final
Jungkook kapıyı çaldığı sırada Taehyung dükkanına koyacağı ürünleri belirlemeye çalışıyordu. Elleri belinde, bakışları duvara yasladığı tuvallerdeydi. Babasının eve bu kadar erken döneceğini tahmin etmediği için şaşırarak dış kapıya gitmiş ve karşısında sevgilisini görünce de şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu zira Jungkook'u son bıraktığında genç adamın saçları mavi değildi.
"Girebilir miyim?" diye sordu Jungkook.
Taehyung konuşamıyordu, Jungkook'un saçlarını henüz hazmedebilmişti ki bakışları sevgilisini yavaşça süzmüş ve giydiği takım elbise karşısında ikinci bir şok dalgasının esiri olmuştu. "Jungkook?" diye fısıldadı şaşkınlıkla.
Jungkook burukça gülümsedi. "Taehyung?"
Onun gülüşündeki eksiklik, belki de ses tonundaki huzursuzluk kendine getirmişti Kim Taehyung'u, şaşkınlık halinden bir anda sıyrılmış ve Jungkook'un elini tutup kendisini içeri çekmişti. "İnanmıyorum sana."
Jungkook ayakkabılarını çıkarırken o buruk gülümsemesini koruyordu, Taehyung koridorda kendisini beklerken iki taraftan da herhangi bir yorum yükselmiyordu. "Baban evde mi?"
"Hayır, hastaneye gitti."
Küçük olanın bakışları yükseldi. "Bir sorun mu var?"
"Raporunu uzatmak için," diye açıkladı Taehyung. "Bana doyamamış, bir hafta daha istirahat isteyecek."
Jungkook gerçekten güldü bu sefer, Taehyung'la el ele odasına geçerlerken de ekledi: "O hissi iyi bilirim."
Taehyung onu beklemeden yatağına çekip oturtmuş ve kendi de beklemeden bacaklarının dibine çömelmişti. "Bu ziyareti neye borçluyum?" Jungkook'un bakışları tuvallerden ayrılıp kendisini bulunca da masumca gülümseyip yanağını okşamıştı. "Şikayet ettiğimden değil, keşke hep ziyaret etsen."
Jungkook gülümseyerek eğdi başını, Taehyung'un elini avuçlarının arasına alıp sıkıca tuttu bacaklarının üzerinde.
"Aşkım?" diye seslendi Taehyung nazikçe. "Neyin var?"
Jungkook derin bir nefes aldı. "Kendimi çok kötü hissediyorum." Taehyung boştaki elini onun dizine koyup desteklercesine ovaladığında da anlatmaya devam etti. Dün akşam abisiyle kuaföre gitmelerinden başladı ve Taehyung'un onu asla bölmüyor, hızlı konuşması için üstelemiyor olmasının verdiği rahatlıkla bu sabah toplantı odasından ayrılışına kadar her şeyi, tane tane anlattı. Sonra da sustu. Taehyung'un yapacağı herhangi bir yorum, vereceği herhangi bir tavsiye için dört açtı kulaklarını; ama bir türlü yüzüne bakamadı.
"Herhangi bir şeye kalkıştı mı?" diye sordu Taehyung.
Jungkook başını iki yana salladı. "Korktuğunu biliyorum sadece. Korktuklarını." Birkaç saniye bekledi. "Taehyung, o an o kadar güçlü hissettim ki. Abime hak verdim. Kötü olacağım, dedim. Bana kötülük yapana ben de kötülük yapacağım, dedim. Ama ne zaman ki binadan çıktım..." İç geçirdi. "Bacaklarım tutmadı sanki. Buraya gelene kadar on dakikada bir oturup soluklanmam gerekti."
"Yürüyerek mi geldin?" diye sordu Taehyung dehşet içinde. Şehrin iş merkezi sayılan ilçesi Taehyung'un yaşadığı mahalleye oldukça uzaktı çünkü.
Küçük olan omuz silkti. "Nefes almak iyi gelir diye düşündüm. Etrafa bakıp neler olduğunu görmeye çalışmak kafamı yerinde tutar sandım, bilmiyorum, belki de o üçü yüzünden hiçbir şey deneyimleyemediğim şehrimde kaçırdığım şeyleri görmek nefretimi körükler de içimdeki bu hissi buharlaştırır sandım."
"Kötülük yaptığını düşündüğün için mi böyle hissediyorsun?" diye sordu Taehyung onu daha iyi anlamaya çalışarak. "Başka hiçbir şey yok içinde, değil mi?"
"Taehyung ben ilk öpücüğümü ona verdim." Jungkook en sonunda başını çevirip ona baktığında farkındalığın Taehyung'un yüzüne yavaşça yayıldığını görmüştü. "O bana yaklaştı. Onlar, üçü yakın arkadaştı zaten. Ama oyunmuş işte, beni kandırmak için..."
Taehyung gözlerini yumup alnını Jungkook'un şakağına yaslamış ve nefesini yavaşça cildine üfleyip genç adamı bulundukları ana çağırmıştı. "Hala acıyor mu?"
"Hayır." dedi Jungkook dürüstçe. "Bu yüzden bu kadar güçsüz hissediyorum kendimi. Bu yüzden arabayla değil de yürüyerek geldim sana, on dakikada bir vazgeçtim, karşına bu kadar güçsüz çıkmak istemedim." Sesi çatlayınca susup dudaklarını ağzının içine doğru kıvırmıştı. Taehyung bu sefer onu bölsün istedi, lafları ağzına tıksın, hayır, ne olursa olsun bana geleceksin, desin istedi.
Ama Taehyung sustu.
"Acımıyor." dedi Jungkook. "Acısa, yaralarımın arkasına saklanıp kötülük yapamayacağım gerçeğini kabul ederdim. Ama acımıyor Taehyung, acımadığı halde harekete geçemiyorum."
"Neden geldin?"
Jungkook gözlerini kırpıştırdı, Taehyung geri çekilince de dönüp ona baktı yeniden, Taehyung'un yüzünde herhangi bir öfke ya da nefret belirtisi bulmaya çalıştı ama hayır, her zamanki aşk ve şefkatle bakıyordu sevgilisi kendine. "On dakikada bir vazgeçtin, oturup soluklandın ve kendini güçsüz hissettiğin halde yanıma geldin. Seni böyle görmemi istemediğin halde, kötülük yaptığını düşüne düşüne, Seul'de kaçırdığın hayatı kendi gözlerinle görüp yine de içindeki nefreti yeşertemediğin halde karşıma çıktın Jungkook. Neden?"
Jungkook bir şey diyemedi ama Taehyung da cevap bekliyormuş gibi değildi, elini Jungkook'un avuçlarından çekmeden yatakta kayarak yerde, sevgisinin önünde dizleri üzerine çökmüş ve öne dökülen mavi tutamların arasından bakışlarını karşılamıştı. "Çünkü güçsüz olmadığını içten içe sen de biliyorsun, sevgilim."
Jungkook'un gözleri yanmaya başladı.
"Bazı şeyleri hissetmemiz, gerçekten de öyle olduğu anlamına gelmiyor, değil mi?" diye sordu Taehyung yumuşak bir ses tonuyla. "Bunu en iyi bizim bilmemiz lazım, hm?" Burukça güldü. "Kaygılandığımız her şeyin başımıza geldiğini düşünsene..."
Burnunu çekerken güldü Jungkook.
"Abinin yaptığı şeyi yanlış bulmuyorum, ama yapma şekli yanlış. Bu sürpriz yapılacak bir şey değil, seninle konuşup seni hazırlaması lazımdı."
"Senin hazırlanmaya ihtiyacın olmazdı," diye öne sürdü Jungkook.
"Olmazdı." diye onayladı Taehyung. "Öyle bir süründürürdüm ki onları..."
Jungkook yine güldü, ellerinden birini kaldırıp tersiyle burnunu sildi, piercing'ini yamulttu fark etmeden. "Jungkook, kötülük yapmak istemiyorsan, bunu iyilik yapıyormuş gibi düşün." Jungkook'un kaşları hafifçe havalandı, saçlarını gözlerinin önünden çekip sevgilisini daha iyi görmeye çalıştı. "Nasıl yani?"
"Sırf canımız artık acımıyor diye bize kötülük yapmış birini cezasız bırakmak doğru mu sence?" diye sordu Taehyung, Jungkook'u kendi tarafından görmeye davet edercesine. "Senin canını yakanlara kötülük yapmak istemiyor musun? Başkalarına iyilik yap o zaman."
Jungkook sessiz kaldı.
"Sizin şirketinizde yapılan bir staj özgeçmişe konarsa, o kişiye açılmayacak kapı yok." Başını yana eğdi. "Ve Kim Byulsan'ın karşısına çıkan son eşcinsel de sen olmayacaksın."
Taehyung'un bahsettiği şeyi anladığı an kaşları çatılmıştı küçük olanın.
"Kim bilir ne iyi yerlere gelecek. Hangi koltuklara oturacak, tek bir imzasıyla neleri olur kılacak... Ve böylesine güç sahibiyken, onun gibi olmayan insanlara ne acılar çektirecek..."
"Böyle düşünmemiştim."
"Onun olduğu bir ortamda kimse güvende değil Jungkook." Genç adama neredeyse canına kıymaya çalıştığını hatırlatacaktı ama kendini son anda tutmuştu, Kim Byulsan'a karşı duyduğu nefreti Jungkook'a yansıtamazdı. "Durdurulmazsa mahvedeceği onlarca hayatı düşün..."
Jungkook yeniden iç geçirdi, burukça değil de gerçekten gülümsedi bu sefer. "Ben galiba bu yüzden sana geldim."
Taehyung gülerek kalktı çömeldiği yerden, dudaklarını Jungkook'un dudaklarına bastırdı beklemeden. "O zaman babam gelmeden oynaşalım mı biraz?"
**
"Jungkook-ah, kapı-"
"Bakıyorum!" dedi Jungkook mutfaktan koşarak çıkıp, "Abimler geldi!" diye de seslendi sonrasında. Namjoon mutfağı Taehyung'a emanet edip yeni gelen misafirlerini karşılamak için başını koridora uzatmış, Junghyun ve Minji'yi görünce de gülümsemişti. "Hoş geldiniz."
"Kusura bakmayın, trafik vardı."
"Sofra neredeyse hazır." dedi Namjoon. "Hadi geçin."
"Baba," Taehyung salonla mutfağı ayıran tezgahtan uzanıp elindekileri babasına vermeye çalıştı ama Kim Taeho televizyon ünitesinde her ne gördüyse o yöne doğru dalıp gitmiş ve oğlunu duymamıştı. Mutfağa geri dönen Jungkook Taehyung'u kurtarıp elindekileri aldı ama sevgilisinin bakışları hala babasının üzerindeydi.
Sofrayı çabucak hazırlayıp hep birlikte masaya oturduklarında ayakta kalan Namjoon herkesin tabağını tek tek alıp yemekleri servis etmeye başlamıştı, bu sırada ortamda hoş bir sohbet dönüyordu. "Taehyung, Jungkook bir arkadaşının da geleceğini söylemişti," dedi Junghyun.
"Seokjin-ie hyung, evet," dedi Taehyung, Namjoon'un kepçeyi tutan eli titredi. "Son anda bir işi çıktı."
"Randevusu," diye düzeltti Jungkook gülerek. Namjoon tabağı düşürdü.
"Ben halledeyim," diyerek ayaklandı evin en küçüğü, olanları hyung'unun sakarlığına vererek. Namjoon utanarak yerine oturdu, uzun bir süre de muhabbete katılmadı.
Yemekler yendi, herkes iyice kaynaştı birbirine, itiraf etmeseler de bu kadar kısa sürede böylesine güzel büyüyen ailelerine minnet duyuyordu hepsi. Namjoon dışında sessiz kalmayı tercih eden bir diğer kişi de Kim Taeho'ydu, Jeon Junghyun direkt olarak oğluna hitap edene kadar zihnini boşaltıp da o fotoğraf karesini unutamamıştı bir türlü.
"Belki de böyle kalabalık bir anda bu konuyu açmama kızacaksınız," dedi Junghyun, kardeşine ve onun sevgilisine bakarak. "Ama sizin için kolay bir karar olmayacağını düşünüyorum, belki de hepimiz birlikteyken fikir alışverişi yapmamız daha kolay olur."
"Dinliyoruz." dedi Taehyung, masanın altından Jungkook'un elini sımsıkı tutarken.
"Buradan ayrılınca nereye gideceğinize karar verdiniz mi?"
Sorulan soru masanın ortasına bomba gibi düştü, Taeho başını kimsenin olmadığı tarafa çevirirken Taehyung Jungkook'a bakmıştı. Sevgilisinden önce konuşmak istemedi.
"Daha karar vermedik." diye yanıtladı Jungkook şüpheyle. "Bir süre gezip en sonunda en uygun gördüğümüz yere yerleşeceğiz."
"Peki bu geziyi birkaç ay ertelemenizi istesem?"
Taeho kaşlarını çattı, Namjoon tabağında kalan yemeğe eziyet etmeyi bıraktı. "Hayır derdik." dedi Jungkook.
"Jungkook, liseyi bitirmedin daha."
Jungkook'un bakışları utanç içinde Taeho'ya döndü ama babasını kendisine anlayışla bakarken yakalamıştı, abisine bakmadan önce yutkundu. "Ne olmuş?"
"Son dönemin kaldı sadece, yalnızca üç buçuk ay."
"Hemen reddetme," diye böldü Namjoon ciddi bir sesle. Jungkook kuzeninin çıkışıyla iyice kötü hissetmiş ve korkuyla Taehyung'a bakmıştı. "Taehyung'u da şirkete teknik ressam olarak almayı düşünüyoruz." diye ekledi Minji. "Hızlandırılmış bir sertifika programına kaydolacak-"
"Haklıymışsın," dedi Jungkook abisine. "Kızdım."
Junghyun derin bir nefes aldı. "Seninle biraz yürüyelim mi?"
Jungkook hışımla kalktı sofradan, Taehyung'un elini bırakıp uzaklaşmıştı masadan. "İyi olur, ben soju almayı unutmuşum, içecek bir şeyler alın." dedi Namjoon ama iki kardeş de oralı olmadı.
Babası Taehyung'un kulağına eğildi. "Evden çıkmadan bir sakinleştir istersen." Genç adam başını sallayıp babasının tavsiyesine uydu ve kardeşlerin peşinden koridora gitti koşarak. "Namjoon, ben de Taehyung'la özel olarak konuşmak istiyorum," dedi Minji kısık sesle Namjoon'a, koridordakiler duymasın diye. "Müsait bir yer var mı?"
"Jungkook'un odası müsait olmalı, sağ taraftaki kapı."
"Tamamdır," Taehyung salona geri döndüğü an bu sefer Minji ayaklanmış ve tatlı mı tatlı bir sesle "Biz de biraz konuşalım mı?" diye sormuştu. Taehyung bir an için panik olarak babasına baktı ve onun güven veren yüz ifadesiyle derin bir nefes aldı, başını sallayarak onayladı Minji'yi.
Taeho ve Namjoon masada başbaşa kalınca büyük olan güldü. "Biz de mi konuşsak?"
Namjoon gülerek sandalyesinde geriye yaslandı. Taeho başını eğip televizyonun yanındaki çerçeveyi işaret etti. "Goryeo mezunusun sanırım?"
Namjoon işaret edilen yere bakıp en yakın arkadaşı Hoseok'la mezuniyet günü kampüste çekildikleri fotoğrafa bakmıştı. "Evet, üç yıldan fazla oldu mezun olalı. Hukuk."
"Ben de orada okudum." dedi Taeho burukça gülümseyerek. "Hukuk."
"Öyle mi?" diye sordu Namjoon ilgiyle. "Kaç mezunusunuz?"
"İkinci sınıfta bıraktım."
Namjoon bunu biliyordu, Jungkook ona babasının Taehyung'a bakabilmek için okulu bıraktığını söylemişti ama aklı birisinde olduğu için boş bulunup böyle bir soru yöneltmişti yaşlı adama. Yüzünün kızardığını hissetti. "Af çıktığında dönmeyi düşünmediniz mi?"
"Emekli olmak için gün sayımı doldurmamıştım o zaman." diye açıkladı Taeho. "Sonra da peşine düşmedim."
"Fotoğraftaki arkadaşım öğretim görevlisi oldu." dedi Namjoon. "İsterseniz hemen şimdi peşine düşebiliriz."
Taeho bir süre sessiz kaldı. Eğer okula dönüp hayallerini gerçekleştirmek istediğini oğluna söylerse Taehyung'un yine kendini suçlayıp üzüleceğini biliyordu, derin bir nefes alıp elini salladı havada, Namjoon'a boş vermesini söyledi. "Şimdi işi bırakırsam toplu paramı alamam, yaşım seneye doluyor."
Aynı dakikalarda evin diğer tarafında Minji Taehyung'la konuşuyor, genç adamın aklını her an biraz daha çeliyordu. "Jungkook parasını sana harcamaktan çekinmez, biliyorum, Junghyun'un kardeşi sonuçta," diyordu burukça. "Ama kendimi de biliyorum, Junghyun ne zaman bana pahalı bir şey alsa yerin dibine geçmek istediğimi bir tek ben biliyorum."
"Farkındayım, böyle devam edemeyeceğimi de biliyorum," diye itiraf etti Taehyung. "Gideceğimiz yerde işe girmeyi düşünüyorum zaten, şimdi Jungkook'a sormadan böyle bir teklifi kabul edemem ki."
"Jungkook'un üç buçuk aylık bir dönemi kalmış, Junghyun araştırdı her şeyi. Daha doğrusu, bana araştırttı." Güldüler birlikte. "Çok güzel bir maaşın olacak, kısa bir dönem ama Kore'den ayrılana kadar kendini güvene alabileceğin bir miktar paran olur elinde."
Taehyung iç geçirdi. "Minji-ssi, bizim Kore'den ayrılmamız lazım." Dudaklarını ıslatırken derdini anlatacak doğru kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. "Bu sadece biz burada evlenemeyiz, meselesi değil. Ben yolda yürürken sevgilimin elini bile tutamıyorum."
"Biliyorum..."
"Teklifiniz çok güzel, gerçekten bizi düşünerek hareket ettiğinizi de biliyorum." dedi Taehyung. "Ama Jungkook onay vermediği sürece kabul edemem, üzgünüm."
"Jungkook kabul ederse karşı çıkmayacağını bilmek yeterli benim için." dedi Minji.
"Taehyung-ah!" Odanın kapısı bir anda açılıp Namjoon içeri daldığında Jungkook'un yatağında oturan Taehyung ve Minji korkuyla zıplamış, hatta genç kadın ufak bir çığlık atmıştı. "Kim Seokjin nerede şimdi?"
"Randev-"
"Konum ver Taehyung!" diye bağırdı Namjoon, Taehyung şaşkınlıkla avuçları yukarı bakacak şekilde kaldırdı ellerini, zira hyung'unun şu an nerede olduğunu bilmiyordu. Namjoon oflayarak girdiği hızla çıktı odadan, birkaç saniye sonra da evin dış kapısının gürültüyle çarptığını duydular.
"Baba?" Taehyung şüpheyle salona döndüğünde Minji de hemen arkasındaydı, Taeho'yu masayı toplarken buldular. "Sofra size mi kaldı?" diye sordu Minji, Taeho'ya yardım etmek için koştu hemen.
"Namjoon-ie hyung'a ne oldu?"
"Bilmem," dedi Kim Taeho ama bıyık altından gülüşü aslında biliyorum, diye bağırıyordu sanki. "Havadan sudan konuşuyorduk öyle, gençliğinin kıymetini bilmesini ve hiçbir şeye geç kalmamasını söylüyordum. Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi kalktı masadan, özür diledi. Sonra da sizin yanınıza gitti."
"Jungkook-" diye yalvarıyordu Junghyun belki de bininci defa, o sırada kuzeninin evinde olup bitenleri bilmeden. "Abiciğim, lütfen."
Jungkook karşı kaldırımda kol kola yürüyen, aynı tişörtleri giyinmiş çifti işaret etti. "Bu benim de hakkım değil mi?"
Junghyun kardeşinin gösterdiği kız ve oğlana bakıp iç geçirmişti. "Elbette hakkın. Ben sana ömrünün sonuna kadar burada kal demiyorum ki."
"Üç buçuk ay hiç az değil." diye üsteledi Jungkook. "Neredeyse bir aydır buradayız zaten. Ayrıca, Taehyung benim ne mezunu olduğumu umursamıyor."
"Ama sen umursayacaksın!" diye bağırdı Junghyun en sonunda kendini tutamadan. Etraftan çektikleri bakışlar ve Jungkook'un yüz ifadesi sağolsun kendine gelmiş, derin bir nefesin ardından burnunun kemerini iki parmağının arasına almıştı. "Jungkook, Taehyung çok başarılı bir adam."
"Öyle." dedi Jungkook abisine küstüğünü belli eden bir ses tonuyla (yine de göğsünün kabarmasına engel olamamıştı).
"Dükkanına koyduklarını gördüm." diye devam etti Junghyun. "Burs merkezinde örnek olarak Taehyung'un portfolyosunu dağıtıyorlar hala."
"Olması gerektiği gibi."
"Jungkook, Taehyung'un bir mesleği var. Taehyung'un bir uzmanlık alanı var. Bu ne demek, biliyor musun?" Kardeşinin öne sarkan dudaklarla kendisine baktığını görünce beklemeden devam etti konuşmaya. "Nereye giderseniz gidin, Taehyung kendisi gibi insanları bulacak."
Küçük olan abisini o kadar sert bir şekilde itti ki göğsünden Junghyun neredeyse yere düşüyordu. "Ne dediğine dikkat et."
"Ne dedim ki?" diye sordu Junghyun şok içinde.
"Taehyung bırakmayacak beni." diye tısladı Jungkook.
"Onu mu dedim ben?! Aptal!" Jungkook'un yine kendisine saldıracağını hemen önceki saniye fark etmiş ve kardeşini yakaladığı gibi yanında durdukları binaya yaslamıştı. "İnsanlara yeterince gösteri sunduk." Gerçekten de, kaldırımda yürüyenler ikilinin yanından geçerken özellikle yavaşlıyor, neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. "Taehyung seni bırakmayacak," diye onayladı Junghyun. "Taehyung senden utanmayacak, Taehyung sendeki eksikliği asla görmeyecek belki; senin dediklerine dayanarak söylüyorum bunları." Ellerini indirip kardeşinin gömleğini rahat bıraktı. "Ama sen o eksikliği göreceksin Jungkook. Sen utanacaksın."
Jungkook sessiz kalmakla yetindi.
"Taehyung bir sürü yeni ortama girecek, gittiğiniz ülkede, bir ömür seninle, evinizin salonunda oturmayacak. Belki üniversiteye dönecek, belki de dükkanı büyüyecek ve o yönde ilerleyecek. Çeşit çeşit etkinliğe, konferansa, yeteneğinin çağırdığı kalabalıklara karışacak."
"Ben de orada olacağım." dedi Jungkook dişlerinin arasından.
"Olacaksın." diye onayladı Junghyun. "Taehyung seni sevgilisi olarak tanıtacak ve o Taehyung gibi olan insanlar sana ne soracak biliyor musun?"
Küçük olan yine cevap veremedi.
"Sana Taehyung'u ne kadar sevdiğini sormayacaklar Jungkook. Sana oje numaranı ya da en sevdiğin şarkıyı da sormayacaklar." İç geçirdi. "Ne işle uğraştığını soracaklar."
Jungkook'un bakışları titredi. Sıfırdan, tertemiz bir başlangıç diye kurduğu hayallerinde böyle bir senaryoya asla yer vermemişti.
"Çalışmıyorum, diyeceksin." diye devam etti Junghyun. "Bu sefer uzmanlık alanını soracaklar çünkü öyle insanlar seni Taehyung'un yanına yakıştırmayacak. Çalışmıyor olman onlar için evde, mesleğimi hobi olarak yapıyorum demek. Ne mezunusun, diyecekler. Sen de Taehyung gibi ressam mısın yoksa?"
Sanatsever Jacob. Jungkook o günü hatırladı, malzeme satan dükkanda nasıl Taehyung'la vakit geçirirlerken bir anda ortaya çıkan adamı, Taehyung'un hemen onunla muhabbet etmeye başlamasını hatırladı. Jacob Taehyung'un bölümdaşı bile değildi, yalnızca bir hayrandı, buna rağmen Jungkook nasıl da dışlanmış hissetmişti. En kötüsü de, Taehyung'un kardeşi sanılmış oluşuydu. Abisinin bahsettiği şeyin belki de Jacob'la alakası yoktu ama Taehyung o gün Jungkook'un arkadaşı olduğunu söyleyip de bitirmişti muhabbetlerini. Artık arkadaş değillerdi. Artık Taehyung muhabbet ettiği insanlara Jungkook'u arkadaş olarak tanıtıp konuyu kapatmayacaktı. Sevgilim, diyecekti, işte bu da benim erkek arkadaşım Jeon Jungkook. Meraklı bakışlar ona dönecekti bu sefer, ve gerçekten de soracaklardı: ah, Jungkook-ssi, sen ne ile meşgulsün?
"Ben ne okuyacağım ki?" diye mırıldanarak sordu Jungkook.
Junghyun onun az da olsa sakinleştiğini fark edip kendi ses tonunu olabildiğince yumuşak tutmaya çalışmıştı. "Buna hemen karar vermene gerek yok. Yalnızca elinde lise diploman olsun, ben sana Kore'de üniversite okuyup mühendis ol demiyorum ki. Gittiğiniz yerde herhangi bir üniversiteye gidebilirsin, inan bana Jungkook, yüksek öğretimde keyif aldığın bölümü okuyabilmek ne kadar büyük bir lüks, tahmin bile edemezsin."
Genç adam derin bir nefes aldı, yutkundu sonra. "Ben bir Taehyung'la konuşayım."
"Tamam." dedi abisi ellerini tutarak. "Tamam, hemen karar verme. Zaten okula gitmeyeceksin, sana bir ev tutarız, öğretmenler evine gelir. Döneminin bitiminde de sınavlara gireceksin."
Küçük olan başını salladı sadece.
"İstersen hazır buradayken ehliyet kursuna da yazılırsın. Jungkook geçen sefer seni buradan öyle apar topar kaçırdık ki, elimden sana para yollamak dışında hiçbir şey gelmedi."
"O yetti bana." dedi Jungkook da abisinin ellerini tutarak. "Gerçekten."
"Şimdi giderken kaçma istiyorum. Şimdi giderken kendine bir hayat kurmaya gitmelisin. Kore'den kaçmamalısın, Kore'den ayrılmalısın."
Jungkook kendini tutamayıp sıkıca sarıldı abisine. "Haklısın." diye fısıldadı kendini tutamadan. "Buradan o kadar korkuyordum ki, Namjoon-ie hyung'un mezuniyetine bile gelememiştim."
"Namjoon demişken..." Junghyun şaşkınlıkla ayrıldı kardeşinin kollarından, Jungkook da meraklanıp abisinin baktığı yöne dönmüş ve kuzeninin kendilerine doğru son hızla gelen arabasıyla karşılaşmıştı. El salladılar ama sürücünün umrunda olmadı, Namjoon onların farkına bile varmadan önlerinden geçip gitmişti. "Bir şey olmuş." dedi Junghyun korkuyla, Jungkook'la beraber vakit kaybetmeden eve doğru koşmaya başladılar.
"Taehyung!" ve "Minji!" bağırışlarıyla eve girdiklerinde ikiliyi mutfakta bulaşıkları yerleştirirken bulmuşlardı, Taeho'ya salonda, koltukta oturuyordu. Hepsi korkuyla mutfağa ilk dalan Junghyun'a bakmıştı. "Ne oldu?"
"Bir şey olmadı?" dedi Minji soru sorarcasına. "Asıl size ne oldu?"
"Namjoon-ie hyung'u öyle görünce..." diye açıklamaya çalıştı Jungkook. "Arabayla geçti önümüzden."
"Sanırım Seokjin-ie hyung'a gidiyor ama gerçekten sebebini bilmiyorum."
"Mutfak size mi kaldı?" Jungkook yardıma geldi hemen. Minji ellerini yıkayıp geriye çekildi. "Biz çıkalım mı?" diye sordu sevgilisine.
"Otursaydık?"
Junghyun Jungkook'un önerisini eliyle savuşturdu. "Ev sahibi ortada yok, biz kalkalım." dedi gülerek.
"Ben sizi geçireyim o zaman." Junghyun ve Minji'nin Taehyung ve babasıyla da vedalaşmasının ardından Jungkook da onları geçireceğini söyleyip otoparka inmişti. Taehyung bulaşıkları yerleştirmeyi bitirip babasının yanına döndü, koltukta omzuna doğru kıvrıldı, Taeho da kolunu onun etrafına sardı. "Ne düşünüyorsun?"
"Benim düşünecek bir şeyim yok ki." diye karşılık verdi babası. "Karar sizin."
"Aslında haklılar," Taehyung iç geçirdi. "Ama Jungkook..."
"Ben ona da hak veriyorum," Oğlunun kolunu sıvazladı. "Bu akşam bizde kalsın, uzun uzun konuşur, durumu tartışırsınız."
Başını sallarken iç geçirmişti, Jungkook eve dönüp salonda baba oğulu öyle görene kadar konuşmadı ikisi de. "Namjoon-ie hyung'un çok güzel bir kahve makinesi var," diye daldı içeri Jungkook. "İçelim mi? Taehyung sana tatlı kahve yaparım."
"Sen bir gel," diyerek Taehyung'a sarılmayan kolunu öne uzattı Taeho, eliyle Jungkook'u yanına çağırdı. Jungkook da şaşkın şaşkın yürüyüp (ayaklarını yere sürtüyordu) koltuğa vardı ve Taeho'nun boştaki yanına oturdu. Sonraki saniye yaşlı adam kolunu onun omuzlarına atmış ve elini de kafasına yaslamıştı, mavi saçlarını patpatladı nazikçe. "Bu gece bizde kalmak ister misin?" diye sordu Jungkook'un saçlarıyla oynarken.
Jungkook hala şaşkındı, daha önce böyle bir sahne yaşamadığı için ne yapacağını bilemedi bir an, ellerini birleştirdi dizlerinin üzerinde. "Sabah erkenden şirkete gideceğim. Hafta sonu kalsam?"
"Olur, hafta sonu kalırsın..."
"Baba ben burada kalabilir miyim?" diye sordu Taehyung bu sefer. "Sabah Jungkook çıkınca ben de eve gelirim, dükkanla uğraşacağım zaten."
"Tamam." dedi Taeho. "Hadi kahvemizi içelim o zaman, ben de gideyim sonra."
**
Saatler geçmesine rağmen Namjoon hala eve gelmemişti, aynı şekilde Taehyung ve Jungkook da konuşmaya başlamamıştı hala. Televizyonun önündeki koltukta tembel tembel oturmuş, bacakları iç içe geçmiş bir şekilde yabancı bir film izliyorlardı. "İngilizce duymayı özleyeceğimi hiç düşünmezdim." diye mırıldandı Taehyung gülerek.
Jungkook gülümseyerek eğilip onun başının üzerini öptü. "Birkaç ay daha özlemen gerekse... Ne derdin?"
Taehyung önce tepki vermedi, birkaç uzun saniyenin ardından da uzanıp kumandayı aldı ve filmi durdurup Jungkook'un göğsünden kalktı, yüz yüze gelecek şekilde oturdu. "Sıcak mı bakıyorsun bu üç buçuk ay durumuna?"
"Düşündükçe mantıklı gelmeye başladı." diye itiraf etti Jungkook. "Sana sormadan kabul edemem ama."
"Asıl ben sana sormadan bir şey diyemem." Taehyung burukça gülümsedi, sevgilisinin yüzüne düşen mavi tutamları kulağının arkasına sıkıştırdı. "Biraz çalışıp para biriktirmek bana kendimi güvende hissettirir, yalan söyleyemem."
"Taehyung," Jungkook dik bir şekilde oturmaya başladı konuşmaya devam etmeden önce. "Lütfen. Para bizim gündemimizde olmasın artık."
"Jungkook öyle olmaz." diye karşılık verdi Taehyung da, Jungkook'un anlamasını umarak. "Bütün hayatımı sırtımı sana yaslayarak yaşayamam."
"Niye?" Jungkook kaşlarını çatmıştı şimdi.
Taehyung derin bir nefes alıp oflayarak dışarı verdi, başını çevirip ekranda hareketsiz duran aktöre bakmaya başladı. "Taehyung açıkla," diye ısrar etti Jungkook. "Çünkü ben anlamıyorum."
"Hiç anlamıyorsun hem de."
"Seni seviyorum ben," dedi Jungkook. "Seninle ilgilenmem ve ihtiyaçlarını karşılamam beni bu kadar mutlu edecekken seni neden üzsün?"
"Çünkü ben yapamayacağım Jungkook." Taehyung'un sesi yükselmişti ama hala sevgilisine bakmıyordu. "Senin hiçbir ihtiyacını karşılayamam ben. Canın dondurma çekse gidip alamam. Bunları mı açıklamamı istiyorsun?"
"Aşkım..." Jungkook alttan almaya çalışarak Taehyung'un kollarını tuttu, sevgilisini yeniden göğsüne çekmeye çalıştı. "Ben bunları karşılık bekleyerek yapmıyorum ki."
"Jeon Jungkook." Taehyung ona o kadar ciddi bakmıştı ki küçük olan baştan aşağı titredi. "Sevdiğim adama yük olmayacağım."
Günlüğünde okuduklarını hatırladı Jungkook bu sefer. Düşülen tarihi hatırladı, karakoldan döndüğü gecenin sabahında, sincaplarla oynamak için ormana inmeden önce Taehyung'un yazdığı cümleleri hatırladı. Annem en zekileri.
Taehyung'u kendine çekip kollarını sıkıca sardı etrafına, yüzünü boynuna bastırdı. "Sen asla bana yük olmadın, seni asla öyle görmedim." Kokusunu içine çekti. "Kim Taehyung, sen bana yük değilsin. Olsan olsan kanatlarım olursun sen benim."
"Kolayca çalışma vizesi alabileceğim bir yere gidelim mi o zaman?"
"Aslına bakarsan..." Kendini geriye çekip Taehyung'un gözlerine baktı. "Liseyi bitirmem lazım."
Taehyung gözlerini kırpıştırdı. "Kalıyor muyuz?"
"Sadece üç buçuk, bilemedin dört ay." dedi Jungkook. "İster misin?"
"Sen istiyorsan neden istemeyeyim?" diye sordu Taehyung gülerek, az önce ağlamaya başlayacak olan kendisi değilmiş gibi.
"Diplomamı alınca direkt Rita'nın yanına gideriz." diye önerdi küçük olan. "Sonra da üniversite olan bir yere yerleşiriz. Belki okurum..."
Taehyung gülmeye devam ederken onun yüzünü avuçladı, heyecanla sallıyordu başını. "Çok güzel olur. Ben de üniversitede bir şeyler yaparım belki."
Jungkook onun bu güzelliğine daha fazla dayanamadı, dudaklarını birleştirirken Taehyung'u iyice üstüne çekti ve koltukta kayıp uzandı, tamamen onun altına saklandı. Parmakları sevgilisinin saçlarına dolanmıştı. "Taehyung," diye fısıldadı öpüşlerinin arasında, nefes nefese ama Taehyung onun konuşmasına fırsat vermeden yeniden birleştirmişti dudaklarını. "Taehyung..."
"Aşkım?" Dudakları çenesine kaydı.
"Kütüphanede çarpışır mıyız?" diye sordu Jungkook sarhoş gibi.
Taehyung onun boynuna geçmeden önce kıkırdamıştı. "Çarpışırız, kitaplarını toplarım yerden." Jungkook'a sürtünerek yükseldi üzerinde, dirseklerini başının iki yanında koltuğa yasladı. Jungkook'sa bu temasla dudaklarını aralamış, çenesini yükseltmişti istemsizce. "Seni okuldan almaya gelirim, bölümden arkadaşlarınla tanıştırırsın beni." Yeni bir temas, Jungkook'un boğazında kalan nefesi. "Festivallere gideriz seninle, konserlere... O renkli makyajlarından bana da yaparsın. En sevdiğimiz şarkı çalıyor diye oturduğumuz bankta öpüşürüz, parkta yürüyüş yapan kimse de durup aşkımızın hesabını sormaz bize."
"Tae- ah!"
Taehyung onun kapanan göz kapaklarında öptü narince. "Seni seviyorum Jungkook," diye fısıldadı. "Elinden alınan her şeyi geri vereceğim sana."
**
4 ay sonra
"Taehyung-ah, hazır mısın?"
"Hazırım baba," dedi Taehyung sırt çantasının fermuarını çekip. Odasından çıkmadan önce çantayı bavulunun üzerine bıraktı. "Namjoon-ie hyung'la konuştun mu?"
"On dakika sonra burada olurmuş," diye cevap verdi babası. "Salona gelsene. Bir şey konuşmak istiyorum seninle."
Taehyung ürperdi, odasından ayrılan babasının peşine düşmeden önce birkaç saniye bekleyip kendine gelmeye çalıştı. Bugünün geleceğini ikisi de biliyordu, tek dileği şimdi babasının kendisini kötü hissettirecek bir konuşma yapmamasıydı.
"Evet, konumuz nedir?" diyerek koltuğun diğer ucuna çöktü. Babası ona bakmıyor, parmaklarıyla oynuyordu. "Baba?"
"Ben...ben.." Derin bir nefes alıp bakışlarını oğluna çevirdi. "Ben okula geri dönüyorum."
Taehyung dondu kaldı, duymayı beklediği şey kesinlikle bu değildi. "Ne?"
"Çıkan aftan yararlanmaya karar verdim." diye açıklamaya çalıştı Taeho. "Emekliden sonraki güz döneminde başlayacağım."
"Baba!" Taehyung koltukta kayarak babasının dibine girdi ve ellerini tuttu sımsıkı. "Sen ciddi misin?"
Babası başını salladı. "Şimdi Namjoon gelirken bana kendi ders kitaplarını getirecek, bölüm mülakatına çalışmam için." Burnunu çekti, o kadar heyecanlıydı ki gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. "Ben kendi kitaplarımı satmıştım..."
"Babacığım," Kendini tutamayıp sarıldı babasına, yüzünü omzuna gömdü. "Neden şimdiye kadar söylemedin? Uçağıma üç saat kala konuşulacak konu mu bu?" Kendini geriye çekti, elleri babasının omuzlarındaydı. "Kutlama yapardık, Jungkook da çok sevinecek."
"Daha kesin bir şey yok, mülakatı geçip en az altı dersimi saydırmam lazım." dedi Taeho. "Sonra kutlarız. Seneye olmaz mı? Gelirsiniz belki?"
Taehyung ve Jungkook son birkaç ayda bu konuyu defalarca konuşmuş ve hepsinde de aynı sonuca varmışlardı. "Geliriz." dedi Taehyung dürüstçe.
Namjoon kapıyı çalana kadar sıkı sıkı sarıldılar, babası kesmesin diye yalvardığı saçların içinden geçirdi parmaklarını. "Taehyung-ah, sen bavulunu indir," diyerek içeri daldı Kim Namjoon, arabayı düzgün park edemediğinden korktuğu için panik halindeydi. "Baba, kitapların." Elindeki karton kutuyu yaşlı adama uzattı.
"Teşekkür ederim Namjoon-ah."
"Rica ederim, Borçlar notlarım da içinde."
"Teşekkür ederim!" diye tekrarladı Taeho, bu sefer biraz daha coşkuyla. "Hiçbir güç o dersi bana tekrar aldıramaz."
"Junghyunlar çıktı bile, hadi Taehyung!"
**
"Her şey tamam mı?"
"Bavulları verdik, check-in tamam." dedi Jungkook cüzdanını sırt çantasına tıkmaya çalışırken. Onun aksine Taehyung oturanlara değil de havalimanının otomatik kapılarına bakıyor, galiba birini bekliyordu. "Oğlum, otursana." diye seslendi babası Junghyun'la kendi arasında kalan koltuğu işaret ederek.
Ama Taehyung'un beklediği kişi gelmişti, Kim Seokjin panik içinde içeri girip kapılardan geçebilmek adına ceketini koşarken çıkarıp sıraya geçti, bir yandan da başıyla omzu arasına yasladığı telefonu düşürmemeye çalışıyordu. Taehyung'un elindeki telefonu çalmaya başladı, Seokjin onu görmemiş ve geç kaldığını düşünmüştü.
"Hyung, ben seni gördüm," dedi Taehyung hattın diğer ucuna. "Geliyorum hemen."
Taehyung geride kalanlara tek kelime etmeden o tarafa koştu, Seokjin'i alıp geri gelecekti. "Jungkook." diye seslendi Taeho, diğer oğlunu yanına çağırmak için. "Gel yanıma."
Jungkook sırt çantasını çıkarıp yere bırakmış ve beklemeden Taeho'nun yanına oturmuştu. Yaşlı adamın eli Jungkook'un yeniden siyaha dönmüş saçlarında gezindi, dudaklarında buruk bir gülüş vardı. "Taehyung bana emanet." dedi Jungkook beklemeden.
"Sen de ona emanetsin." diye karşılık verdi Kim Taeho, Jungkook'ta nasıl bir etki yarattığını bilmeden. "Dikkatli olun, olur mu oğlum?"
"Baba sen merak etme." Jungkook gülümsedi, Taeho'nun boştaki elini tuttu iki eliyle. "Verdiğin tarif defterini de bavula koydum, her şey çok güzel olacak."
Babası başını sallayarak onayladı onun söylediklerini. "Bir şey olmasına gerek yok, canın ne zaman bir büyüğünle konuşmak isterse beni arayabilirsin. Saati dert etme, tamam mı?"
"Tama-" Jungkook lafını tamamlayamadan telefonu çalmaya başladı, cebinden çıkardığı cihazın ekranında Taehyung'un adını görünce hem onun hem de Taeho'nun şaşkın bakışları Taehyung'un olduğu tarafa dönmüştü. "Efendim?"
"Seokjin-ie hyung'un hemen geri dönmesi lazımmış, buraya gelsene, vedalaşın."
"Peki?" Beş dakikalığına bile yanlarına gelemeyecek kadar acelesi olduğuna göre Jungkook acele etmeliydi. "Ben hyung'la vedalaşayım," dedi Taeho'ya, yanından ayrılmadan önce.
"Aigo, Jungkook-ah," Seokjin sıkıca sarıldı küçüğüne. "Ziyarete gelin yine tamam mı? Bu saf da sana emanet."
"Yah!"
"Sen merak etme hyung," dedi Jungkook gülerek. "Neden oturduğumuz yere gelmedin?"
"Hemen geri gitmem lazım," dedi Seokjin daha fazla açıklamadan. "Uçağınız kaçta?"
"Birazdan son kapıdan geçeceğiz," dedi Taehyung. Sonra da hyung'una tekrar sarıldı. "Biz ziyarete geliriz ama eve yerleşince sen de bize gelirsin, olur mu?"
"Olur, olur." Taehyung'un huylandığını bile bile kulağının arkasını öptü, Taehyung mızmızlanmaya başlayınca da ayrıldı ondan, son kez gülümsedi ama bu sefer fazla buruktu. "Mutlu olun," dedi titreyen sesiyle. "İyi yolculuklar."
İkisi de Seokjin'in binadan çıkar çıkmaz hıçkırarak ağlamaya başladığını bilmiyordu. Ya da ailelerine sarılıp vedalaştıktan sonra geride kalanların on dakika daha arkasında kayboldukları kapıya bakarak gözyaşı döktüğünü. Jungkook Taehyung'un gözyaşlarını silerken içinin nasıl acıdığını biliyordu sadece, vazgeçmek ister misin, diye sormak istediğini ama alacağı cevaptan korktuğunu biliyordu.
Uçağa yerleşip kemerlerini bağladıktan sonra bile Jungkook'un kalbi sızlıyordu. Bu sızlama Taehyung gözyaşlarının arasında "Çok heyecanlıyım." dese bile geçmemişti. O an fark etti. Yıllarca hayalini kurduğu aileyi geride bıraktığı için üzülüyordu aslında, tüm korkusu da bu yüzdendi.
Jeon Jungkook en sonunda özgür olmaya gidiyordu, yuvasından uçan bir kuş gibi.
**
Öpücük, ıslak, tutkulu, sonra bir öpücük daha, öncekinin birkaç santim altında, Taehyung'un omurga çizgisi boyunca, öpücük, bir tane daha. Çıplak vücudunu örten çarşaf bedenini tamamen terk ederken, sevgilisinin dudakları belinde şimdi, öpücük, yine ve yine, bir öpücük daha.
"Aşkım," Bir tane daha, dudakları birkaç saniye daha uzun kalıyor sanki bu sefer cildinin üzerinde. "Sevgilim..."
"Jungkook." Ve Kim Taehyung mızmızlanarak dönüyor yatakta, gözlerini bile açamıyor. "Uyuyorum ya."
Romantizmi buhar olan Jungkook gözlerini devirerek sevgilisinin yastığına düşürdü başını. "Sabah beni uyandır, koşuya gitmeden sevişelim, diyen sendin Taehyung."
"Hmm," Gözlerini açmadan yastıkta başını sürterek Jungkook'a yaklaşmış ve dudaklarını birleştirmişti. "Şehir merkezine taşındığımızda nerede koşacaksın, merak ediyorum."
"Merkezdeki otellerde kalmak yerine kırsaldaki pansiyonda kalmak isteyen sendin." diye öne sürdü bu sefer Jungkook ve evet, yine haklıydı. "Merkezde kalsaydık koşmaya çalışıp neler olduğunu görürdüm."
"Aman ya."
"Central Park'a yakın bir yere taşınalım bari, garanti olsun." Kolunu Taehyung'un boynunun altından geçirip sevgilisini çıplak göğsüne çekti, Taehyung'sa gıkını bile çıkarmadan Jungkook'un sıcak cildine yaslanmış, yastığından daha rahat bir yüzeye yaslamıştı başını. "O zaman bugün ev mi bakacağız?"
"Hayır, bugün seni randevuya çıkaracağım."
Uykulu uykulu kıkırdadı Taehyung, Jungkook'u göğsünün ortasından öptü, tam kalbinin üzerinden. "İki aydır yaptığımız tek şey randevuya çıkmak." Ve haklıydı. Rita'yı Alaska'da ziyaret edip bir haftayı orada harcadıktan sonra bir araba kiralamış ve neredeyse her eyalette (homofobik olanlar dışında) gezip randevuya çıkmışlardı. Jungkook sıkılmıyordu. Taehyung'u müzelere ve sergilere götürüyor, kahve içmeye çıkarıyor, bazense akşamüzeri kaldıkları pansiyonun yakınlarında sakin bir yürüyüşe çıkıp fotoğraf çekiliyorlardı. Jungkook'un tarafındaki komodinde duran fotoğraf albümünün yarısı çoktan dolmuştu.
"Ben seninle takılmayı seviyorum," İşaret parmağını Taehyung'un yukarıda kalan çıplak kolu boyunca sürttü. "Sen benimle takılmayı sevmiyor musun yoksa?"
"Bu hayatta en sevdiğim şey seninle takılmak." dedi Taehyung dürüstçe. "Nereye gidiyoruz?"
"Önce yemeğe gidiyoruz, internette harika bir brunch mekanı buldum." diye anlatmaya başladı Jungkook. "Sonra da göçmen müzesine gideceğiz. İkimiz de buraya yerleşme konusunda hemfikiriz ama bizden önce bunu yapanları görmek iyi olur diye düşündüm."
"Çok güzel düşünmüşsün," Jungkook'un kolları arasında esnedi, sonra da kucağına tırmandı. "Sanırım seninle sevişmeliyim."
Jungkook kendini tutamayıp kahkaha atmaya başladı. "Onur duydum."
**
"Şimdi hesapladım, kırk sekiz kere randevuya çıkmışız."
"Ohoo, daha çok var." Müzede gezinirlerken son yirmi senede New York'a göç eden yabancıların hayatlarını görsellerle inceliyor, burada ev tutup hayatlarını burada kurma fikrine biraz daha ısınıyorlardı.
"Neye daha çok var?" diye sordu Taehyung şaşkınlıkla.
"Yüz yirmi altıya tamamlamamıza," diye açıkladı Jungkook ciddi ciddi, gülüşünü bastırmak için çok büyük bir mücadele veriyordu. "Beni stalkladığın her hafta için bir randevu."
Taehyung aylardır elini tuttuğu bu adamla sevgili değilmiş, onunla en derin sırlarını paylaşmamış, ona en ıslak öpücükleri vermemiş gibi kıpkırmızı oldu müzenin ortasında. Yer yarılsaydı deve kuşu gibi sokacaktı kafasını sanki. "Jungkook," dedi ama sesi çatladı, boştaki elini duvarlarda yankılanan bir şak sesiyle yüzüne çarptı. Jungkook gülerek onun elini bileğinden yakalayıp suratından uzaklaştırmış ve sevgilisine sarılıp yüzünü göğsüne saklamasına fırsat vermişti. Yanlarından geçen kimse onlara bakmıyordu, kimse onları ya da aşkını umursamıyordu. Jungkook'un gülümsemesi bir türlü kaybolmuyordu.
"Sanırım yarın ev bakabiliriz," diye önerdi alt kata indikleri sırada. Bahçeye çıkıp sigara içeceklerdi. "Ama içimden bir ses Galler'e geri döneceğimizi söylüyor."
"Benim de!" dedi Taehyung heyecanla. "Üniversiteyi bir bitir de, o zamana kadar para biriktirip oradan bir ev alalım."
Jungkook karşı çıkmadı, istersen hemen şimdi alabiliriz, demedi. Taehyung geleceklerini birlikte inşa etmek için çok heyecanlıydı, Jungkook'un bunu onun ellerinden almaya hakkı yoktu. "Akşam yemeğini sahildeki restoranlardan birinde yiyelim mi?"
"Olur," Basamaklar bittiği an Taehyung'un ilgisi ufak kağıtlarla dolu olan duvara kaymıştı. "Bu ne?" Jungkook da meraklanınca o tarafa gidip müzeyi ziyaret eden diğer göçmenlerin mesajlarıyla dolu olduğunu gördüler. Renkli renkli, yüzlerce ufak kağıt.
Müzeden çıkarlarken el elelerdi, sigara içerken de, sahildeki restorana giderken, hatta tek elleriyle yemek yerken diğeriyle masanın üzerinde tutuşuyorlardı. Kuş gibi geziniyor, rüzgar gibi esiyorlardı sanki. İkisi de, hayatları boyunca, böyle özgür hissetmemişti. Kimse onlara neden aşıksınız, diye sormuyordu. Kimse hastasınız, demiyordu. Kimse vurmuyor, bağırmıyor, hakaret etmiyordu. Şehir onları kucaklıyordu sanki, hayatınızın bu perdesine hoş geldiniz, diyordu. İyi ki geldiniz.
O duvara bir post-it de Taehyung yapıştırmıştı. Korece yazmıştı, İngilizcenin anadil olduğu bir ülkede evini temsil edercesine. O sırada Jungkook hemen arkasında, elleri belinde, çenesi omzundaydı.
Pansiyon günlerim bitti, yazıyordu o kağıtta. Artık evdeyim.
bir buçuk senemi verdiğim yavruma veda ediyorum... okuduğunuz için çoookkkk teşekkür ederim hepinize, başka kitaplarda görüşmek üzere!! mika out
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro