Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16; 아빠

  "Jungkook!"

Jungkook ya çok güçlü bir uykuya dalmıştı ya da kulaklıkları takılıydı zira şu an Taehyung'un yangınla ilgili attığı çığlıkları duymamasına imkan yoktu. Pansiyonun ormana bakan duvarı alev almıştı, bulunduğu yer dumanla doluyordu ve Taehyung o panik anıyla kendini daha fazla beklemeden kapıya savurmuştu. Menteşeler oynadı, eski, ahşap bir kapıydı; o an Taehyung yorgunluktan, sıcaktan ve dumandan mahvolmuş olmasaydı büyük ihtimalle ilk denemesinde kırardı ama görevi başarması için neredeyse on kere denemesi gerekmişti. Kapı odanın içine doğru hızla açılıp arkasında kalan duvara çarptı, Taehyung da kullandığı güçle dengesini sağlayamamış ve Jungkook'un odasının zeminine yığılmıştı.

"Jungkook, yangın-" Başını zorlukla kaldırıp avuç içlerini yere yaslamıştı, cümlesi, sevgilisini olmasını beklediği yatakta göremeyince yarım kaldı. Kapıya yüklendiği omzu acıyla sızlarken Taehyung son bir güçle doğrulmuş ve "Jungkook?" diye, korkuyla seslenerek etrafında dönmüş, odanın her karesini görebilmeye çalışmıştı. Dolaplarını kontrol etti, çalışma masasının altına baktı.

"Jungkook, pansiyon yanıyor..." diye fısıldadı kendi kendine, bakışları açık kalmış balkon kapısına dönerken.

Dışarıda kaç kişi vardı bilmiyordu ama çığlıklarını duyabiliyordu, Petunia'ya sesleniyorlardı, hepsi panik halindeydi. O an Taehyung'un yapması gereken şey balkona çıkmak, dumanın henüz ulaşmadığını düşündüğü havadan derin bir nefes solumak ve üç metrelik yükseklikten atlayarak canını kurtarmaktı. Ama yaptığı şey tam zıttı olmuştu. Öksüre öksüre Jungkook'un yatağının ucuna çöktü, tüm korkuları ve anlam veremediği kalp kırıklığı bedenini ele geçirmişti, gözyaşları akmaya başladı.

Jungkook yangının çıktığını fark edince Taehyung'u almadan mı ayrılmıştı pansiyondan? Hayır, Jungkook öyle biri değildi. Taehyung affedilmeyi hak ettiğini iddia etmiyordu ama böylesine bir ceza Jungkook'un başının altından çıkmış olamazdı. Taehyung'un hala pansiyonda olduğunu, tek kaçışının yükseklikten korktuğu halde balkondan atlamak olduğunu biliyorken onu alevlerin içinde bırakıp gitmiş olamazdı.

Alevler kat koridoruna ulaşmıştı şimdi, dumanlar o kadar koyu renkliydi ki ulaştıkları yerde görüşü engelliyordu. Taehyung daha da şiddetli ağlamaya başladı ve can korkusu en sonunda galip geldi, öksürükleri bedenini sarsarken zorla da olsa yürüyüp balkona attı kendini.

Onun beliren figürüyle sahildeki on, belki on beş insan dehşet içinde bağırmıştı. Diğer pansiyonlarda kalanlar olmalılardı, Taehyung balkonun korkuluklarına tutunurken birkaç tanesi hızlıca bahçeye girmiş, tehlikeli olduğunu bile bile cayır cayır yanan binaya yaklaşmışlardı. "TaeTae!" dedi biri korku içinde, belliydi ki Taehyung'u tanıyordu ama Taehyung o an kimseyi göremiyordu. Bakışları kalabalıkta gezinip Jungkook'u aradı, orada olmadığını görünce de hem rahat bir nefes aldı, hem de kalbinin kırıklarına bir yenisini ekledi.

Jungkook yine kaçmıştı.

Taehyung sevdiği adamın hayatında şimdi Bay Jeon'un yerini almıştı.

"Atla! Hadi!" Balkonun altındaki insanlar bağırıp Taehyung'un ilgisini kendilerine çekmişlerdi, genç adam eğilip yüksekliği ölçmeye çalıştı ama bakışları zemine dokunduğu an başı dönmüş, Taehyung korkuyla odaya geri dönmüştü. Dışarıdan gelen çığlıklar şiddet kazandı, odanın kapısına ulaşan alevler Taehyung'u kapana kıstırdı.

Buraya kadardı.

Ne yapacağını bilemeden etrafında döndü, itfaiye gelecek miydi? Helikopterleri duyuyordu ama pansiyonları kurtarma derdinde olan kimse yoktu anlaşılan, itfaiye gelseydi en azından Taehyung'u merdivenle kurtarabilirlerdi. Isı cildine yapışıyordu, nefesi gittikçe kesilirken bir umut tişörtünü çıkarmaya çalıştı ama omzundaki acı yine kendini belli etmiş ve genç adamın elini kolunu bağlamıştı.

Yeniden çıktı balkona, aklını kaçırmak üzereydi. "Atla!" diye bağırdı kalabalık, yeniden. "Biz seni tutarız, hadi oğlum!"

Yutkunarak korkuluklara sardı parmaklarını, aşağıya bakmamaya çalışıyordu. Jungkook'un kolaylıkla atladığı şu kısacık mesafe Taehyung'un gözünde öylesine büyüyordu ki... Bacaklarından birini korkulukların diğer tarafına aldı, sonra da ötekini. Ellerini bıraksa geriye düşerdi. Yeniden yutkundu, nefes almakta güçlük çektiği için başı dönüyordu, dizlerini kırarak eğildi yavaşça. Gözlerini sıkıca yumup buradan kurtulunca kollarına koşacağı babasını düşünmeye çalıştı ve ayaklarından birini boşluğa bıraktı.

"Kuzey sahilinden yardıma geliyorlar!" diye bağırdı biri, Taehyung ne yaptığını bilmeden diğer ayağını da boşluğa bıraktı ve omzuna saplanan acıyla istemsiz bir çığlık attı.

Balkonun altında kalan insanlar "Biraz daha!" diyerek desteklediler onu. "Demirlerin biraz daha aşağısından tut!"

Ağrımayan koluyla korkulukların alt kısmını tutmaya çalıştı ama hasarlı taraf bedeninin ağırlığını kaldıramamış ve Taehyung'un çığlıklar eşliğinde balkondan düşmesine sebep olmuştu. Beyni acil moda girip genç adamın gerçek dünyayla bütün erişimini kapatmıştı sanki, Taehyung zemine çarpmadığını fark etmedi. Kendisini yakalayan kolları, beş kişinin onu aceleyle denize doğru taşıdığını fark etmedi. Suya sokulduğunda cildine yapışan ısının yok olduğunu, kuzey sahilinden gelen ambulans botuna çıkarıldığını fark etmedi.

"Bayım? Bayım, beni duyabiliyor musunuz?" Gözleri açıktı, onunla ilgilenen doktor ağzını ve burnunu içine alacak bir oksiyen maskesi takıyordu yüzüne. Taehyung bunları görüyordu. Kadının sarı saçlarını, profesyonel mimiklerini, hızlı hareket eden ellerini... Hepsini görüyordu.

Ama tepki veremiyordu.

Deniz ambulansına alınan diğer yaralının hali daha kötüydü, adam hakkında konuşulanları seçiyordu kulakları, durumunun ağır olduğundan bahsediliyordu. İtfaiye sesini duydu bu sefer, eski yol tarafından geliyordu. Geç kalmışlardı. Yangının haline bakılırsa başlayalı yarım saat olmuyordu, pansiyonda kalanlar herkesin aklına şimdi mi geliyordu?

Bot hareketlendi, diğer kazazedeler için başka bir araç gelecekti ama Taehyung'un yanındaki adamı bir an önce hastaneye yetiştirmeleri lazımdı. Taehyung'un bakışları neredeyse üç ay geçirdiği ahşap binaya kaydı. İçinde Jungkook'la tanıştığı, içinde Jungkook'a aşık olduğu, içinde Jungkook'u kaybettiği ahşap binaya.

Birkaç saat içinde geriye sadece küllerin kalacağı belli olan binaya baktı son kez.

Tıpkı içinde yaşananlar gibi.

**

Taehyung gözlerini açtığında onu beyaz bir tavan karşılamıştı.

Hastane odası.

Kendine gelmeye çalışarak kurumuş dudaklarını ıslattı, susuzluktan başı ağrıyordu. Kafasını yavaşça çevirip odayı kontrol etmeye niyetlendi ve gördüğü bedenle duraksadı. Taehyung'a yangından sonra uyandığı hastane odasında, hemen yanında bir sandalyeye oturmuş, ağladığını haykıran şiş yüzüyle kim olur diye sorsalardı, Taehyung herkesin adını verirdi.

Ama Jungkook'un Londra'daki arkadaşı Madeline Albert'ın adını vermezdi.

"İyi misin?" diye sordu genç kadın, sesini uzun zamandır kullanmıyor olsa gerek, çatlamıştı. Taehyung gözlerini kırpıştırdı, neler olup bittiğini anlayamıyordu. "Doktorlar yanığının olmadığını söyledi, nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim," diye mırıldandı Taehyung, en sonunda. "Senin burada ne işin var?"

Genç kadın derin bir nefes alıp iki eliyle ovuşturdu yüzünü. "Sizi merak ettim. Geleli yarım saat falan oldu, güneş doğar birazdan." Dudaklarını ıslattı yavaşça, bir şey sormak istediği belliydi ama aynı zamanda kullanacağı kelimelerin canını yakmasından korkuyordu sanki. "Taehyung?"

"Efendim?" Taehyung genç kadına ismini verip vermediğini bile hatırlamıyordu. Maddie yangın olduğunu nereden duymuş olabilirdi ki? Acaba Jungkook mu söylemişti? Jungkook Taehyung için geri mi dönmüştü? Sevgilisinin yükseklikten korktuğunu ve pansiyonda kilitli kaldığını düşünmüş olmalıydı, değil mi? Şimdi de kesin arkadaşına çay almak için hastanenin kantinindeydi, evet, Jungkook Taehyung'a geri dön-

"Jungkook nerede?" diye sordu Maddie, alacağı cevaptan korkarak. Sesi titriyordu, gözleri dolmaya başlamıştı. "Kurtulanların arasında yok." diye devam etti, ilk hıçkırık dudaklarından taşarken.

Taehyung'un göğsüne bir ağırlık çöktü.

"Pansiyonda değildi, değil mi? Lütfen, iyi olduğunu söyle!"

"Değildi." diye fısıldadı genç adam. "Gitmişti."

Maddie Jungkook'un nereye gittiğini bile sormadı, yüzünü avuçlayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arada bir kekeleyerek şükrediyor, oturduğu yerde ileri geri sallanıyordu. "Bana yardımcı olabilir misin?" diye sordu Taehyung onun bu haline daha fazla şahit olmak istemediği için. "Pasaportum dahil, bütün eşyalarım yandı. Büyükelçiliğe gidip Kore'ye dönebilmek için belge almam gerekiyor."

"Jungkook'a ulaşamıyorum, telefonu kapalı," dedi Maddie burnunu çekerek. Ellerinin tersiyle gözlerini siliyordu. "Haberi alınca gelir, Londra'ya birlikte-"

"Jungkook gelmeyecek." dedi Taehyung. Ses tonu normaldi, içindeki fırtınayı kendisinden başka kimse hissedemezdi. "Ben iyiyim, hastaneden çıkabilir miyiz şimdi?"

Maddie onun söylediklerini kafasında birkaç saniyeliğine de olsa tartmış, en sonunda da iyice şişen gözlerini kısmıştı. "Ne demek gelmeyecek? Sevgilisi bu haldeyken-"

Taehyung tuttuğu nefesini oflayarak dışarı verip başını diğer tarafa çevirince Maddie cümlesini yarıda bırakmıştı. Karakola gittikleri gün Taehyung'u Jungkook'un ağzından dinlemişti, Londra'ya kendisini aramak için geldiğini söylememesinin tek sebebi buydu. Şimdiyse Jungkook'un sevgilim diye anlattığı adam yaşça küçük olanın kendisini böyle bir haldeyken yalnız bırakacağını mı söylüyordu?

"İstesek de gidemeyiz," diye karşılık verdi en sonunda. Jungkook'un geleceğini biliyordu çünkü, Taehyung'u sorularıyla bunaltmasına gerek yoktu. Ayrılmış bile olsalar Jungkook kimseyi böyle bir durumda bırakmazdı. "Kraliyetten birisi kurtulanları ziyarete gelecek, şu an acil serviste değil de özel odada olma sebebin bu."

"Ne?"

"Biraz makyaj, biraz reklam." dedi Maddie omuz silkerek. "Hiç sorma-"

Odanın kapısı bir anda gürültüyle açılıp duvara çarptığında Taehyung uzandığı yatağında, Maddie'yse oturduğu sandalyesinde korkuyla sıçramıştı. Odaya giren kişi ufak koridoru aşıp açıklığa geldiğinde gördüğü manzara karşısında duraksamış, ağlamaya kaldığı yerden devam ederken elini destek almak istercesine yanında olduğu duvara yaslamıştı. Maddie ayaklandı, Taehyung irileşen gözleriyle doğrulmaya çalıştı.

Jeon Jungkook.

Sevgilisine dönmüştü.

"Tae..." Nefesleri kesik kesikti, öne doğru bir adım attı. "Taehyung..."

"Jungkook," Maddie arkadaşının halini anlıyormuş gibi genç adama yaklaşıp onu kolundan yakalamış ve yatağa yaklaştırmıştı. "Gel, otur." Ama Jungkook oturmadı. Yatağa yaklaşınca yavaşça eğilmiş, Taehyung'un şaşkın yüzünü uzun uzun izlemişti. O burnunu çekerken Taehyung dayanamayıp ellerini kaldırdı ve Jungkook'un sürekli akan gözyaşlarını yavaşça sildi yanaklarından. Jungkook kendi ellerini kaldırınca yaşça büyük olan bir an için itileceğini düşünmüştü, Jungkook ondan nefret ediyordu sonuçta. Ama Jungkook kendi ellerini onunkilerin üzerine koyup ağlamaya devam etmişti. "İyi misin?" diye sordu kırık bir fısıltıyla.

Dün gece kendisine nefret ediyorum senden, diyen adam şu an bu ses tonuyla konuşuyor olamazdı. Taehyung Jungkook'u suçlamıyordu, verdiği tepkiye hak da veriyordu; o yüzden şu an olanları anlayamıyordu zaten. Jungkook'un kapısında bayılmıştı ağlamaktan, bütün gece ona onu sevdiğini söylemişti ve Jungkook gitmişti; Taehyung'u dinlemek istememişti. Jungkook kaçmıştı Taehyung'dan, şimdi hastaneye nasıl gelmiş olabilirdi ki?

"İyi," diye yanıtladı Maddie, aşıkların arasındaki sessizlik gittikçe büyüyüp rahatsız edici bir hal alırken. Jungkook'un bakışları ona döndü, yavaşça doğrulup duruşunu düzelttiği sırada Taehyung'un elleri teninden ayrılmıştı. İkisi de bununla ilgili bir şey söylemedi.

Aşk her şeyi çözer miydi?

"Mads?" Jungkook arkadaşının varlığını yeni fark ediyormuş gibi kollarını kaldırdığında Maddie buruk bir gülümsemeyle kendini onun kucaklayışına bırakmıştı. "Aptal herif, neredesin sen?" diye sızlandı genç kadın. "Ödüm koptu sana bir şey oldu diye!"

Aptal!

"Ben kantine inip sıcak bir şeyler alayım, hm?" Maddie Taehyung'a baktı. "Kahve içer misin?"

"Çay." Jungkook ve Taehyung aynı anda konuşmuş ve birbirlerine bakıp kıpkırmızı kesilmişlerdi. "Tamam." diye mırıldandı kadın heceleri uzatarak. Jungkook'un kolunu desteklercesine sıkıp odadan ayrıldı.

Jungkook sırt çantasını çıkarıp yere koymuş ve Maddie'nin kalktığı sandalyesine oturmuştu. "Gerçekten iyi misin?" diye sordu birkaç saniyelik sessizliğin ardından.

"İyiyim, yaralanmadım," diye yanıtladı Taehyung, sesini kontrol etmede o kadar zorlanıyordu ki, kafası birazdan patlayacak olsa hiç şaşırmazdı. "Arkadaşın kraliyetten birinin ziyarete geleceğini söyledi, normalde çıkabilirmişim."

Jungkook alt dudağını ısırarak salladı başını, o da ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ceketinin yenlerini parmak uçlarına kadar çekip yüzünü silmeye çalıştı, bakışlarını kaçırıyordu.

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordu yaşça büyük olan.

Jungkook başını sallayarak onaylamıştı sorusunu. "Pasaportum yandı, aslında her şeyim yandı." diyerek açıklamaya başladı Taehyung. "Kore'ye dönebilmek için büyükelçilikten belge falan almam gerekiyor, sanırım."

"Taehyung-"

"Bir de Seokjin-ie hyung'u aramam lazım-" Sesi çatlayınca gözlerini sımsıkı yummuştu, Jungkook'un oturduğu yerden kalktığını duydu ve beklemeden devam etti konuşmaya. "-bana bilet ayarlasın..."

"Taehyung," Jungkook'un parmaklarını yüzünde hissetti. "Bana bakar mısın? Lütfen."

Gözlerini açtığı takdirde Jungkook dolmaya başladıklarını görürdü ve Taehyung bunu istemiyordu. Dün yeterince ağlamıştı ve Jungkook onu affetmemişti, şimdi zor durumda olduğu için Jungkook ona acıyıp affetmek zorunda kalsın istemiyordu. Jungkook Taehyung'u geri kabul edecektiyse de bunu kendi özgür iradesiyle yapmalıydı, sırf Taehyung bir kaza atlattı diye değil.

"Jungkook-"

"Gözlerime bak, lütfen, Taehyung."

Gözlerini yavaşça, azıcık da olsa araladı, karşısındaki surat da ıslanıyordu gözyaşlarıyla. "Kore'ye birlikte döneceğiz," dedi Jungkook yavaşça. "Şu hastaneden kurtulalım, Londra'daki evime gidip büyükelçilikle ne işimiz varsa hallederiz, tamam mı?"

"Ne?"

"Kore'ye birlikte döneceğiz," diye tekrarladı Jungkook, başparmakları Taehyung'un gözlerinin altını kuruluyordu nazikçe.

"Ama Jungkook..." Taehyung ne diyeceğini bilemeden durdu cümlesinin ortasında. Kore'nin Jungkook'a iyi gelmeyeceğini biliyordu. Aralarındaki meseleyi bilmiyordu ama babasının da Jungkook'a iyi gelmeyeceğini biliyordu. "Neden?"

"Senin için," diye yanıtladı küçük olan, dudaklarında buruk bir gülümsemeyle. "Sen babanla, Seokjin-ie hyung'unla görüşürsün, kalan işlerini halledersin. Ben de avukat olan hyung'umla takılırım. Sonra da açarız dünya haritasını, seçeriz bir yer-"

"Jungkook, benden nefret ettiğini söyledin."

"Özür-"

"Hayır, hayır, özür dilemen için söylemiyorum," diyerek kesti onun lafını Taehyung, dürüstçe. "Haklıydın, beni affetmek zorunda da değilsin." Yatakta doğrulmaya çalıştı, omzu acımıştı ama sırtını başlığa yaslarken mimiklerini kontrol edip rahatsız olduğunu Jungkook'a belli etmemişti. "Anlamadığım şey... dün gece benden nefret ediyordun, şimdi benim için Kore'ye döneceğini söylüyorsun."

"Senden nefret etmiyorum."

"Eğer yangın yüzündense..." Taehyung'un akan gözyaşlarına yenileri ekleniyordu. "Lütfen kendini suçlu hissetme, bana hiçbir şey olmadı-"

"Taehyung, seni affettiğimde yangından haberim bile yoktu." dedi Jungkook dürüstçe. "Endişelendiğin şey bu mu gerçekten? Aşkım..." Elini uzatıp Taehyung'un yüzünü avuçladı. "Kızmam, cezalandırmam gereken kişi sen değilsin. Bunu kabullenip pansiyona geri dönmeye kalkıştığım sırada öğrendim yangını. Hatta, bak..." Gülerek ellerini ters çevirdi ve avuç içlerinin yukarı bakmasını sağladı. Cildi yara içindeydi. "Koşarken düştüm."

"Eveeeeet, içecekler geldi," Maddie'nin sesi odanın kapısından gelince iki aşık gerçekliğe dönmüş, Jungkook başını yavaşça sesin kaynağına çevirmişti. Genç kadın yanlarına gelip sandalyesine oturdu, Jungkook tepsideki kağıt bardaklardan birini alıp yavaşça sevgilisinin eline uzandı, parmaklarını tek tek sardı etrafına. "Biraz sıcak, dikkat et."

"Seni seviyorum." Taehyung'un dudaklarından taşan cümleyle diğer iki kişi donup kalmıştı, kendini ilk toplayan Maddie özel bir anı böldüğünü fark ederek başını odanın diğer tarafına çevirdi. Taehyung onun azıcık da olsa Korece bildiğini hatırladı ve kıpkırmızı kesildi. Aynı renk Jungkook'un yanaklarını da işgal etmişti.

"Biliyorum." dedi Jungkook, Taehyung'a istediği cevabı vererek. "Biliyorum. Sana inanıyorum. Sana güveniyorum." Dudaklarındaki gülüşü bastıramadan yavaşça Taehyung'un kulağına doğru eğildi ve son cümlesini fısıldadı. "Çünkü ben de seni, deli gibi, seviyorum." Geriye çekilirken Taehyung'a göz kırpmıştı. "Eee, Mads? Tahtın yirmi sekizinci varisinin ne zaman geleceğini söylediler mi?"

**

Taehyung ziyaret gerçekleşene kadar biraz uyuyup dinlensin diye Jungkook telefonunu şarja takmış ve Maddie'yle beraber ikinci bardak çaylarını alarak hastanenin bahçesine çıkmışlardı. Taehyung'un yanında olmadığı için oturdukları bankta kendini rahat bırakmış ve bir süre daha ağlamıştı, sevgilisini hayatının en zor dakikalarında yapayalnız bıraktığı için kendine o kadar öfkeliydi ki kafayı yiyecekti. "Senin suçun değil," diye teselli ediyordu Maddie onu, yanında oturup omzunu okşarken. "Yangın çıkacağını nereden bilebilirdin?"

"Yangına gerek yok, Taehyung'u orada kilitli bıraktım Mads." dedi burnunu çekerek. Odadan ayrılmadan önce ceketinin cebine tıktığı sigara ve çakmağı çıkardı. "Bir yerde kilitli kalmanın ne demek olduğunu en iyi ben bilirim. Ve Taehyung'u o halde..." Devam edemeden iç geçirdi, bir dal sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi.

"Yaptığın şeyleri telafi etmenin en iyi yolu yapacağın şeyleri doğru seçmektir." Genç kadının dudaklarında buruk bir gülüş vardı. "Bu tavsiye de, biraz bencil de olsa, konuyu başka bir yere getirmeme neden oluyor."

"Evet, lütfen değiştir konuyu." Duman dudaklarından taşarken bakışlarını arkadaşına çevirdi.

"Sana itiraf etmem gereken bir şey var." dedi Maddie. "Ama beni affetmeyeceksin, o yüzden Londra'ya dönene kadar beklesem mi, emin olamıyorum."

Kaygı Jungkook'un göğsünden başlayıp bütün bedenine yayılırken genç adamın gözleri irileşmişti. "Seni de mi babam tuttu?"

"Hayır," Derin bir nefes aldı. "Abin sana para yolladığında, parayı bankadan ben çekiyorum ya hani?"

"Evet?"

"Birkaç ay öncesine kadar, sana hep düşük bir rakam veriyordum, Jungkook." dedi Maddie tek nefeste. Oyalanırsa söyleyememekten korkuyordu sanki. "Paranın bir kısmını kendime alıyordum."

Jungkook duraksadı. Sigarasından bir nefes daha çekmeden önce dudaklarını ıslatmıştı yavaşça. "Biliyorum."

Maddie, nedense, şaşırmamış gibiydi. "Taehyung mu söyledi?"

"Ne?" Genç adamın kaşları çatılmıştı. "Taehyung'un bu durumdan haberi mi var?"

"Taehyung seni aramak için önce Londra'ya gelmişti." diye açıkladı Maddie. "Ona pansiyonun adresini ben verdim."

Jungkook'un bakışları bahçenin uzak bir köşesine sabitlendi, öğrendiği bu yeni bilgiyi sindirmek için süre tanıdı kendine. "Sana düşük rakam verirken duydu beni, takip ediyormuş. Attığım makbuzu da bulmuştu. Dövmekten beter etti beni." diye devam etti arkadaşı. "Seni savundu."

"Kendi dışında herkesi savunuyor zaten."

"Ama, o söylemediyse, nereden biliyordun? Abinin telefonlarını mı açmaya başladın?"

Jungkook alayla güldü, bir nefes daha çekti sigarasından. "Telefonumda bankanın uygulaması var, Madeline."

"Neden bir şey söylemedin?" diye sordu Maddie, utanç içinde. "Bunca zaman-"

"Sana anlatmıştım. Kim Byulsan'ın benim hakkımda bilgi almak için arkadaşlarıma para verdiğini, beni bu şekilde kandırıp o gay bara götürdüğünü anlatmıştım sana, Mads."

Kadın yutkundu. "Anlatmıştın."

"Eğer yeterince paran olursa, bana ihanet etmezsin diye düşündüm." Omuz silkti, izmariti yere atıp ezdi ayakkabısının altında.

"Jungkook Jeon," Burnunu çekti. "Senin arkadaşlığını hiçbir zaman hak etmedim."

"Ona ben karar veririm." Burukça gülümseyip sigara paketini genç kadına uzattı. "İster misin?"

Maddie ona bir cevap veremeden Taehyung'un sesiyle muhabbetleri bölünmüş, Jungkook'un bakışları sesin kaynağına dönerken genç kadın panik içinde gözyaşlarını silmeye çalışmıştı. Jungkook sevgilisinin yaklaşan figürüne masumca gülümsedi, Taehyung hastane kıyafetlerini çıkarıp kendi giysilerini giyinmişti. Pijama takımını yani. "Ben sizi yalnız bırakayım, çantan da odada zaten." diyerek kalktı Maddie banktan, bardağını eline almadan önce ceketini çıkarıp Taehyung'a uzatmıştı. "Al bakalım, üşütme. Omuzları olmaz ama..."

"Teşekkür ederim?" dedi Taehyung şaşkınlıkla, soru sorar gibi bir tavırla.

Maddie ikisine de gülümseyip elinde kağıttan bardağıyla birlikte hastane binasına ilerlerken Taehyung onun arkasından birkaç saniye bakmış, sonra da Jungkook'un yanında kalan boş yere oturmuştu. Ceketi giyinmeden önce yanında getirdiği telefonu sevgilisine uzattı. "Abin aradı."

Jungkook'un gülüşü dondu, ne gerçeklerden ne de geçmişinden kaçışı yoktu artık. "Açmadım," diye ekledi Taehyung. Ceketi giyindi, omuz kısımları gerçekten de olmamış gibiydi, yüzünü buruşturmuştu. "Sigarandan alabilir miyim?"

Paketi ve çakmağı sevgilisine verip telefonunun kilidini açtı, şarja takarken fark etmediği onlarca arama gözlerinin irileşmesine sebep olmuştu. Hem abisinden, hem Namjoon-ie hyung'undan, hem de Maddie'den. Önce Namjoon'u aramaya karar vermişti ki telefonun ekranı abisinin yenilenen aramasıyla parlamıştı, genç adam yutkundu.

"Jungkook-ah? Açmayacak mısın?" Jungkook'un kendine dönen bakışları Taehyung'a onun hislerini aktarmış ve sevgilisinin elini sımsıkı tutmasına sebep olmuştu. "Açma o zaman. Boş ver."

"Önemli bir şey sanırım." dedi Jungkook gergince. "Avukatım da aramış."

Taehyung dudaklarını ıslattı. Ne diyeceğini bilememişti bir an için. "O zaman... sen bilirsin."

"Elimi bırakma."

"Bırakmıyorum."

"Alo?" Sesinin titrememesi için verdiği çabalar boşa çıkmıştı. "Hyung?"

"Jungkook!" Abisinin derin bir nefes aldığını duydu, arka taraftan Namjoon-ie hyung'unun sesi de gelmişti şimdi. "İyi misin?"

"Aaa... Evet?" Yalandan güldü. "Burada sabah erken saatler daha, uyuyo-"

"Jungkook senin Galler'de ne işin var?" diye kükredi abisi, yalanını görmezden gelerek. "İyi misin? Kim Taehyung'un cesedini buldular mı?"

Jungkook'un bakışları şok içinde Taehyung'a döndü, sevgilisi kaldırdığı kaşları ve meraklı gözleriyle onu izliyordu. "Kurtuldu." diye mırıldandı Jungkook, yalan söylemekten vazgeçmişti çünkü ortada çok daha büyük bir problem vardı. Jungkook'un Galler'de olduğunu öğrenmesi bir yana... Taehyung'un öldüğünü nereden çıkarmıştı? "Yanımda."

Kendisinden bahsedildiğini anlayan Taehyung duraksadı, sigaranın külü üzerine döküldü.

"Biletleri alıyorum ben, tamam mı? Namjoon da yanımda, ikinize de alıyorum bilet Jungkook, anladın mı?"

"Biz.. biz..." Kekelediğini fark edince başını hızlı hızlı salladı iki yana, konuşmaya devam etmeden önce boğazını temizledi. "Biz zaten döneceğiz, hyung."

Şaşkınlıktan donakalma sırası hattın diğer ucundaki Junghyun'daydı. "Ne?"

"Taehyung'la ben Kore'ye döneceğiz zaten. Ama onun pasaportu yandı, büyükelçiliğe uğramamız lazım."

Abisi iç geçirdi. "Gerçekten de iyisin, değil mi?"

"İyiyim," dedi Jungkook boğazındaki yumruyu görmezden gelmeye çalışarak. Abisinden böylesine bir ilgi görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki. "Belgeleri halledelim, biletleri alman için sana haber veririm. Olur mu?"

"Olur, elbette." dedi abisi hemen. "Bekle, Namjoon da seninle konuşmak istiyor." Sonraki saniye hattı Namjoon-ie hyung'un endişeli sesi doldurmuştu. "Jeon Jungkook!"

"Hyung," Burnunu çekerken Jungkook'un dudakları büzülmüştü, Taehyung elinin üzerini öptü. "İyiyiz biz. Abim cidden endişelendi mi?"

"Bin kere söyledim sana." dedi Namjoon, Junghyun yanında olduğu için Jungkook'u utandırmamak adına konunun üzerinde daha fazla durmamıştı. "Neredesiniz? Kalacak bir yer buldunuz mu? Paran var mı?"

"Var, benim önemli eşyalarım yanımda." dedi Jungkook. "Taehyung'un her şeyi yandı ama. Londra'daki eve geçeceğiz bugün, sonra da belgelerle uğraşacağız."

"Tamam, en kısa zamanda bekliyoruz sizi." dedi Namjoon. "Taehyung'a selamlarımı ilet. Görüşürüz, küçüğüm."

"Hoşça kal." Aramayı sonlandırıp burnunu çekti, Taehyung'a bir şey söylemeden internete girdi ve arama motorunda yangını arattı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Taehyung.

Aramalarda çıkan videolardan birine tıklarken Jungkook "Abimler yangından haberdardı," diye yanıtlamıştı sorusunu. "Televizyona çıkmış olmalı."

Onun kurduğu cümleyle birlikte Taehyung'un bakışları da telefonun ekranına düşmüştü, yüklenen video bir son dakika haberinden alınmış gibi görünüyordu. Ekranda sarışın bir muhabir, Galce konuşuyor ve arka tarafta itfaiye ekipleri pansiyonları söndürmeye çalışırken Taehyung'un tahmin ettiği kadarıyla yangını anlatıyordu. "Bunlar ne zaman geldi?" diye sordu Taehyung şaşkınlıkla.

Jungkook ona bir cevap vermemişti. Çünkü tam o sırada telefondan kendisinin içli "Taehyung!" çığlıkları yükselmeye başlamıştı. İkilinin gözleri irileşti. Jungkook eski yol tarafından koşarak kadraja giriyordu şimdi, birkaç kişi arkasından koşup onu durdurmaya çalışırken mahvolmuş pansiyona yöneliyordu hızlı adımları. "Taehyung! Taehyung!" İtfaiye ekibinden biri onu omuzlarından yakalayıp enkaza daha fazla yaklaşmasına engel oluyordu. "Çıktı mı? Taehyung'u kurtardınız mı?"

Jungkook Korece konuştuğunun farkında olmamalıydı çünkü itfaiyeci ona içeriden kimsenin çıkmadığını söylemişti ağır aksanlı İngilizcesiyle. "Binanın tamamı alev almıştı, birinin kurtulması imkansız."

Kamera Jungkook'un acı çığlıkları sahili doldururken odağını yeniden muhabire çeviriyordu. Jungkook yere yığılıyordu, hastaneye getirilmeyen birkaç kişi onu enkazdan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Muhabir konuşmaya devam ediyordu, hastane bahçesinde iki aşık kadının söylediği tek bir kelimeyi bile anlamıyordu.

"Taehyung," diye başladı Jungkook boğazını temizleyip ama Taehyung ona bakmıyordu. Taehyung'un bakışları hala telefonun ekranındaydı, videonun altındaki kanal ismine odaklıydı gözleri. Galler'in en büyük televizyonu.

"Babam."

Jungkook söyleyeceği kelimeleri yuttu. "Babam Galler kanallarını izliyor." diye devam etti Taehyung dehşet içinde. "Kurtulduğumu söylediler mi?" Jungkook'a baktı panik içinde, Jungkook'un da ondan bir farkı yoktu. "Jungkook? Muhabir kurtulduğumu söyledi mi?"

"Bana diğer kazazedeler söyledi birinin balkondan çıktığını," dedi Jungkook. "Muhabir söylemiş olsa da, baban Galce bilmiyor ki..."

"Babamı aramam lazım!" diye çığlık attı Taehyung, Jungkook hemen uygulamadan çıkıp arama kısmına girdi telefonunda. "Haberleri izlediyse anladığı tek şey senin çığlıkların olmuştur!"

"Numarası ezberinde mi?" Taehyung başını hızlı hızlı sallayıp babasının telefon numarasını vermişti Jungkook'a, küçük olan numarayı arayıp cihazı sevgilisinin kulağına yasladı, Taehyung'un elleri titriyordu. "Sakin ol," diye mırıldandı uysal bir sesle. "Belki de izlememiştir."

"Açmıyor," Taehyung ağlamaya başladı. "Bana bir şey oldu sanırsa-" Gözleri büyüdü bir anda. "Alo? Baba?"

Hattaki sessizlik yalnızca iki saniye sürdü, hemen ardından Seokjin ağlayarak solumuştu. "Kim Taehyung!"

"Hyung? Babam nerede?"

"Asıl sen neredesin?" diye kızdı Seokjin, kızıyordu ama bir yandan da küçüğünün sesini duymanın getirdiği duygu boşalmasıyla hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Öldün sandık! Jeon Jungkook'un çığlıkları yankılandı evin içinde!"

"Ben iyiyim! Çok iyiyim!" diye karşılık verdi Taehyung. "Eşyalarım yandı ama bana hiçbir şey olmadı! En kısa zamanda eve döneceğim! Babam nerede?"

Seokjin'in ağlayışı şiddetlenirken Taehyung korkuyla Jungkook'un kendi tarafındaki bacağına tutunmuştu, Jungkook'un telefonu tutan eli titredi. "Hyung," diye üsteledi Taehyung. "Babam nerede? Sesimi duysun, iyiyim ben."

"Taehyung," dedi Seokjin kekeleyerek. "Öldün sandık."

Taehyung'un bakışları Jungkook'unkilerle buluştu.

"Baban kalp krizi geçirdi, Taehyung."  






maddie: senin arkadaşlığını hiçbir zaman hak etmedim

ben: evt

gguk: ona ben karar veririm 

ben: 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro