2; spider sense my ass
"Hayır, hayır, olamaz." Yanından uçtuğum binalardan birinin camında yansımamı gördüğüm an kostümümün, üzerine giydiğim tişörtün yakasından göründüğünü fark etmiş ve panik içinde görüş alanıma giren ilk balkonda durmuştum ki bu, bir binanın on dördüncü katı oluyordu. Önce çantamı, ardından da tişörtümü çıkarıp yere bıraktım ve kostümümü hızlıca gövdemden sıyırıp çantama tıkmak üzere eğildim; tam o sırada balkonunda olduğum evden bir kadın çığlığı yükselmiş, bakışlarım panik içinde sesin kaynağına dönmüştü.
"Sen de kimsin?" diye bağırdı çığlığın ve aynı zamanda balkonunda olduğum evin sahibi olan kadın. "Bu-buraya nasıl geldin?" diye devam etti bağırmaya, kekeleyerek.
"Ah, şey, ben..." Yutkundum. "Leylekler."
"Ne?"
Şaşkınlığını üzerinden atıp elindeki telefonu kullanarak polisi araması an meselesi olduğundan, çantamı ve tişörtümü kaptığım gibi atladım balkondan. Kadın yeniden çığlık atmaya başlamıştı, bu sırada ben de içimden çığlık atıyor ve Bay Stark'ın olanları öğrendiğinde bana vereceği cezaları düşünerek sinir krizi geçiriyordum. Attığım ağı bırakıp çantamı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, Taehyung'un verdiği adres ezberimde olduğu için oraya gidene kadar bakmama gerek yoktu. Havada uçarken tişörtü giyinmeye çalıştığım için bir ara neredeyse düşüyordum ama neyse ki bir kaza yaşamadan giyinmeyi başarmıştım.
Taehyung'un verdiği adres bir evin değil, iki sokağın kesişme noktasının adresiydi. Yere indikten sonra gelmemi istediği yere doğru koşarken evini öğrenmemi istemediği gerçeğiyle başa çıkmaya çalışıyordum; bu yüzden telefonum çaldığında kendimi kaybetmiş ve kafamı koştuğum kaldırımda bir sokak lambasına oldukça sert bir biçimde çarpmıştım. "Kıçımın örümcek hissi." diye homurdandım bir elim çantamın içinde telefonumu ararken. Diğer elimin parmakları yüzümde acıyan noktaları ovalıyordu.
Seokjin-ie hyung'un aradığını görünce gözlerimi devirerek telefonu çantama geri atmıştım, Taehyung'u daha fazla bekletmemek adına adımlarımı hızlandırdım ve işte, kırmızı saçları birkaç metre ötemde, altında durduğu sokak lambasının ışığında parlıyorken hayatımın aşkı beni bekliyordu. Adım seslerimi duyunca bakışlarını bana çevirdi, ne yaptığımı fark ederek koşmayı kestim ve olduğum yerde durdum. Bakışları şaşkınlığa bulanırken boğazımı temizlemiş ve adımlarımı çapraz atarak, yavaş yavaş, bir model edasıyla beni beklediği noktaya doğru yürümeye başlamıştım. Kendimi ağırdan satmam gerekiyordu, buraya kadar koştuğumu düşünmemeliydi.
Adam sana acıdığı için bir randevuya çıkmayı kabul etti, kendini ağırdan satmak mı, diye dalga geçti benimle iç sesim. Nedense bu ses, Seokjin-ie hyung'un sesine benziyordu ve hayal gücüm cümle biter bitmez arka fona Bay Stark'ın o gıcık kahkahasını eklemeden duramamıştı.
"Jungkook?" Altında durduğu lambanın ışığı yüzüme vurunca Taehyung'un gözleri şaşkınlıkla irileşmişti. "Ne oldu sana?"
Aramızda birkaç adım kalmışken duraksadım. "Ne olmuş bana?"
O güzel ellerinden biri, spesifik olmam gerekirse sağ eli yüzüme uzanıp başparmağı dudağımın kenarını sildiğinde inledim. Yanlış anlaşılmasın, acıyla inledim. Taehyung'un eline düşen bakışlarım parmak ucunda gördüğüm kırmızılıkla beraber donup kalmıştı. "Bir yere mi çarptın?" diye sordu endişeyle. "Dudağın patlamış."
"Ah..." Ağlayacakmış gibi hissederken bulunduğumuz kaldırımın kenarına park etmiş bir arabanın camını ayna olarak kullandım, dudaklarımın kenarı dışında kanayan bir yer yoktu neyse ki. "Acımıyor," diye karşılık verdim sorusunu yanıtlamak yerine. "Nasılsın?"
Kaşları hafifçe havalandı. "İyiyim," dedi dudakları ufak bir gülümsemeyle kıvrılırken. "Sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim, evet," Elimi enseme atıp kaşırken bakışlarımı istemsizce yere indirmiştim. "Peki sen nasılsın?"
"Jungkook." Taehyung aptallığıma kıkırdarken kendimi toparlamak adına derin bir nefes aldım. "Üzgünüm." diye mırıldandım. "Her neyse. Nereye gidiyoruz?"
"Beni randevuya çıkaran sensin," dedi Taehyung tatlı bir tavırla silkerken omuzlarını. "Öyle değil mi?"
"Değil!" Taehyung'un zaten kocaman olan gözleri söylediğim şeyle birlikte iyice irileşirken panik içinde kendimi ifade etmeye çalıştım. "Demek istediğim, Dawson yalnızca benimle uğraşıyordu. Senin arkandan senin hakkında konuşmuyorum."
"Konuşmuyor musun?"
"Neden konuşayım?" diye sordum gergince gülerek ama kullandığım her kelimeyle biraz daha batıyor gibiydim zira Taehyung'un yüzüne acılı bir ifade yayılmıştı. "Neden konuşasın, doğru." diye karşılık verdi kısık sesle.
"Taehyung, öyle değil-"
"Jungkook, özür dilerim." dedi geriye doğru bir adım atarak. Yüzü, saçlarıyla aynı rengi almıştı. "Sanırım seni yanlış anladım, gerçekten çok üzgünüm."
Gözlerim irileşirken onun aramızdaki mesafeyi arttırmak adına geriye doğru attığı adımı ben öne doğru atıp ona yaklaşmaya çalıştım ama gerçekten de burada olmaktan rahatsız oluyormuş gibiydi. "Sorun değil," dedi başını panik içinde iki yana sallarken. "Uzun süre platonik olunca bulduğum ilk umuda tutundum sanırım." Söylediği şey ikimizin de nefesini keserken Taehyung dayanamıyormuş gibi arkasına dönmüştü. "Hoşça kal." Ve bir anda kaldırım boyunca koşmaya başladı.
"Ne?" Arkasından gözlerimi kırpıştırarak bakmak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Taehyung utançla attığı her adımla benden uzaklaşırken kendime gelmiş ve arkasından "Taehyung!" diye bağırmıştım. Olduğu yerde durdu ama bana dönmedi, koşarak önüne geçmem ve onunla yüzleşmem gerekmişti. "Kendimi açıklamama izin ver, lütfen."
"Jungkook, çok utanıyorum." diye mırıldandı, bakışlarını kaldırımdan çekmiyordu.
"Arkandan konuşmuyorum, çünkü karşına çıkacak cesaretim yok." Kafasını yavaşça kaldırıp kirpiklerinin altından bana baktığında, konuşmaya devam edebilmek için ihtiyacım olan tek şeyin onun bana böylesine umut dolu bakışlar atması olduğunu bir kez daha anlamıştım. Tanrım, Kim Taehyung'dan öylesine hoşlanıyordum ki onun da bana karşı boş olmadığını duymak inanamayacağım bir rüya gibi hissettiriyordu. "Arkandan konuşmuyorum ama her perşembe seni görebilmek için o yemekhaneye geliyorum. Dawson'la aramız pek iyi değil, aynı bölümdeyiz ve birbirimize bayıldığımızı söyleyemem, ama... ama Dawson bana bugün tahmin bile edemeyeceği bir iyilik yaptı." Yutkundum ve bütün cesaretimi toplayıp sağ elimi ona doğru uzattım. "Şimdi, bu akşam benimle çıkar mısın?"
**
Shoreline'ın kıyısında ufak bir kafeye oturup yiyecek bir şeyler söylediğimiz sırada Taehyung bakışlarını omzumun üzerinden arka tarafıma dikmiş, hafifçe gülümsüyordu. Buraya gelene kadar, rüyada olmadığımı kanıtlamak için kendi kolumu beş dakikada bir çimdikleyip canımı yakıyor, Taehyung neler olduğunu sorgularcasına bana baktığında da acıyla gülümsüyordum. Çıkma teklifimi kabul edip yola çıkmadan önce çantasından çıkardığı bir mendille dudaklarımın kenarındaki kanı silip yarayı temizlemiş ve toplum içine sorunsuz bir şekilde karışmamı sağlamıştı. "Buraya daha önce gelmemiştim." diye mırıldandı bakışlarını arkamdan çekip gözlerime çevirerek. Yemeklerimizden önce gelen içeceğimden bir yudum alırken kaşlarımı kaldırdım, buraya oturduğumuzdan beri arkamda kalan amfi tiyatroyu kesiyordu ve Stanford'da okuyup da Kim Taehyung'un sanata nasıl da aşık olduğunu bilmeyen yoktu; buraya gelmemiş olması mucize gibiydi. Saçma bir mucize. "Neden?"
"Büyüsünün kaçmasından korktum, sanırım." diye açıkladı.
"Gidebiliriz istersen?" dedim soru sorarcasına, endişeyle. "Daha güzel mekanlar biliyo-"
Gülerek iki yana salladı başını. "Artık kaçmaz." İstemsizce gülümseyip bakışlarımı kaçırdım, Taehyung kıkırdamaya devam ederken "Hadi," diyerek değiştirmişti konuyu. "Bana ilgini çeken şeylerden bahset."
"Efendim?"
"İlgi alanların." diye düzeltti kendini. "İlk randevuda böyle şeyler konuşulur, değil mi?"
"Bilmem," dedim saf saf. "Daha önce hiç ilk randevu-" Taehyung'un irileşen gözleriyle cümlem yarıda kesilmiş, iç sesim çığlık atmaya başlamıştı. Aferin, diye kükredim zihnimin içinde, kendimi azarlarcasına. Bakir olduğunu da söyle istersen!
Bir süre boyunca masaya rahatsız edici bir sessizlik çöktü, tüm çabayı Taehyung'a bırakmaktan vazgeçip derin bir nefes almam ve sorusunu cevaplamak üzere dudaklarımı aralamam saniyeler sürmüştü. "Tavşanım." dedim yavaşça, Taehyung beni duyamamış gibi kaldırdığında tek kaşını, boğazımı temizleyip kendimi tekrarlamıştım. "Bir tavşanım var. İsmi Cooky."
"Aman tanrım," dedi Taehyung düşünce içini ısıtmış gibi, istemsizce gülümsedim. "Kimya okuyorum. Şu sıralar tüylerinin rengini değiştirecek bir kimyasal üzerine çalışıyorum. Ona zarar vermeden, elbette."
"Onunla tanışabilir miyim?" diye sordu hevesle.
Başımı sallayarak onayladım isteğini. Onu en kısa zamanda yurt odama davet etmeyi aklımın bir köşesine not ettikten sonra, "Ya sen?" diye sordum. "Senin ilgi alanların neler?"
Kim Taehyung'a geçen senenin başında, bu okuldaki ilk dönemim ve Kaliforniya'daki on üçüncü günümde vurulmuştum. Bölüm dışı seçmelisi olarak fotoğrafçılığa giriş dersini seçmiştim, Taehyung da aynı dersi seçmişti. Ben en arkada oturup onu izlerken o en önde oturup tahtayı izlerdi, o zamanlar saçları griydi, kıvırcık kullanıyordu ve ben haftanın en az üç günü parmaklarımı buklelerinden geçiremedim diye ağlıyordum. Dersi alanlar için açtığımız whatsapp grubunda gerekmedikçe konuşmazdım ama Taehyung sınıf başkanı gibiydi, herkesi seviyor ve herkes tarafından seviliyordu. Benden bir üst sınıfta olduğu için okulu çoktan tanıyor ve ortamlara karışıyordu. Ben ders bitince aşkımı içime gömüp gruptayken kaydettiğim numarasını silmiş ve tatil için New York'a döndüğümde Seokjin-ie hyung'la konuşarak onu aşmaya çalışmıştım. İşe yaramamıştı, Kim Taehyung izi asla geçmeyecek olan çocukluk yaramdı sanki, vücudum geçirdiği değişimin ardından Kaptan Amerika'yla olan kavganın kalıntılarını bile temizlemişti ama Kim Taehyung kalbimde asla iyileşmiyordu.
Kim Taehyung'dan çok fena hoşlanıyordum, deli gibi hoşlanıyordum hem de. Onun hakkında birçok şey biliyordum. Dediğim gibi, sanata düşkündü; bazen rüyalarında Van Gogh'u gördüğünü söyleyerek girerdi sınıfa. Geçen yılın başında çıktığı bir çocuk vardı ama ayrıldıklarından beri bizim bildiğimiz herhangi bir ilişkisi olmamıştı, kendini derslerine verdiğini anlamak zor değildi. İlgi alanlarını saymam istense sanat, okul ve çizburger derdim. Şimdi diyette olduğunu bildiğim için sadece sanat ve okul derdim.
Ama kesinlikle Örümcek Adam demezdim.
Ama Taehyung kesinlikle Örümcek Adam demişti.
"Örümcek Adam," Dudakları dikdörtgen şeklini alacak şekilde gülümsedi. "Şu hayatta ilgimi en çok çeken şey, Örümcek Adam."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro