Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7; unheimlich

uzun bir aradan sonra merhaba herkese :) bir aksilik çıkmazsa her hafta bölüm gelecek, dönemi bitirdim çok şükür :) bölümle ilgili ufak bir notum var: freud'un uncanny'sini türkçede tekinsizlik diye buldum o yüzden öyle çevirdim, yanlışsa lütfen üstüme gelmeyin ağlarım ben fhgskjgdafjkg freud'u da günahım kadar sevmem but here we goooooooooo

___________  




"Hayır, hyung," Kim Taehyung aldığı derin nefesle tuz kokulu deniz havasını ciğerlerine doldurdu. "Pansiyona döndüğümüzden beri benimle konuşmadı. Aslına bakarsan kimseyle konuştuğunu görmedim, bugün Martin'i uğurlama partisine kadar, en azından."

"Diğerleri garipsedi mi?"

"Sorun da bu," İç geçirdi. "Kimse garipsemiyor. İki gün önce herkesle konuşup gülüşen adam bir anda içine kapandı ve herkes bunu normal karşılıyor."

"Belki de bu haline sen sebep olmuşsundur."

"Harika, çok güzel, inanılmaz yardımcı oldun şu an."

Kim Seokjin hattın ve dünyanın diğer ucunda güldü, uyanalı on dakika olduğu için sesi boğuktu ama kahkahası asla yorulmuyordu. "Bence bu durumu kendi çıkarına çevireceksin."

Boştaki elini karnına doğru çektiği dizinin üstüne koydu Taehyung, hava çok güzeldi ama kafasının içi hiç güzel değildi ve böyle olmaktan nefret ediyordu. O an her şey onun memnuniyeti için tasarlanmış gibiydi; temiz hava, sert esmeyen hafif rüzgar, pansiyonun içinden duyulan müzik sesi ve denize vuran dolunay. Evrenin planlarını bozan tek şey Taehyung'un kendisiydi, her zaman olduğu gibi. Problem yine ondan kaynaklanıyordu. "Nasıl yapacakmışım onu?"

"Nasılını bilmiyorum ama yapacağını biliyorum." diye karşılık verdi Seokjin-ie hyung'u. "Çünkü sen Taehyung'sun."

Taehyung yavru kedi gibi bir ses çıkardığı sırada Seokjin son kez kıkırdamış ve "Artık kaçmam lazım," demişti. "Hazırlanıp işe gitmeliyim."

"Ben de gideyim, Petunia birazdan kapıyı kilitleyecek." Seokjin'le vedalaşıp kumsalda ayaklandı ve poposuna yapışan kum tanelerini boştaki eliyle silkeleyip ahşap binaya doğru yürümeye başladı. Martin pansiyondan ayrılalı neredeyse dört saat oluyordu, o gittiğinde Jungkook odasına çıkmıştı ve Taehyung onu bir daha görmemişti. Şimdi içeriye girdiğinde genç adamı koltukta Rita'yla oturur bulmayı bu yüzden beklemiyordu. Rita Jungkook'un soyulmuş ojelerini siliyordu ve bacaklarının arasına sıkıştırdığı ufak şişeye bakılırsa birazdan yeniden sürecekti. Jungkook'sa dünden beri somurtan kendisi değilmiş gibi gülerek bir şeylerden bahsediyordu.

"Merhaba." Taehyung'un sesini duyunca lafının ortasında duraksadı Jungkook, Rita'ysa hiçbir şey olmamış gibi gülen gözlerini ayakta dikilen genç adama çevirmişti. "TaeTae, gelsene." Koltukta kayarak Jungkook'a biraz daha yaklaştı ve Taehyung'a oturabilmesi için yer açmaya çalıştı ama Taehyung elini kaldırıp başını yumuşakça iki yana sallayarak bu teklifi reddetmişti. "Odada toplamam gereken birkaç parça kaldı, onları halletmem lazım."

"Kookie'nin ojelerini sürüp sana yardım etmeye gelirim."

"Ah, hiç gerek-"

"TaeTae!" Rita'nın ilgisi bir anda konuştukları konudan kopup Taehyung'un havada asılı duran eline kaymıştı. "Tırnakların."

Onun konuşmasıyla birlikte Jungkook'un ilgisi de Taehyung'un tırnaklarına kaydı ve genç adam biraz utanç biraz da korkuyla elini panik içinde karnına doğru çekti. Fazla mı uzamışlardı? Ya da çok mu kirliydiler? "Şekilleri çok güzel." diye fısıldadı Rita, Jungkook büyülenmiş gibi başını sallayarak onayladı onun söylediklerini. "Sana da oje sürelim!"

"TaeTae!" Merdivenlerden inen yorgun bir Petunia Taehyung'u kurtarmış ve oturma odasının televizyon kısmında bulunan üçlünün bakışlarını kendi üzerinde toplamıştı. "Odanın temizliği bitti, şekerim. Taşınabilirsin."

"Teşekkürler." diye seslenerek karşılık verdi Taehyung, kadının söylediklerini doğru anlamış olduğunu umuyordu çünkü Galler aksanı onun için hala büyük bir problem teşkil ediyordu. "Üzgünüm, gençler," diye diğer iki arkadaşına döndü ama aslında hiç de üzgün değildi. Derdi oje değildi, daha önce hiç sürmemişti ama Kim Taehyung yeniliklere kapalı değildi, ojenin sadece kadınlar için olduğunu da düşünmüyordu. Derdi, Jungkook'un hala onunla konuşmamış olması ve durum bu haldeyken bu ikilinin yanında kalıp onu rahatsız etmek istememesiydi. "Belki başka zaman."

"Imm, az önce randevulaştık." dedi Rita bakışlarını Jungkook'un parmaklarına indirerek. "Sabırsızlıkla bekliyorum."

Taehyung kızarmıştı ama merdivenleri çıkarken dudaklarındaki ufak gülümsemeyi silmeye de çalışmamıştı. Uzun zamandır ilk defa yeni insanların yanında eğleniyordu çünkü bu insanlar tarafından kabul gördüğünü hissediyordu. Odasına girip Seokjin'le konuşmak üzere sahile inmeden önce yarım bıraktığı toparlanma işine devam etti, odasını değiştireceğini bildiği için fazla yayılmamıştı neyse ki. Topladığı bavulunu alt kata (yeni odası Jungkook'unkiyle aynı kattaydı) indirdi, Petunia yeni odasının anahtarını kapının üzerinde bırakmıştı. Balkon kapısı ve perdeleri açıktı, yeni yıkanmış nevresim takımı içeri dolan rüzgarla beraber deterjan kokusunun etrafa yayılmasını sağlamıştı. Bir an için Bay Jeon'u, günlerdir konuşmadığı babasını, alt katta ojeleri tazelenen operasyonunu, dünden beri instagram'daki mesaj kutusunu terk etmeyen Jacob'ı ve diğer her şeyi unuttu. Nefes aldı. Sadece derin, huzurlu bir nefes aldı.

Nasılını bilmiyorum ama yapacağını biliyorum. Çünkü sen Taehyung'sun.

"Aynen öyle." diye mırıldandı kendi kendine. Odadan çıkmak üzere arkasına döndüğü an da duvara yaslanan boy aynasında kendini gördü ve ağlamaklı bir ses çıkardı. Yansımasında buruşuk suratı vardı. "Maalesef," dedi başını iki yana sallayarak. "Sen Taehyung'sun."

Üst kata tırmanan merdivenlerdeyken kendisine seslenen Rita'yı duyup duraksadı. Kadının yanında dikilen Jungkook'un dudaklarında buruk bir gülümseme vardı. "Sana yardım etmeye geldim." dedi Rita.

"Gerçekten de gerek yok, eşyam az zaten."

"Ama Kookie yardım edemeyecek çünkü o ojeleri bir yere sürterse onu öldürürüm." diye devam etti Taehyung'un söylediğini umursamadan, tatlı tatlı.

"Üzgünüm." dedi Jungkook ellerini göğüs hizasında kaldırıp parmaklarını sallayarak.

Taehyung gülümseyerek sorun olmadığını söyledi ve Jungkook kendi odasına giderken diğer ikili kalan eşyaları almak için üst kata çıktı. Dün Jungkook'la birlikte aldıkları tuvalleri Rita'nın kollarının arasına sıkıştırdığı sırada genç kadın son yarım saattir takındığı tavrı bir kenara bırakarak yumuşak bir sesle "TaeTae?" demişti. "Dün kasabadayken bir şey mi oldu?"

Taehyung duraksadı.

"Kookie'nin bugünkü tavrı normaldi, birileri ne zaman gitse sessizleşir ama dün geldiğinizden beri ikinizde de bir haller var."

Pes ettiğini haykıran derin bir nefes eşliğinde yatağa çöktü Taehyung, başını ellerinin arasına aldı. "Bilmiyorum. Aslında bir şey yoktu, sevdiği pastaneye gittik, sonra da malzeme almaya. Bir anda durgunlaştı, ben de anlamadım. Neyi yanlış yaptığımı bir bilsem..."

Rita tuvalleri dikkatli bir şekilde bırakıp yatakta Taehyung'un yanına oturdu. "Ailesi hakkında mı konuştunuz?"

"Hayır. Yani, konuştuk ama konu çabucak dağıldı. Neden, ailesiyle ilgili bir problem mi var?" Ellerini indirip bakışlarını yanında oturan kadına çevirdi, Rita'ysa kırdığı potu fark ederek duraksamış ve birkaç saniye boyunca Taehyung'un yüzünü izlemişti. "Hayır," dedi en sonunda, Taehyung yalan söylediğini biliyordu. "Yok."

"Malzeme alırken çirkin bir biblo buldu, Martin'e hediye olarak almasını söyledim. Tavırları o an garipleşti. Ama sonra toparlanmış gibiydi, ona da fırça alacaktık. Sonra tanıdık biriyle karşılaştık, yani, aslında tanıdık değildi ama artık tanıdık gibi bir şey." Omuz silkti. "Sanırım onunlayken başa birisiyle muhabbet etmemden hoşlanmadı."

"Keşke dün gelip hemen söyleseydin." Rita elini onun elinin üzerine koydu. "TaeTae, burada kalırken insanlarla ilişkilerin dışarıdaki gibi gelişmez. Hepimizin burada belli bir kalma süresi var ve hepimiz bu süreyi değerlendirebilmek için kısa zamanda arkadaş oluyoruz."

"Fark ettim."

Genç kadın gülümsedi. "Bir sorun olduğunda benimle ya da diğerleriyle konuşmaya çekinme lütfen. Kore'yle çok büyük bir zaman farkı var, kendi arkadaşlarınla sık sık konuşmak zor olmalı."

Başını sallayarak onayladı. "Martin'e hediye almaya gelince," diyerek derin bir nefes aldı Rita. "Kookie burada en uzun süre kalan kişi. Herkesin gittiğini görüyor. İnsanlarla yakınlaşıyor ve sonra onlardan hiç haber alamıyor."

Taehyung konuyu böyle ele almamıştı çünkü saçmaydı. Telefon ve internet icat edileli uzun zaman oluyordu. Rita onun yüzündeki ikna olmamış ifadeyi görerek beklemeden devam etti. "Kısa sürede yakınlaştığın insanları kısa sürede unutursun, TaeTae."

"Ben unutmam."

Rita elini geri çekip kendi kucağına aldı. "İki aydır buradayım. Martin giden altıncı arkadaşımız. Jungkook her seferinde böyle soğuk davranmıştı, başta tavırlarına anlam veremiyordum ama sonra fark ettim." Omuzlarını silkti hafifçe. "Diğer beşi asla iletişime geçmedi."

Taehyung bir karşılık veremedi.

"Instagram'da fotoğraflarını beğeniyorlar. Ara sıra hikayelerine bakıyorlar. Bu kadar. Burada yaşanan burada kalıyor. İnsan doğası böyle çünkü. Şu an iki gündür tanıdığım bir adamla yatakta oturmuş sohbet ediyorum çünkü yapabileceğim daha iyi bir işim yok. Evime, kendi arkadaşlarıma döndüğümde bu zamanlar bana çok yabancı gelecek."

Üniversitenin üçüncü yılındayken aldığı psikoanaliz dersinde Taehyung şöyle düşündüğünü hatırlıyordu: bu bilgiler benim ne işime yarayacak ya? Şimdiye kadar bir işine yaradığını söyleyemezdi, mezuniyet projesinde Dali çalışması dışında, en azından. "Unheimlich."

Rita şaşkın bakışlarını ona çevirdi, gözleri kocaman olmuştu. "Freud'un tekinsizlik konsepti." diye açıklamaya çalıştı Taehyung gergince, dersi Korece aldığı için İngilizcede kendini açıklamak ona zor geliyordu.

"Biliyorum." dedi Rita, hala şaşkındı. "Biliyorum, ve hiç böyle düşünmemiştim."

"Pansiyon buna harika bir örnek. Ev hissi veriyor, ama yabancı bir yer."

Rita sessizleşmişti, Taehyung'un söylediklerini kafasında tartıyor olmalıydı. "Hadi eşyalarını taşıyalım." dedi en sonunda, bakışları durgunlaştığı için Taehyung onun aslında başka bir şey düşündüğünü biliyordu ama üstelemeden başını sallayarak ayaklandı. Kalan eşyaları alt kata taşırken muhabbet etmemişlerdi, Rita her şeyi taşıdıktan sonra Taehyung'a iyi geceler dileyerek kendi odasına geçti. Taehyung da odanın lambasını söndürerek eşyalarını yarın yerleştirmeye karar verdi ve pijamalarını giyinip bir sigara yakmak üzere balkona çıktı.

Jungkook çok ama çok uzun bir zamandır bu pansiyonda kalıyordu, Rita yalnızca altı kişinin gittiğine şahit olmuştu ama Jungkook? Jungkook insanlara alışmış ve hayatından çıkıp gitmelerine kim bilir kaç defa seyirci kalmıştı. Taehyung şimdi her şeyi daha iyi görüyor, dün malzeme dükkanında ilgisi Jungkook'tan ayrılıp Jacob'a yoğunlaştığında küçük olanının nasıl hissetmiş olabileceğini daha iyi anlıyordu.

Burada adımı söyleyebilen birine rastlamayalı aylar oldu.

Evde olmayı bırakın, Jungkook kendi vatanında bile değildi. Burada her şey ona yabancıydı ama genç adam her seferinde tanıdıklık hissine tutunuyor ve yine her seferinde hüsrana uğruyordu. Buraya gelen herkesle geldiği gün arkadaşlık kurmuş olabilirdi ama Taehyung onun için farklıydı. Taehyung onun dilini konuşuyordu. Taehyung onun adını, ki psikoanaliz dersinden hatırladığı kadarıyla bu onun kimliğinin en büyük parçasıydı, telaffuz edebiliyordu. Kim Taehyung Jeon Jungkook için bir eve en yakın şeydi. Ve dün Taehyung'un ilgisi başka bir şeye kaydığında, aşinalık Jungkook'un bilinçaltında kendini yine yabancılığa bırakmıştı. Martin ertesi gün gidecekti, tıpkı Taehyung'un da bir gün gidecek oluşu gibi.

O gece uyumadan önce Kim Taehyung yaşlı gözlerle operasyon günlüğüne şu kelimeleri yazdı:

Ben Jungkook'a nasıl kıyacağım?

**

"Günaydın."

Jungkook duyduğu şeyle birlikte kaşları havada sesin geldiği yöne doğru dönmüş, merdivenlerden gülümseyerek inen Taehyung'la karşılaşmıştı. Onun üstünde de eşofman takımı vardı ama Jungkook'un aksine Taehyung bere takmamıştı. "Rita sabahları koştuğunu söylemişti." dedi Taehyung gülümsemesini bozmadan onun yanına vardığında. "Ben de gelebilir miyim?"

Küçük olanın tek kaşı havalandı.

"Ne var?"

Jungkook'un dudakları gülümsemesini bastırmak için ağzının içine doğru kıvrıldı.

"Yah!"

"Bir şey yok, bir şey demedim." Dayanamayıp gülmeye başladı. "Bari başına bir şey geçirseydin. Hava bugün çok rüzgarlı, başın ağrır."

"Bir şey olmaz. Hadi." Jungkook'un yanından çenesi havada bir tavırla geçip küçük olanın başını gülerek iki yana sallamasına sebep olmuştu. Sahile indiklerinde Jungkook olduğu yerde birkaç ısınma hareketi yaptı, Taehyung da ona çaktırmamaya çalışarak çok orijinal bir şey yaratıyormuş gibi hareketlerini taklit etti ve Jungkook'un daha çok gülmesine yol açtı.

Sonra Taehyung Jungkook'un tozunu yuttu falan.

"Ne münasebet," diye cevap vermişti Jungkook yavaş başlamak isteyip istemediğini sorduğunda. Birkaç saniye içinde de söylediği şeye pişman olup Jungkook'a yetişmek adına ciğerleri soğuk havayla yırtılana kadar koşmuş ve bir şekilde yetişmişti, Jungkook onun halini görüp belli etmeden yavaşladı ama Taehyung çoktan zaman kavramını yitirmiş, kafasına giden oksijen fazlalığıyla baş dönmesi yaşamaya başlamıştı.

"Taehyung? İyi misin?"

"Harikayım."

"Emin misin?"

"Ne oldu?" diye sordu alayla, daha doğrusu alaylı olmaya çalıştı çünkü zor nefes alıyordu ve sesi tek bir tonla değil, yüksekli alçaklı duyuluyordu. "Seni yeneceğimden mi korktun?"

Jungkook hafifçe gülümsedi ama Taehyung'un aslında sportif olmadığını anladığından üstelemeyip adımlarını birazcık daha yavaşlattı. On dakika boyunca sessizlik içinde koştular, Taehyung en sonunda düzene giren nefesleriyle gözlerini yaşartan rüzgarı umursamamayı başardı ve "Bütün gece ne düşündüm, biliyor musun?" diye sordu.

"Ne düşündün?" diye karşılık verdi Jungkook ona bakmadan.

"Aradığım ilhamı buldum." Ellerini kaldırıp yüzüne siper etmemek için zor duruyordu. "Sürrealizm çalışacağım."

"Hmm?" Kullanılan kelimeler küçük olanın ilgisini çekmiş gibiydi, koşmaya devam ederken Taehyung'a kaçamak bakışlar attı.

"Mezuniyet projemde Salvador Dali çalışmıştım."

"Hmmmmm."

Gülme sırası Taehyung'a geçmişti. "Neyden bahsettiğim hakkında bir fikrin yok, değil mi?"

Jungkook utanarak güldü, ressamın adını elbette duymuştu ama Taehyung'un bahsettiği akımla ilgili hiçbir fikri yoktu. "Daha kırk dakika koşacağız," dedi Taehyung'un sorusunu cevaplamak yerine. "Neyden bahsettiğini anlatacak bolca vaktin var."

"Kırk mı?" Yaşça büyük olan bir an için tökezleyip Jungkook'un birkaç adım gerisinde kalmıştı ama küçük yalnızca gülmekle yetindi. Taehyung'un arkasından gelmeyip durduğunu fark ettiğinde metrelerce ötesindeydi, şaşkınlıkla duraksayıp ne olduğuna bakmak için döndü ve Taehyung'u ellerini dizlerine yaslamış bir şekilde öne eğilirken buldu. Genç adamın kendisini oyalayıp sabah sporunu mahvetmesine sinirlenmemişti bile, onunla vakit geçirmek hoşuna gidiyordu. Sonuçta Taehyung hem yakışıklıydı, hem de Jungkook'un ilgisini çeken şeylerden bahsediyordu.

Teri soğursa hasta olabilirdi, Taehyung'u ellerinden yakalayıp koşmaya devam etmesi için çekiştirirken gülse de bu yüzden endişeleniyordu. Kıyamadı, on dakika sonra geriye döndü ve bu kadarının yeterli olduğunu söyleyerek pansiyona doğru koşmaya başladı. Taehyung da ona Dali'nin Filler tablosundan bahsetti. Konuşurken nefesi kesiliyordu, Jungkook sessizce gülüyordu. Pansiyona vardıklarında kahvaltıdaki insanların sesleri oturma odasına geliyordu ama sesleri sadece Jungkook duyuyordu. Taehyung kendini en yakındaki koltuğa atmış, bakışlarını tavana dikmişti. "Duşa girmen lazım." dedi Jungkook. "Hasta olursun."

"Ne münasebet!"

Jungkook yine güldü. Güldü, çünkü gerçekten de hasta olacağını biliyordu, çoktan burnunu çekmeye başlamıştı. Taehyung hapşırdı, Jungkook yine güldü. Güldü, çünkü Taehyung'un onu deliler gibi ağlatacağı zamanlardan bihaberdi.

Taehyung dudaklarını büzerek bakışlarını ona çevirdi.

Jungkook burnunu kırıştırarak, düşmeye başladığını fark etmeden güldü.  

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro