14; fire
hayırlı olsun, kitabın 6k kelimelik bölümlerine gelmiş bulunuyoruz dhgjksgsk yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. iyi okumalar, mika out
____________________________
Ojelerini sakladığı kutusuyla beraber heyecanla pansiyonun kapısından çıkmış ve Taehyung'un yarım saat önce ineceğini söylediği sahile doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı Jungkook. Yaşça büyük olan uzun zamandır uğraştığı resme devam edeceğini söyleyerek bu sabah onunla koşmaya gelmemişti ve Jungkook günün her saatini Taehyung'la birlikte geçirmeye alıştığı için sabahki yokluğunu telafi etmeye can atıyordu.
Taehyung kumsalda kulaklıklarını takmış telefonuyla konuşurken bir yandan da Jungkook'un dün ona kasabadan getirdiği çileklerden yiyordu, ilgisinin tamamı hattın diğer ucunda olmalıydı ki Jungkook'un yaklaştığını fark etmemişti. "İki buçuk hafta kaldı," diyordu Jungkook onu duyabileceği mesafeye henüz girmişken. "Bilet bakmaya başlamam lazım."
Duyduğu şeyle beraber Jungkook'un ayakları olduğu yere gömülmüş, suratını kaplayan gülümseme öylece donuvermişti. Taehyung'un kalma izni bitiyordu ve genç adam iznini uzatmakla ilgili hiçbir şey söylememişti. Petunia'yla aralarında geçen sürtüşmeden sonra Jungkook Taehyung'a kendisiyle başka bir yere gitmeyi teklif edecekti, gerçekten, son zamanlarda bütün hayalleri bu yöndeydi ama o daha bu teklifi sunamadan Taehyung Kore'ye dönmeye karar vermiş gibi görünüyordu.
"Bilmiyorum," diye devam etti Taehyung, ısırdığı çileği kucağındaki plastik kaba geri bırakırken. İştahı kaçmış gibiydi. "Sormadım." İç geçirdi. "Sormayacağım."
Jungkook daha fazla dayanamadı. Taehyung'u daha fazla dinlemek istemiyordu, bu yüzden sahile henüz gelmiş gibi "Taehyung!" diye seslendi ve yüzüne yeni, sahte bir gülümseme kondurup yaşça büyük olana doğru ilerlemeye kaldığı yerden devam etti. Taehyung onun sesini duyunca oturduğu yerde korkuyla sıçramış, bütün vücudunu kaplayan bir panik dalgasıyla gözlerini iri iri açmıştı. "Sonra ararım," dedi panik içinde telefona, Jungkook onun yanına otururken. Kulaklıklarını çıkarıp riskli olduğunu bile bile kumların üstüne bıraktı. "Jungkook?"
"Rita ona hala ojeli fotoğraf atmadık diye alınmış," dedi Jungkook bakışlarını kaçırmaya çalışarak. Taehyung'un gözlerine biraz daha bakacak olsaydı ağlamaya başlayacakmış gibi hissediyordu çünkü. "Hepsini getirdim, hadi bir tane seçelim." Kutunun kapağını açtı.
Taehyung birkaç saniye boyunca ilgiyle onu izlemiş ve herhangi bir şey duyup duymadığını anlamaya çalışmıştı. Duysaydı böyle davranmayacağını biliyordu ama yine de, Jungkook'un dudaklarındaki yalancı gülümsemeye anlam veremiyordu. "Jungkook?" diye yineledi. "İyi misin?"
Küçük olanın gülümsemesi soldu. Konu Taehyung'a karşı beslediği hisler olunca rol yapamıyor, yapmak da istemiyordu. "Seni özledim," diye mırıldandı. Taehyung'sa aldığı cevaba kolayca kanmış, Jungkook'un sadece bu sabahki birkaç saatlik ayrılıklarından bahsettiğini düşünerek tek eliyle çenesini avuçlamıştı. Ama Jungkook sadece bu sabahtan bahsetmiyordu. Jungkook aslında seni özleyeceğim, diyordu. Sen Kore'ye döndüğünde ve artık geceleri kapını çalıp yastığını seninle paylaşamadığımda, Petunia bizi aynı odada uyuyorken yakalarsa diye sabah benden önce kalkıp beni erkenden odama yollamadığında, koşarken bana yetişmeye çalışıp nefessiz kalmadığında ve beni geçmene izin verdiğimde bana dil çıkarmadığında, tanrı aşkına, Taehyung, ben seni çok özleyeceğim.
"Ne renk yapalım?" diye sorarak ilgisini Jungkook'un kucağındaki kutuya çevirdi Taehyung ve gördüğü şeyle gülmeye başladı. "Bunların hepsi siyah."
"Hiç de bile!" Jungkook alınmış gibi bir ses çıkardı. "Bunlar..." diyerek birkaç tanesini işaret ediyordu. "Açık siyah. Şunlar koyu siyah. Bu ikisi mat, şu güneş ışığında lacivert oluyor-"
Taehyung o kadar yüksek sesle gülüyordu ki sahildeki neredeyse herkesin dikkati ikilinin üzerine kaymıştı. Birkaç saattir hava oldukça güzel ve güneşliydi, bu durumun fazla uzun sürmeyeceğini bilenler denize girmiş ya da sahilin tadını çıkarmak için kendilerini pansiyonların dışına atmıştı. "Ve bu da simli!" diye sonlandırdı Jungkook ted konuşmasını, Taehyung gülerken başını onun omzuna yaslamıştı. "En sevdiğim bu. Ruhumu yansıtıyor. Siyah ama simli."
"Ondan istiyorum o zaman."
Jungkook yutkundu, Taehyung'un istediği oje şişesini çıkarıp kutunun kapağını kapatırken yeniden kaçırdı bakışlarını. Taehyung iki anlamlı mı konuşuyordu? Hem ojeyi hem Jungkook'un ruhunu mu istiyordu? Yapmamalıydı. Çünkü Jungkook özlerdi. Çünkü Taehyung böyle konuşup da gidince Jungkook en sevdiği ojeyi bir daha asla süremezdi.
Taehyung'un sağ elini kendi kucağına çekmiş ve sanatına girişmeden önce bütün dikkatini toplamaya uğraşmıştı. Taehyung'sa bu sırada boştaki eliyle çilek yemeye devam etmiş, etrafta eğlenen insanları izlemeye başlamıştı.
Jungkook daha üçüncü parmaktayken hava bir anda kapanmış, gri bulutlar gökyüzünü kaplarken sahil yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. "Jungkook-ah, yağmur yağacak sanırım." diye mırıldandı Taehyung çünkü Jungkook çok yavaş davranıyordu. "İçeride mi devam etsek?"
"Bu yağmur havası değil," diye karşılık verdi Jungkook ilgisini onun elinden ayırmadan. "Hava kapandı sadece. Klasik Galler havası."
Taehyung bir karşılık vermeden onu öylece izlemeye devam etti. Çok dikkatli davrandığı için çatılan kaşlarına ve alt dudağına gömdüğü iki ön dişine gülümsedi. O an Jungkook gerçekten de sevdiği bir şey yapıyordu, Taehyung bunu görebiliyordu.
Tam da bu yüzden Jungkook'a kendisiyle Kore'ye dönmek isteyip istemeyeceğini soramıyordu.
"Jungkook-ah?"
"Taehyung-ah?"
Masumca gülümsedi Taehyung, çilek kabını telefonunun yanına bırakıp Jungkook'un uğraştığı elini hareket ettirmemeye çalışarak bedenini yavaşça küçük olana çevirdi. "Sana hiç soramadım."
Jungkook dondu kaldı. Beklediği an bu muydu? Taehyung ona kendisiyle Kore'ye gelmek isteyip istemediğini mi soracaktı? Giderdi, hem de nasıl giderdi! Yalnızca birkaç günlüğüne ama, Taehyung'un babasını özlediğini biliyordu çünkü. Hem, Kore'deyken, avukatına bahsettiği dükkanı açma fırsatları da olurdu. Sonra, bu sefer Jungkook ona sorardı. Kendisiyle bambaşka bir yere gelmek isteyip istemediğini sorardı. Ve, Taehyung hayır derse de... Jungkook hiçbir şey kaybetmezdi. Aksine, Taehyung'la Kore'de birkaç gün kazanmış olurdu.
Başını kaldırıp Taehyung'un gözlerine baktı ama beklediği soru gelmedi. Bambaşka bir soru geldi, üzerinden iki ay geçmesine rağmen Taehyung'a sorduğunu hatırladığı ama kendisine asla sorulmayan o soru geldi. "Neden buradasın?"
"Efendim?"
"Neden Galler?"
Bayan Peregrine'i izlemediğini biliyorum.
"Burası çok kasvetli," diye devam etti Taehyung, açıklamak istercesine. Jungkook rahat bir nefes aldı. Kendisinin aksine, Taehyung ona Kore'den neden ayrıldığını sormuyordu. Jungkook ona hikayenin tamamını asla anlatamamıştı ve yaşça büyük olan anlatmak istemediğini biliyormuş gibi asla üstelememiş, Jungkook'u Kore'deki geçmişini anlatması için zorlamamıştı. Şimdi de ona onca ülke içinden neden Galler'i seçtiğini soruyordu.
Ve bu soru, Jungkook'un sözcüklerle açıklayamayacağı kadar hoşuna gitmişti.
"Sen öyle değilsin. Senin çok canlı bir ruhun var. Galler... Galler sadece siyah," Başını gülümseyerek yana eğdi. "Ama sen aynı zamanda simlisin."
Jungkook kıkırdadı. Sırf bu soru için, Taehyung'a aramadığı tüm o yanıtları vermek istedi. Bakışları yeniden oje sürmesi gereken tırnaklara düşünce yavaşça omuz silkmişti, Taehyung onun, gözlerine bakarak konuşamayacağını anlayınca üstelememiş, Jungkook'un kendini rahat hissedince anlatacağını bildiği için bakışlarını artık tamamen boş olan sahilde gezdirmişti. Yalnızca ikisi vardı.
"Kore'den ayrılınca direkt buraya gelmedim," diye başladı Jungkook anlatmaya. "Bir süre Londra'da kaldım. İnanması zor gelebilir ama, orası daha kasvetli gelmişti bana."
"Gökyüzü hep gri." diye katıldı ona Taehyung. Sonra da daha önce Londra'da bulunduğunu ağzından kaçırdığı için panik oldu ama Jungkook umursamamış gibiydi. Böyle bir şey söylemesine ne gerek vardı şimdi? Sanki ömrünün yarısını Londra'da geçirmişti!
"Öyle," Jungkook onayladı. "Burası da kasvetli, kabul ediyorum. Ama Galler'i kendime benzetiyorum. En azından, ilk geldiğimde benzetiyordum. Diğer Kelt kardeşleriyle kıyaslanınca, İrlanda veya İskoçya kadar ünlü değil mesela. Gölgede kalmış. Kendi tarihi var, kendi kültürü, kendine ait bir... kimliği var." Duraksadı. "Ama aynı zamanda yok. İngiltere'de tahtın varisine yüzyıllardır Galler Prensi dendiğini biliyor muydun? Ama o prenslerden hiçbiri Gal değil. Sanki..." Aradığı kelimeyi bulamıyormuş gibi duraksamıştı.
"Rol." diye tamamladı onu Taehyung, kendisine bile yabancı gelen bir sesle. "Kendi değil."
"Evet." dedi Jungkook onun gözlerine bakarak. "Kendi değil."
Jungkook Kore'de kendisi değildi, Taehyung bunu çok uzun bir zaman önce fark etmişti. Jeon Junghyun'un kendisi için hazırlattığı dosyadaki biyometrik fotoğrafında, Jungkook bambaşka biriydi. Buraya gelip de gördüğü Jungkook'sa apayrı. Buradaki daha güzeldi. Özgürdü, mutluydu, yabancıydı ama aynı zamanda kendiydi.
"Ailem eşcinsel olduğumu öğrendiğinde liseye gidiyordum." Jungkook boyamayı bitirdiği beş tırnağa gururla gülümseyerek Taehyung'un diğer eline uzanmıştı. "Bir yere sürme sakın."
"Tamam..."
"Babam çok sinirlendi. Bekle, aslında vermem gereken çok fazla ayrıntı var," Kendi kendine güldü. "Olayı bir de babamın açısından görmen için-"
"Yok," Taehyung lafa daldığında Jungkook şaşkınlıkla onun dolmaya başlayan gözlerine bakmıştı. "Seninle ilgili hiçbir şeyi başkasının açısından görmeme gerek yok. Ayrıntı vermene gerek yok. İstemediğin hiçbir şeyi anlatmana gerek yok, Jungkook."
Jungkook birkaç saniye boyunca sessiz kalıp onu izlemiş, en sonunda dayanamayarak dudaklarını tuttuğu elin avuç içine bastırmıştı. Yalanlar ve dürüstlükler, öpmeyi ve öpülmeyi hak edenler, o an için tüm bu kavramların hiçbiri Kim Taehyung'un umrunda değildi. Aksine, şimdi o Jungkook'u öpmek istiyordu. Deli gibi istiyordu, elinden gelseydi de Jungkook'un geçmişinde açılan yaraların her birini öperek kapatabilseydi. Elinden gelseydi de Jungkook'un Kore'den kaçar kaçmaz uzattığı, artık özgürlüğüyle bağdaştırdığı o uzun saçlarının her bir telini tek tek öpebilseydi. "Teşekkür ederim," diye fısıldadı yaşça küçük olan. Bakışlarını kaçırıp burnunu çekti ve tırnak boyama işine geri döndü. "Benim ailem zengin," diye devam etti anlatmaya, ayrıntı vermek istiyor gibiydi. Belki de Taehyung'un, olayı bir de babasının gözünden görmesine ihtiyacı vardı. Belki de Taehyung'un babasına hak verip vermeyeceğini merak ediyordu. Belki de Jungkook'un duyması gereken bazı şeyler vardı. "Kore'de oldukça nüfuzlu, tanınan insanlar. O yüzden de, yaşım tutmadan bir gay bara gidip gözümü evde açtığımı söylersem, babamın neden kızdığını anlayabilirsin."
"Anlayamam."
Jungkook kaşlarını çattı. "Söyledim ya, yaşım tutmuyordu-"
"Anlayamam, Jungkook." diye tekrarladı Taehyung. "Ailenin kızmasından korktuğun için kimliğini gizli yaşamak isteyip yapmaman gereken şeylere kalkışmanı, hele ki ergenlik çağında, anlarım. Ama babanın sana güvende hissedeceğin bir ortam sunmadan kızmasını anlayamam."
"Fotoğrafları ortadan kaldırdılar ama yok ettikleri tek şey onlar olmadı." diye devam etti Jungkook, Taehyung'un söylediklerini umursamadan. "Evde eğitim görmeye başladım."
Ben gençken evde huzurlu bir ortam yoktu. Abim yurt dışında okuyordu, annemle babam işlerle meşguldü, evde sık sık yalnız kalırdım. Öyle bir durumda kapana kısılmış gibi hissediyor insan.
"Bir anda bütün özgürlüğüm elimden alınınca, dürüst olmak gerekirse kafayı yedim," dedi Jungkook gülerek. "Avukat olan hyung'umdan bahsetmiş miydim sana? Namjoon-ie hyung? Uluslararası yaşım on sekiz olur olmaz kaçmama yardım etti. Abim, olan her şeyden haberdar mı, bilmiyorum. Sanırım sadece babamla tartıştık diye biliyor, annem anlatmıştır belki. O zamanlar yanımda olamadığı için oldukça pişman, maddi anlamda bütün giderlerimi karşılıyor şu an."
"Sen anlatmadın mı abine?"
Jungkook duraksadı. Konuşmaya başladığından beri ilk defa yaralanmış görünüyordu. "Korktum."
Daha fazla açıklamasına gerek yoktu. Abisinin de onu yadırgamasından, dışlamasından korkmuştu. Kore'deyken yaşanan görüşmelerini düşündü Taehyung ve içinden bir ses Jeon Junghyun'un kardeşinin başına gelen her şeyden haberdar olduğunu söyledi. Jungkook kız arkadaşıyla mutlu, demişti, değil mi? Ya da öyle bir şey? Jungkook'u Taehyung'dan korumaya çalışmıştı sanki? Ya da Taehyung fazla mı düşünüyordu? O an için hissettiği en büyük duygu pişmanlıktı. Jungkook'a hala neden burada olduğunu söylemediği için duyduğu pişmanlık. Çünkü o zaman abisini tanıdığını söyleyebilir, abin seni seviyor, diyebilirdi.
Peki ama, Junghyun neden aynı günün akşamı Taehyung'a Jungkook'un Londra'da olduğunu söylemişti?
"Aman ya," Jungkook son tırnağı da boyarken umursamaz bir tavırla omuz silkmişti, Taehyung kalbinin paramparça olduğunu hissetti. "Kurtuldum işte. Galler'de mutluyum, bir daha da Kore'ye dönmeyeceğim zaten."
Söylediğine anında pişman olmuştu çünkü Taehyung ona bundan sonra soracağı vardıysa da kendisiyle Kore'ye dönmek isteyip istemediğini sormazdı. Bakışlarını korkuyla yaşça büyük olana çevirdi, kirpiklerinin altından tepkisini ölçmek istemişti yalnızca. Ama Taehyung ağlıyordu. Sessiz sessiz, dudaklarında buruk bir gülümsemeyle ağlıyordu. Jungkook'la bakışları buluşunca burnunu çekti. "Dönmeyeceksin," diye onayladı. "Dönmemelisin."
"Sen niye ağlarken de güzelsin?" Jungkook onu yalandan azarlarken Taehyung iyice gülmüştü. "Niyetin beni kendine iyice aşık etmek mi?" Elini yavaşça kendi kucağına bıraktı. "Bitti."
"Belki de," diye karşılık verdi Taehyung. "Belki de niyetim öyle."
"Yapma," Derin bir nefes alıp Taehyung'un diğer tarafında kalan sigara ve çakmağa uzandı, bir dalı dudaklarına alıp yakarken tüm yalancı neşesini bir kenara bırakmış, sahile indiğinden beri içini yiyip bitiren bütün duyguları serbest bırakmıştı. "Çünkü benim aksime sen Kore'ye döneceksin, Taehyung."
"Doğru," diye onayladı büyük olan. "Ama..."
Taehyung daha fazla konuşmadı, bakışlarını öylece dikti sevdiği adama. Jungkook bazı şeyleri anlasın istiyordu. Jungkook aşık kelimesini bu kadar rahat kullanabiliyorken duygularının tamamının Taehyung tarafından karşılandığını bilsin istiyordu. Jungkook tüm bunları kendi başına bilip onlardan emin olmalıydı ki Taehyung ona gerçekleri anlattığında aşkına güvenebilsindi. "Ama ne?" diye üsteledi Jungkook kaşlarını çatarak, Taehyung'un dudakları kıvrıldı. "Kim Taehyung!"
"Sigara."
"Ama sigara?"
"Jungkook," Taehyung güldü. "Parmaklarımı kullanamıyorum ya hani, sigara ver bana."
**
Sonraki bir buçuk hafta Jungkook'un Taehyung'un peşinde dolanıp ama ne, diye sormasıyla geçmişti, dışarıdan bakan biri için yavru bir köpekten farkı yoktu. Ayrıca, bu bir buçuk hafta içinde, aralarındaki bu ismi konmayan şey ete kemiğe bürünmüş gibiydi, pansiyondaki herkes ikilinin sevgili olduğuna emindi artık. Dürüst ve cesur itiraflar yoktu, herhangi bir ilişkiyle ilgili herhangi bir teklif yoktu, öpücük yoktu. Yalnızca birlikte uyumalar vardı. Sabah birlikte koşmalar vardı. Jungkook'un ara sıra gittiği kasabadan getirdiği sosisli ekmekler, Kore'ye dönmeden önce resmini bitirmeye ant içmiş Taehyung'un onu odadan gülerek kovuşları vardı.
Öyle ki Taehyung'un haberinin olmadığı ama anlaşılan pansiyondaki herkesin haberdar olduğu Cardiff Yaz Festivali ortaya çıktığında pansiyonda kalan arkadaşlarından biri ikiliye bilet almak isteyip istemediğini sormuştu. Kiracıların yarısı zaten bu üç günlük festivale katılacaktı, diğer yarısıysa son dakikada ikinci elden satışa çıkan biletleri çok ucuza satın almıştı. Festivalde birçok ünlü isim de yer alıyordu ama Jungkook o güzel bakışlarını sevdiği adama çevirip fikrini almak istediğinde Taehyung'un yanıtı olumsuz olmuştu.
O yüzden de, sabah gözlerini yanağında gezinen narin dokunuşlara açtığında, pansiyonda Petunia dışında yalnızca ikisi vardı.
"Günaydın," diye mırıldandı Jungkook sabah sesiyle, gülümserken. Piercingi yamulmuştu, saçları başının etrafında aslan yelesini anımsatıyordu. Çok çirkindi. O kadar çirkindi ki Taehyung onu deli gibi öpmek istiyordu.
Umuyordu ki, bu gece öpecekti.
Daha iyi bir fırsatı olmayacaktı çünkü.
"Günaydın," diye karşılık verdi Jungkook'un boynuna saklanmadan hemen önce. Jungkook'un kolları etrafını sardı. "Taehyung?"
"Hm?"
"Ama ne?"
Taehyung cevap vermedi, aksine saklandığı yerde kıkır kıkır gülerek Jungkook'un sinirini bozdu. Jungkook en sonunda oflayarak yataktan kalkmış ve komodine bıraktığı lastik tokasına uzanmıştı. "Akşam benimle randevuya çıkar mısın?"
Taehyung uzandığı yerde dirseklerinin üzerine yükseldi. "Efendim?"
"Sadece ikimiz varız, Petunia zaten bizimle takılmaz. Romantik bir yemek yiyelim senle. Olur mu? Sonra da boş salonda televizyon izleriz."
"Kulağa çok güzel geliyor," diye itiraf etti yaşça büyük olan, hareket edip yatakta oturur pozisyona gelmiş ve bacaklarını aşağı sarkıtmıştı. "O zaman bu sabah tek koşacaksın."
"Yine mi?"
Duyduğu mızmız ses tonuna gülümsedi Taehyung, elini kaldırıp dağılan saçlarını iyice karıştırdı. Kore'ye dönmeden önce mi kestirseydi, yoksa döndükten sonra mı, emin olamıyordu. "Resmi bitirmem lazım, bugün hiç görüşemeyiz."
Jungkook'un dudakları iyice büzülünce büyük olan beklemeden devam etmişti. "O resim bittiğinde seni öpeceğim, Jungkook."
Genç adam saçlarını toplarken donup kalmış, irileşen gözleri anında Taehyung'un uykulu yüzüne tırmanmıştı. "Ne?"
"Hadi," Taehyung bir anda ayaklanıp Jungkook'u odanın dışına itelediğinde Jungkook hala şoktaydı ve tepki veremiyordu. "Akşam görüşürüz, güzel giyin."
"Taehyu-" Taehyung kapıyı onun suratına kapatırken gülüyordu, Jungkook koridorda kendine gelene kadar dakikalar geçmiş, genç adam en sonunda "Ama Taehyung!" diye itiraz etmişti. Büyük olan sırtını kapıya yaslarken dudaklarında önüne geçemediği bir gülümseme vardı. "Eski yola kadar koşacağım şimdi, akşama saatler var! Nasıl dayanacağım ben bu heyecanla?" Jungkook'un eski yol diye bahsettiği, pansiyonun yanındaki kasaba yolu geçen sene yapılmadan önce kullanılan, bulundukları yere iki, üç kilometre uzaklıktaki bir yoldu. Taehyung sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Acımasız!"
Jungkook kapının önünde yarım saat daha mızmızlanıp en sonunda pes etmişti, Taehyung banyoya gidip sabah rutinlerini gerçekleştirmeye başladı. Bir an için tıraş olmayı da düşünmüştü ama Jungkook kadar belli etmese de o da heyecanlıydı ve bir yerini kesmekten korkuyordu. Odasına dönüp tuvalini ve boyalarını hazırlamaya başladı, akşama kadar kuşu ve şövalyeleri yetiştirebilir miydi, bilmiyordu. Yetiştirebilse bile çizim kurumayacaktı ama Jungkook dokunmadığı sürece bir sorun çıkmazdı.
Rol yapmaya o kadar alışmıştı ki çıkabilecek tek sorunun bu olduğunu düşünüyordu.
En azından, telefonu çalana kadar.
Ekranda gördüğü Bay Jeon yazısı tüylerini diken diken etmiş, uzun zamandır görmezden gelmeye çalıştığı şeytanlar ensesinde kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Elinde boyalı fırçası, dengesini kaybedip poposunun üzerine düştü. Diğer elinin parmakları arasındaki cihaz titremeye devam ediyordu ve Kim Taehyung ciğerlerinin gittikçe büzüştüğünü hissedebiliyordu.
"Bay Jeon?" Uyanalı birkaç saat olmasına rağmen sesi çatlamıştı.
"Taehyung? Oğlum?" Yaşlı adam hattın ucunda birkaç kere öksürdü, sesi Taehyung onu son duyduğundan beri fazlasıyla kötüleşmişti. Fırçayı titreyerek paletin üzerine bıraktı. "Ne zaman geliyorsunuz?"
Üç ay. Taehyung Kore'den ayrılalı neredeyse üç ay oluyordu, üç aydır hattın diğer ucundaki adamın parasını yiyor, oğluyla gününü gün ediyordu. Son kez görmeyi arzuladığı oğluyla. Seokjin-ie hyung'unun da dediği gibi, özür dilemeyi hak etti oğluyla. Ama öyle değildi. O zamanki Taehyung bunları düşünmüş ve hak vermiş olabilirdi ama artık öyle değildi. Şimdi içinde iki benlik kavga ediyordu sanki. Birisi nankörlük etmemesi gerektiğini, Jungkook'u Kore'ye götürmek zorunda olduğunu söylüyordu. Diğeriyse bunun Jungkook için ne kadar travmatik olacağını biliyor ve küçük olanı üzecek hiçbir şeye kalkışamıyordu.
"Ben..." Yutkundu. "Ben haftaya dönüyorum, Bay Jeon."
Karşı taraftan bir yanıt beklerken boştaki eli titreyerek az önce bıraktığı fırçaya uzanmış ve Taehyung yeniden dizlerinin üzerine yükselmişti. Kafasındaki tüm planlar, bu resimle ilgili, Jungkook'a sunmak istediği görseldeki tüm metaforlar, ayrıntılar ve hayaller bir anda puslu bir perdenin arkasına saklanmıştı. Fırça tuvalle buluştu, efsanevi kuşun olması gereken noktaya küçük bir çocuk gibi, m harfi şeklinde bir kuş çizdi.
Geçenlerde Jungkook'la ormanda uzanırken söylediği gibiydi. Yıllarca aynı gökyüzünü çizmişti Taehyung. Çocukluğundan beri. Çocukluğunun son intikamını o gece o duvara bırakmıştı, bugün burada olmasına sebep olan o gökyüzü çizimi.
Şimdi gözlerinin önündeki tuvalde, dört yıl önce duvara çizdiği resmin aynısı vardı.
"Peki." dedi Bay Jeon. Ama keşke demeseydi. Keşke Taehyung'a ne kadar aşağılık, nankör, değersiz olduğunu söyleseydi. Keşke Taehyung'a yıllar önce Jungkook'un geride bıraktığı babası olduğunu, asla değişmediğini belli eden ufacık bir ipucu verseydi. Keşke tüm bunları yapsaydı da Taehyung'un zihni kalbinde barınan aşka burun kıvırmasaydı.
Bay Jeon aramayı sonlandırdığında, Taehyung nefessizlikten bayılmak üzereydi.
Fırça yere düşüp eski halıyı lekelerken genç adam emekleyerek balkona ulaşmaya çalışıyordu. İçeride oksijen kalmamıştı sanki, sanki balkona çıktığında nefes alabilecekti ama o daha bunu deneyimleyemeden düşüp kalmış, yanağı zeminle buluşurken uzandığı yerde bayılana kadar titremeye devam etmişti.
**
"İyi akşamlar, Kim Taehyung-ssi." Jungkook arka bahçede hazırladığı masanın dibinde durmuş, ellerinden birini karnına çıkararak Taehyung'u selamlamak amacıyla ufak bir reverans yapmıştı. Her zaman giyindiği siyah, dar pantolonunun içine sıkıştırdığı gömlek beyaz zeminli ve siyah desenliydi, kolları kıvrılmış ve dövmelerinin görünmesini sağlamıştı. Saçlarını önden bir örgüyle geriye alınıp tepede toplamıştı, ayrıca göz makyajı harika görünüyordu. Taehyung'un aksine akşam yemeğine kadar odasının zemininde baygın yatmadığı belliydi.
Taehyung'un oturacağı sandalyeyi çekerek sevgilisine yardımcı oldu, masanın üzerinde karşılıklı iki tabldot ve ortalarında da ufacık, elektrikler kesildiğinde kullanıldığı belli olan uyduruk bir mum vardı ama yeterdi. Bu kadarı Taehyung'a gerçekten yeterdi, ömrünün sonuna kadar yeterdi hem de. Bu gece anlatacaklarından sonra Jungkook onunla kalmaya devam edeceği takdirde, en azından.
"Taehyung?" Jungkook karşısındaki yerini aldığında Taehyung'un durgun halini fark etmiş ve başını masumca eğip tabldotundaki kimçiye dikilen bakışları karşılamaya çalışmıştı. "Hey. Neyin var?"
"Resim bitti." diye mırıldandı Taehyung.
Ortama birkaç saniyelik, rahatsız edici bir sessizlik çöktü. "İstediğim gibi olmadı," diye ekledi Taehyung. "Aklımdakiyle alakası yok. Özür dilerim."
"Taehyung," Jungkook rahatsızca temizledi boğazını. "Eğer konu öpüşmekse-"
"Kookie!" Petunia bir anda bahçeye gelince Jungkook'un cümlesi yarıda kalmıştı, pansiyon sahibesi nefes nefeseydi, elindeki telefonu sıkıca tutuyordu. "Hah, TaeTae de buradaymış, harika. Ben gidiyorum."
"Ne?"
"Yeğenimin doğumu başlamış, yarım saat içinde çıkıyorum," dedi Petunia pansiyona geri girmeden hemen önce. "Dışarıda bir işiniz varsa hemen halledin, kapıları kilitleyeceğim."
Jungkook'un şaşkın bakışları yeniden Taehyung'u bulduğunda bu sefer sevgilisini kendine bakarken yakalamıştı. "İçeri geçelim mi?" diye sordu, Taehyung çok üzgün görünüyordu ve kendinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını bilmediği için ne yapacağını bilemiyordu. "Kapıyı kilitleyince yemeğimiz bölünmesin."
"Jungkook," Taehyung derin bir nefes aldı. "Jungkook, bu bana yeter."
Küçük olan şaşkınlıkla kırpıştırdı gözlerini. "Efendim?"
Masaya doğru eğilip muma üfledi ve söndüğünden emin olunca da tabldotunu alarak içeriye geçti. "Hadi. Salonda yiyelim."
Jungkook neler olduğunu anlamamış bir halde kendi tabldotuyla arkasından giderken kaşlarını çatmıştı. Taehyung'un bir derdi vardı, çok da büyük bir derde benziyordu; aynı anda hem Jungkook'la alakasız hem de Jungkook'tan kaynaklanıyor gibiydi.
Taehyung koltuğa oturmadan önce televizyonu açmış ve salonda ses olmasını sağlamıştı, konuşmadan yemeklerini yerken Jungkook'un aklındaki romantik yemeğin bununla uzaktan yakında alakası yoktu ama Taehyung kendini iyi hissettiği sürece bunu dert etmeyecekti. Etmemeye çalışıyordu, en azından.
"Yan pansiyonlardan birine geçmek istemediğinize emin misiniz?" diye sordu Petunia, ufak bavulunu dış kapıya sürüklerken. Jungkook sorun olmadığını söyledi, zaten Taehyung'la yalnız kalmak istiyordu. Geçen noel pansiyonda tek başına kilitli kaldığı için de bu duruma alışıktı, birkaç gün koşmasa da olurdu.
Petunia gitti, kapıyı kilitlemişti. Nedense Jungkook'la pansiyonda kilitli kalmak Taehyung'u az da olsa rahatlatmıştı, belki de duyacaklarından sonra Taehyung'u bırakıp gidemeyeceğini bildiği içindi bu rahatlama. Sırtını geriye yasladı, bakışlarını televizyonda hakkında hiçbir fikrinin olmadığı programdan ayırdı ve kendisini izlemekle meşgul olan sevgilisine döndü. "Yemek güzelmiş."
"Aslında önceden haberimiz olsaydı alışveriş yapardık, yarın sana istediğin yemeği pişirirdim." Yavaşça gülümsedi Taehyung, Jungkook rahat bir nefes aldı. "Yarın ne yapmak istersin?"
"Bu geceyi bir atlatalım da," diye mırıldandı Taehyung bakışlarını yeniden televizyona çevirerek. Jungkook yine yutkundu, bahçedeyken söyleyeceği şeyi hatırlamış ve üzüntü bütün bedenini ele geçirirken yanaklarının kızardığını hissetmişti. "Taehyung," diye seslendi, diğeri ona bakmadı. "Öpüşmek istemiyorsan, öpüşmek zorunda değiliz. Lütfen resmi bahane etme. Ben bahaneler üreteceğin biri değilim."
Son cümleyi telaffuz ederken öyle bir ses tonu kullanmıştı ki, bir bildiriden çok soruyu anımsatıyordu. Değilim, değil mi, diye soruyordu sanki. Yakınız biz, değil mi? Aşığız?
"İstiyorum," dedi Taehyung, bakışları hala televizyondaydı. Derin bir nefes aldı. "Hadi yemeğimizi bitirelim. Konuşmamız gereken şeyler var."
**
Gece birlikte (sabah Petunia'nın onları basacağından korkmadan) uyuyacakları için, Taehyung Jungkook'u üstünü değiştirmesi ve rahat bir şeyler giyinmesi için önce odasına yollamıştı. Küçük olanın kapısı tıklandığında Jungkook aynayla bakışarak naneli sakızını son kez çiğniyor ve parfüm sıkıp sıkmaması gerektiğini düşünüyordu. Pansiyonda kendisi dışında kalan tek kişinin Taehyung olduğunu hatırlayıp kapısını onun çaldığını fark edince sakızını yuttu panik içinde, neredeyse boğuluyordu. "Gel!"
Kapı açıldı, Taehyung her zamanki güzelliğiyle içeri girdi, Jungkook'un nefesi kesildi. Sanki ilk kez görüyordu, sanki ona ilk defa düşüyordu, sanki şimdi elini tutup burnundaki benden öpmezse ölecekti.
Taehyung yavaşça yanına yaklaşıp ellerine bir şey tutuşturduğunda ayırabildi bakışlarını yüzünden, gözleri aşağıya düştü. Daha önce Taehyung'un odasında defalarca kez gördüğü kaplamalı defterdi bu. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken bakışları büyük olanın gözlerini bulmuştu. Taehyung da ona bakıyordu, bakıyordu ama... pes etmiş gibi görünüyordu. "Bu ne?"
"Operasyon günlüğüm." dedi Taehyung.
"Ne?" İlgisini yeniden deftere verip açmaya yeltendi ama Taehyung ellerini onun ellerinin üzerine koyarak durdurmuştu. "Sonra," diye fısıldadı Jungkook'un yüzüne yaklaşıp dudaklarını yanağına yaslamadan hemen önce. Tüy kadar hafif, gözleri kapalı olsa haberinin bile olmayacağı bir öpücüktü ama Jungkook baştan aşağı ısınmış ve farkında olmadan nefesini tutmuştu. "Hadi benim odama gidelim. Defteri burada bırak, sonra okursun." Duraksadı. "İstersen."
Başını sallayarak kendisine söylenenleri onaylamış ve defteri yatağının üstüne bırakıp Taehyung'la el ele ayrılmıştı odasından. Koridorda yürürlerken Taehyung'un adımları Jungkook'tan öndeydi, büyük olanın düşük enerjisi küçük olana da bulaşmış ve randevularını ikisinin de tahmin edemeyeceği bir noktaya sürüklemişti.
Tuval duvara dönüktü.
Taehyung'un odasına girdiklerinde Jungkook'un ilk fark ettiği şey buydu. "Sigara?" diye sordu Taehyung paketini ve çakmağını alıp balkona yönelirken, Jungkook'u arkasından çağırırcasına. Jungkook sorgulamadan gitti peşinden, sebebini bilmediği bir şekilde kaygılanmaya başlamıştı.
"Sana annemden neden bu kadar nefret ettiğimi asla anlatmadım, değil mi?" diye sordu Taehyung, balkonda sırtını duvara yaslamış olan Jungkook'un sigarasını yakarken. Jungkook pijamalarını giydikten sonra göz makyajını da temizlediği için göz çevresi az da olsa kızarıktı, Taehyung ona bu kadar yakınken fark etmişti. Beklemeden, bu sefer diğer yanağına ufacık bir öpücük kondurdu. Sanki biliyordu. Sanki Jungkook'un kaygı bozukluğunun yavaş yavaş uyandığını ve küçük olanın ne kadar da huzursuz olduğunu biliyordu.
"Anlatmadın," diye mırıldandı Jungkook yanan sigarayı parmaklarının arasına alarak, öpücük yüzünden sarhoş olmuş gibi. "Anlatmak zorunda değilsin. Seni ne kadar üzdüğünü görebiliyorum."
"Ah, Jungkook," Taehyung alayla güldü. "Anlatmak zorundayım."
"Taehyung," Jungkook gece boyunca ilk defa bu kadar emin konuşuyordu kendinden. "Seni üzen her yükün altına seninle girmeye hazırım ben, ama bu yükleri benimle paylaşmaya hazır değilsen-"
"Hazırım." Taehyung konuşunca Jungkook susmuştu, yaşça büyük olan devam etmeden önce sigarasından uzun bir nefes çekti. "Hazırım. Seninle her şeyi paylaşmaya hazırım. Hazır olmadığım şey, bu gecenin sonunda bir daha benimle bir şey paylaşmak istememen."
Jungkook bakışlarını yakamoza çevirirken sigarasından bir nefes aldı. "Anlat o zaman. Anlat da seni nasıl haksız çıkardığımı gör."
Konuşmadan önce Taehyung'un dudaklarını buruk bir gülümseme kaplamıştı. Jungkook'un ona bakmıyor oluşunu fırsat bilerek anlatmaya başladı. "En baştan başlayacağım, her şey birbiriyle alakalı zaten. Lütfen ben anlatmayı bitirene kadar lafımı kesme, olur mu?" Diğeri başını salladığında konuşmaya devam etmişti. "Annem ve babam üniversitedeyken tanışmışlar. Babam normal, orta sınıf bir aileden geliyor. Annemse zengin bir ailenin tek çocuğu, bütün o servetin varisi. Senin ailen kadar zengin olmalı, Jungkook. Adı Kang Jiseul."
Taehyung lafının kesilmemesini rica etmişti, Jungkook'u konuşmaktan alıkoyan tek şey o ricaydı o an. Kang Jiseul. Komşuları, Kang ailesinin varisi. Seul'ün en zenginlerinin yaşadığı, Han Nehri'nin kenarındaki o devasa sitede, Jungkook sabah okula giderken şoförü kapısını açtığı sırada kendi arabasına bindiğini gördüğü kadın. Kang Jiseul.
Bekar ve çocuksuz olduğunu düşündüğü, Kang Jiseul.
"Beni aldırmak istemiş."
Jungkook duraksadı.
"Yani, tam olarak beni diyemeyiz, kürtaj karşıtı biri olduğumu düşünmeni istemem. Hatta keşke istemediği bir çocuğu doğuracağına beni aldırsaymış. Annemden bu yüzden nefret etmiyorum, oraya da geleceğim şimdi. Babam onlar kadar zengin olmadığı için annemin ailesi elbette bu ilişkiyi desteklemezmiş, annem hamile olduğunu bırak babamla birlikte olduğunu bile söylememiş onlara. Ailesinin ünü yüzünden bir hastaneye gidip kürtaj yaptırmayı göze alamamış, ama orta sınıf bir adamla da evlenmek istemiyormuş." Kuru kuru güldü Taehyung, sigarasının izmaritini balkonda bıraktığı küllüğe bastırdı. "Sanırım evdeki çalışanlardan birinin çocuğu olarak göstereceklerdi beni, karnı belli olmaya başlayınca büyükannemin(!) bulduğu çözüm buymuş. Hesaba katmadıkları şeyse şu, benim geri zekalı babamın, baba olmaya fazla hevesli olması."
Jungkook'un bakışları Taehyung'a döndü.
"Annemden bu yüzden nefret ediyorum." dedi Taehyung. "Beni sevmek zorunda değildi, istememiş zaten. Ama zengindi, babam okulu bitirene kadar ona maddi anlamda destek olabilirdi." İç geçirdi. "Babamı terk ettiği gerçeğinden bahsetmiyorum bile. Sigaran bitti mi? Yatağa geçelim, hadi."
Yatağa uzanır uzanmaz Jungkook tek kelime etmeden Taehyung'a sarılarak kendine çekmiş, bakışlarını ayırmıştı; böylesinin Taehyung'a yardımcı olacağını biliyordu. "Dedem babamı reddetmiş, babaannem ara sıra bize erzak yollardı, o kadarını hatırlıyorum. Ama dedem istemediği için babaannemin cenazesine gidememişti babam. Sanırım ölene kadar bir daha görmediler birbirlerini. Neyse, hayatımın başlangıcı böyle yani. Babama ilk hediyem diplomasını ateşe vermek oldu. Hukuk, ikinci sınıf terk." Jungkook'un parmakları Taehyung'un oldukça uzamış olan saç tellerinin arasından geçmeye başladı. "Ama beni çok sevdi, biliyor musun? Asla hayatını mahvettiğim gerçeğini yüzüme vurmadı, Jungkook. Çocukluğum tüm o zorluklara, yalnızlıklara ve okulda çocukların annesiz oluşumla geçtiği dalgalara rağmen çok güzel geçti. Çünkü babam akşam işten geldiğinde beni öyle bir kucaklıyordu ki... Sanki babamın hayatı da benimkiyle başlamıştı, anlatabiliyor muyum? Sanki babam benden önce yoktu, olduğu tek şey benim babamdı."
Konuşmaya devam etmeden önce Jungkook'un dudaklarını başının tepesinde hissetmişti. Anlatması zor kısımlara geldiği için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Resim yapmaya duyduğum ilginin herkes farkındaydı, lisedeyken ülke çapında düzenlenen bir resim yarışmasına girip ikinci olmuştum. Babam adımın geçtiği bütün gazeteleri topladı. Eğer bizim eve gelirsen, salonun duvarlarında hepsini çerçeveletilmiş halde görebilirsin." Jungkook'un güldüğünü duydu. "Hayatım o kadar güzeldi ki, ikincilik haberinden yalnızca birkaç gün sonra mahvolacağını asla tahmin edemezdim." Duraksadı. Sonrasında da Jungkook'un kollarından sıyrılıp yataktan kalktı. "Özür dilerim, bir sigara daha içeceğim."
Jungkook hiçbir şey demeden başını salladı ve yatakta oturur pozisyona gelip sırtını başlığa yasladı. Taehyung balkon kapısının ağzında durmuş sigarasını yaktıktan sonra anlatmaya devam etmişti. "Etütten çıkmıştım, ders çalışmam hoşuna gittiği için babam geç gelmeme bir şey demiyordu, zaten kötü alışkanlıklarım da yoktu. Eve gittiğim kesin bir saat yoktu, olsaydı, babam onları eve almazdı."
"Kimleri?" Jungkook kendini tutamadan sormuştu, lafını böldüğü için özür dilemek istedi ama Taehyung umursamamıştı. "Annem ve onun babası. Her kelimeyi duydum. Kang sülalesinden daha önce ülke ikinciliğini bırak, hiçbir derece çıkmamışmış. Tüm bunları hiçbir ek yardım almadan başarmam hoşlarına gitmiş. Beni aile ağacına katmak istediler. On dokuz yıl sonra. Elbette Kang Jiseul'ın oğlu olarak değil, gayrimeşru kardeşi olarak. Nüfusta büyükbabamın oğlu olarak görünecektim. Çok daha iyi bir liseye geçecektim, dolayısıyla çok iyi bir üniversiteyi kazanacaktım. Bana normal şartlarda asla rastlayamayacağım fırsatlar sunacaklardı. İyi bir hayatım olacaktı." Sigarasından derin bir nefes çekti. "Bunlar onların lafları, tabii. Ben zaten iyi bir hayat yaşıyordum. Lisede harika bir arkadaş grubum vardı, popülerdim, kızlar peşimdeydi. Okul birincisi değildim ama derslerim iyiydi. En önemlisi de," İç geçirdi. "Babam benimleydi. Babam benimle gurur duyuyordu."
Dudakları büzüldü, gözleri dolmaya başlamıştı. "Onları evden atıp bir daha bana yaklaşmamalarını söyleme konusunda babama o kadar güveniyordum ki, kapının önünde sessizce durup orada olduğumu belli etmeden dinlemeye devam ettim." İlk damla düştü yanağına. "Babam kabul etti."
Boştaki elini kaldırıp yüzünü örttü, Jungkook yataktan kalkıp ona koşmak ve sıkıca sarılıp her şeyin geçtiğini söylemek için can atıyordu ama yapamazdı. Taehyung onu asla bölmemesini istemişti, buraya kadar anlatmışken şimdi Jungkook onu teselli etmeye kalkışırsa konuşmayı bitiremezdi. "Babam beni onlara vermeyi kabul etti. Nüfusundan çıkarılmamı, başka birinin oğlu olmamı kabul etti. Onun açısından durum böyle değildi, biliyorum; birkaç kağıt parçası onun oğlu olduğum gerçeğini değiştiremezdi, o sadece iyi bir hayat yaşamamı istiyordu ama o an bunu düşünmedim ben. Nasıl düşünürdüm? Büyükbabamın yüzündeki o iğrenç gülümsemeyi görüyorken nasıl düşünürdüm? Arkama bile bakmadan çıktım o evden, babam duyduğumu fark ettiğinde her şey için çok geçti. Arkamdan bağırdı. Ağladı. Bir daha haftalarca görmedim onu." Sigarasını söndürüp odaya geri girdi ama adımlarının hedefi Jungkook'un oturduğu yatak değil, duvara dönük tuvaldi. Çevirmedi. Öylece yanında durdu. "Sokaklarda geçirdiğim zamanın büyük bir çoğunluğunu hatırlamıyorum, edindiğim arkadaşlarımın bana içirdiği şeylerle ilgisi olabilir bu durumun. Çok kötü biri olmuştum. Ama o kadar umrumda değildi ki. En tepeyi gördüğüm için beni babamdan koparmak istemişlerdi, en dibi gördüğümde bizi rahat bırakırlar diye düşündüm. O siteye girdik. Zenginlerin yaşadığı. Annemin evini buldum."
Konunun geldiği nokta Jungkook'un yüreğine anlam veremediği bir ateş düşürmüştü, yatakta hareketlenerek ucuna kadar geldi. Onun bu tepkisi Taehyung'u korkutmuş gibiydi, yaşça büyük olan daha da şiddetli ağlamaya başladı. "Bahçe duvarını boyadım. İmzamı da attım. Benim için özgürlüğüm uğruna verilmiş son savaştı bu. Sana tavsiyem, kafan uçuyorken kimsenin duvarını boyamaya çalışma. Çünkü boyadığım duvar annemlerin değil, komşularının çıktı."
Jungkook'un kalbi sıkıştı, eli göğsüne konmuştu. Taehyung artık kekeliyordu, bundan sonra söyleyeceği hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu. "Ev sahibi beni affetti. Karakoldan kurtardı, babama kavuştum. Barıştık, bir daha beni asla bırakmayacağını söyledi." Derin bir nefes alıp tuvali çevirdi. Jungkook'un bakışları resme düştü, gözlerinin karardığını hissetti.
"O adamın ismi Jeon Jungeun." dedi Taehyung. "Beni buraya baban yolladı, Jungkook."
Küçük olanın korku dolu bakışları Taehyung'u buldu.
"Seni Kore'ye geri götürmem için."
Jungkook'un böyle bir tepki vereceğini tahmin edebiliyordu, yine de küçük olan yataktan hışımla kalktığında Taehyung canının acımasına engel olamadı. İşaret parmağı suçlarcasına bir ifadeyle Taehyung'a doğrulmuştu. "Sen-" Devam edemedi, zorlukla nefes alıyordu. Yüzü sürekli buruşup düzeliyor, bedeni kontrol edilemez bir şekilde titriyordu. "Sen- Taeho'nun oğlu."
Duvardaki resmin altına attığı imza. Taeho'nun Oğlu.
"Aptal!" Jungkook ciğerleri yırtılıyormuş gibi bir çığlık attığında Taehyung'un dizleri çözülmüştü. Yere düştü. "Aptal!"
Elleri havalandı, saçlarını yolarcasına çekiştirip topuzunu dağıtırken etrafında dönüp bir şeyler yapmaya çalıştı ama ne yapacağını bilmiyordu. Jeon Jungkook o an nefes almayı bile bilmiyordu. "Aptal! Aptal!" Bir anda Taehyung'un üzerine yürüdüğünde büyük olan korkuyla kaldırdı kollarını, yüzüne siper etti ama Jungkook'un hedefi o değildi. Tuvali aldığı gibi karşı duvara fırlattı, sonra da acısını çıkaramamış gibi düştüğü yere koşup yerden almış ve vurmaya, yumruklamaya başlamıştı. "Taeho'nun oğlu. Aptal!"
Tuval yırtılıp geriye sadece çerçevesi kaldığında Jungkook'un gövdesi derin nefeslerle yükselip alçalıyor, kolları bedeninin iki yanında deli gibi titriyordu. "Nefret ediyorum senden." dedi en sonunda, attığı çığlıklar yüzünden kısılan sesiyle. Ağlıyordu, burnu tıkanmıştı. "Senin gibi bir aptalı sevdiğim için kendimden de nefret ediyorum." Döndü, odanın kapısına doğru hızlı hızlı yürümeye başladı.
"Jungkook!" diye ağlayarak bağırdı Taehyung yığıldığı yerden. Jungkook dönüp ona bakmadı, kapıyı arkasından çarparak kapattı. Ona sakinleşmesi için süre vermeliydi, duyduğu şeyler Jungkook için hiç kolay değildi, ki şu an kapılar kilitli olduğu için pansiyondan da ayrılamazdı ama Taehyung bekleyemezdi. Jungkook'un kendisinden daha fazla uzaklaşmasını izleyemezdi, yerden kalkıp sevdiği adamın peşinden gitti. İlk denemesi odası olmuştu.
Kapısı kilitliydi. "Jungkook," diye hıçkırdı Taehyung kapıya vurarak. "Paylaştığımız hiçbir şey yalan değildi, sana yemin ederim-"
"Git buradan!"
"Jungkook, baban için geldim ama senin için kaldım," dedi Taehyung yalvarırcasına. "Seni seviyorum ben, lütfen!"
Kapı bir anda açılınca Taehyung çok kısa bir an için Jungkook'un onu affettiğini sanıp umutlanmıştı. Gerçekten, ufacık bir saniye bunu düşünmüştü. Sonraki saniye sırtı koridorun duvarıyla buluştu, Jungkook ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş suratıyla ona bakıyordu. "Git, dedim sana!"
"Jungkook, geçen hafta sahilde söylemek istediğim şey," diye başladı Taehyung ama Jungkook onu dinlemek istemiyordu, kapıyı yeniden kapatmış ve beklemeden kilitlemişti. Taehyung sırtını duvardan çekip avuç içlerini ahşaba yasladı, yine. "Senin aksine ben Kore'ye döneceğim, doğru. Ama..." Hıçkırdı. "Ama beni kabul edersen geri geleceğim. Bu sefer babanın parasıyla değil. Kendim çalışıp biriktirdiğim parayla, babamın izni ve evdeki tüm diğer eşyalarımla, Kore'ye bir daha dönmemek üzere geri geleceğim sana."
İçeriden birtakım sesler gelmeye başlamıştı. Taehyung'un hıçkırıkları biraz daha kuvvetlendi, nefesi iyiden iyiye kesilmeye başlıyordu. "Jeon Jungkook," dedi ciğerleri yırtılırcasına. "Babamın üzerine yemin ederim ki seni seviyorum."
Jungkook cevap vermedi. Birkaç dakika içinde odadan hiç ses gelmemeye başlamıştı zaten, ama Taehyung kendi çığlık ve hıçkırıkları yüzünden bu ayrıntının farkına varamamıştı. Dizlerinin üzerine çökmüş, başını kapıya vura vura yalvarmaya devam etmişti. Zamanın farkında değildi, alnının morarmaya başladığının farkında değildi, görüşünün gözyaşları yüzünden değil de nefessiz kalışı yüzünden kaybolduğunun farkında değildi. Kim Taehyung Jeon Jungkook'un kapısına yığıldı, kafasını oldukça şiddetli bir şekilde ahşap zemine çarpmış ve bir daha da hareket etmemişti.
Saatler sonra kendine geldiğinde başı dönüyordu. Kapı ve zeminden yediği darbeler yüzünden sandı bir an, açılan gözleri yanıyordu, cildi kavruluyordu. Baygınken kendini mi tırmalamıştı? Bu yüzden mi yanıyordu teni? Kriz geçirirken üzerinde böcek geziniyormuş gibi hissederdi bazen, hatırlamıyordu, belki de böceklerden kurtulmak için her yerini sertçe kaşımış ve cildinin tahriş olmasını sağlamıştı.
Ama bu olasılık ne burnunu dolduran dumanı, ne de dışarıdan gelen çığlıkları açıklıyordu.
Yangın.
Pansiyon, ahşap bina, alev alev yanıyordu. Jungkook'un saatler önce balkondan atlayarak kaçtığı, Taehyung'un yükseklik korkusu yüzünden asla atlayamayacağı, içinde kilitli kaldığı pansiyon. Arkasında kalan orman ve yanına dizilen diğer binalarla beraber.
"Jungkook!"
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro