13; 하늘
merhabalar, bu bölümü geciktiren hayat şartlarına çok sinirliyiz bu akşam. normalde bu bölümde angst devam edecekti ve araları bozuk olacaktı ama yakında yeterince üzülecekler diye kıyamadım fhgfkhfhg iyi okumalar, mika out
_______________________
Jungkook gözlerini açtığında, yatakta yalnızdı.
Uzandığı yerde gerinerek kendine gelmeye çalışırken etrafı inceliyor ve odasında olmadığı gerçeğini hazmediyordu. Saat kaç bilmiyordu, hava aydınlıktı ama erken uyanmadığına emindi, beyni Taehyung'un yokluğunu görmezden gelmek için birçok alakasız düşünceye aynı anda ev sahipliği yapıyordu. En sonunda derin bir nefes alarak yatakta doğruldu. Dün gece Taehyung'a tutkulu bir iyi geceler öpücüğü vermemek için kendini zor tutmuştu ve tek tesellisi de kollarında uyanacak olduğu gerçeğiydi.
Tesellisi ellerinden alındığı için yataktan kalkarak Taehyung'un eşyalarına yönelmiş ve parmakları saçlarına karışırken etrafı şöyle bir incelemeye başlamıştı. Gök mavisine boyanmış tuvale burukça gülümsedi, kendisi tek oturuşta bütün resmi bitirmeye çalışırken Taehyung uzun uzun oyalanıyor ve kendisinden başka kimsenin fark etmeyeceği ayrıntılar üzerinde çalışıyordu. Malzemelerinin üstünde kaplamalı bir defter vardı, dışarıdan bakılınca yarısından fazlası kullanılmış görünüyordu, sayfalar kabarıktı.
Odadan ayrılıp sabah rutinlerini gerçekleştirdi, üstünü değiştirip telefonundaki okunmamış mesajları kontrol ederken de Taehyung'u bulmak üzere aşağıya indi. Dün gece kalbini nasıl kırdığını biliyordu, açtığı yarayı kapatıp kapatamayacağından emin değildi ama elinden geleni yapmak istiyordu.
Sen beni asla yalnız bırakmadın. Ben de seni yalnız bırakmak istemedim.
Yalnız değildim.
Aptalın tekiydi, kendisi için böylesine endişelenen biri kim olursa olsun böyle bir karşılık vermemeliydi.
Benden nefret mi ediyorsun?
"Kookie," Salonda kendisine selam verenlere gülümseyip Taehyung'u görüp görmediklerini sordu. En son Petunia'yla görüldüğünü öğrenince de adımlarını mutfağa doğru çevirdi, saat öğleden sonrayı bulduğu için pansiyon sahibi yemekleri yapmaya başlamış olmalıydı. En azından, Jungkook'un tahmini bu yöndeydi ama Petunia'yı çalışan ocağın başında değil, arka bahçe kapısının önünde, ormana bakarken bulmuştu. "Petunia?"
Yaşlı kadın duyduğu sesle başını omzunun üzerinden çevirip Jungkook'un olduğu yere bakmış, ardından da hiçbir şey olmamış gibi ormana dönmüştü. Jungkook kaşlarını çattı, gözleri şüpheyle kısılmıştı. "Petunia? TaeTae nerede?"
"Ormanda." diye cevapladı kadın. Jungkook durumdan iyice işkillenirken bahçe kapısına yaklaşmış ve Petunia'nın yanındaki yerini almıştı. Bakışları metrelerce ötedeki Taehyung'un üzerine düştüğünde ciğerlerinin rahatladığını, göğsünde olduğunu fark etmediği sıkışıklığın kaybolduğunu hissetti. Kim Taehyung ormanın derinliklerine gitmemişti ama yine de, pansiyondan oldukça uzaktaydı. Yere çömelmişti, mesafe yüzünden ne yaptığı tam olarak seçilmiyordu.
"Kookie?" Petunia ona dönmeden konuştuğunda Jungkook daldığını fark etmediği hayal aleminden sıyrılmış ve yaşlı kadına yandan bir bakış atmıştı. "TaeTae'yle konuştunuz mu?"
"Ne hakkında?" diye soruyla karşılık verdi Jungkook. "Karakolda kalmam hakkında mı? Anlattım, ama-"
"Hayır." diyerek onun sözünü kesti Petunia. "Geçirdiği kriz hakkında."
Bakışları Taehyung'u bulurken Jungkook bu soruyu yanıtsız bıraktı. Petunia dün gece ona telefonda, Taehyung'un sadece fenalaştığını söylemişti. Jungkook onu defalarca arayıp ulaşamamıştı, uyuyakaldığını tahmin etmiş ve haklı da çıkmıştı. Şimdiyse Petunia'nın kullandığı kriz kelimesi göğsünün yine düğüm olmasını sağlamış ve genç adamın nefesini kesmişti.
Dün gece Taehyung'u yakalamak için yanında değildi çünkü.
"Kapıyı açtım." dedi Petunia. "Diğer pansiyonların birinden hemşire buldum."
"Teşekkür ederim. Ben-"
"Jungkook." Pansiyon sahibesi genç adama gerçek adıyla hitap edince Jungkook'un kullanacağı bütün sözcükler boğazından geriye yuvarlanmış, elleri terlemeye başlamıştı. "Ben sizin anneniz değilim. Bu pansiyon sizin eviniz değil."
Ama öyleydi. Jungkook uzun zamandır burada yaşıyordu, bu binanın her köşesinde bir anısı vardı. Petunia onun için kira ödediği bir yabancı değildi, Petunia onun kendisinden birkaç yaş büyük arkadaşıydı. Jungkook bu duvarların içinde gülmüştü, ağlamıştı, tıka basa doymuştu, hastalanıp bakılmıştı.
Taehyung'un ormanın içinde güldüğünü duydu.
Jungkook bu duvarların içinde aşık olmuştu.
"Yakalamasaydım düşerken boynunu kıracaktı." diye devam etti Petunia. Jungkook'un başı yaşlı kadına o kadar hızlı bir şekilde döndü ki neredeyse kendi boynu kırılacaktı. Gözleri şimdi kocamandı, Petunia'nın yüzündeki üzgün ifadeye şaşkınlıkla bakıyor, Taehyung'u kadının tarif ettiği halde hayal etmeye çalışırken bile bile ömrünü kısaltıyordu. "Başı korkuluklara yaslıydı."
"Bana sadece fenalaştı, dedin." Jungkook'un ses tonu bir fısıltının ötesine geçememişti.
"Bayıldı." dedi Petunia, Jungkook'un dediğini umursamadan. "Yardım ettiler, odasına çıkardık. Uyandı, çığlık atarak ağlamaya başladı, Korece konuşuyordu, sadece senin adını seçebildim söylediklerinden."
"Petunia, bana neden-"
"Ben senin sevgilinin bakıcısı değilim, Kookie." dedi kadın, haklı olarak. "Bu pansiyonun sakinleri TaeTae'yi odasına taşımak, gecenin bir yarısı onun çığlıklarını dinlemek zorunda değil." Derin mi derin bir nefes alıp en sonunda Jungkook'a baktı. "Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Ama sevmemem gerektiğini de biliyorsun, değil mi?"
"Tamam," dedi Jungkook öfkeyle.
Jungkook o evde on sekiz yıl yaşamıştı, binanın her köşesinde bir anısı vardı. Annesi onun için sadece karnesine bakıp harçlık veren bir yabancı değildi. Hyung'u onun kendisinden birkaç yaş büyük arkadaşıydı. Jungkook o evde gülmüştü, ağlamıştı, oyunlar oynamış, ilk öpücüğünü almıştı, en iyi kalite biftekleri tatmış, haftalarca aç kalmıştı.
"Tamam," diye tekrarladı, bahçeye çıkarken. "TaeTae'nin kalma izninin bitmesine bir ay ha var, ha yok. Kurtulursun bizden."
Jungkook o evde ölmüştü.
"Jungkook."
İç geçirip ormana doğru attığı adımları kesti, olduğu yerde dikilip Petunia'nın konuşmaya devam etmesini bekledi.
"Sana arkadaşın olarak son tavsiyemi veriyorum." dedi Petunia, mutfaktaki işlerine dönmeden hemen önce. "Sevdiğin adamı parçalamak bu kadar kolay olmamalı."
Petunia'nın tavsiyesi Jungkook'un kafasının içinde yankılanırken genç adam ormana doğru hızlı ver sert adımlarla ilerlemeye kaldığı yerden devam etti. Ayakkabısının altında kalan ot ve dallar varlığını bütün ormana duyuruyor, etrafta ne kadar canlı varsa ilgilerinin Jungkook'a dönmesine sebep oluyordu. Taehyung'a yaklaştıkça sevdiği adamın sesi ve söyledikleri daha da belirginleşmiş, omzunda bulunan ve yere yaklaştırdığı avcundaki yemişleri yiyen iki kırmızı sincap netlik kazanmıştı.
Sincaplar Jungkook'un varlığını hisseder hissetmez ışık hızıyla en yakındaki ağaca tırmanmış ve telefonla konuşan Taehyung'un başını şaşkınlıkla kaldırıp etrafa bakınmasına sebep olmuşlardı. Yemişleri yere bırakıp avuç içini zemine yaslayarak ayaklanmaya çalıştı, bir yandan da telefonda konuştuğu kişiye yanıt veriyordu.
Arkasına dönünce, kendisinden birkaç metre ötede, siyah kıyafetleri ve dağınık saçlarıyla dikilen Jungkook'u görmüştü, hattın diğer ucunda her kim vardıysa Taehyung tarafından sessizliğe mahkum edildi.
"Jungkook?"
Jeon Jungkook koştu. Aralarındaki mesafeyi birkaç dev adımda kapattı, kolları Kim Taehyung'un beline sıkıca sarılırken şişko burnu genç adamın boynuna yaslandı. Taehyung ufak bir "Oh?" nidasıyla geriye doğru sendelemiş ama kendisini saran kollar sayesinde düşmeden ayakta kalmayı başarmıştı.
"Hyung," dedi Taehyung, Jungkook konuşmayınca. Yaşça küçük olan telefondan gelen mırıltıları duyabiliyordu, Taehyung Seokjin-ie hyung'uyla konuşuyor olmalıydı. "Yarın konuşalım, olur mu?" Başka mırıltılar. "İyi geceler."
Telefonu cebine tıkıp Jungkook'un kucaklamasına karşılık verdi. "Sorun ne?" Ama Jungkook konuşmuyordu. Yüzünü Taehyung'un boynuna sürtüp cildinin altındaki nabzı hissediyor ve derin nefesler alıp kokusunu içine çekiyordu sadece.
"Jungkook? İyi misin?" Taehyung en sonunda yüzünü avuçlarının arasına almış ve yaşça küçük olanı boynundan uzaklaştırmıştı. "Neyin var? Odaya çıkalım mı?"
"Odada yoktun."
"Ah," Taehyung'un buruk gülümsemesi gözlerine ulaşmıştı. "Erken uyanınca seni rahatsız etmek istemedim."
Onun elleri arasında duran başını iki yana salladı Jungkook. "Ne rahatsızlığı?"
Taehyung gülümsemeye devam ederken ellerini iki yanına indirmiş ve masumca silkmişti omuzlarını. "Bugün ne yapmak istersin?"
"Burası güzel, hadi oturalım." Jungkook bir anda Taehyung'un ellerini tutup kendiyle beraber yere çekmiş ve birlikte toprak zemine oturmalarını sağlamıştı. Taehyung şaşkınlıkla kıkırdadı ama ona kolayca ayak uydurdu. Kirlenecek olmayı umursamadan uzanıp bakışlarını havaya diktiler. "Gökyüzü görünür sanmıştım," diye mırıldandı Jungkook.
"Sahile gidebiliriz?" diye önerdi diğeri. "Ben de gökyüzünü görmek istiyorum."
"Resmini gördüm," diye itiraf etti yaşça küçük olan. "Gökyüzü çiziyorsun, değil mi?"
Taehyung birkaç saniyeliğine sessiz kalmış ve en sonunda "Evet," diye yanıtlamıştı. "Ama görmemen lazımdı. Sürpriz olacak."
"Sadece zemini çizmişsin, bir tane bulut bile yoktu." Jungkook kıkırdıyordu ama Taehyung'un kendisine sürpriz yapacak olduğu gerçeği kelebeklerin karnında gezinmesine yol açmıştı.
"Yıllardır aynı gökyüzünü çiziyorum."
"Instagram hesabında görmedim hiç."
Taehyung iç geçirdi. "Son birkaç yıldır hiç çizmedim." En son çizdiğim gökyüzü bir evin bahçe duvarındaydı, beni bugün sana getirdi. "Çocukluktan beri hep gökyüzü çiziyoruz, bunun hakkında hiç düşünmüş müydün?"
Jungkook bedenini Taehyung'a doğru çevirip dirseği üzerinde yükselmiş ve başını avuç içine yaslayarak sevgilisine bakmıştı. "Düşünmedim."
"Mavi zemin, birkaç bulut, gülümseyen bir güneş..."
"Gökyüzü senin için ne ifade ediyor?" Küçük olan o kadar büyük bir ilgi ve merakla sormuştu ki, Taehyung'un ona hak ettiği en dürüst cevabı verebilmek için birkaç saniye boyunca sessiz kalıp düşünmesi gerekmişti. "Özgürlük." diye yanıtladı en sonunda, kalbinin sesini dinleyerek.
"Neden son birkaç yıldır hiç çizmedin?"
Özgür değildim çünkü.
Taehyung hayatının zirvesini üniversite yıllarında yaşamıştı ama bu, özgür olduğu anlamına gelmiyordu. Burs alıyordu, aldığı bu burs yalnızca eğitim masraflarını da karşılamıyordu, Bay Jeon onun cebine harçlık koymuş, babasına da yardımcı olmuştu. Okulda çok başarılıydı, profesörleri tarafından çok seviliyordu. O üniversiteyi okurken Seokjin-ie hyung'u işe girmişti, bebeğim dediği o üçüncü el külüstür arabayı almış ve bir yaz boyunca her şehirde bozulan o arabayla Kore'yi gezmişlerdi. İkinci ve son sevgilisini üniversitede bulmuş, ilişkileri yalnızca yedi ay sürse de Taehyung yaşıtları gibi hissetmesine sebep olan birçok şey deneyimlemişti. Aynı yıllarda istemeye istemeye gittiği bir partide o kadar sarhoş olmuştu ki kaygı bozukluğu onu o gece için terk etmiş ve Taehyung'un bir (ya da iki) erkekle öpüşüp kendini bir haftalığına da olsa sorgulamasına sebep olmuştu. Deneyimler, arkadaşlıklar, maceralar, alışkanlıklar; tüm bunlar özgürleştirici şeylerdi.
Ama tüm bunları birine borçlu olmak...
"Aman, boş ver,"
Tüm bunları şimdi sevdiği adamı üzdüğünü bildiği birine borçlu olmak...
"Asıl senin için ne ifade ediyor?"
Jungkook güldü, Taehyung'un böyle kişisel bir soruyu cevaplamamış olması kalbinin köşesini ufacık, azıcık kırmıştı ama kendinde alınma hakkı görmüyordu. Çünkü bir, o Taehyung'a ne anlatmıştı da büyük olandan aynı karşılığı beklesindi; ve çünkü iki, Taehyung her şekilde kişisel bir meselesini kendine saklama özgürlüğüne sahipti.
"Gülme ama," diye başladı konuşmaya. "Benim için de özgürlük."
Taehyung gülerken gözleri kısılıp iki güzel hilal şeklini almıştı, Jungkook "Yah!" diye mızmızlanırken yaşça büyük olan ellerini kaldırıp koca avuçlarıyla yüzünü örttü. "Taehyung!"
"Özür dilerim, özür dilerim," Derin bir nefes alıp gülüşünü kontrol altına almaya çalıştı, Jungkook'un büzüşen dudakları bu çabalarına hiç yardımcı olmuyordu. "Açıkla."
"Ben gençken evde huzurlu bir ortam yoktu," dedi Jungkook kısaca. "Abim yurt dışında okuyordu, annemle babam işlerle meşguldü, evde sık sık yalnız kalırdım. Öyle bir durumda kapana kısılmış gibi hissediyor insan."
Jungkook bu cümleleri iki ay önce, tanıştıkları gün kurmuş olsa Taehyung ay kıyamam, koca malikanede kapana kısıldın demek, diye düşünür ve onu bu kadar çok sevip özleyen babasını geride bıraktığı için Jungkook'a iyice öfkelenirdi ama bugün biliyordu ki Jungkook orada gerçekten mutlu değildi. Bay Jeon'un Jungkook'u bugün seviyor olması, yıllar önce de seviyor olduğu anlamına gelmiyordu. Öyle ki Jungkook o malikaneyi bırakıp bu ahşap pansiyonun on beş metrekarelik odasına sığınmıştı.
"Evden ayrılmadan önce akıl sağlığımı yerinde tutan tek şey pencereden görünen gökyüzüydü. Hayvanat bahçelerinde, aslanların kafesine savan resimleri çizerler ya, öyle düşün. Aslında uçmuyordum, ama başımı çevirince bulutları görüyordum."
Taehyung bir cevap veremeden (ki kendini suçlu hissetmeden verebileceği bir cevabı da yoktu) telefonu çalmaya başlamış ve sohbetleri kısa bir süreliğine de olsa kesilmişti. "Üzgünüm," dedi Jungkook'a, babasından gelen aramayı yanıtlamadan hemen önce. Jungkook gülümseyerek önemli olmadığını belirtircesine iki yana salladı başını. "Alo? Baba?"
Jungkook başını dirseğinden çekip yere yeniden uzanmış ve bakışlarını gökyüzünü kapatan ağaç dallarına çevirmişti. Burada gökyüzünü yeşil kapatıyordu, Seul'deyken renk griydi. "Saat orada geç olmadı mı, neden uyumadın sen hala?"
Babası konuşurken Taehyung onu, Jungkook'sa cihazdan yükselen mırıltıları dinliyordu. Birkaç saniye sonra Taehyung kıkırdamaya başladı. "Tamam." Babası bir şey daha söyledi, Jungkook kendi adını duyduğunu sandı. Nitekim Taehyung'un başı da ona doğru dönmüştü. "Tamam," diye yineledi genç adam. "Söylerim. Ah! Baba! Seokjin-ie hyung yarın sana erzak getirecek, haberin olsun."
Taehyung aramayı sonlandırıp telefonu cebine tıkarken "Bu akşam yağmur yağacakmış," dedi.
"Efendim?"
"Babam televizyonda sürekli Galler kanallarını izliyor." diye açıklamaya çalıştı Taehyung gülerek. "Hava durumunda görmüş, seni de uyarmamı istedi."
Yani Jungkook gerçekten de kendi adını duymuştu. "Babanın benden haberi var mı?"
Taehyung'un gülüşü yüzünde dondu, cildi kızarırken bakışları Jungkook'u terk etmişti ama yaşça küçük olan istediği yanıtı zaten almış gibi pişkince sırıtmaktan alıkoyamadı kendini. "Bana biraz Seokjin-ie hyung'undan bahsetsene." diyerek Taehyung'un utancında boğulmasına engel olmaya çalıştı.
Taehyung iç geçirdi. Endişeleri ve utancı (Jungkook'un düşündüğünün aksine başka bir sebepten kaynaklanıyordu) kaybolmamıştı ama yaşça küçük olanın konuyu değiştirme çabasına minnettardı. "Neredeyse bir buçuk saattir onunla konuşuyordum," dedi Taehyung. "İş yerinde bir kıza vurulmuş."
"Oh."
"Kızın liginde değilmiş."
"Oh."
"Senin hiç oldu mu?" diye sordu Taehyung bir anda, dirseğinin üzerinde yükselerek. "Hiç böyle gidip de en yakın arkadaşına, bir kız var, diye mesaj attın mı?"
Konu Seokjin-ie hyung'dan çıkıp yine ikisine dönmüştü ama gerçekten ikisi de bunun farkında değildi. Dünkü bozgunun üzerine iki kasabada da tadilat işlemleri sürüyordu, birbirlerini yine ikisi iyileştiriyordu. Konuşarak. İletişim kurarak. "Olmadı." dedi dürüstçe.
"Aigooooo!" Taehyung'un gülümsemesi kulaklarına çıkmıştı, işte şimdi Jungkook'u geçtiği bir şeye sahipti. "Masum!"
Ama Jungkook sinsice gülümseyip dirseğinin üzerinde tıpkı Taehyung gibi yükselmiş ve aralarında on santim varken bakışlarını kitlemişti. "Kız olmadı, Taehyung." dedi vurguyu önemli ayrıntıya düşürerek.
Taehyung'un dirseği kaydı, suratı toprak zeminle buluşurken Jungkook'un kahkahası ormanda yankılanmıştı. Yaşça büyük olan deve kuşu gibi kafasını gömmeye çalışırken Jungkook gülerek onu omzundan itmiş ve yeniden yüz yüze gelmeye çalışmıştı ama Taehyung olduğu yere büzüşüyordu. "Aigo, Kim Taehyung-ssi!"
"Bırak beni."
"Masum seni." Jungkook'un parmakları okşamaya kıyamıyormuş gibi geçti artık fazlasıyla uzamış olan saçlarının içinden. "Hiç erkek arkadaşın oldu mu?"
"I-ım," Taehyung konuşurken Jungkook'un yüzüne bakamıyordu ve genç adam bunu o kadar tatlı buluyordu ki çığlık atmak istiyordu. "Kız arkadaşım oldu."
"Peki, erkeklerden hoşlandığını biliyor muydun?" diye sormaya devam etti Jungkook, ilgiyle. Kendisi uzun zamandır biliyordu çünkü.
Taehyung yine hayır, anlamında bir ses çıkardı. "Bir kere öpüşmüştüm ama, öpücüktü sadece. Kendimi asla hoşlanamam, diye şartlamadım hiçbir zaman. Ama hoşlanmadım da."
"Bana kadar?"
Jungkook soruyu sorarken sesi umut doluydu, öylesine umut doluydu ki Taehyung'un kafasındaki şeytanlar sen sadece bir yüksün, diye bağırsalar da seslerini genç adama bir türlü duyuramamışlardı. "Sana kadar." diye onayladı, fısıldayarak.
Jungkook'un ojeleri soyulmuş parmakları havalanıp yaşça büyük olanın yanağına uzandı, dokunuşlarının altındaki ten sımsıcaktı. Aile malikanesinin onu asla ısıtamadığı kadar, pansiyon şöminesinin asla yakamadığı kadar sıcaktı. Jeon Jungkook bunca zaman kendini göçmen kuş sanmasına alayla gülüyordu içinden, kabuksuz bir kaplumbağa olduğunu Taehyung'un yanaklarındaki renge, gözlerindeki parıltıya bakarken fark etmişti. Petunia'ya kurtulursun bizden, derken bu gerçeğin farkında değildi. Taehyung'un kalma izni bitiyordu, Jungkook pansiyonda durmak istemiyordu. Uçmayacaktı, evini sırtına alacaktı. Taehyung'u alıp başka diyarlara yola çıkacaktı.
Bu sefer çalıp da ortamı bozan telefon Jungkook'a aitti ama genç adam cebinde titreyen cihazı umursamadan Taehyung'un yüzüne bakmaya devam ediyor ve onu öpme dürtüsünü kontrol altına almaya çalışıyordu. Taehyung beklemesini istemişti. Ama bir kerecikten bir şey olur muydu? Tabii ki olurdu, Taehyung istemiyordu. Ama bir kerecik ya? Taehyung bir kerecik de istemiyordu.
"Efendim?" Aramayı yanıtlarken sebepsiz yere nefes nefeseydi. Hattın diğer ucundan yükselen mırıltıları dinleme sırası Taehyung'daydı, Jungkook görüşmesini yaparken yaşça büyük olan yer uzanıp nefeslerini kontrol altına almaya çalışmıştı. Bir an için Jungkook'un onu öpeceğini sanıp korkmuştu ve korkularının yersiz çıkmasına bu kadar sevindiği daha önce olmuş muydu, bilmiyordu. Jungkook'a güvenebildiği için çok mutluydu. En kısa zamanda ona her şeyi anlatacak ve sevdiği adamı öpecekti, bekleme sebebi buydu, çünkü Jungkook da güvenebileceği birisini öpmeyi hak ediyordu.
"Oh~" Jungkook keyifle Taehyung'a döndü. "Yatırımcı şikayetini geri çekmiş."
Jungkook'un neyden bahsettiğini anlamak için Taehyung'un iki saniye harcaması gerekmişti, hevesle doğruldu uzandığı yerden. "Tamamdır, hyung," dedi Jungkook, Taehyung da avukatına neden hyung dediğini anlamaya çalıştı. Avukatı aynı zamanda Bay Jeon'un avukatı değil miydi? Babası için çalışan bir adamla nasıl bu kadar yakın olurdu Jungkook? Ama, düşününce, babasının avukatı olsaydı Bay Jeon'un çoktan oğlunun karıştığı kavgadan haberi olur ve Taehyung telefonunda kaygı bozukluğunun keyfini yerine getirecek kırk tane arama kaydıyla karşılaşırdı. "Sana bahsettiğim online dükkan muhabbetini hatırlıyor musun?" diye devam etti Jungkook telefonla konuşmaya. "Aldığın parayı ona kullan. Bir ayı geçti, artık halledelim şunu."
Konuşma birkaç dakika içinde sonlanırken Jungkook yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Taehyung'a dönmüştü. "Acıktım."
Büyük olan şaşkınlıkla kırpıştırdı gözlerini. "Ha?"
"Çok acıktım!" diyerek coşkuyla ayaklandı Jungkook. Bir eli poposunu silkelerken diğeri tutması için Taehyung'a uzanmıştı. "Hadi restorana gidelim, akşam yemeğini bekleyemem."
"Tamam, nasıl istersen." Elini tutup ayağa kalktı.
Artık son derece yabancı hissettiren pansiyona el ele girerlerken, Petunia'ya bakmadan mutfağı geçip kıyafetlerini değiştirmek için odalarına çıkarlarken Jungkook kendisini mutsuz edecek hiçbir şey düşünmüyordu. Yalnızca heyecanla gülümsüyor, bu haliyle Taehyung'un kalbine güneş gibi doğuyordu. Heyecanlıydı. Taehyung'a Cardiff'teyken verdiği sözü en sonunda tutabildiği için heyecanlıydı. Taehyung'un yapacağı ve Jungkook'un kurmak üzere olduğu dükkanda kopyalarıyla ürünlerini altına kendi imzasını atarak satabileceği resimler için çok heyecanlıydı. Uzun zamandır gidemediği restoranda en sevdiği menü olan jjigae ve banchanları Taehyung'a tattıracağı için çok heyecanlıydı. Sevdiği adamın babasının, kendisini de dolaylı yoldan uyardığı yağmur için çok ama çok heyecanlıydı. Artık her şey yoluna girdiği için heyecanlıydı, bilmediği ülkelerin rutubetli pansiyonlarında yalnız kalmayacağı için, evini bulduğu için heyecanlıydı.
Ah, Jungkook.
Jungkook çok heyecanlıydı.
neymiş efendim mikaçu kaplumbağa sembolizmi yapmaktan bi türlü bıkmıyormuş napayım ayol ilk aşklar unutulmuyor
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro