5; kırmızı alarm
"Hazır mısın?" Chris Cooky'yle oynarken oturduğu yerden seslendi, bense o sırada sırt çantamı toparlamakla meşguldüm. "Yanına su da alsana, ben içince çok susarım."
Ricasını bir mırıltıyla onaylayıp adımlarımı buzdolabıma çevirdim, tam bu sırada Chris'in telefonu çalmaya başlamış, en yakın arkadaşım tavşanımı narin hareketlerle oturduğu koltukta yanına bırakmıştı. "Efendim anne?"
O, annesiyle konuşurken ben de aldığım su şişelerini çantama atıp fermuarı çektim, yatağıma oturup ayakkabılarımın bağcıklarını bağlamaya başladım. Chris telefona "Anne param yok..." diye sızlandığında gülüşümü bastıramamış, başımı hafifçe kaldırıp önüme düşen saç tellerimin arasından ona bakmıştım. Ona nasıl baktığımı görünce yüzünü buruşturdu ve "Tamam, tamam." dedi hattın diğer ucuna, bıkkın bir ses tonuyla. "Gece geç gelirim ama."
Telefon görüşmesi bittiğinde Cooky'yi dikkatli bir şekilde kafesine geri koymak üzere ayaklandı. "Dostum, Florence'a geçmeden önce eczaneye uğrayabilir miyiz?"
"Bir sorun mu var?"
"Ah, hayır. Janice ilaçlarını almayı unutmuş, annem benden istedi."
Çantamı sırtıma takıp ayaklandım. "Arabayı sen kullanıyorsun. Hadi."
Yurttan çıkıp arabasını park ettiği kampüs otoparkına yürürken bakışlarımı batmak üzere olan güneşe çevirdim. Taehyung'un özür dilediği mesajına cevap olarak onu ve beni tanıştırmak istediği en yakın arkadaşını bizimle takılmak üzere Florence'a davet etmiş ve şimdiden yarım saat sonrası için sözleşmiştik. Pizza yerken ona anlattığım kadarıyla her şeyden haberdar olan Chris'se Florence'a en az on beş dakika geç gitmemiz konusunda ısrarcıydı. Senden özür diledi, çünkü haksız olduğunun farkında, demişti aynı anda iki dilimi yemeye çalışırken. Ama akşam geç kalacak, çünkü o Taehyung Kim. Haksız da olsa, Taehyung Kim.
Taehyung'u tanıyormuş gibi konuşuyordu ama düşününce Taehyung'u değil yalnızca bizim fakülte, bütün okul tanıyordu. Yine de Chris'e uyup da geç gitmeyi kabul etmemiştim, içimden bir ses haklı olduğunu söylese de Taehyung'un geç kaldığı takdirde çok pişman olacağını hissediyordum. "İlaçlar çok mu pahalı?" diye sordum ön yolcu koltuğuna oturup kemerimi bağlarken. "Annene paran olmadığını söylüyordun."
"Yok be, ülkenin yarısı obez zaten." diyerek güldü arabayı çalıştırıp. "Babamın sigortası karşılıyor ücretin büyük bir kısmını."
"O senin kardeşin," Bakışlarım telefonumun ekranındaydı, anlam veremediğim bir durgunluk bünyemi ele geçirmiş, kalbim Taehyung'dan gereksiz bir mesaj bekliyordu. "Hastalığıyla dalga geçmekten bıkmadın mı?"
"Dün gece saat üçte onu mutfakta pankek yerken yakalamasaydım bu dediğine hak verebilirdim." demekle yetindi trafiğe çıktığımız sırada. "Her neyse, yol üzerindeki eczanelerden biri açık olmalı."
Öyle de oldu, eczanenin önüne çektiğinde birlikte inip içeriye girmiş ve Chris kardeşine gereken ilaçları alırken yanında öylece dikilmiştim, neyse ki dükkanın içi dışarıya göre serindi. Taehyung'dan hala bir mesaj yoktu, ama onun yerine Seokjin-ie hyung'dan vardı.
Hala konuşamadık.
"Jungkook, bu sizinkilerin taktığı maske değil mi?" Chris gülerek bir yeri işaret ettiğinde dikkatimi telefonumdan ayırıp ona döndüm, onlu paket halinde satılan yüz maskelerini gösteriyordu. "Şu K-Pop oğlanları?"
"Hastalar için onlar." dedim bıkkınca.
"Bundan da alalım." Chris bir paket alıp kasadaki kadına uzattığında bakışlarımı sabır dilenircesine tavana çevirmiştim. "Kendimi düşünmek zorundayım," diye belirtti onun kadar eğlenmediğimi fark edince. "Kendini Taehyung'un yanında rezil edersen tanınmamam gerekiyor."
"Çok komik!" Ona yüzümü buruşturup beklemeden dükkandan ayrıldım, arkamdan gülmeye devam ettiğini duyabiliyordum. Yanıma geldiğinde paketten çıkardığı bir taneyi bana uzatmıştı. "Bence al," dedi almaya hiç de niyetim olmadığını görüp. "Kendini Taehyung'un yanında rezil edersen tanınmaman gerekebilir."
Ona yandan bir bakış attım.
Sonra da maskeyi alıp buruşturarak pantolonumun cebine tıktım.
**
Chris bir konuda haklı çıkmıştı ki bu, Taehyung'un gecikmiş oluşuydu.
Chris'in haklı çıkmadığı konuysa Taehyung'un on beş dakika değil, an itibariyle otuz sekiz dakika geç kalmış oluşuydu.
Biramdan yeni bir yudum alırken bakışlarım kapıdaydı, bakışları dans eden kızların üzerinde olan Chris'se üzülmemem gerektiğiyle ilgili bir şeyler mırıldanıyordu. "Dostum, olur böyle şeyler." dedi bardağını benimkine çarparak. "Ekilmediğin sürece bir sorun yok."
"Ya ekildiysem?"
Uzun zamandır konuşmadığım için fark etmemişti ama sesimi duyar duymaz bana dönen gözleri şimdi kocamandı. "Jungkook?" Bardağını bırakıp yüzüme uzandı ve yanaklarımı avuçladı. "Ağlama."
"Ağlamıyorum." dedim burnumu çekerek. Gerçekten de ağlamıyordum ama o an dördüncü bardağımı içiyordum ve alkolün etkisi kendini göstermeye çoktan başlamıştı. Fazlasıyla duygusaldım. Belki de Taehyung bu saatten sonra hiç gelmemeliydi, bu halimle gerçekten de ona rezil olur ve Chris'in aldığı maskeyi kullanmak zorunda kalırdım.
"Jungkook, aşık olmak için çok erken değil mi?" diye sordu onu duyabilmem için yüzüme biraz daha yaklaşarak. "Hadi ama, tamam, onu bir yıldır falan tanıyorsun ama aranızda yaşanmış bir şey yok ki..."
"Gelmiyor ki bir şeyler yaşayalım!" diye bağırdım kendimi tutamadan. Chris alkolden ciddi anlamda etkilenmeye başladığımı fark etmiş gibi çattı kaşlarını, bir eli yanağımda kalırken diğeri bira bardağımı masamızda benden biraz uzağa iteledi. "Sen bir süre içme, tamam mı?"
"İçmeye gelmedik mi?"
"Jungkook, söz dinle." Oflayarak yüzümü tutuşundan kurtardım ve bakışlarım kapıya döndü.
Keşke dönmeseydi de Taehyung'u bana öyle bakarken yakalamasaydım.
Gözlerim irileşti, bendeki değişimi fark eden Chris de neler olduğunu anlama amacıyla bakışlarımın yönünü takip etmiş ve ikimize de dünyadaki en korkunç mahlukatlarmışız gibi bakan Kim Taehyung'la karşılaşmıştı. Kısık sesli bir küfür etti, Taehyung ve arkadaşı – Taehyung'un korkusundan arkadaşına dikkatli bir şekilde bakmamıştım bile – masamıza yaklaşırken Chris'le beraber panik içinde ayaklanmış ve büyük bir suç işlemişiz gibi hazır ola geçmiştik. "Yanağını okşarken gördü," diye mırıldandı Chris, aynı ses tonuyla onayladım söylediğini. "Yanında- hadi c a n ı m."
Chris'in abartılı tepkisiyle bakışlarım Taehyung'dan zorlukla ayrılmış ve birkaç adım arkasında onu takip eden, kendisi gibi kırmızı saçlı figürle buluşmuştu. Chris'in kolumu sımsıkı tuttuğunu hissettim, düşmemek için destek alıyor olmalıydı zira Taehyung'un yanında getirdiği en yakın arkadaşı Jung Hoseok'tan başkası değildi.
Stanford'ı ulusal basketbol turnuvasında batı yakası şampiyonu yapan takımın kaptanı, Jung Hoseok.
"Merhaba." Masamıza vardıklarında Taehyung gözünü bile kırpmadan bana bakmakla meşgul olduğundan bizi selamlama işi Jung Hoseok'a düşmüş olmalıydı. "Merhaba." diye mırıldanarak karşılık verdim, yüksek sesli müzikte beni duyup duymadığından emin değildim ama bakışlarım Taehyung'un üzerinde olduğu için üzerine alınacağını zaten düşünmüyordum.
Kendimi toparlamak istercesine boğazımı temizledim, Taehyung beni görmeye dayanamıyormuş gibi bakışlarını masaya indirmiş ve ne içtiğimize bakmıştı. "Hoş geldiniz," dedi Chris samimi bir ses tonuyla. "Otursanıza."
"Teşekkürler." Jung Hoseok Taehyung'un hareketsiz kalışını yadırgamadan kolunu tutmuş ve kendisiyle beraber sandalyeye çökmesini sağlamıştı. Chris'le ben de oturduk ve masaya garip bir sessizlik çöktü, yalnızca çalan müzik ve dans edip eğlenen kalabalığın sesi duyuluyordu ortamda.
"Ne içersiniz?" diye sordu Chris. "Garson yok, gidip bardan almamız gerekiyor."
"Gidip bakalım o zaman," dedi Jung Hoseok gülümseyerek. Chris omzumu destekleyici bir tavırla sıkıp Jung Hoseok'la birlikte ayaklandı ve ikisi mekanın bar kısmına ilerlerken Taehyung'la ben bu kalabalığın içinde yapayalnız kaldık.
"Taehyung?" diye seslendim çekinerek.
Bakışları bardağımdaydı. "Yaşın tutuyor mu?" diye sordu yavaşça.
"Sahte kimliğimiz var," diye cevapladım, dudakları buruk bir gülümsemeye kıvrılırken en sonunda bana bakmayı başardı. Alkolün etkisiyle onu ilk görüşümde fark etmemiş olmalıydım ama öğlenki haline kıyasla oldukça yorgun görünüyordu, göz çevresine kapatıcı bir makyaj yapmıştı. "İyi misin?"
"Hoseok-ie hyung'u düzgün bir şekilde tanıştıramadım..." dedi olup bitenleri yeni fark ediyormuş gibi. O kadar üzgün görünüyordu ki kırk dakikalık gecikmenin hesabını sormak bile gelmemişti aklıma, tek isteğim onu kollarımın arasına almak ve onu bu kadar üzen şeyin ne olduğunu sormaktı. Dertlerini dinlemek, sorunlarını çözmek istiyordum. Az önce yalnızdık ama şimdi dünyanın tüm nüfusu Florence'ı doldurmuş gibiydi, ona tutunamadan elim kolum bağlı bir şekilde karşısında oturmak bana kendimi hiç olmadığım kadar güçsüz hissettirmişti.
"Seni zorluyor muyum?" diye sordu bir anda. Neyden bahsettiğini anlamadığım için gözlerimi kırpıştırarak baktım üzgün gözlerine. "Benimle buluşmak istemiyormuşsun gibi hissediyorum, Jungkook." Duraksadı. "Benimle olmak istemiyormuşsun gibi."
"Ne?"
"Ke- Dawson yüzünden, değil mi?" diye sorarak devam etti konuşmaya. "Yemekhanede yaptığı terbiyesizliğin üzerini örtmek istiyorsun çünkü sana karşılık verdim, ama aslında sen bana bir adım atmamıştın."
"Taehyung, yemekhaneye senin için geldiğimi söylemiştim." Alkol yüzündendi, kesinlikle alkol yüzündendi çünkü Taehyung'a bu kadar sinirlenmemin başka bir açıklaması yoktu. "Şimdi konuşmamız gereken şey bu mu, tanrı aşkına?"
"Ne konuşalım?" diye sordu benim aksime sakin bir ses tonuyla. "Yanaklarında gezinen parmakları konuşalım mı?"
"Taehyung-"
"En yakın arkadaşımı hoşlandığım çocukla tanıştırmaya getirirken hoşlandığım çocuğu başkasının avuçlarının içinde bulmamdan konuşabiliriz mesela?" diye önerdi, hala sakindi ama ses tonu rahatsız edici bir hal almıştı ve gözlerindeki parıltı hiç hoşuma gitmiyordu.
"Chris beni teselli ediyordu!" diye bağırdım, yan masalardan bakışları üzerimize çektiğimiz sırada Taehyung bu duruma daha fazla dayanamayacakmış gibi ayaklanmış ve adımlarını çıkış kapısına çevirmişti. Birkaç saniye boyunca neyin ne olduğunu anlamaya uğraşarak oturduğum yerde kaldım öylece, Jung Hoseok'un "Taehyung-ie?" diye seslenmesiyle kendime gelmiş ve ayağa kalkarken masaya çarpıp bardağımın devrilmesine sebep olmuştum. Chris ve Jung Hoseok'un önünden geçip hızlı adımlarla Taehyung'un peşine takıldım, çarptığım bedenler bana engel olmaya başlayınca yine öfkeme yenik düşmüş ve bu sefer gerçekten de beni yavaşlatan her şeyi bir kenara savurmaya başlamıştım. İttiğim gençlerden biri "Hey!" diyerek elini göğsüme koyduğunda bileğini istemsiz bir şekilde yakalayıp büktüm, çocuk çığlık atarak kurtulmaya çalışırken Taehyung'un kapıdan çıktığını görmüş ve insanlar güvenlik görevlilerini olduğum yere çağırırken beklemeden koşmaya başlamıştım.
"Kim Taehyung!" diye kükredim kaldırıma çıkınca, aramızda yalnızca birkaç metre vardı. "Dur."
Adım atmayı kesti ama dönüp bana bakmadı, yüzleşebilmemiz için önüne geçmemi bekledi. Bulunduğumuz caddenin trafiği hızlı bir şekilde akarken yeterince kalabalık olmayan bu kaldırımda kimsenin dikkatini çekmiyor olmalıydık.
Derin bir nefes aldım, Taehyung kızarık gözleriyle bana bakıp girdiği beklentiyi aramızdaki on santimlik mesafeye dökerken içkinin etkisiyle saçma bir şey söylememenin mücadelesini veriyordum. İlk defa içki içmiyordum, bundan çok daha fazla içtiğim zamanlar da olmuştu ama alkol beni ilk defa böylesine derinden etkiliyor, ilk defa hareketlerimin üzerinde böylesine baskın bir etki oluşturuyordu.
"Senden hoşlanıyorum." dedim sadece onun duyabileceği bir sesle. "Geç kaldın. Neredeyse ağlayacaktım. Chris beni teselli ediyordu."
"Hep böyle mi olacak?" diye sordu yavaşça. Omuzları çöktü, yüzünü yine anlam veremediğim bir hüzün kaplamıştı. "Sen asla bana bir adım atmayacaksın da ben hep haddim olmayan insanları mı kıskanacağım?"
Benimle böyle açık konuşup gerçek duygularını kelimelere dökmesine minnettar hissederken ona doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdim. "Kıskanmana gerek yok."
Benim ona doğru bir adım atarak sıfıra indirdiğim mesafeyi Kim Taehyung geriye doğru attığı iki adımla büyütmüştü. "İçkilisin."
"Ee? Ayıkken de hoşlanıyorum senden."
Burukça gülümsedi. "Belki ayık olduğunda yanaklarını okşarım." İç geçirdi. "Sonra görüşürüz."
"Bekle, Taehyung-"
Taehyung daha yanımdan geçip yürümeye devam edemeden caddenin bize uzak kalan yol ayrımlarından birinde büyük bir patlama gerçekleşmişti. Zemin sarsılırken Taehyung'u yakaladığım gibi yanında durduğumuz binayla arama almış ve Taehyung korkuyla bağırıp sineme saklanırken patlama neredeyse yüz metre ileride olduğu halde bedenimi ona siper etmeye çalışmıştım. Birkaç patlama daha gerçekleşti, cadde ve kaldırımlarda bulunan insanlar çığlık atarak bizim olduğumuz tarafa kaçarken Florence'tan birkaç kişi çıkıp neler olup bittiğine bakmaya çalışmıştı, kapıya yakın olan gençler müziğe rağmen patlama sesini duymuş olmalıydı.
"Benzinlik." Taehyung'un sesiyle başımı ona çevirdim, başını göğsümden kaldırdığı için ben dönerken dudaklarım yanağına sürtünmüştü ama ikimiz de bununla ilgili bir şey söylemedik. "O yolda benzinlik vardı."
Caddeden ayrılmaya çalışan arabalar sürücülerin panik halinden kaynaklanan bir trafiğin kurbanı olmuştu, yol bir anda kilitlenirken etraf kıyametten farksızdı sanki. "Ambulans." diye mırıldandım, Taehyung beni onaylayarak telefonunu çıkarırken benimle duvarın arasında kalmaya devam etmişti. Çığlıkların yükseldiği yöne bakarken kalbimin kırıldığını hissettim.
Bay Stark beni mahvederdi ama hiçbir şey yapmadan burada durup çığlıkları dinlemeye devam ederken ben zaten mahvoluyordum.
Taehyung telefonla konuşurken bedeninin iki yanında duvara yasladığım ellerimi indirdim ve bir çıkar yol ararcasına etrafa bakınmaya başladım.
Ve bulamadım.
"Aradım, birkaç kişi daha aramış-"
"İçeri gir." Lafını kestiğimde gözlerini kırpıştırmıştı. "Arkadaşını bul, ve Chris'i- lütfen. Benim kadar içmedi ama yine de araba kullanmasın, onu eve bırakabilir misiniz?"
"Sen?" diye sordu Taehyung korkuyla. Ne yapmak üzere olduğumu hissetmiş gibiydi.
"Ben ilk yardım biliyorum, yardım edebileceğim bir şey var mı diye bakmam lazım." dedim adımlarım ondan uzaklaşırken, geri geri yürüyerek. Taehyung şok olmuş gibi bir bana, bir de omzumun üzerinden alevlerin yükseldiği yere bakıyordu. "Burada böyle duramam."
"Jungkook saçmalama." dedi Taehyung mantıklı davranmamı diliyormuş gibi, tane tane. "Ateş mi büküyorsun sen, elinden ne gelebilir ki?"
"İçeri gir." diye tekrarladım sadece.
"Jungkook hayır." diyerek bana doğru bir adım attı, daha fazla oyalanmadan benzinliğe doğru koşmaya başladım. "Jungkook!" diye bağırdı Taehyung arkamdan, onu umursamadım, göğsüm yırtılmış gibi hissettim ama onu umursamadım. "Jungkook, lütfen!"
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro