19; bad guy
üç ay oldu ama üç sene gibi hissediyorum gerçekten. çok zor zamanlardan geçtim ama geri dönmeyi başardım!! bekleyen herkese çokkk teşekkür ederim, upuzun bi bölüm getirdim size, yorumlarda küfür etmeyelim olur mu <33 iyi okumalar aşklarım mika out
Arabada yan yana oturamadıkları yetmiyormuş gibi, şimdi yükselen asansörde sevgilisinden uzakta durmak Jeon Jungkook'u hiç olmadığı kadar geriyor, endişeyle çırpınan kalbini iyice zorluyordu. Bakışlarını asansör aynasındaki yansımasına değdirdiğinde sevgilisinin kendi eline baktığını görmüş ve istemsizce avuç içine o sakinleştirici resmi çizmeye çalıştığını fark etmişti. Yıllar öncesinden kalan bir alışkanlık.
Alışkanlıklar zor geçiyordu.
Taehyung Jungkook'un babasını yalnızca homofobik olarak biliyordu, aralarında geçen her şeyden haberdar değildi. Jungkook'un genç yaşında bir gay bara sürüklendiğini ve babasının fotoğrafları yok ettiğini biliyordu, Jungkook'un okuldan alındığını ve evde eğitim görmeye başladığını biliyordu. Jungkook'un evde yapayalnız kaldığını, kapana kısılmış hissettiğini biliyordu. Çünkü Jungkook'tan sadece bu kadarını dinlemişti. Jungkook çektiği eziyetleri ona anlatmamıştı, Jungkook saçlarındaki kırıkları kestirirken hala hıçkıra hıçkıra ağladığını ona söylememişti, Jungkook babasından nasıl korktuğunu asla dillendirmemişti.
Babasının karşısında konu sadece Taehyung olduğunda durabildiğini de söylememişti. Taehyung Jungkook'un o duvar resmini gördüğünü biliyordu yalnızca, aynı gökyüzünü taklit etmeye çalıştığı gece babası Jungkook'u Taeho'nun oğluna zarar vermekle tehdit edince Jeon Jungeun'ı duvara nasıl çarptığını Taehyung bilmiyordu. Kimse bilmiyordu.
"Sen burada bekle," diye mırıldandı odaya girmeden hemen önce ama yanlarında duran adamlar Jungkook'un sevgilisini tüm bu aile dramasından korumasına bile fırsat vermemişlerdi. Jungkook içeri geçer geçmez Taehyung da arkasından güçlü bir şekilde odaya itilmiş, Jungkook'a çarparak duraksamıştı. Jungkook onu tutup da iyi olup olmadığından emin olamadı, genç adamın bakışları yatağın yanında dikilen kadının üzerindeydi. Annesinin üzerinde.
Taehyung kendini toparlayıp sevgilisinden bir iki adım geride durdu, onun bakışları da borçlu hissettiği için kendinden nefret ettiği adamı bulmuştu.
Konuşulmayan bazı gerçekler vardı. Mesela Jungkook, Taehyung onu sevdiği için kendisini babasına karşı suçlu hissediyor sanıyordu. Bunu Galler'de yalnızca yarım saattir tanıdığı yaşlı bir adamla bile paylaşabilmişti, ama üzüntüsünü asla Taehyung'la paylaşıp aralarındaki bu iletişimsizlik sorununu çözememişti. Ya da Taehyung. Taehyung Bay Jeon'a minnet duymuyordu, Jungkook'a çektirdiği işkenceleri de bilmiyordu. Jungkook'u üzdüğünü biliyordu sadece, Taehyung için yeterliydi bu. Sevgilisini üzen bir adama minnet duyamazdı, hissettiği bu borçluluk duygusunu da para kazanıp geri ödeyerek kapatacaktı. Ama Taehyung da bunu Jungkook'a söylememişti. Konusu açılmamıştı, Taehyung da açmamıştı. Baban o gece karakoldan kurtardı beni, demişti. Operasyon günlüğüne yazmıştı, Jungkook okuduğuna değil düşündüğüne inanmıştı.
Şu an başlarına gelen olayla ilgili tek şansları, birazdan tüm bu yanlış anlaşılmaların çözülecek olmasıydı.
"Hoş geldiniz," Yataktaki adam hırıltılı sesiyle konuştuğunda Jungkook'un bakışları en sonunda ona dönebilmişti. "Yaklaşsanıza."
İki genç adam da hareket etmedi, Jungkook Taehyung yaklaşır korkusuyla tuttuğu nefesini salıp rahatlattı gövdesini. "Yaklaşsınlar," dedi babası bu sefer. Arkalarında kalan adamlar çift bir şey diyemeden onları iteleyerek yatağa yaklaşmaya zorladı.
"Taehyung, oğlum, yangından kurtulmana çok sevindim," dedi Bay Jeon gülümseyerek, Taehyung'u bir kere bile aramamış oluşu onu rahatsız etmiyormuş gibiydi. "Teşekkür ederim. Oğlumu bana getirdiğin için."
Taehyung bir şey diyemedi, ortamdaki gerginlik elle tutulur cinstendi sanki.
"Ve Jungkook," Babası annesinden yardım isteyip yatakta zorlukla da olsa oturur pozisyona geldi ve konuşmaya devam etmeden önce parmaklarıyla işaret edip Jungkook'un kendisine biraz daha yaklaşmasını sağladı. Taehyung yine birkaç adım gerisindeydi şimdi. "Oğlum."
"Beni görmeyi bu kadar istediğine göre söyleyecek önemli bir şeyin var." dedi Jungkook.
Babası gülümsedi, burun deliklerinden çıkan borulara rağmen nasıl bu durumdan böylesine keyif alıyormuş gibi görünüyordu, iki genç adamın da aklı almıyordu bu durumu. "Çok önemli bir şey," diye onayladı babası, Jungkook nefesini tuttu.
Babasıyla aralarında hiçbir zaman bir yarış olmamıştı, yarışlar iki rakip arasında olurdu çünkü. Hayır, Jungkook ve babasının arasındaki olay daha çok aslan ve ceylan arasındaki ilişkiydi. Yırtıcı, onu yemiyordu belki ama etini sonrası için saklıyordu. Jungkook hiçbir zaman dik başlı olup kendini savunabilen biri olmamıştı, çünkü girdiği her odaya soyadı ondan önce giriyordu, böyle bir şeye ne ihtiyacı olmuştu, ne de cesareti. Ama aynı evin içinde aynı soyada sahip biriyle kıyaslandığında Jungkook'un en iyi yaptığı şey, birisi ona vurduğunda diğer yanağını çevirmekti.
"Sana demiştim." Tek kaşı havalanmıştı, Taehyung neler olup bittiğini anlamıyordu ama Jungkook'un omuzları yavaşça çökmeye başladı. "O özgürlüğün hesabını soracağım, demiştim sana." Bakışları Jungkook'un arkasında kalan Taehyung'u buldu, yüzü imkanı varmış gibi daha da keyifli bir hale büründü. "Hediyemi beğendin mi?"
O gece Bryn'e yakındığı gibiydi. Babası Taehyung'u mahvetmişti ve sevgilisinin ruhu duymamıştı.
"İğreniyorum senden." Jungkook'un yüzüne tükürdü. Küçük olan gözlerini yummuş ve tepki verememişti ama kimsenin beklemediği şey tam o an gerçekleşti. Jeon Jungeun lafına devam edemeden Kim Taehyung sevgilisini o ince belinden yakaladığı gibi arkasına almış ve güzel parmaklarını hasta adamın boynuna sarmıştı. Jungkook annesinin bağırdığını duydu, arkasında kalan adamlar kendilerine gelip Taehyung'a saldırırken Jungkook gözlerini yeni açıyordu. Babasının dehşet içindeki suratını, Taehyung'un öfkeyle irileşen gözlerini gördü. Babasının boynunu o kadar sert sıkıyordu ki yaşlı adamın ağzı köpürüyordu. "Seni manyak-" Taehyung başka bir şey diyemeden adamlardan biri onu yakalayıp yataktan uzaklaştırmış, babası Taehyung'un sıkı tutuşu yüzünden genç adam kendisinden uzaklaştırılırken yatakta sarsılarak yığılmıştı. "Nasıl yaparsın böyle bir şeyi- sen-"
Ceylanın o aslana saldırdığı ilk gece, Taehyung'un özgürlüğünün tehlikeye girdiği akşamdı, Taehyung'un böyle bir şeyden haberi bile yokken, hem de. Jungkook o gece karşı gelmişti babasına, o gece ilk defa yeter diye bağırabilmişti, ilk defa o gece aslında özgür olduğunu fark etmişti, tek problem kanatlarının o duvarların arasına sığmamasıydı. Duvarlara sürtünüyordu, uçları kanıyor ve tüylerini döküyordu, Jungkook bir türlü uçamıyordu.
Ama şimdi, Jungkook'un yere inmeye hiç niyeti yoktu.
"Ben buraya sana teşekkür etmek için gelmiştim." Jungkook konuştuğunda odadaki herkesin bakışları ona döndü, küçük olan yüzündeki tükürüğü sildi elinin tersiyle. Şimdi sıra ondaydı. Taehyung'un kendisine aşık olduğu için suçlu hissetmediğini görmüştü saniyeler önce, zaferi tatma sırası Jeon Jungkook'taydı.
Taehyung'un şaşkın suratına gülümseyip sevgilisini adamların tutuşundan nazikçe çekti ve parmaklarını kenetleyip hasta yatağına son kez yaklaştı. "Sayende hayatımın aşkına kavuştum, baba." Tatlı tatlı gülümsedi, burnu kırışmıştı. "Teşekkür ederim." Taehyung'un kendi tarafındaki, tuttuğu elini kaldırdı ve bakışlarını babasının gözlerinden çekmeden elinin üzerine bastırdı dudaklarını.
Öldürürüm seni!
Babasının öksürükleri şiddetlendi, adam belli ki bir çeşit kriz geçiriyordu. Jungkook keyifli bir yüz ifadesiyle uzaklaştı yataktan, hissettiği duygular kendi için değil, Taehyung'un intikamını alabildiği içindi. Burası Jungkook'a iyi gelmiyordu, Jungkook normal şartlarda intikam duygusuyla hareket edecek biri değildi. Elinden gelseydi babasıyla ilgili tüm anıları hafızasından siler ve hayatına Kore'den çok ama çok uzaklarda devam ederdi. Sonra da bakışları sevgilisinin üzerine düştüğü her dakika yaşça büyük olanın neden bu kadar üzgün baktığını sorgulardı.
"Planın geri tepti," diye devam etti konuşmaya, babası büyük ihtimalle onu duymuyordu ama Jungkook içindeki zehri akıtmak ve bir daha arkasına bakmamak istiyordu. "Beni avuçlarının içinde tuttuğunu sanıyordun, değil mi?"
"Jungkook," Taehyung onu tuttuğu elinden çekiştirerek kapıya yönlendirdi. "Hadi gidelim, burada başka bir işimiz kalmadı."
Taehyung'un kendisini o odadan çıkarmasına izin verirken Jungkook bakışlarını babasının gözlerinden ayırmadı. O çaresiz, kaybettiğinin farkında ama aynı zamanda nefretle dolu irislerden alamadı bakışlarını. Bu kadar nefret edilmeyi hak edecek ne yaptığını bilmiyordu.
Ama babasının ne yaptığını biliyordu.
Parmakları biraz daha sıkı kavradı Taehyung'un elini.
Çok iyi biliyordu.
**
"Sana giymen için rahat bir şeyler vermemi ister misin?" Yüzünü kurulayarak Namjoon-ie hyung'unun evinde kaldığı sırada uyuduğu yatağa yaklaştı, Taehyung'un bakışları Jungkook'u duyar duymaz yaşka küçük olanı bulmuş ve sorusunu başını hafifçe iki yana sallayarak yanıtlamıştı. Oturduğu yerde elini yumuşak yüzeye sürterek Jungkook'u yanına çağırdı, Jungkook oturduğunda da beklemeden kollarını etrafına sarmış ve birkaç saniye boyunca sakinleşmeye çalışmıştı. "İyi misin?" diye sordu. "Nasıl hissediyorsun?"
Jungkook derin bir nefes alarak onun kokusunu içine çekti, hastaneden geleli neredeyse bir saat oluyordu ama ruhları hala yerine geri oturmuş değildi. Taehyung'un babasına nasıl da saldırdığını hatırladıkça keyfi yerine geliyordu. Taehyung her şeyi bilmeden, yalnızca Jungkook'u korumak için kalkışmıştı böyle bir şeye. Jungkook'un rahat hissetmediği bir ortamda aşağılandığını görmüş ve onu savunmuştu. Jungkook'un yapacağını asla düşünmediği bir şekilde, hem de.
"Bana anlatman gereken şeyler var, değil mi?" diye sorarak devam etti Taehyung konuşmaya, Jungkook'tan herhangi bir yanıt alamadığında.
"Var," diye onayladı Jungkook. "Ama üzülmenden korkuyorum."
"Jungkook," Kendini az da olsa geriye çekerek bakışlarını buluşturmuştu şimdi, kolları Jungkook'un beline sarıldı nazikçe. "Babanla ilgili üzüleceğim hiçbir şey yok artık, hala farkında değil misin?"
Küçük olanın dudakları ağzının içine doğru kıvrıldı. Artık farkındaydı, bir saattir farkındaydı bu durumun, yine de Taehyung'un ağzından çıkanları duymak paha biçilemezdi.
"En başta sana gelme sebebim babandı evet," diye açıklamaya çalıştı Taehyung, yangın gecesi Galler'de bir türlü söyleyemediği kelimeleri sıralayarak. "Çünkü bana karşı o kadar iyiydi ki. Yalnızca bana karşı da değil, babama ve Seokjin-ie hyung'a karşı da oldukça nazikti. Üniversitede bir kız arkadaşım olduğunda sırtımı nasıl sıvazladığını anlatamam sana."
"Kadın olduğu içindir," diye homurdandı.
"Öyleymiş, bu durumun farkındayım artık. Babanın homofobik olduğunu biliyorum. Baban homofobik olmasaydı, binlerce can kurtarsaydı, ne bileyim ben, kansere falan çare bulsaydı; yine de bugün onunla ilgili üzüleceğim bir şey olmazdı." Devam etmeden önce başını hafifçe eğip Jungkook'un kaçırdığı bakışlarını yakalamaya çalıştı. "Çünkü seni üzdüğünü biliyorum, ondan nefret etmem için yeterli bir sebep bu."
"Babamın sana karşı bu kadar iyi olmasının bir sebebi vardı."
Taehyung sustu, Jungkook'un konuya bu kadar çabuk girmesini beklememesi bir yana, duyduğu şey de duymayı beklediği en son şey olmalıydı. "Efendim?"
"Zamanında seni yakalayıp özgürlüğünün hesabını soracağını söylemişti." Taehyung'un hiçbir şeye anlam veremediğini haykıran yüz ifadesini görünce bir şey daha söylemesine fırsat vermeden devam etmişti açıklamaya. "O yüzden yolladı seni peşimden. Niyeti hiçbir zaman benden özür dilemek olmadı, Taehyung. Niyeti seni görmemdi. Onun kuklası olduğunu, ipleri elinde tuttuğunu görmemdi."
"Jungkook..." Taehyung yutkundu, anlamıyordu.
"En baştan başlayayım," Yaşça küçük olan derin bir nefes aldı. "Gay bara gittiğimi ve ortada bazı fotoğraflar olduğunu sana daha önce söylemiştim." Taehyung başını sallayınca Jungkook konuşmaya devam etmişti. "Beni oraya götürenler, okuldan arkadaşlarımdı. Kim Byulsan ve diğer iki arkadaşım." Byulsan'ın ismini özellikle veriyordu çünkü o zamanlar ondan az da olsa hoşlanıyordu, bu durum hoşuna gitmese de ilk öpücüğünü ona vermişti, kendisine böyle bir oyun oynanması belki de bu yüzden canını daha çok yakıyordu. "Okuldan alındım, evde eğitim görmeye başladım ve sonraki yedi ay boyunca evden hiç çıkamadım."
"Ne?"
Dudaklarını ağzının içine doğru kıvırdı, bunları uzun zamandır birine anlatmıyordu. "Dış dünyayla iletişimim tamamen kesilmişti, evde de sürekli olarak hasta olduğum söyleniyordu ve kısa bir süre içinde bu homofobiyi ben de içselleştirdim. Annemle babama... hak vermeye başladım."
Taehyung sevgilisinin belindeki ellerinden birini çekip onun yüzünü avuçladı. "Jungkook."
"Canımı almaya çalıştığım da oldu," diye itiraf etti Jungkook. O zamanki hali yüzünden utanıyordu, hiçbir suçu yoktu ama o çaresiz vaziyetini sevgilisine anlatırken... biraz daha cesur olabilmeyi, Taehyung'un karşısında güçlü görünmeyi arzuluyordu kalbi. Çünkü Galler'deyken öyleydi. Jungkook orada güçlüydü, Taehyung'un oturup da soluklandığı kaldırımdı orada, Taehyung neye ihtiyaç duysa avuçlarının içine bırakandı. Ama Kore'deyken savunmasız, ufacık bir oğlan çocuğuydu sanki, başını kaldırıp da Taehyung'un bakışlarına karşılık veremiyordu. "Aylar sonra Namjoon-ie hyung bize geldiğinde, beni öldürmesini istemiştim. Özür dilerim, bunları duymak istemiyorsun belki de-"
"Jungkook, benimle paylaşmak istediğin her şeyi istiyorum senden." diyerek kesti onun lafını Taehyung. "Bunlar sadece mutluluğun değil. Acını da istiyorum, çaresizliğini de. Sen şimdiye kadar beni nasıl koruyup kolladıysan, ben de öyle sahip çıkmak istiyorum sana." İç geçirdi, uzanıp Jungkook'un yanağını öptü narince. "Lütfen, benim elimi de koy o taşın altına."
"Namjoon-ie hyung o gün beni evden çıkarmayı başardı." Burukça gülümsemişti anılarda kaybolurken. "Senin duvar resmini gördüm o gün."
Taehyung'un nefesi kesildi.
"Hyung saatlerce ilgilendi benimle, doğum günümde beni kaçıracağı bir plan yaptı. O gün eve dönerken bu yüzden mutluydum. Yalnızca birkaç hafta sonra tamamen çıkacaktım çünkü. Bir de..." Taehyung'a baktı. "Odamın duvarına senin gökyüzünü çizecektim. Bana umut vermiştin."
O resim Taehyung'un en çaresiz deneyimlerinden biriydi ve Jungkook'a, daha birbirlerini tanımadıkları zamanlarda bile, çare olmuştu.
"Babam odamın halini görünce kafayı yedi, senin o resmi neden yaptığını da bilmiyor tabii, sevgilim falan sandı. Taeho'nun oğlu..." Kuru kuru güldü. "O gece ilk defa karşı çıktım babama. Saçlarımı kazıyordu, seninle tehdit etti beni. Diyorum ya, o gökyüzü bana umut vermişti ve babam bundan nefret etti. Seni elde edeceğini, o özgürlüğün hesabını soracağını söylüyordu."
Taehyung bir şey diyemedi.
"Bunca yıl, sırf benim canımı yakmak için sana iyi davrandı, Taehyung." dedi Jungkook. "Seni avuçlarının arasına hapsetti, özgürlüğünü aldı elinden. Sonra da peşimden yolladı, karşıma çıkmanı sağladı ki onun kazandığını görebileyim."
Odaya aslında birkaç dakika süren ama asırlar geçmiş gibi hissettiren bir sessizlik çöktü. Jungkook Taehyung'un ellerini tutmuş, cildini dokunmaya kıyamıyormuş gibi okşamaya başlamıştı. Taehyung boşluğa bakıyordu, dalıp gitmişti gözleri. Sanki o an Jungkook'la beraber değildi o odada, o güzel aklından kim bilir neler geçiyordu...
Ayağa fırladı bir anda, Jungkook tuttuğu ellerinden çekerek gitmesine engel olmaya çalışmıştı ama Taehyung'un ilk defa böylesine bir güç gösterdiğine şahit oluyordu; hastanede kendisini yakalayıp geriye çekmesi şu an uyguladığı kuvvet karşısında hiçbir şeydi. "Bırak beni," dedi ölüm gibi bir sesle. "Geberteceğim onu."
"Taehy-"
"Bırak beni!" Jungkook'un tutuşundan kurtulmaya çalıştı, çırpınışları boşunaydı ama uzun bir süre debelendi pes etmeden. Ağlamaya başladığını fark etmemişti, birkaç dakika sonra Jungkook onu yatağa çekerken Taehyung hala yırtınıyor, kendisini bırakması ve babasını yok etmesine izin vermesi için sevgilisine adeta yalvarıyordu. "Bilmiyordum," diye sayıklamaya başlamıştı Jungkook onu göğsüne çekerken. Pansiyondayken diğerinin sinesine saklanan kendisiydi, şimdiyse roller değişmişti. "Yemin ederim bilmiyordum Jungkook."
"Tamam, tamam..."
"Aklım almıyor, bir insan nasıl bu kadar kötü olabilir? Bunca yıl, planı bu muydu yani? Sen ne dediğinin farkında mısın, bırak, öldüreyim onu-"
Jungkook bırakmadı, Taehyung onun göğsünde ağlayıp bilmediğine yeminler etmeye ve özür dilemeye devam etti ama Jungkook bırakmadı. Taehyung'a onun suçu olmadığını, böyle bir şeyi tahmin edemeyeceğini söyledi. Uzayan saçlarından geçirdi parmaklarını, ensesini kaşıdı nazikçe. İkisi de o kadar yaralıydı ki, söyleyecek hiçbir şey yoktu kelime haznelerinde. Doğru düzgün aşık olmaya fırsatları bile olmamıştı. Jungkook'a düşerken Taehyung'un kalbinde yatan suçluluk tüm bu deneyimi mahvetmişti belki, belki de Jungkook yıllar sonra bile Taehyung'a aşık olurken her şeyden habersiz olduğunu hatırlayacaktı. Jeon Jungeun hak ettikleri aşkı iki gencin elinden söküp almıştı sanki.
Ben aldığımız her yarayı birlikte kapatmaya hazırım, diye düşündü Jungkook, Taehyung'un hıçkırıkları daha sakin bir hal alırken.
"Jungkook," diye mırıldandı Taehyung dudaklarını onun boynuna bastırmadan hemen önce. "Galler'de seninle özgür olmak çok güzel olurdu."
**
"Jungkook," Anahtarını kilide sokmadan önce Taehyung sevgilisine bakmıştı. "Babama bugün olanlardan bahsetmeyelim, olur mu?"
"Söylemene gerek bile yok," dedi Jungkook anlayışla gülümseyerek. Taehyung başını sallayarak kapıyı açtı ve "Biz geldik!" diye seslenerek Jungkook'u içeriye aldı.
"Hoş geldiniz." Kim Taeho heyecanla oğlunu ve onun erkek arkadaşını koridorda karşılamıştı, Jungkook irileşen gözleriyle ne yapacağını bilemedi ve doksan derece eğiliverdi. Taehyung kıkırdayarak ayakkabılarını çıkarıyordu. Jungkook doğrulmuş, elindeki buketi yaşlı adama uzatmıştı. "Ah, çok teşekkür ederim." dedi evin babası içten bir gülümsemeyle. "Hadi ayakkabılarını çıkar sen de oğlum, kapıda kalmayın."
"Imm, çok güzel kokuyor," dedi Taehyung ufak mutfaktan geçip salona ilerlerken. Jungkook da hevesle salladı başını, elleri vücudunun iki yanında bacaklarına yaslıydı, asker gibi görünüyordu. "Evet, harika kokuyor!"
Kim Taeho güldü, sonra da Jungkook'u rahatlatır umuduyla küçük adama yaklaşmış ve Jungkook şok geçirirken kollarını etrafına sarıp sıkıca sarılmıştı. "Siz Taehyung'la oturun burada, ben de sofrayı kurayım."
"Yardım edelim," dedi Jungkook, Taeho baba kendisinden uzaklaştığında, iki büklüm.
"Daha ilk gelişinde iş yaptırmam," dedi yaşlı adam, mutfağa dönerken. "Sonrakilerde."
Gelecek zamanlar için süresiz bir teklif almış gibi kendisinden uzaklaşan adamın arkasından saf saf gülümsemeye başladı Jungkook, Taehyung onun elini tutup koltukta yanına oturturken yanakları kıpkırmızıydı, Taehyung onun bu haline gülüyordu. "Sonrakilerde," diye fısıldayarak tekrarladı babasının söylediğini, heyecanla.
Taehyung dayanamayıp kıkırdamıştı, Jungkook'un yanaklarını sıkıştırdı avuç içleriyle. Sonra da onu ortama biraz daha alıştırmak ve heyecanını yatıştırmak için etrafı göstermeye başladı. "Bak," İşaret parmağı karşı duvara doğrulmuştu. "Sana söylemiştim."
Duvarda bir düzine çerçeve vardı, hepsinde de Taehyung'un resim yarışmasındaki başarısıyla ilgili bir yazı yer alıyordu. Jungkook merakla ayaklanmış, duvara yaklaşıp yazılardan birini okumaya başlamıştı. Gazetede Taehyung'la beraber birincinin ve üçüncünün de fotoğrafı vardı, sevgilisinin liseli halleri çok komik görünüyordu. "Bak, bu da benim ikinci doğum günümden." Jungkook'un ilgisini başka bir yöne çekmişti şimdi, televizyonun yanındaki ufak çerçeveyi gösteriyordu. İşaret ettiği fotoğrafta Taehyung takım elbiseliydi ve kucağında da bir bebek-
"Bir saniye," dedi Jungkook şaşkınlıkla. "Baban mı bu?"
Taehyung güldü. "Sen sandım bir an!" dedi Jungkook çerçeveyi eline alırken. Alt dudağını ısırarak Taehyung'un bebekliğine iç geçirdi, kepçe kulaklarıyle o kadar sevimli görünüyordu ki!
"Bütün albümleri çıkardım," Kim Taeho yanlarına geldiğinde iki genç adam da omzunun üzerinden ona bakmıştı. "Hepsine bakacağız bu akşam," Taehyung'a göz kırptı. "Hepsine."
"Baba!" Taehyung panik içinde onun yanına gitti. "Seninle konuşabilir miyiz biraz?"
Babası elindekileri masaya bırakmış ve kendisini mutfağa sürükleyen oğluna gülmüştü. Jungkook salonda yalnız kalınca çerçeveyi gülerek yerine geri bıraktı ve etrafını incelemeye devam etti. Yıllardır burada oturuyor olmalılardı, Taehyung'la bu konuda konuşup konuşmadığını hatırlayamıyordu ama içinden bir ses Taehyung'un bu evde büyüdüğünü söylüyordu. Nitekim tahminleri doğrulanmış, kendini tutamayıp yardım etmek için gittiği mutfak kapısında çıkmaz kalemle çizilmiş çizgiler ve yanlarına düşülen tarihleri görmüştü. Yıl yıl, Taehyung'un boyu...
Çok güzel büyümüştü. Kıskanmadı, imrenmedi bile. Sevgilisinin böylesine mutlu bir çocukluk geçirmiş olmasına minnet duydu sadece.
"Hah, Jungkook," Taehyung mutfaktan çıkar çıkmaz elindeki tepsiyi sevgilisinin ellerine tutuşturmuştu, babası onun ne yaptığını fark edince "Çocuğa iş yaptırmasana!" diye bağırdı. Taehyung gözlerini devirmiş ama gülüşünü bastıramadan Jungkook'un kulağına eğilmişti. "Ajussi demeni istemiyor," diye fısıldadı. "Baba dersen onu çok mutlu edersin."
O kadar da büyütülecek bir şey değildi. Gerçekten. Kore'de işler zaten böyle yürüyordu, o an karşısında evin babası varsa baba, annesi varsa anne diye hitap etmeliydi. Ama Jungkook evlat edinilmiş gibi mutlu oldu, sırtını kapının pervazına yaslamak ve Taehyung'unkilere yıllar önce son verildiği halde kendi boyunun da ölçülüp oraya not düşülmesini istedi. Başını sallayıp Taehyung'un verdiği tepsiyi masaya götürdü, üzerindeki tabakları yerlerine koymaya başladı.
Daha masaya yeni oturmuşlardı ki kapı çaldı, Taehyung ve babası şaşkınlıkla birbirlerine bakıp birini bekleyip beklemediklerini sorgulamışlardı. İlk hatırlayan Kim Taeho oldu. "Seokjin-ie olmalı, erzak getirecekti."
Taehyung başını sallayıp aceleyle masadan kalktı, onun kapıyı açmasıyla Kim Seokjin'in sesi evin bütün duvarlarında yankılanmıştı. "Aigo, benim küçüğüm. Baba nerede?"
"Seokjin içeri gel!" diye seslendi Taeho.
"Bu kadar ısrara karşı koyamam-" Kim Seokjin gülerek salona Taehyung'dan önce varmış, Jungkook'u gördüğü an şaşkınlıkla duraksamıştı. Jungkook oturduğu yerden ayaklanıp selam vermeye çalıştı, şimdi Taehyung da gelmiş, Seokjin'in elinden aldığı erzak kutusunu mutfağa götürüyordu. "Oğlum, hyung'una da tabak getir!"
"Ben rahatsız etmeseydim?" dedi Seokjin soru sorarcasına, Jungkook'un selamına karşılık verdikten sonra. "Saçmalama, gel şuraya," dedi Taeho hemen yanını işaret edip. "Sen Jungkook oğlumu tanıyorsun, değil mi?"
İki genç adam aynı anda onaylayarak yanıtladı soruyu, Jungkook karıştığına pişman olup kızarmıştı. Taehyung en sonunda pirinç dolu bir kaseyle masaya dönüp hyung'una vermişti.
Kim Taeho yemeğiyle ilgilenirken Jungkook, Seokjin ve Taehyung arasındaki bakışmaya şahit oldu. Büyük olanın bakışları dehşet içindeydi, Taehyung'sa kaşını gözünü kıvırıp olan biteni anlatıyordu. Jungkook aralarındaki bu iletişime hayran olmadan edemedi, Kim Seokjin en sonunda Jungkook'un bu eve Taehyung'un sevgilisi olarak geldiğini, Kim Taeho'nun oğlunun ilişkisini desteklediğini anlamış ve keyifle yemeğine dönmüştü. Saatlerce kaldılar o sofrada, öyle güzel muhabbetler edildi ki Jungkook bu ülkede nefes nasıl alınır onu öğrendi.
"Ben soju alıp gelsem mi?" diye sordu Seokjin avuçlarını yalvarır gibi birleştirip Taeho'ya dönerek. "Ha baba?"
"Evde var zaten." diye sözünü kesti Taehyung. "Jungkook geliyor diye aldık," Sevgilisine bakıp gülümsedi.
"Yok artık!" Seokjin tabağındaki et parçasını Jungkook'un tabağına bıraktı teşekkür anlamında. "Kıymetini bil Jungkook, gerçekten seviliyorsun demek ki."
"Siz normalde tüketmiyorsanız lütfen benim için içmek zorunda hissetmeyin," dedi Jungkook mahcupça.
Baba oğul bir şey diyemeden Seokjin kahkaha atmaya başlamıştı. "Tüketmiyor değiller, tüketemiyorlar."
"Seokjin-ah!" ve "Hyung!" mızmızlanmaları arasında Jungkook o kadar mutlu hissediyordu ki Kim Seokjin'in gittikçe güçlenen kahkahalarına gülümsemeden edemedi. "İkisi de ilk bardakta sarhoş oluyor!" diye ekledi genç adam, gülmeye devam ederken.
**
"Bu akşam çok güzeldi."
Jungkook'u almaya gelmesi için aradıkları Namjoon'u beklerken kaldırımda oturmuş, başlarını birbirlerine yaslamışlerdı. Jungkook'un sağ eli Taehyung'un iki elinin arasında, yaşça büyük olanın kucağındaydı. Saatin geç olmasından kaynaklı, semtin kalabalık olmayışından cesaret alarak böyle duruyorlardı yoksa normal şartlarda Kore'de aşklarını böyle rahat yaşayamayacaklarının ikisi de farkındaydı.
"Özellikle de çocukluk fotoğrafların," diye ekledi Jungkook gülerek.
Taehyung mızmızlanarak yüzünü onun boynuna sakladı, tam anlamıyla sarhoş sayılmazdı ama kafası pek de yerinde değildi. "Kim Taehyung?"
"Hm?"
"Beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin bile edemezsin."
Taehyung onun elini biraz daha sıkıp boynuna tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. "Bu daha başlangıç."
"Seni karşıma çıkaran her şey için o kadar minnettarım ki," Alkol eşiği Taehyung'unkine kıyasla çok daha yüksekti ama Jungkook'un da çenesi açılmıştı bir kere. "Bugün babama teşekkür ederken ironi yapmıyordum."
"Jungkook, artık o adam hakkında konuşmamıza gerek yok." dedi Taehyung, dili dolanıyordu. "Bundan sonra biz yaralı iki adam değiliz. İyileşen iki aşığız."
Yaşça küçük olan saf saf gülümsedi boş sokağı izlerken. "Öyleyiz."
"Babam seneye emekli oluyor, alacağı toplu parayla benim bursumu geri ödeyeceğiz." dedi Taehyung, Jungkook'un gülüşünün yüzünde donmasına sebep olarak. Genç adamın bundan haberi yoktu, Taehyung böyle kendinden emin konuştuğuna göre bu kararı babasıyla konuşup ortak bir şekilde vermişlerdi. "Hiçbir borcumuz kalmayacak onlara."
"Ortada borç yok ki," dedi Jungkook yumuşak bir tavırla, Taehyung'u kızdırmaktan çekinerek. "O paranın karşılığını fazlasıyla aldılar senden."
"Olmaz-"
"Hem, o benim de param." diye devam etti Jungkook. "Sevgilimi okutmuşum işte, fena mı?"
"Olmaz," diye tekrarladı Taehyung.
"Babam şerefsizin teki diye parasını yemeyecek değilim Taehyung, sevgilin o kadar da aptal değil."
"I-ım, benim sevgilim harika biri." Onun söylediğiyle Jungkook boştaki elini onun çenesine kaldırmış ve boynundan uzaklaştırıp yüz yüze gelmelerini sağlamıştı. "Tanısan çok seversin."
"Öyle mi?" Gülümsemesini bozmadan burnunu Taehyung'un burnuna sürttü. Şimdi Taehyung da saf saf gülümsüyordu, Jungkook'un tuttuğu elini kaldırıp dudaklarını avuç içine bastırdı. Birkaç saniye sonra yine eski pozisyonlarına geri dönmüşler, sokağın uzak tarafında görünen az da olsa hareketli caddeyi izlemeye kaldıkları yerden devam etmişlerdi.
"Buraya geldiğin için teşekkür ederim." dedi Taehyung dakikalar sonra. Jungkook şaşırmıştı ama bir şey söylemeden sevgilisinin konuşmaya devam etmesini bekledi. "Benimle bu kenar mahalleye geldiğin, bizimle o sofraya oturup ne pişirdiysek zevkle yediğin için... çok teşekkür ederim."
"Bunda teşekkür edilecek ne var ki?" diye sordu Jungkook dürüst bir merakla.
"Ben babamdan asla utanmadım." diye açıklamaya çalıştı Taehyung. "Ama yıllar boyunca, Bay Jeon'un gösterdiği o hayata imrenmeden de edemedim. İşte bundan utanıyorum."
"Taehyung, asgari maaşla çalışan bir işçinin, sanatçı çocuğusun." diye karşılık verdi Jungkook, sevgilisinin onu yanlış anlamayacağına güvenerek dürüst davranıyordu. "Böyle hissetmen çok doğal."
"Böyle mi düşünüyorsun gerçekten?"
"Elbette." Jungkook burukça gülümsedi. "Sosyal anlamda, ekonomik anlamda, bir erkek arkadaşın olduğunu da düşünürsek, hukuki anlamda bile, hak ettiğin yerde değilsin." Başını hafifçe yana çevirip Taehyung'un elmacık kemiğine bastırdı dudaklarını. "Çok daha iyilerini hak ediyorsun. Sanatınla tanınmayı, yürüdüğün sokakta saygı görmeyi, canın ne zaman isterse babana et ısmarlayabilmeyi hak ediyorsun."
"Özendiğim insanlar, statülerini istediğim insanlar kötü kalpliydi ama." dedi Taehyung dudaklarını büzerek.
"O zaman biz de başkalarının özeneceği iyi kalpli insanlar oluruz." Taehyung'un omzunda uyuyakalmasından korkuyordu, sesi sevgilisi için bir ninni niteliğindeydi ama bu konuyu konuşmadan, Taehyung'u yarım bir huzurla göndermek istemiyordu yatağına. "Paramız var sonuçta, istediğimizi yaparız bu saatten sonra."
"Senin paran var, benim yok."
Jungkook başını geriye çekip ona baktı. "Hastanenin bahçesinde benim mesleğim var, ben sana bakarım diyordun?" dedi soru sorarcasına. "Benim de param var işte, ben niye sana bakamıyorum?"
"Olmaz..." Kelimeleri iyice bozulmuştu, oturduğu kaldırımda poposu üzerinde dönerek kollarını ve bacaklarını Jungkook'un etrafına sarmış, yaçşa küçük olanı kucaklayışıyla kafeslemişti. "Ben büyüğüm, sen benim bebeğimsin."
"Keşke şu halini videoya çekebilsem," dedi Jungkook gülerek onun koynuna saklanırken.
"Jeon Jungkook?"
"Kim Taehyung?"
"Seni seviyorum."
Jungkook o kadar güzel gülümsedi ki onun göğsüne saklanırken, Taehyung neyi kaçırdığını bilse ömrünün sonuna kadar gözyaşı dökerdi. Jungkook bunu biliyordu. Taehyung'un onu ne kadar sevdiğine bugün defalarca kez şahit olmuştu. En büyük örneği de böylesine güzel bir evi, ailesi, hayatı varken her şeyi bırakıp Jungkook'la buralardan kaçacağına söz vermiş olmasıydı. Bugün onu hayatının bu kısmına dahil ederken Taehyung'un aklından bir kez olsun Jungkook'u kandırmak, bak, Kore'de de güzel insanlar var, diye düşünmesini sağlamak geçmemişti. Taehyung Jungkook'a kendi romanındaki güzel bir sayfayı okutmuştu, o sayfaya kadar okuyan birinin en sevdiği sahneyi göstermişti ama Jungkook biliyordu ki Taehyung onunla o sayfayı çevirmeye, yeni maceralara atılmaya hazırdı.
Sonuçta Kim Taehyung Jeon Jungkook için bir pansiyon değil, sabah ayrılırken üzülüp akşam dönerken mutlu olacağı eviydi.
"Ben de seni." diye karşılık verdi Jungkook, Namjoon'un arabası bulundukları kaldırıma yanaşırken. "Tahmin bile edemeyeceğin kadar, hem de."
Namjoon'un geldiğini fark eden Taehyung utanarak çekti uzuvlarını Jungkook'un etrafından, Jungkook ayaklanıp Taehyung'un ellerini yakalamış ve onu da kaldırmıştı, yaşça büyük olanın bir an için başı döndü.
"Sizi böyle görmek ne güzel," dedi Namjoon gülümseyerek. "Bir gün de benim evimde yemek yiyelim, olur mu Taehyung?"
Taehyung başını salladı gülümseyerek, Jungkook'un belindeki kolu sayesinde dik durabiliyordu. "Ben Taehyung'u eve çıkarıp geleyim," dedi Jungkook, sözde Taehyung onu yolculamak için inmişti sokağa ama hali hiç iç açıcı değildi ve Jungkook onun apartman merdivenlerinden düşüp kendini incitmesinden korkuyordu.
"Tamam." dedi Namjoon. "İyi geceler, Taehyung-ah."
"İyi geceler, hyung." Taehyung bir metre ötesindeki adama el sallarken Jungkook gülerek onu binaya geri sokmuştu. Evin kapısına geldiklerinde Taehyung onu gömleğinin yakasından yakaladı ve dudakları şiddetli bir çarpışmayla birbirini buldu. Jungkook önce şaşırmış, Taehyung'un kapalı göz kapaklarını görünce de kendini akışa bırakıp sevgilisini nazikçe kapının yanındaki duvara yaslamıştı. "Bunca zaman seni öpememek o kadar zordu ki," diye fısıldadı Taehyung, Jungkook onun, sesinin ne kadar ateşli olduğunu bilip bilmediğinden emin değildi ve Taehyung böylesine içki etkisindeyken işi çok da ileri taşımak istemiyordu. Taehyung yine öptü onu, Jungkook'un bacakları tutmadı bir an. Böyle öpüşmeyi nereden öğrenmişti bu lanet olası?
"Taehyung..." dedi nefes nefese.
"...şimdi de doyamıyorum." diye tamamladı cümlesini yaşça büyük olan, bedenini Jungkook'un bedenine sürtmeden hemen önce. Jungkook onu kendinden uzaklaştırırken o kadar zorlanmıştı ki, sanki vücudunun yarısı kendisinden koparılıp Taehyung'a yapışık kalmıştı. Islak öpüşleri birkaç santim uzağında, kızarıp öne çıkmış dudaklarda kendisini beklerken akıl sağlığını koruması çok zordu. "Hiç sırası değil güzelim," dedi kıvranarak. "Baban ve hyung'un şu kapının arkasında, benimki de dışarıda beni bekliyor."
"Dibimdesin ve ben seni özlüyorum." dedi Taehyung üzülerek, genç adamın yakasındaki parmakları ateşte ısınmış bir demir parçası gibi Jungkook'un açık düğmelerinden göğsüne indi. "Hiç adil değil."
Pantolonu iyice sıkılaşırken Jungkook öksürerek kapıyı çalmış ve birinin bir an önce gelip Taehyung'u kendisinden uzaklaştırması konusunda dua etmeye başlamıştı. Kapı açılmadı, Taehyung yine sırnaştı, Jungkook kaçmaya çalıştıkça kendini genç adama bastırıyor ve bir tepki görmeye çalışıyordu.
Jungkook'un dakikalar süren yumruklarının ardından kapı açıldığında Taehyung şaşkınlıkla vatoz dudaklarını Jungkook'un artık moraran teninden çekmiş ve utanarak karşısındaki adama bakmıştı. "Hyung?"
"Temiz hava alınca açılır sandım ama iyice kaybetti kendini," dedi Jungkook her şeye rağmen narin dokunuşlarla sevgilisini Seokjin'e teslim ederken. "Gel bakalım," dedi hyung'u onu kanatlarının altına alıp, uykulu bir sesle.
"Babam nerede?"
"Üçüncü rüyasını görüyor."
"O zaman bir kere daha öpeyim." Jungkook da Seokjin de şok olurken Taehyung kendini sevgilisine doğru fırlatıp kollarını Jungkook'un boynuna sarmış ve gerçekten de son kez öpmüştü dudaklarından. "İyi geceler aşkım."
"İyi geceler," diye mırıldandı Jungkook gülüşünü bastıramadan, onu yine Seokjin'e teslim edip. "İyi geceler, hyung."
"İyi geceler Jungkook-ah." dedi Seokjin Taehyung'u zapdetmeye çalışıp bir yandan da kapıyı kapatmaya uğraşırken. O güzel suratı kapanan kapının ardında yavaşça kaybolurken Taehyung hala Jungkook'a tatlı tatlı el sallıyordu. Kapı tamamen kapanınca genç adam kendini tutamayıp yüzünü avuçladı ve gülerek yere çöktü.
"Kaçıncı katta oturuyor bu çocuk?" diye sordu Namjoon, Jungkook en sonunda kendini binanın dışına atabildiğinde. "Asansör mü çalışmıyordu-" Jungkook'un boynundaki ıslak kızarıklığı görünce sorusu kısılan sesiyle yarım kalmış, irileşen gözleri panik içinde arabaya dönmüştü. Jungkook kıpkırmızı kesilip yolcu kapısına yöneldi.
"Taehyung çok içti sanırım," diye konuşmaya başladı Namjoon, ana caddeye çıktıkları sırada.
"Aslında birkaç bardak içti sadece," diye karşılık verdi Jungkook kıkırdayarak. "Alkol eşiği çok düşük."
"Sen de yeterince içmemiş gibisin."
"İçmedim." dedi dürüstçe. "Taehyung ve babasının kolayca sarhoş olduğunu söyledi Seokjin-ie hyung, onlarla ilgilenirim diye riske atmadım hiç."
Duyduğu isimle Namjoon'un bakışları bir an için yoldan ayrılıp kuzenine dönmüştü. "Kim Seokjin orada mıydı?"
"Evet."
Bunun üzerine Namjoon bir şey demeden birkaç saniye boyunca yolu izlemiş, en sonunda da "Bu geceyi hyung'unla birkaç şişe devirmeden kapatmak istemezsin, değil mi?" diye sormuştu, Jungkook'un yeterince içmemiş oluşuna güvenerek. "Sonuçta sen iyi bir kuzensin?"
Jungkook güldü. "Hiç sormayacaksın sandım, hyung-nim!"
Namjoon da güldü, en sonunda hayatlarında bir şeylerin yolunda gidiyor olması iki tarafı da çok mutlu ediyordu. "Yarın için noterden randevu alalım mı?" diye sordu büyük olan kuzen, yollar boştu ama Namjoon'un evi şehrin diğer tarafındaydı. "Şu dükkan için?"
"Ah, evet, unutmuşum ben onu." dedi Jungkook pencereden dışarıyı, renkli Seul sokaklarını izlerken. Burada doğup büyüdüğü halde şu renklerin tadına bakmak istediği ilk gece hayatı nasıl bir cehenneme sürüklenmişti, bu düşüncenin burukluğu vardı şimdi içinde. Ama önemli değildi, artık her rengi tadabilirdi, artık gökkuşağının altında koşmakta özgürdü. "Sabah Taehyung bir kendine gelsin, o zaman karar verelim."
Namjoon hm'layarak onayladı onun söylediğini. Yine sessiz kaldılar bir süre, en sonunda Namjoon derin bir nefes aldı. "Taehyung gerçekten de babanı öldürmeye mi çalıştı?"
Jungkook baştan aşağı buz kesti. O olay kapandığından beri bulutların üzerinde olduğundan, yeryüzündeki rezaleti düşünmeyi tamamen unutmuştu. "Başı belada mı?" diye sordu korkuyla. "Düşünmeden hareket etti, beni savunmak için-"
"Jungkook, artık Britanya'da değilsin." dedi Namjoon yumuşak, kuzenini sakinleştirmeye çalışan bir ses tonuyla. "Burada sahipsiz değilsin küçüğüm, benim olduğum yerde sen ya da sevdiğin birinin başı dertte olabilir mi sence?"
Jungkook'un büründüğü sessizlikten minnet yayılıyordu adeta.
"Oradayken bile elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım sana. Olmadım mı?" diye devam etti Namjoon sorularına, üzgünce.
"Oldun, hyung." dedi Jungkook hemen.
"Konuyu açtım, çünkü bilmem gereken bir ayrıntı varsa bana söylemeni istiyorum. Yarın bu konu önümüze geldiğinde bilmediğim bir şey yüzünden ben olaya el atamadan sana yansımasın diye."
"Anladım." diye mırıldandı küçük olan. Namjoon içki almak için semtlerindeki bir markette durup kemerini çözdü. "Bu gece uzun olacak." dedi kuzenine bakarak. "Atıştırmalık bir şeyler de ister misin?"
**
"Çok mutlu görünüyorsun?" dedi Junghyun gülerek, soru sorarcasına. Arabasının kilidini açıp Jungkook'a sarıldı hafifçe, tek koluyla. "Noterden geliyorum," diye açıkladı Jungkook da heyecanla. "Taehyung için internet üzerinden bir dükkan açtık, artık telif hakkını kaybetmeden çok daha fazla satış yapabilecek."
"Harika bir haber bu." dedi abisi içten bir sevinçle. Arabaya bindiklerinde kravatını gevşetti tek eliyle.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Jungkook.
"Saçlarımı kestirmem lazım." dedi Junghyun arabayı çalıştırıp. "Kuaföre gidelim, aklında varsa bana yeni bir model önerebilirsin belki."
"Ah."
Arabayı otoparkın dışına sürdü. "Sen de bir şeyler yaptırmak istemez misin?" diye sordu Junghyun ilgiyle. "Şöyle uçlardan kırıkları aldırırsın, belki boyatırsın?"
"Boyatır mıyım?"
"Böyle güzel saçların varken nasıl boyatmamışsın bu zamana kadar, hayret ediyorum gerçekten."
Jungkook yutkundu. "Saçlarıma dokunmayı sevdiğimi söyleyemem."
Junghyun omuz silkti. "Sen bilirsin. Ama bence mavi ya da gri çok yakışırdı." Kardeşine yandan, muzip bir bakış attı. "Taehyung'un da çok hoşuna giderdi."
Jungkook bakışlarını penceresinden dışarı dikmiş, durdukları kırmızı ışıkta karşıya geçen yayaları izlemeye başlamıştı. Aralarında lise öğrencileri de vardı, sanki şehirde herkes eğleniyordu.
"Seni üzmek istemedim." dedi abisi. "Sadece... gençsin, yaşıtların gibi cıvıl cıvıl olmanı istiyorum."
"Sen çok mu yaşlısın?" diye sordu Jungkook gülerek. Abisi de gülmüştü hafifçe. "Benim durumum farklı," diye açıklamaya çalıştı. "Benim o şirkette bir sorumluluğum var, bir anda saçlarımı yeşile boyayıp gidemem oraya." Arabayı vardıkları alışveriş merkezinin otoparkına sürdü, bahsettiği kuaför burada olmalıydı.
"İsteyerek mi yapıyorsun bu işi?" diye sordu Jungkook bir anda. Kendisine hiçbir zaman şirketin başına geçmek isteyip istemediği sorulmamıştı ama komik olan şuydu ki, Junghyun'a da sorulmamıştı. Genç adam doğduğu andan beri bu pozisyon için yetiştiriliyordu, belki de yaşıtlarından daha büyük gösterme sebebi de buydu. Abisinin onunla ilgilenmeye fırsatı olmadığı kadar, Jungkook'un da Junghyun'a nasıl olduğunu sorma şansı olmamıştı.
"Başka bir hayal kurmadım ki." dedi Junghyun kemerini çözerken. Arabadan aynı anda indiler, Junghyun anahtarın düğmesine basıp aracını kilitledi ve birlikte alışveriş merkezine çıkan asansörlere yöneldiler. "Ama şu an başka bir iş yapmak ister miydim, onu da bilmiyorum." diye devam etti konuşmaya. "Olduğum yerde mutsuz değilim. Sen yurtdışındayken sana para yollayabilmek, şimdi canın ne isterse bunu anında sağlayabiliyor olmak hoşuma gidiyor. Sadece senin için de değil, Minji öyle biri değil ama diyelim ki benden bir şey istedi, bunu anında ayaklarına getirebilirim ve sadece bunun için bile şükran doluyum."
"Haklısın," dedi Jungkook. "Herkesin böyle bir şansı olmuyor." Derin bir nefes aldı. "Ona dükkanı anlattığımda Taehyung'un surat ifadesini görmeliydin. Daha dün gece maddi durumundan ve sosyal statüsünden şikayet ediyordu, bu durumun onu ne kadar üzdüğünü biliyorum. Şimdi ona böyle bir fırsat sunuyorum ve kabul ederken bile gözyaşı döküyor..."
"Neden?" diye sordu Junghyun üzgünce, kuaförün olduğu katta indiklerinde.
"Çünkü Taehyung'un bana böyle fırsatlar sunma şansı yok."
Junghyun iç geçirdi, kuaföre girdikleri için konuşmaya devam etmemişti. Onun geldiğini gören çalışanlar hemen kendisi ve kardeşiyle ilgilenmeye girişmişlerdi, Jungkook ne olduğunu anlamadan kendini abisinin yanındaki sandalyede, aynaya bakıyorken buldu. "Çok kısa, azıcık," diyordu yalvarırcasına. "Uçlardan sadece."
"Endişelenmeyin," diye güvence verdi kuaför. "Bu saçlara istesem de kıyamam. Ama uçları gerçekten yıpranmış, onları keseceğim sadece."
"Tamam..."
"Jihyuk, sonra da bir renk kataloğu görebilir miyiz?" diye sordu Junghyun, gözlerini kapatmıştı kendi saçları kesilirken. "Jungkook belki bir şeyler beğenir."
"Elbette, Bay Jeon." dedi kuaför işine girişmeden önce.
Yalnızca bir saat sonra Jungkook az da olsa kısalmış, omuz seviyesine gelmiş saçlarında folyoyla rahat koltukta oturuyor, başka bir çalışan onun manikürünü yaparken abisi hemen yanındaki koltukta onu izliyordu. Tüm bu senaryo Jungkook'un hayallerinin asla ulaşamayacağı bir seviyedeydi ama keyfine diyecek yoktu. Kore'ye döndüklerinden beri ilgilenemediği tırnakları hayatında ilk defa profesyonel bir bakım görüyordu ve bunun fikri abisinden çıkmıştı. Her şey bir rüyaydı sanki.
"Dün akşam nasıl geçti?" diye sordu Junghyun koltuğunun kol kısmından kardeşine doğru eğilerek.
"Çok güzeldi," dedi Jungkook deli gibi gülümseyerek, ağzı yırtılacaktı mutluluktan. "Babası o kadar iyi biri ki. Bana kendi oğluymuşum gibi davrandı, bütün gece dertleşip eğlendik, Taehyung'un çocukluk fotoğraflarına baktık, sarhoş olduk..."
Abisi gerçekten de mutlu görünüyordu. "Bu da senin ona sunamayacağın bir fırsat." dedi yavaşça. "Sen sevgiline gerçek bir baba veremezsin."
Jungkook duraksadı. "Doğru..."
"Bence çok güzel oldunuz, dışarıdan bakınca çok dengeli duruyor gerçekten."
"Öyle mi dersin?"
"Elbette. Sende maddi kaynaklar var, onda manevi. Dışarıdan öyle görünüyor en azından."
"Neden?" diye sordu Jungkook kaşlarını çatarak. "Benim de manevi kaynaklarım var?"
Junghyun duraksadı, beklentiyle kardeşinin yüzüne bakmaya başladı.
"Abim var benim." dedi Jungkook. "Kapı gibi abim var arkamda." Abisinin şok olduğunu, gözlerinin buğulanmaya başladığını fark edince bakışlarını kaçırdı hemen. "Kuzenim de var. Sahipsiz miyim ben?"
"Değilsin!" dedi Junghyun bir anda yükselerek, Jungkook dudaklarını ağzının içine kıvırarak gülüşünü gizlemeye çalıştı. "Abin var tabii, aynen öyle!"
"Minji-ssi ve sen de çok yakışıyorsunuz." dedi Jungkook ekleme ihtiyacı duyarak. Çiftle çok vakit geçirdiği söylenemezdi ama bu iltifatı abisine karşı bir borç bilmişti, Junghyun kardeşi ve Taehyung konusunda çok destekleyiciydi.
Jeon Junghyun'un yüzü duyduğu şeyle beraber aydınlandı. İlişkilerini gizli yaşamak zorunda olduklarından olsa gerek, daha önce böyle bir cümle duymadığı belli oluyordu, buruk bir his kapladı Jungkook'un içini. "Gerçekten mi?"
"Gerçekten." dedi gülümseyerek. "Sizinle daha fazla vakit geçirmek isterim. Şirkette değil ama. Ev ortamında, biz bize."
Abisi minnetle gülümsedi, onun da bu fikirden haz aldığı belli oluyordu. "En kısa zamanda ayarlayalım. Ama, şirket demişken-"
Junghyun'un cümlesi yanlarına gelen Jihyuk'la yarıda kesilmişti. "Tırnaklarınız bittiyse boyaya geçelim," dedi kuaför.
"Şirket demişken," diye devam etti lafına Junghyun, yerleri değişip Jungkook'un saçları boyanırken. "Yarın, senin için de uygunsa, şirkete gelmeni istiyorum."
"Ne?"
"Uygun değilse ertesi gün de olur. Ama gelmeni istiyorum."
"Hangi sıfatla?" diye sordu küçük olan, sesinde şüpheyle.
"Küçük varis olarak."
Jungkook bir karşılık vermedi, Junghyun'sa kardeşi kabuğuna çekilip de teklifini reddetmeden aceleyle devam etmişti konuşmaya. "Sana bir sürpriz hazırladım. O kadar uzun zaman oldu ki bunu planlayalı... Sırf bunun için ta en başında Taehyung'a seninle ilgili bilgi vermiştim, Kore'ye dönmeni sadece bu yüzden istiyordum."
"Ben..." Yutkundu. "Ben böyle şeylerden çok geriliyorum."
"Biliyorum, düşüncelerini tahmin de ediyorum. Ama lütfen bana güven."
"Neyle ilgili bu?"
"Abin olarak zamanında sana sunmam gereken bir şeydi." dedi Junghyun, ses tonunda bir gram bile yalan yoktu, sanki dünyaları kardeşinin önüne seriyordu o an. "Lütfen sorma, ne olduğunu söylersem gerilip o kabuğun arkasına saklanacaksın yine."
"O kabuk yıllarca korudu beni." dedi Jungkook savunmaya geçerek. Kendini tutamamıştı. Junghyun üstelemedi ama sebebi tamamen yalnız olmamaları ve insanların içindeyken daha fazla ayrıntıya girmek istememesinden kaynaklanıyordu.
O an kuafördeki herkes Jungkook'a hayranlıkla bakarken abisinin peşinden kırmızı yanaklarla terk etti dükkanı Jungkook. Junghyun'un adımları otoparka inen asansörlere değil, kardeşinin koluna girdikten sonra başka bir tarafa yönelmişti. "Daha birkaç saat önce konuştuk karşımızdakine sunabileceğimiz fırsatları." dedi abisi. "Eğer sürprizin ne olduğunu söylersem o kabuğa çekilip sahip olduğun gücü kullanmamış olacaksın."
Jungkook iç geçirirken kardeşini pahalı bir erkek giyim mağazasına soktu ve küçük olanı hiç durmadan takım elbiselerin olduğu reyona doğru sürüklemeye başladı. "Çok yakışıklı olacaksın, herkesin nutku tutulacak." dedi Junghyun keyif dolu bir gülümsemeyle. Yanlarına yaklaşan çalışandan spesifik olarak, Jungkook'un kesinlikle anlamadığı bir takım rica etti. Birkaç dakika sonra Jungkook beyaz bir gömlek, siyah bir pantolon ve deri kemerle kabinlere itilmişti. İç geçirip başını kaldırdı ve birkaç saniye boyunca oldukça yüksekteki tavanı izleyip sakinleşmeye çalıştı.
Sonra da abisinin aklında ne varsa, sorgulamadan uydu.
**
Ertesi sabah Junghyun'un şirketten yolladığı şoför dün akşam Jungkook'a aldıkları takım elbiseyi kuru temizlemeden alıp Namjoon'un evine getirmiş, Jungkook hazırlanana kadar apartmanın önünde, siyah Mercedes'in kapısında hazır bir şekilde beklemişti.
Jungkook'sa Namjoon-ie hyung'unun odasındaki aynanın önünde sinir krizi geçiriyordu. Abisinin onu kurtların önüne atmayacağını biliyordu ama sürprizdeki bu bilinmezlik derinlere gömmeye çalıştığı kaygı bozukluğunu tetikliyor ve genç adamın nefes almayı unutmasına yol açıyordu. Gömleğini ve pantolonunu giyindi, kemerini taktı. Kravatını dün akşam abisinin öğrettiği, Namjoon'un defalarca üzerinden geçtiği gibi bağladı. Takımın siyah ceketini de giyinip kuzeninin sabah işe gitmeden önce komodine kendisi için bıraktığı parfüme uzandı ve bu kadar erkeksi bir kokunun varlığı karşısında mest olarak bütün şişeyi üzerine boca etmemek için kendini dizginledi. Saçlarını taradı, önüne düşen birkaç mavi tutamı kulağının arkasına iteledi. Septum piercing'i, gümüş küpeleri, nemlendirilmiş dudakları ve abisinin dün akşam yapması için yalvardığı dumanlı göz makyajı.
Hazırdı.
Bu sefer şirkete girerken kendisine dönen bakışlardan, geçen seferki kadar rahatsız olmadığını fark etti Jungkook. Sanki bu sefer soyadı kendisinden önce geçmiyordu dönen kapılardan. Sadece Jungkook'tu sanki, aynı anda hem genç, hem sorumluluk sahibi bir yetişkin gibi görünüyordu. Her şey ağır çekimde gerçekleşiyormuş gibi hissetti, içinde bulunduğu an bir film sahnesi olsaydı arka planda Muse'dan Supermassive Black Hole çalardı, yemin edebilirdi buna. Çalışanlardan birinin taşıdığı dosyaları devirdiğini gördü, kimseye pas vermeden dik bir şekilde yürüdü holün ortasına. Minji'nin görevlendirdiği asistan kendisi bekliyordu heyecanla, patronu gelince beklemeden eğilip selam verdi. "Hoş geldiniz, efendim."
"Abimi bekletmeyelim." dedi Jungkook can yakan bir gülümsemeyle. Evet, dışarıdan bakan herkesin canı yanıyordu, kimse genç adamın içinde attığı çığlıklardan haberdar değildi.
Asansörlere ilerlediler, onlar yürüdükçe diğer herkes yoldan çekiliyordu, kimse bakışlarını Jungkook'tan, şekilli vücudunu en güzel şekilde saran siyah takımından, parlak ve pahalı ayakkabılarından, uzun ve mavi saçlarından alamıyordu. Asansörün kapıları açıldı, yukarıdan gelenler inerken Jungkook'a resmen abayı yaktı, asistanı Jungkook'u tamamen boşalan mekana davet etti. Asansör on iki kişilikti, kimse cesaret edip de Jungkook ve asistanına yaklaşamadı, kimse geriye kalan on kişilik kontenjanı doldurmaya çalışamadı. Sanki hepsi Jungkook'tan bir işaret, ufacık da olsa bir davet bekliyordu. Ama Junghyun dün akşam onu Namjoon'un evine bırakırken kardeşinden son bir şey istemişti.
Kötü ol, demişti. Kendi iyiliğin için, yalvarırım yarın kötü biri ol.
Jungkook kimseyi davet etmedi, onlarca insan iki yandan kapanan kapıların arkasında bu yakışıklı adamın insanda kalp bırakmayan gülümsemesini izlemekten başka bir şey yapamadı.
Abisinin toplantı odasında kendisini beklediği kata vardıklarında, Jungkook'un asistanı (daha kadının adını bile bilmiyordu) beklemeden genç adama nazikçe kendisini takip etmesini söyledi. Kat boyunca yürürlerken yine etraflarındaki bakışları toplamışlar, en sonunda toplantı odasının kapısının bulunduğu tarafa döndüklerinde kapıda dikilip elindeki tabletin ekranıyla uğraşan Minji'yle karşılaşmışlardı. "Minji-ssi." diye seslendi Jungkook'un asistanı, kapının önündeki kadın beklentiyle kaldırdı bakışlarını.
Ve donakaldı.
Jungkook'un asistanı son kez eğilmiş ve işini tamamladığı için beklemeden uzaklaşmıştı yanlarından. Minji hala şok içinde genç adama bakıyor, ağzını bir türlü kapatamıyordu. "Yakışıklı olduğunuzu zaten biliyordum, Bay Jeon." dedi en sonunda, fısıldar gibi. "Ama... vay canına."
Jungkook bu sefer gerçekten gülümsedi.
"Lütfen bekleyin, ben hemen içeriye haber vereyim." Kendini toplayıp ihtiyacı varmış gibi üzerini düzeltti ve kapıyı tıktıklayıp bir cevap beklemeden açtı. "Efendim," dedi içeriye doğru, Junghyun'la konuşuyor olmalıydı. "Bay Jeon geldi."
Yine içeriden bir cevap beklememişti, zaten kimsenin onu bir yere kabul etmesini beklemek zorunda olmadığını o an hatırladı Jungkook. Başında abisi vardı, binada atılan her adım ve imzadan abisi sorumluydu ama burası Jungkook'un da şirketiydi.
Jungkook Minji'nin tuttuğu kapıdan geçerken genç kadın "Yapabilirsiniz, Bay Jeon." diye fısıldadı.
Kimsenin yüzüne bakmadan odanın ortasındaki dev masaya yürürken Jungkook abisinin konuştuğunu duydu. "Sizi grup yöneticinizle tanıştırayım." diyordu Junghyun oturduğu yerden kalkarken. Jungkook'un omzunu sıkıp kendi sandalyesine davet etti. "Bay Jeon, bu arkadaşlar da bu dönemki stajyerlerimiz."
Hepsi, yaklaşık yirmi kişi oturduğu yerden ayaklandı, şimdi oturan tek kişi Jungkook'tu. Aynı anda selam verip ne yapacaklarını bilemeden, Jungkook'tan otur emrini beklemeye başladılar.
Ama Jungkook'un bakışları o üç kişinin üzerindeydi. Özellikle de kendisine en yakın beşinci sandalyede oturan o genç adamın üzerinde.
Kim Byulsan.
"Oturun." dedi tok bir sesle, onu duyan bir stajyer sesli bir şekilde tuttu nefesini, sonra da kıpkırmızı oldu.
İlk öpücüğünün sahibi dehşet içindeydi, bakışlarını korkuyla Jungkook'tan ayırmış ve yıllar önce genç adamın hayatını birlikte kararttıkları diğer iki arkadaşına bakmıştı. Abisinin hediyesi buydu işte. İntikam alma şansı.
Başparmağını alt dudağına yasladı.
Kötü olacaktı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro