyle görüşüyorum sanarken, o piç kurusuyla görüşüyormuşum meğer. Ses değiştirici kullanmıştır."

Jisung, artık neler olduğunu öğrenmişti ama içine hiç de su serpilmemişti. Televizyonda Chan'ın açıklamasını duyduğundan beri kocaman olmuş gözlerle Chan'a bakıyordu. Böyle bir şey duymayı asla beklemiyordu, tamamen sürpriz olmuştu. Berbat bir sürpriz.

"Bugün serginin açılışındayken tablonun sahibi, bizim şirketin yöneticisini aradı," diyerek anlatmaya devam etti. Jisung'a anlatsa da onun yüzüne bakmıyor, siyah televizyon ekranına bakarak kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"Tablonun sahibi 'Bu ne demek oluyor, ben size bu tabloyu satmadım' demiş. Hepsi benim başıma kaldı, hepsi. Her halt benim yüzümden... Milyonlarca won kaybettirdim şirkete. Şirketi, galeriyi ve kendi adımı lekedim."

"Bilemezdin Chan," dedi Jisung hemen. Hızlıca tekrar koltuğa oturup arkadaşına sarıldı ve kendine çekti. Bedeni tamamen çökmüş olan Chan boş bir çuval gibi Jisung'un kollarına yığılmıştı zorlanmadan. "Kendini suçlama, bilemezdin çünkü. Hatalı olan sen değilsin."

Chan fazlasıyla yorgundu. Jisung'un kolları arasındayken yorgunluktan göz kapakları kapanmaya başlamıştı bile.

Bugün onun için fazlasıyla stresli geçmişti. Tüm bu yükün altında ezilmiş, saatlerce psikolojisini yıpratmıştı. Üstelik zaten uyku problemi çekiyorken dün gece sergi açılışının son hazırlıklarıyla ilgilenmekten pek uyuyamamıştı ve bugünün de yorgunluğu üstüne çökünce bedeni artık uyarı sinyalleri vermeye başlamış gibi baygınlık geçirmek üzereydi.

Kafasında dönüp duran bir ses vardı. 'Henüz dinlenemezsin, o şerefsizi bulmadan dinlenmeyi hak etmiyorsun!' diyordu kafasındaki ses. Chan kafasındaki o sese hak veriyordu. Fakat gözleri, üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi kapanıyordu kendi kendine. Zihni her ne kadar buna müsaade etmemeye çalışsa da bedeni çoktan kontrolü ele geçirmişti.

Chan kafasındaki yoğun ve rahatsız edici düşüncelerle bilincini yavaş yavaş kaybederken Jisung, bunu fark ettiğinde arkadaşını kollarından ayırarak dikkatlice koltuğa yatırdı. Chan'ın kafasının altına koltuk minderlerinden birini yerleştirdi ve üstüne ince bir battaniye attı. Ardından Chan'ın hiç dokunmadığı soğumuş olan çay kupasını sehpanın üstünden alarak mutfağa geri götürdü. Sonra salona geri dönüp fazla ses çıkarmamaya çalışarak salonun bir köşesinde yerdeki cam kırıklarını toparladı. Chan uyanmasın diye elektrik süpürgesini sonra açmaya karar verdi.

Arkadaşı rahatça dinlenebilsin diye salondan çıkıp kendi odasına gitmek üzereydi ki bir telefon sesi duydu. Ortadaki sehbanın üstünde Chan'ın telefonuydu. Jisung, telefon sesinin Chan'ı uyandırmaması telefonu hemen sessize aldı. Chan'ın uyuyan yüzünü kontrol etti önce. Uyanmamıştı. Sonra bakışlarını elindeki telefona çevirdi. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Telefonu da yanına alıp kendi odasına giderken açmamaya karar vermişti ama odasına girdiğinde tekrar çalmaya başlayan telefon, durumun belki de acil olabileceğinin işaretiydi.

Jisung telefonu kulağına götürüp cevapladı. "Bang Chan'ın telefonu, buyurun?"

"Merhaba?" diye yanıtladı karşı taraftan gelen genç bir erkek sesi. "Bang Chan'la mı görüşüyorum?"

"Hayır," dedi Jisung. "Ben Chan'ın arkadaşıyım, kendisi şu an müsait değil. Kimle görüşüyorum?"

"Oh, ben Jeongin. Yang Jeongin. Busan'dan arıyorum. Bang Chan hiç mi müsait değil acaba? Konuşma şansım yok mu? Konuşabilir miyim?"

Ses tonundan anladığı kadarıyla kendi yaşlarında bir çocuk olduğunu tahmin etti Jisung. Hatta belki biraz daha küçük olabilirdi. Sesi aceleci ve meraklıydı. Cümlelerini hiç aksamadan hızlı hızlı konuşuyordu. Bir an önce asıl konuya girmek istiyor gibiydi.

"Acil bir şey mi vardı?"

"Evet," dedi çocuk hemen. "Acil sayılır."

Jisung yatağının üstüne otururken yanıtladı. "O halde bana söyleyin. Chan'a ben iletirim."

Karşı taraftaki ses sanki bu cümleyi bekliyormuş gibi hemen konuşmaya atıldı. "Bang Chan'ın televizyondaki konuşmasını izledim. Bir ay önce ben de aynı şeyi yaşadım. Dolandırıldım. Aynı kişi olup olmadığından şüpheleniyorum."

Jisung yatağında doğrularak ilgiyle karşı tarafı dinledi. Kaşları çatılmış, gözleri düşünceyle kısılmıştı. "Geçmiş olsun, fakat bu tarz dolandırıcılıklar yaygın olabilir. Aynı kişi olduğundan emin olamayız diye düşünüyorum."

"Bende fotoğrafı var," dedi Jeongin.

Jisung hızla ayağa kalkıp, "Öyle mi?" diye sordu. Kalbi bir anda heyecanla küt küt diye atmaya başlamıştı. "Fotoğrafı gönderin lütfen, Chan'a ileteceğim."

Ardından konuşmayı sonlandırıp karşı taraftan gelecek olan fotoğrafı beklemeye koyuldu.

Han Jisung, en yakın arkadaşının dolandırıldığını öğrendiğinden bu yana, neredeyse yarım saat olacaktı, elleri kolları bağlı hissediyordu. Az önceki çocuğun arayıp dediği şeyler doğruysa ne yapılabilirdi, nasıl bir yol izlenebilirdi... Kafasında dönüp duruyordu tüm bu sorular.

Daha bu sabahın kahvaltısında Chan'a her zamanki şımarıklıklarından yaparak onu omlet yapmaya ikna ettikten sonra yemeklerini keyifle yemeleri, onlar için sıradan bir güne başlangıçtı. Günün devamındaki planları ise Jisung'un toplantısı ve Chan'ın sergisi bittikten sonra dışarda kutlama yapmaktı. Oysaki günün devamının bu şekilde gelişebileceğini kimse tahmin edemezdi.

En yakın arkadaşının düşmüş olduğu bu durum Jisung'u fena telaşa düşürmüştü. Duygularına teslim olma ve sadece mantık çerçevesinde düşün. Kendi kendini iyice tembihledi içinden.

Elindeki Chan'ın telefonuna mesaj geldiğinde bildiği şifreyi girip WhatsApp'a tıkladı Jisung. Kendisi adamın yüzünü bilmediği için bir fikri yoktu, bu yüzden Chan'ı uyandırıp sormalıydı. Hızlı adımlarla salona geri dönüp siyah saçlı çocuğun yattığı koltuğun yanında diz çöktü.

"Chan," diye seslendi omzunu hafifçe pat patlarken. Sonra telefonu tutmayan diğer eliyle Chan'ın saçlarına daldırdı elini. "Chan, uyan."

Siyah saçlı çocuk psikolojik olarak o kadar çökmüş durumda olmalıydı ki, normalde uyku problemi çekmesine rağmen tam şu an çok derin bir uykuya dalmıştı. Yanaklarındaki kurumuş göz yaşlarının silik izleri hala görünüyordu. Jisung onu uyandıracak olmaktan nefret etti. Ardından, vazgeçti. Chan biraz uyuyup daha dinlenmiş bir zihinle kalkarsa kendini biraz da olsa toparlayabilirdi belki.

Ayağa kalkıp elinde tuttuğu telefondan Jeongin'in gönderdiği adamın fotoğrafına içindeki öfkeyle daha uzun baktı bu sefer.

Yan profilden bir görüntüsüydü. Saçları ensesinin biraz altında bitecek uzunluktaydı. Alnına doğru saçlarının kahverengi uzun tutamları dökülüyordu. Yüz hattı kalemle çizilmiş gibi düzgün ve keskin çizgilerden oluşuyordu. Burnu hafifçe büyüktü ama zarifçe biçimlendirilmişti. Yüzündeki diğer özelliklerle uyumlu bir şekilde birleşiyor ve onun çekici görünümünü tamamlıyordu. Elmacık kemikleri, yüzündeki en dikkat çekici detaylardan biriydi. Hatları ve belirgin yapısı yüzüne güçlü bir çekicilik katıyordu.

Bir kolunu masaya yaslamıştı. Gözleri aşağı doğru, diğer elinde tuttuğu kahve fincanına bakıyordu. Habersiz çekilen bir fotoğraf olmasına rağmen modellerin güzelliğini aratmayacak bir yüz yapısına sahipti. Belki de bu yüzden bu kadar iyi bir üçkağıtçıydı. Melek yüzlü şeytan.

Jisung, onun bu yüzüyle herkesi kandırabileceğinden emindi. İçindeki öfkenin harmanlandığını hissetti. Eğer Chan'ı bu duruma düşüren adam buysa, çekici yüzüne en büyük yumruğu geçirip büyük burnunu kırmak isterdi. Jisung'un midesi bulanmıştı. Tipi güzel, içi zehir olan insanlardan hep tiksinirdi.

Telefonu sessize alıp kilit tuşuna basarak ekranı kapattı ve diğer koltuğa gelişi güzel fırlattı. Chan uyanana kadar ona yiyecek bir şeyler yapsa iyi olurdu. Zira arkadaşının boş mideyle daha da güçten düşmesini istemezdi.



Sonunda bölümleri yayımlamaya fırsat bulabildim. İlk üç bölüm, dediğim gibi olaya girişten oluşuyor. Dördüncü bölüm itibariyle asıl olaylara başlayacağız. Umarım beğeneceğiniz bir kurgu olur. (Hatırlatma; bu kurgu Ladies vs Ricky Bahl isimli filmden uyarlanmıştır.)

Sonraki bölümde görüşmek üzere! 💛

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro