5; kasaba(lar)
İnanamıyorum, diye düşünüyordu Taehyung, Jungkook'un arkasından basamakları tırmanırken. İnanamıyorum.
Junghyun'un hazırladığı dosyada Jungkook'un son derece içine kapanık ve insanları hayatına kolayca almayan biri olduğu yazıyordu. Anksiyetesi ortaya çıkmadan önce Taehyung, dosyalanmış Jungkook'un tam tersiydi ama artık ondan bir farkı yoktu. Yeni insanlarla tanışmak onu geriyordu, bazen diğer insanlarla aynı kaldırımı paylaşmaya bile çekiniyordu.
Ama şimdi odasının kapısını açıp onu gülümseyerek içeriye davet eden Jungkook, Taehyung'un bozguna uğramamış hali gibiydi.
Odanın ışığını açmak yerine telefonunun ekranını (evet flaşı da açmamıştı, odası dağınık olmalıydı, bu yüzden Taehyung'un etrafı görmesini istemiyordu demek ki) aydınlatarak Taehyung'un önünden ilerleyip perdeyi çekmiş ve balkon kapısının koluna uzanmıştı parmakları. Taehyung çekingen adımlarla arkasından gidip balkona çıktı, Jungkook'sa bu sırada ona beklemesini söyleyerek odaya geri girmiş ve montunu giyinerek Taehyung'un yanına dönmüştü.
Manzara, nefes kesiciydi. Jungkook'un omzuna değen dalgalı saçları rüzgarda uçuşuyor, gülümsemesi yüzünden ortaya çıkan tavşan dişleri ayışığının altında parlıyordu. Ha, evet, ayışığı, diye düşündü Taehyung bakışlarını panik içinde dalgalı denize yansıyan yakamoza çevirirken. Manzara. Manzara.
"Şöyle geç," dedi Jungkook balkonun binayla kesişen köşesini işaret ederek. "Rüzgar gelmez oraya."
Kendisine söyleneni dinleyerek sırtını duvara yasladı Kim Taehyung, sonraki saniye Jungkook hemen yanında, kolu koluna değecek şekilde konumlandırmıştı bedenini. İki dal sigara, aynı anda iki adamın da dudaklarının arasına yükseldi. Taehyung, Jungkook'un da sigara kullandığını görünce şaşırmış ama bu konu hakkında bir yorum yapmamayı seçmişti. Anlaşılan oydu ki, Junghyun'un, kardeşinin kötü alışkanlıklarından haberi yoktu. Küçük olan evinden kaçınca edinmiş olmalıydı.
"TaeTae." dedi Jungkook tok bir sesle. Taehyung irileşen gözlerini ona çevirince de tatlı tatlı gülümsedi. "Taehyung." diye düzeltti onu yaşça büyük olan. "Diğerleri telaffuz edemez diye öyle söyledim."
"Oh." Anlayışla salladı başını. "Kaç yaşındasın? Hyung demem gerekiyor mu?"
"Ah, hayır," diyerek kıkırdadı Taehyung. "Adımı söylesen yeter. Yanlış telaffuz edilmesinden hoşlanmıyorum, burada doğru söyleyebilecek birine rastlamam harika." Cümlesini Jungkook'un adını söyleyerek bitirecekti ama son anda küçüğün asıl adını bilmemesi gerektiğini hatırlamış ve bu gerçeği asla unutmamak adına beyninin her köşesine kazımıştı. Kookie. İsmi Kookie. Sakın batırma.
"Pekala, Taehyung," dedi Jungkook sigarasından bir nefes daha çekmeden hemen önce. "Neden buradasın?"
Taehyung'un soluğu boğazında kaldı, sigaranın dumanı genzini yakmış ve yaşça büyük olanı korkunç bir öksürük krizinin ucuna sürüklemişti. Kendini öyle zor tuttu ki ensesine sağlam bir ağrı saplandı. "Efendim?"
"Bayan Peregrine'i izlemediğini biliyorum." dedi Jungkook. Taehyung'un bakışlarını karşılamak yerine sahile vuran güçlü dalgaları izliyordu.
"Neden sorgulanıyormuşum gibi hissediyorum?"
Jungkook hafifçe güldü. "Kore'den kalkıp da bu ufak pansiyona gelme sebebini merak ediyorum, yalnızca. Sorgu değil." Duraksadı. "Arkadaş olmaya çalışıyorum."
Yaşça büyük olanın alnı kırışmış, kaşları istemsizce çatılmıştı. "Neden?"
Jungkook birkaç saniye için de olsa sessiz kaldı ve Taehyung da bu kısa ama ömür gibi hissettiren birkaç saniyede de doğduğuna pişman oldu. Balkondan atlamak, karaya vuran suya karışmak ve mümkünse Kore'ye kadar yüzüp babasının yorganının altına kıvrılarak sabahlara kadar ağlamak istedi. Arkadaş olması gereken herif arkadaş olmaya çalıştığını söylüyordu ve Taehyung onun bu isteğini sorguluyordu, başka bir şansı varmış gibi!
"Ben de hoşlanmıyorum." dedi Jungkook en sonunda. Açıklama yapma amacıyla bakışlarını Taehyung'a çevirirken dudaklarında buruk bir gülümseme vardı. "Adımın yanlış telaffuz edilmesinden, yani."
"Oh."
"Burada adımı söyleyebilen birine rastlamayalı aylar oldu." diye devam etti yaşça küçük olan, boştaki elini Taehyung'a uzatmadan hemen önce. "Jeon Jungkook."
Dikdörtgen gülüşü dudaklarındaki yerini alırken Taehyung onun eline uzanmıştı. Endişesi boşa çıkınca dünyadaki en mutlu insan oluveriyordu. "Kim Taehyung."
"Memnun oldum." Elini kısaca sıkıp bırakmıştı ve ayışığı Taehyung'u yanıltmıyorduysa yanakları kızarıktı, rüzgardandı büyük ihtimalle. Tabi, rüzgar balkonun o köşesine vurmuyordu ama Taehyung'da bunu hesaba katacak özgüven yoktu. "Eee? Neden geldin buraya?"
"İlham bulmaya." diye yanıtladı omuzlarını silkip sigarasından bir nefes daha çekmeden hemen önce.
"Yazar mısın?" Jungkook konuşurken ses tonundan şaşkınlık akıyordu.
"Hayır, ressamım."
"Ne?" Yaşça küçük olanın gözleri şimdi kocamandı, ağzı açık kalmış ve tavşan dişleri yine, yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Onun neden bu kadar heyecanlanmış olabileceğine herhangi bir açıklama getiremedi Taehyung, Bay Jeon'un evine daha önce birkaç kez gitme şansı olmuştu ve ev pek de sanat yuvası sayılmazdı; yanlış bilmiyorduysa Junghyun'un da sanata karşı beslediği bir ilgisi yoktu. Böyle bir aileye, sanata aşık birinin doğma olasılığı kaçtı? Jeon malikanesi de Kore'nin geri kalanı gibi matematik ve fiziğin evrendeki en yüce alanlar olduğuna inanıp çocuklarını bu dallara yönlendiren ebeveynler tarafından yönetiliyordu; yine de Taehyung biliyordu ki, Jungkook böyle bir aileye ters doğduysa bile, nüfusun geri kalanına göre fazlasıyla şanslıydı. Gece gündüz test çözüp sınavlara hazırlanması gerekmezdi, parayla okuyabilirdi. Sanatı seviyorduysa ilgilenebilir, sergilere gidebilir ve hatta bu alana tonlarca para yatırabilirdi. Babasının yaptığı buydu. Kendisi bir sanatçı değildi ama bir sanatçı olma hayalleriyle nefes alan Taehyung'un elinden tutmuştu.
"Resimlerini görebilir miyim?" Jungkook'un hevesli sorusuyla kendine gelmiş, başını hafifçe iki yana sallayarak düşüncelerinden sıyrılmak istemişti ama Jungkook bu ufak hareketi yanlış yorumlamış ve yutkunarak gözlerini kırpıştırmıştı.
"Elbette!" dedi panik içinde, boştaki elini cebine atıp telefonunu çıkarmak üzereyken. Instagram profilini açarak telefonunu gergince Jungkook'un parmaklarına bıraktı ve yaşça küçük olan ilgiyle ekrana dokunurken de sigarasının geri kalanını içip merakla vereceği tepkileri beklemeye başladı.
Jungkook sessizce ekrana bakıyor, resimlerin hepsini, tek tek inceliyordu (Taehyung'un koyduğu selcalardan birine bir saniye daha uzun bakmıştı sanki). Geçen haftalarda paylaştığı gönderilerden birinde duraksamış, kaşları bir şeyleri anlamadığını bildirircesine çatılırken de bakışlarını Taehyung'a çevirmişti.
Taehyung onun neye böyle tepki verdiğini anlamadığı için korkuyla ekrana indirdi bakışlarını, geçen haftalarda satışa çıkardığı üç tablonun toplu bir fotoğrafıydı Jungkook'un baktığı gönderi. Beğenmemiş olmalıydı, kesinlikle beğenmemişti ve Taehyung'a da neyine güvenerek bunları satma gafletinde bulunduğunu soracaktı.
"Sen delirdin mi?" diye başladı Jungkook konuşmaya.
Geliyor, geliyor, diye geçirdi aklından Kim Taehyung. Bunları satma cesaretini gösterdiğim için delirdiğimi düşünüyor.
"Böyle bir yeteneğin var," Sigarasını balkondan aşağı atıp boşalan işaret parmağını ekrana doğrulttu. "...ve sen yalnızca 25000 won'a mı satıyorsun?"
"Biliyorum, biliyo- bekle," Gözlerini kırpıştırdı. "Ne dedin?"
"Neden bu kadar ucuza satıyorsun? Kafayı mı yedin?" diyerek sesini yükseltti Jungkook. Konuşmaya devam etmeden önce dudaklarını ıslattı, fena gaza gelmişti. Bakışları yeniden ekrana düştü, diğer fotoğrafları incelemeye devam etti.
"Beğendin mi?" diye, fısıltıyla sordu Taehyung.
Jungkook böyle bir soru karşısında hakarete uğramış gibi baktı kendisine, beğenmek ne kelime, diye bağırmak istedi ama yaşça büyük olanın yüzündeki ifadeyi görünce duraksadı. Karşısındaki adam kendine, yeteneğine, sahip olduklarına güvenmiyordu. Jungkook'un şimdiye kadar karşılaştığı en muhteşem yetenek olabilirdi ama gözlerinde hüzünlü yaşlar, dudaklarındaysa buruk bir gülümseme vardı.
Jungkook'a eski halini hatırlatmıştı.
"Beğendim." dedi yavaşça gülümseyerek, Taehyung'un nefesini tuttuğunu ve kendisinden bir yanıt beklediğini fark etmemişti.
Böyle hissediyorken ilhamın peşine düşmesi çok normaldi. Kendine güvenmeyen herkes, kendine yönelttiği sorunun cevabını başkalarında arardı.
Jungkook bunu biliyordu. Ne demek olduğunu, nasıl hissettirdiğini ve daha nice şeyi, çok ama çok iyi biliyordu.
Alışkanlıklar.
"Bu kadar ucuza satma." dedi somurtarak.
"Kargoyu onlar ödüyor." diye karşılık verdi Taehyung dudaklarını ağzının içine kıvırarak.
Telefonu sahibine geri uzatırken Jungkook'un dudaklarına ufacık bir gülümseme vardı. "Yardım edebileceğim bir şey var mı? Herhangi bir şey? İlham bulma konusunda tam destekçinim, böyle bir yetenek tıkanıp kalmamalı yüreğinde."
Böyle bir yetenek harcanıp gitmemeli sokaklarda.
Bay Jeon'un yıllar önce Taehyung'u gelip o karakoldan kurtarırken kurduğu cümle buydu. Sonrasında Taehyung'un üniversiteye başlayabilmesi için her şeyi yapmış, bir noktada bugün olduğu adam olmasına yardımcı olmuştu. Okula başlamasaydı, sokaklarda duvar boyayıp babasını üzmeye devam etseydi Taehyung bugünleri görür müydü, emin olamıyordu. Kendisini kurtaran adamın oğluysa şimdi karşısındaydı, babasından kaçmıştı ama hala onun oğlu olduğunu haykırırcasına onunla benzer cümleler kuruyordu.
"Yarın, şu yakındaki kasabaya gidip malzeme almak istiyorum." dedi yavaşça, Jungkook onu ilgiyle dinliyordu. "Benimle gelmek ister misin?"
"Saat kaçta?" diye sordu yaşça küçük olan.
Jungkook'un uykusuna düşkün olup olmadığını bilmiyordu, kendisi düşkündü ve fikri sorulsaydı öğleden sonra diye cevaplardı ama Jungkook'un bütün gününe el koyamazdı. "Senin için saat kaç uygun olursa. Benim pek de bir işim yok."
"Kahvaltıya inecek misin?" Taehyung başını sallayarak onu onayladığında da beklemeden devam etmişti. "Tamam o zaman, kahvaltıdan hemen sonra çıkarız. Petunia mutfağı saat dokuz buçukta kapatır, haberin olsun."
Yani öğlen bire kadar uyuyamayacaktı. Harika, çok güzel.
"Tamam," Elinde kalan izmariti ne yapacağını bilemediği için etrafına bakındı, neyse ki Jungkook imdadına yetişmiş ve pervazdaki kül tabağını işaret etmişti. Kendisi neden aşağı atmıştı, sormak istedi ama yalnızca bir günde kaydettiği ilerleme bile hayal edilemeyecek boyuttayken Jungkook'un üzerine düşüp planının suya düşmesini istemedi.
En azından, Jungkook'a iyi geceler dileyip kendi odasına giderken içinden tekrarlayıp inanmaya çalıştığı yalan buydu. Planın suya düşmesini istemedim. Yarın benimle gelmekten vazgeçmesi değildi mesele, sadece planın suya düşmesini istemedim.
Yatağına girip uykuya dalana kadar telefonuyla uğraşmayı planlıyordu ki, ekran aydınlanır aydınlanmaz bildirim panelinde Jungkook'un kendisini takip ettiğini görmüş ve dakikalar süren bir çatışmanın ardından nefesi tutuk, gözleri sıkıca kapalı bir halde yaşça küçük olana takip etme isteği yollamıştı. Kabul edeceğini düşünmüyordu, Taehyung'un hesabı zaten gizli değildi ve Jungkook'un onu takip etmek için kendisiyle samimi olmasına gerek yoktu. Yeteneğini beğendiğini zaten söylemişti, resimler için Taehyung'u takip etmişti. Panik içinde yolladığı isteği geri almaya yeltendi.
Ama Jeon Jungkook hemen bir kat aşağısında, binanın denize bakan tarafında, yorganının altında telefonunun ekranına sırıtarak bakarken Kim Taehyung'un takip isteğini kabul etmiş ve zafer yumruğunu havaya savurmak amacıyla yorganı başından çekip fırlatmıştı.
Gecenin geri kalanı sanal casuslukla geçmişti. Jungkook son derece başarılıydı ama Taehyung yüz yirmi altı hafta önce paylaşılan bir gönderiyi yanlışlıkla beğendi ve sonra da sabaha kadar ağladı.
Ortak yanları vardı. İkisi de yarın için heyecanlıydı. İkisi de birbirini daha çok tanımak ve birlikte vakit geçirmek istiyordu. İkisi de Taehyung'un yeteneğini ve Jungkook'un ojelerini seviyordu. İkisinin de vazgeçemediği alışkanlıkları vardı.
İşte tam da bu yüzden, ikisinin de kendilerini bekleyen o büyük aşktan haberi yoktu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro