Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

12; yük

  "TaeTae?" Petunia kapıyı aralayarak başını yavaşça içeri uzatıp seslendiğinde Taehyung oturduğu yerde, Jungkook'un yatağında, başını sesin geldiği yöne doğru çevirmişti. "Şekerim, odanda göremeyince merak ettim seni."

"Üzgünüm," diye mırıldandı yavaşça ayaklanarak. Sahildeki eşyalarını topladıktan sonra Jungkook'unkileri odasına getirip yatağına oturmuş, etrafını saran kokusuyla bir daha hareket edememişti.

"Yemek saati," dedi Petunia kapıyı iyice açarak. "Hadi gel."

"Kookie geldi mi?" diye sordu Taehyung, yaşlı kadına doğru yürürken. Birlikte odadan çıkıp kapıyı arkalarından çekmiş ve zemin kata inen merdivenlere yönelmişlerdi. Taehyung, Petunia'nın birkaç adım gerisindeydi. "Daha gelmedi," diye yanıtlandı sorusu. "Et yemeği yaptım, Kookie dolaptaki turşudan sana vermemi istedi."

"Turşu mu?"

"Lahana turşusu var ya sizin, ondan." Kimçi. Jungkook'un bittikçe gidip kasabanın diğer ucundaki Kore restoranından yenisini aldığı o koca kavanozdaki kimçi. İki aydır ne zaman kendine çıkarsa Taehyung'un tepsisine de koyduğu, ev özlemlerini bir nebze de olsa bastırmalarına yardımcı olan kimçi. Taehyung o kimçiden şimdi ilk defa, Jungkook olmadan yiyecekti.

Hava güzel olduğu için yemek odasındaki masalardan birkaçı arka bahçeye çıkarılmıştı ama bahçe zaten altı metrekare genişliğinde olduğu için kimse yoktu, Taehyung da aslında yemeyeceği ama Petunia'nın tepsisine zorla doldurduğu yiyeceklerle ormana bakan bahçeye çıkmış, yalnızca birkaç metre ilerisinde göğe yükselen dev ağaçları izlemeye başlamıştı.

Petunia beş dakikada bir gelip Taehyung'u kontrol ediyor, ağzına bir lokma almadığını fark edince de kızıyordu. En sonunda pes edercesine karşısındaki sandalyeye oturdu. "Yüzündeki bakışı beğenmedim, şekerim," diye başladı konuşmaya. "Ormana gitmeyi düşünmüyorsun, herhalde?"

Taehyung omuz silkti.

"Yarın, hava aydınlıkken buraya gelirsen kırmızı sincapları görebilirsin," diye devam etti Petunia. "Ama ormanın derinlerine gitmek çok tehlikeli."

"Şu an tehlikeli bir şeyler yapmaya ihtiyacım var," diye mırıldandı Taehyung, Petunia "Efendim?" diye karşılık verdiğinde de Korece konuştuğunu anladı. Ne yaparsa yapsın kafasını toplayıp bulunduğu ana odaklanamıyordu, Jungkook bir türlü aklından çıkmıyordu. Bir saate döneceğini söylemişti, hatta o kadar sürmeyeceğini söylemişti ama hala gelmemişti. İç geçirerek başını ellerinin arasına aldı.

"TaeTae," diye mırıldandı Petunia, üzgünce.

"Senin de canın sıkılıyor benim yanımda," diye karşılık verdi Taehyung. "Ormana girmeyeceğim, söz. Hadi gidip işlerini hallet sen."

Petunia birkaç saniye boyunca onu dikkatle süzüp en sonunda sözüne güvenmiş ve pes edercesine ayaklanıp pansiyona girmişti. Derin bir nefes alıp Petunia'nın çıkardığı kimçiden bir parça attı ağzına, ormandan gelen böcek sesleri pansiyondan gelen insan seslerine karışırken dakikalarca çiğnedi aynı lokmayı. Yemesi lazımdı. Jungkook gelirken şarap alacaktı. Aç karna alkol alırsa daha ilk bardakta sarhoş olur, Jungkook'un karşısında bülbül gibi öterdi. Son birkaç saattir olup bitenler ona Jungkook'u kaybetmenin nasıl hissettireceğini az da olsa tattırmış gibiydi, Jungkook'un karşısında babasının adını hayatta ağzına alamazdı. Ama yiyemedi. Kendini ikna etmek için tüm bu cümleleri kurup beyninin içinde döndürdü ama oturduğu yerde iki büklüm kıvranmasına sebep olan mide bulantısının önüne geçemedi. İçki de içmeyiversindi, Jungkook içerken onu izlerdi.

Ah, Jungkook bir gelseydi.

Taehyung orada ne kadar öyle oturduğunu bilmiyordu ama yemek saati bitmiş olmalıydı ki Petunia bahçeye geri dönmüş ve tepside artık yenmeyecek hale gelen yiyeceklere yüzünü buruşturmuştu. Onun tepkisi Taehyung'un umrunda değildi, pansiyondaki kimse Jungkook için yeterince endişelenmiyordu. Elbette, kaygı bozukluğunun şu hali üzerinde çok büyük bir etkisi vardı ama Taehyung yine de kimsenin gereken özeni göstermediğini düşünüyordu. Jungkook o kavgaya bu bina için girişmişti. Burada kalanlar kalmaya devam edebilsin, Petunia burayı yönetebilsin diye girmişti. Vatandaşı olmadığı bir ülkede arkası sağlam bir adamın kaşını patlatmıştı. Bir saat geçmeden dönmüş olması gerekiyordu ama karakola sözde ifade vermeye gideli iki saati geçmişti.

"TaeTae?" diye seslendi Petunia, Taehyung'un düşündükçe çatılan kaşlarına şaşkınlıkla bakarak. Parmaklarının arasında sıkıp farkında olmadan büktüğü çatalı tepsiye bıraktı Taehyung. "Efendim?"

"Kookie aradı," dedi Petunia, Taehyung panik içinde ayaklandı oturduğu yerden. "Sakin ol, bir sorun yok."

"Ne dedi? Geliyor mu?" Petunia başını iki yana sallayınca Taehyung beklemeden sorularına devam etmişti. "Beni mi çağırdı? Hemen giyineyim-"

"Hayır, TaeTae-" Petunia derin bir nefes aldı. "Beni çağırdı."

Taehyung anlamıyordu. Petunia Jungkook'u Taehyung kadar düşünmüyordu ki. Kimse düşünmüyordu. Babası bile düşünmüyordu, yıllar önce sokakta bulduğu bir piçi oğlunun peşine takmıştı. Abisi düşünmüyordu, Jungkook'un hala Londra'da yaşadığını sanıp ona yolladığı paraları çaldırıyordu. Annesi düşünmüyordu, Bay Jeon oğluna her ne yaptıysa onu koruyamamış ve evinden ayrılmasına engel olamamıştı. O yüzden anlamıyordu işte. Jungkook neden onu değil de Petunia'yı çağırmıştı?

"Kookie'nin vurduğu adam, yanındaki arkadaşının da şahit olarak ifade vermesini istemiş. Şimdi ben de gidip Kookie'nin şahidi olarak ifade vereceğim." diye açıklamaya çalıştı Petunia. "Başka bir şey yok, endişelenme. Birlikte döneceğiz." Taehyung'un başka bir şey demesine fırsat vermeden masadaki tepsiyi alıp içeriye girmeye yeltendi, bakışları Taehyung'un büktüğü çataldaydı. "Ben de geleyim," diye peşine takıldı Taehyung. "Cüzdanımı alıp inerim hemen, bekle."

"Hayır."

"Ne yapacaksın?" diye bağırdı Taehyung. Petunia onun bu tavrı karşısında gözleri irileşerek geriye doğru bir adım atmıştı ama ne onun bu tepkisi ne de etraftaki şaşkın bakışlar ona engel oldu. "Kapıyı dokuzda mı kilitleyeceksin?"

Kadın yutkundu. Dudaklarını ağzının içine doğru kıvırıp birkaç saniye boyunca ne diyeceğini düşündü ve en sonunda pes edercesine omuzlarını düşürdü. "TaeTae," dedi sakince, alttan almaya çalışarak ama onun da sinirlendiği belli oluyordu. "Kookie, tek gelmemi istedi. Özellikle belirtti bunu."

Taehyung'un buna verebileceği bir cevabı yoktu. Jungkook telefonu kullanma şansı varken onu değil Petunia'yı aramıştı. Petunia'yı yanına çağırırken Taehyung'u getirmemesini istemişti. "Bu kadar endişelenme," diye devam etti Petunia. "Neden böylesine büyüttüğünü bir anlasam!"

Sonra Petunia gitti. Pansiyondaki birkaç arkadaşı Taehyung'a iyi olup olmadığını sordu, oturması gerektiğini söyledi. Taehyung'un yapabildiği tek şey de kollarını iki yana açıp etrafında dönen odayı durdurmaya çalışmak oldu.

**

Saat ona beş kala Taehyung balkonunda oturmuş, operasyon günlüğüne yazıyordu. Petunia beş dakika içinde pansiyona gelip kapıyı kilitlemeliydi, yoksa bunca yıllık kuralını çiğnemiş olacaktı. Jungkook Taehyung'u hala aramamıştı. Artık pansiyonda kalan diğer insanlar da yavaştan endişelenmeye ve işin ciddiyetini fark etmeye başlıyordu.

Kasaba yolundan gelen taksiyle beraber günlüğünü ve kalemini bıraktığı gibi alt kata koştu. Petunia birlikte döneceğiz, demişti. En sonunda şu lanet gün içinde birisi Taehyung'a verdiği sözü tutmuştu. Pansiyonun giriş kapısı kalabalıktı, odasına çekilmeyip de televizyonun önünde takılan herkes kapı ağzına toplanmıştı şimdi. Merdivenin son basamağını da inip bakışları Petunia'yı bulduğu an kadının üzgün suratıyla karşılaştı.

Jungkook dönmemişti.

Kendini o kadar çabuk toplamıştı ki kendisi bile şaşırmıştı. Merdivenleri indiği hızla geri çıktı, sırt çantasına cüzdanını, pasaportunu ve sigarasını koyarken hızlı davranmaya çalışıyordu çünkü Petunia kapıyı birkaç dakika içinde kilitleyecekti ve birinci kat bile olsa Taehyung yükseklik korkusu yüzünden balkondan atlayamazdı.

"TaeTae,"

"Çekil," Kadını aşıp merdivenlere yöneldi.

"Kapıyı kilitledim."

Derin bir nefes aldı Taehyung, ağlamamaya çalışarak bulunduğu basamağa çöktü ve başını merdivenin korkuluğuna yasladı. Jungkook onu neden hala aramamıştı? Kendisi bir kere aramaya çalışmıştı ve telefonu meşguldü, avukatıyla görüşüyordur diye düşünerek bir daha denememişti ama Jungkook neden onun için endişelenip bir kez olsun aramıyordu?

Petunia onun yanına oturup elini yavaşça koluna koydu. "Adamlar işi biraz yokuşa sürdü. Kookie avukatının uyanmasını bekliyor, Kore'de daha yeni sabah oldu." diye açıklamaya çalıştı.

"Bir seferlik açsan kapıyı?" diye sordu Taehyung umutla. "Tek başına beklemesin. Ne olur, izin ver yanına gideyim."

"Bir seferlik açacağım, ama Kookie dönünce onu içeri almak için," dedi Petunia. "Yalnız değil hem. Arkadaşı geldi."

Taehyung'un şüpheli bakışları ona döndü. "Arkadaşı mı?"

"Londra'dan çağırmış kızı, bir şey gerekli olursa diye..." Petunia konuşmaya devam ediyordu ama Taehyung onu duymuyordu. Taehyung suratına kapanan apartman kapısını duyuyordu. Bankanın çöpünden çıkardığı makbuzun hışırtısını duyuyordu. O zaman sana beş bin yolluyorum, diye cıvıldayan kızın birkaç dakika sonra karşısındaki sandalyede hıçkırarak ağladığını duyuyordu.

Sana Jungkook'un adresini vereceğim, yeter ki bundan ona bahsetme.

Maddie.

"Ben odama geçiyorum, şekerim," dedi Petunia Taehyung'un kolunu son kez okşayıp ayaklanırken. "Kookie geldiğinde bana haber ver, kapıyı açalım. Saat kaç olursa olsun."

Jungkook Taehyung'u bu yüzden aramamıştı. Çünkü Taehyung'un genç kadına, Maddie'nin ona yalvardığı gibi yeter ki bundan ona bahsetme, diye yalvarma fırsatı olmamıştı.

"Pe-pe-" Sesi bir fısıltıdan ibaretti ama neyse ki kendisine seslenmeye çalıştığı kadın birkaç basamak aşağıda durup ona dönmüş ve Taehyung'un yığılmak üzere olduğunu görünce panik içinde ona doğru uzanmıştı. Taehyung'un bedeni ipleri kesilmiş bir kukla gibi öne düşerken gözleri geriye yuvarlanmıştı, Petunia onu son anda omuzlarından yakalamasaydı başı yasladığı korkulukta parmaklıkların arasına girip sıkışacak ve belki de boynunu kıracaktı. Petunia çığlık atıp pansiyondaki diğer insanlardan yardım isterken Taehyung bilincinin son kırıntılarını da kaybetti.

**

Taehyung uyandığında, açılan gözlerinin gördüğü ilk şey odasının tavanı olmuştu. Yatağındaydı, yorganı çenesinin altına kadar çekilmişti. Başını çevirdiğinde komodinde bir sürahi su ve bardak görmüş, neler olup bittiğini hatırlamadığı için de içgüdüsel olarak ilk önce o tarafa uzanmıştı. Yorgandan çıkan kolunun iç kısmına yapıştırılmış ufak pamuğu fark edince kaşlarını çattı. İğne olduğunu hatırlamıyordu. En son hatırladığı şey-

Telefonu çalmaya başlayınca titreyen parmakları sürahinin diğer tarafına uzanmış ve parlaklık gözlerini acıtırken ekranda yazan ismi okumuştu. Jungkook.

"Alo?" Yeni uyandığı için sesi çatlamıştı ama o an için umrunda değildi. "Jungkook?"

"Taehyung! Şükürler olsun!" Jungkook hattın ucunda rahat bir nefes aldı. "İyi misin? Kaç saattir arıyorum..."

Taehyung onun söylediğine şaşırarak telefonu kulağından çekti ve yatakta oturur pozisyona gelip cihazı kurcalamaya başladı. Aramalar menüsüne girdiğinde Jungkook'tan sekiz cevapsız arama olduğunu görmüş, saatin iki buçuk olmasıyla dudaklarını şaşkınlıkla aralamıştı. Kaç saattir uyuyordu?

"Taehyung? Yah!"

"İyiyim, iyiyim," dedi panik içinde, telefonu yeniden kulağına yaslayıp. "Sen nasılsın asıl? Neden hala gelmedin?"

"Dövdüğüm adam ifadesini verirken olayı biraz süslediği için bu kadar uzadı." dedi Jungkook. "Yaptığına pişman oldu ama artık çok geç, şimdi de ben inada bindirdim. Avukatımın uyanmasını bekliyorum, bir yarım saat sonra beni arar herhalde."

Taehyung ne diyeceğini bilemeden yutkundu. Jungkook onunla böyle ilgili konuştuğuna göre... Maddie hiçbir şey anlatmamış olmalıydı... değil mi?

"Gerçekten iyi misin?" diye sordu Jungkook. "Petunia fenalaştığını söyledi."

"Beni neden aramadın?"

Jungkook'un beklediği karşılık bu değildi, hatta iki tarafı da rahatsız eden bir sessizlik çöktü. "Yanına gelmek istedim. Beni istemediğini söylemişsin."

"Taehyung..." Jungkook derin bir nefes aldı.

"Bir şey mi oldu?" diye üsteledi Taehyung, Maddie'nin ona bir şeyler anlatıp anlatmadığını öğrenmesi lazımdı çünkü yine merdivende oturduğu zamanki gibi hissetmesine ramak kalmıştı. "Benden nefret mi ediyorsun?" diye sordu kendini tutamadan.

"Bir saat içinde geleceğimi söyleyip gelemedim, sözümü tutamadığım için de utandım," dedi Jungkook. "Nefret etmek de nereden çıktı şimdi?"

"Neden yanına gelmemi istemedin?" diye sordu Taehyung yalvarırcasına. "Jungkook, çünkü biliyorum, aynı şey benim başıma gelseydi sen asla geride kalmak istemezdin. Bana sinirlenirdin hatta, ben seni böyle itseydim-"

"Taehyung, lütfen..."

"Yalnız kalmanı istemedim." İç geçirdi, boştaki elini kaldırıp gözlerini sildi. "Sen beni asla yalnız bırakmadın. Ben de seni yalnız bırakmak istemedim."

"Yalnız değildim."

Jungkook söylediğine pişman olmuş gibiydi çünkü o konuştukça Taehyung biraz daha yara alıyordu. Konu Jungkook olduğunda asla genç adamın sırtını yaslayıp soluklanabileceği bir figür gibi hissetmiyordu kendini. Jungkook bir şeye ihtiyacı olduğunda başkalarına gidiyordu. Taehyung onun için sadece bakıma muhtaç, hasta bir çocuktu sanki. Yaşça küçük olanın asıl hisleri bu olmasa da, Taehyung'a kendiyle ilgili hissettirdikleri kesinlikle bunlardı.

"Özür dilerim." dedi en sonunda. "Rahatsız ettim."

"Hayır!" Jungkook bağırarak karşı çıktı. "Taehyung, her şeyi anlatacağım sana, tamam mı? Sabah, geldiğimde konuşalım, olur mu güzelim?"

"Olur." dedi. Başka ne diyecekti ki? Adama bu kadar yük olduktan sonra bir de söylediklerine karşı mı gelecekti? Karakteri yoktu, karakter yoksunuydu, kendi başına hiçbir işi beceremiyordu, her zaman birilerinin yardımına muhtaçtı. Daha tanımadığı numaralardan gelen aramaları bile yanıtlayamıyordu! Yıllarca babasına yük olmuştu, babasının olmadığı zamanlarda Seokjin-ie hyung'una yük olmuştu, bu yaşına gelmişti ve şimdi de hoşlandığı çocuğa yük oluyordu. "İyi geceler."

En zekileri annesiydi, gerçekten. Annesine sadece dokuz aylığına yük olmuştu çünkü.

Ayaklandı, kat banyosuna gidip dişlerini fırçaladı. Sonra balkona çıktı, bir sigara yaktı, sonra dişlerini sigara içmeden önce fırçaladığı için kendine bir güzel sövdü. Balkonun rüzgar almayan köşesine çöktü, bakışlarını kasabaya giden asfalt yola dikti.

**

Taehyung balkonda oturup iyice serinleyen havada bütün bedeni uyuşmuşken yalnızca bir saat sürmüştü Jungkook'un gelmesi. Taksinin pansiyonun önüne yanaşmasını izledi, oturduğu yerde ayaklanıp gerçekten de Jungkook'un gelip gelmediğine emin olana kadar bekledi ve arabadan inen bedeni görünce de o kadar derin bir nefes aldı ki, ciğerlerinin saatlerdir çalışmayıp da büzüldüğünü, bu ani fiil karşısında sızladığını hissetti. Jungkook başını kaldırıp Taehyung'un balkonuna baktı ve genç adamı orada görünce o kadar şaşırdı ki pansiyona doğru attığı adım havada kaldı.

Taehyung beklemeden odasından çıkıp merdivenlere yönelmiş, zemin kata inince mutfağın yan tarafında kalan odaya çevirmişti adımlarını. Neyse ki Petunia hemen uyanmıştı, odanın kapısını açıp önünde dikilen Taehyung'a bakmak için uyku bandını bigudiyle sardığı saçlarına itti. "Şekerim?"

"Kookie geldi."

"Oh." Petunia hemen odasına dönüp anahtarı aldı ve tek parçadan oluşan çiçekli pijamasıyla, elinden gelen en hızlı adımlarla pansiyonun dış kapısına yöneldi.

Ve Taehyung da, merdivenlere.

Jungkook sabah konuşalım, demişti. Artık Taehyung'da yaşça küçük olanın yakasına yapışacak güç yoktu.

Odasının kapısını arkasından kapatıp yatağına tırmandı ama o kadar zorlanmıştı ki, sırtı nevresimle buluşunca adeta nefesi kesilmişti. Bir anda yorulmuştu sanki, tükenmiş hissediyordu. Kat koridorunda ayak sesleri duydu ama kendinde başını kapıya doğru çevirecek güç bulamadı. Jungkook'un hareketlerini dinlerken bakışları odasının tavanındaydı. Jungkook odasına girdi, birkaç saniye sonra geri çıktı, adımları Taehyung'un odasının kapısının önünde bir an için durdu, Taehyung yutkundu. Ama bir şey olmadı. Taehyung balkonun kapısını kapatmayı unutmuştu, üşüyordu, yorganını üzerine çekecek gücü bile bulamıyordu kollarında, ama kapının diğer tarafındaki Jungkook'a seslenip yardım isteyemiyordu. İstemek istemiyordu. Artık kimseden, hiçbir şey istemeyecekti.

Hayatında bu kadar ağır hissetmiş miydi, hatırlamıyordu.

Koridordaki genç adam içini çekti, yürümeye devam etti ve sonraki saniye kat banyosunun açılıp kapanan kapısının sesini duydu Taehyung. Duşakabinin sürgülü kapısını, açılan suyun sesini duydu.

Uyuyamadı. Gözleri dakikalardır aynı ağırlıkla kapanıp açılıyordu ama bilinci bir türlü onu terk etmiyordu. Karnında, midesinin hemen alt kısmında bir düğüm vardı sanki. Babasını üzdüğünde ortaya çıkıyordu bu his genelde. Şimdi Jungkook'u üzdüğü için miydi? Ya da kendisi üzüldüğü için babasının da üzüleceğini bildiği için miydi? Büyük ihtimalle birinci seçenekti, Taehyung'un böyle bir durumda üzülmeye hakkı yoktu ki. Jungkook'la ilgili bir durumu kendisine çevirip bir de bununla mı yük olacaktı, yeterince ağır değilmiş gibi!

Jungkook saçlarını kurutmamıştı, büyük ihtimalle daha fazla gürültü yaratıp uyuyanları rahatsız etmemek içindi. Bu sefer koridorda yürürken Taehyung'un odasının önünde durmamış, hızla kendi odasına dönmüştü. Taehyung'un gözünden bir damla yaş istemsizce taşıp şakağından kulağına ve oradan da yastığa damladı. Kendinden nefret ediyordu. Jungkook saatlerdir uyanıktı, uyuması, dinlenmesi lazımdı ve Taehyung hala onu ne kadar özlediğini düşünüyordu.

Yaklaşık kırk dakikadır onunla aynı durumdaydı Jungkook. Taehyung'dan tek farkı onun gibi dümdüz durup tavanı izlemiyor, ama yatakta bir o yana bir bu yana dönüyordu. En sonunda uyuyamayacağını anlayıp ayaklandı ve bütün cesaretini toplayıp derin bir nefes aldıktan sonra Taehyung'un odasına gitti.

Kapıyı tıklatmadan, elinden geldiğince sessiz açmaya çalışmıştı. Taehyung uyuyorduysa hiçbir şey yapmadan odasına geri dönecekti ama kapı aralanır aralanmaz suratına çarpan esintiyle resmen olduğu yerde buz kesmişti. Panik içinde odaya girip balkona yöneldi, kapıyı kapatıp perdeleri çekti ve bakışları yatağa döndüğü an, Taehyung'un baygın gözleriyle karşılaştı. O da uyumamıştı.

"Üşümedin mi?" diye sordu Jungkook, yatağa yaklaşıp yorganı Taehyung'un bedeninin altından çekmeye çalışarak.

"Üşüdüm." diye karşılık verdi Taehyung. Dürüsttü ama sesi suçlu çıkıyordu. "Teşekkür ederim."

Yorganı Taehyung'un üstüne örttükten sonra odanın kapısını da kapatıp yatağın kenarına oturdu ve birkaç saniye boyunca söyleyeceklerini kafasında tartıp bir düzene koymaya çalıştı. En sonunda bütün sözcükler zihninde çorba haline geldiğinde de işi kalbine devretmiş ve dudaklarından taşan "Birlikte uyuyalım mı?" sorusunun önüne geçememişti.

"Uyuyalım." dedi yaşça büyük olan. Jungkook yorganın altına girip bacaklarını Taehyung'un bacaklarına dolarken aldığı bu gönülsüz yanıt karşısında o kadar ezik hissediyordu ki, Taehyung'un yorgun gözlerine bakarken ağlamak istedi. "Cumartesiye girdiğimizi fark etmedim," diye mırıldandı. "Avukat neredeyse öğlene kadar uyum-"

"Açıklama yapmak zorunda değilsin." diyerek kesti onun lafını Taehyung. Gözleri kapanmıştı, yavaş yavaş mayıştığını hissediyordu. Uyuması için ihtiyacı olan tek şey Jungkook'un aynı yastığa yaslı, kendisinden birkaç santim uzaktaki kafasıydı, demek ki. Harika. Yeni bir yük. Yeni bir ağırlık. "Bana karşı böyle bir sorumluluğun yok."

"Ne?" Jungkook kaşlarını çatmıştı ama Taehyung gitgide düzenli bir hal alan nefesleriyle yükselip alçalan gövdesi dışında hiçbir hayatsal faaliyet göstermiyordu. Telefonda söylediklerinde haklıydı ve Jungkook bunları her şey olup bittikten sonra fark etmişti. Taehyung'un başına böyle bir şey gelse ve yaşça büyük olan Jungkook'u böyle uzakta tutmak istese Jungkook nasıl kırılırdı, hayal bile edemiyordu. Taehyung'a yaptığı haksızlığa üzülüyordu, evet, ama onu daha da üzen bir şey vardı ki o da şuydu: Taehyung Jungkook yüzünden paramparça olduğu halde bütün suçu kendi sırtlanmıştı.

"Aşkın en kötü evresindeyim, Kim Taehyung," diye fısıldadı Jungkook, Taehyung'a iyice sokulup yanağını göğsüne yaslarken. "Seni bu kadar üzüp sensiz uyuyamadığım evresinde."  

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro