40
hava rüzgarlı ve serindi. neredeyse akşam olmasına rağmen minho havanın bu kadar soğuk olmasını beklemiyordu.
ellerini sertçe montunun ceplerine sokarken yanaklarına yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. botları karla kaplanmış şehrin yollarında ilerlerken hafifçe ses çıkarıyordu.
dondurucu havaya rağmen güneş hala görünüyordu fakat görevini yerine getirdiği söylenemezdi. ufukta gözden kaybolmadan önce şeftali renkleriyle bezenmiş gökyüzünü aydınlatıyordu. bulutsuz gökyüzünde açık mor ve çivit mavisi renkler birbirine karışıp canlı tonlar oluşturuyordu fakat minho karşısındaki büyüleyici manzaranın tadını çıkaramıyordu bile. şu anda olması gereken bir yer vardı.
yürümeye devam etti, ara sıra etrafta gezinen yabancı kişilere çarpınca özürlerini mırıldanırken loş bir şekilde ortamı aydınlatan sokak lambalarını rehber olarak kullanıyordu.
akşam olduğu için çoktan kapanmış bir ofis binasının duvarına yaslanarak telefonunu çıkardı, jisung'la olan son mesajlarını tekrar okudu.
minho: hala geliyorsun, değil mi?
gönderildi. dün, 11:17
jisung: evet, geleceğim
gönderildi. dün, 11:18
jisung: beni göreceksin
gönderildi. dün, 11:20
minho yorgun bir şekilde derin bir nefes verdi ve telefonunu cebine geri soktu. jisung'la bizzat tanışmayı dört gözle beklediğini inkar edemezdi ve neden bu kadar heyecanlı olduğunu da bilmiyordu.
jisung'un nasıl gözüktüğünü tam olarak zihninde canlandıramıyordu. siyah, ya da belki de kahverengi saçlıydı? kısa olabilir miydi? kocaman, mutlu bir şekilde gülümser miydi?
minho tüm o özellikleri jisung'a nasıl yakıştırdığını çözememişti ama garip bir şekilde tam da öyle biriymiş gibi hissediyordu.
yürümeye devam etti, artık adımları koşarcasına hızlanmıştı. soğuk hava siyah saçlarını dalgalandırırken kızaran yanaklarını gıdıklıyordu. kalbinin hızlı atışlarını artık kontrol edemiyordu.
minho uzun bir süre jisung'la olan buluşmasının nasıl gideceğini zihninde planlamıştı ama şimdi hayatında ilk kez onu gerçekten görecek olmasıyla tahmininden daha fazla heyecanlanmıştı.
dudaklarında hafif bir gülümseme belirirken minho çıldıracakmış gibi hissetti. gülümsemesi gittikçe büyürken yürüdüğü yolda artık daha hızlı gidiyordu.
o ve jisung gözden uzak kutytu bir köşede buluşmaya karar vermişlerdi. gerçekten güzel kurabiyeler yapan yabancı bir kafenin yakınındaki köprüde buluşacaklardı ve köprünün üzerinden görülen deniz manzarası kusursuzdu.
sokak lambalarından gelen sarı ışık denizin sakin dalgalarının üzerine düşerken tıpkı bir bal denizini anımsatıyordu ve ay da gökyüzünde yerini almaya başlamıştı.
köprüye yaklaşırken minho'nun kalbi göğüs kafesinin içinde hızla atıyordu, mürekkep siyahı saçlarını dağıtan ve cildini haşlayan soğuk rüzgarı umursamıyordu bile.
köprüyle arasında sayılı adımlar kalırken gergin bir şekilde hızla adımladı.
köprüden eğilerek bakan bir figür gördüğünde minho hayatında ilk kez kalbinin o kadar hızlı attığını fark etti. gördüğü kişinin kolları korkulukların üzerindeydi ve gözleri büyüleyici dalgaları izliyordu.
"ji-jisung...?" diye fısıldadı minho. daha kendisi farkına varmadan ayakları kendi kendine ilerlerken henüz tam olarak seçemediği erkekle olan mesafesi gittikçe kısalıyordu.
minho kendisini kontrol edemiyordu. adamın omzuna elini koyduğu an kalbi göğüs kafesini aşıp dışarı çıkacakmış gibi hissediyordu. önündeki kişi arkasına döndü. boğazını temizlerken adamın gözleriyle karşılaşmasıyla minho'nun gözleri kocaman oldu.
"se-sen jisu–" minho, heyecanla atan kalbinin pompaladığı kan buz kesmiş gibi donakalmıştı.
sakallı, çelimsiz bir adam ona bakıyordu, kısık gözleri şaşkınlık ve biraz da endişeyle ona bakıyordu. minho geriye doğru sert adımlar atarken dudaklarındaki gülümseme kaybolmuş ve gözlerindeki ifade sertleşmişti.
"pardon? nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu adam, sesi jisung'un telefondan gelen sesinin tam aksine boğuk ve cızırtılıydı. minho kulaklarına inanamıyordu.
hiçbir şey söyleyemiyordu ve gözleri tuzlu yaşlarla dolarken başı zonkluyordu. mide bulantısı, gerginlik ve diğer milyon tane kaldıramayacağı duygu bedenini ele geçirirken elleri titremeye başlamıştı.
jisung yalan söylemiş.
"efendim, siz... iyi misiniz?" adamın gözlerindeki ifade yumuşamıştı ama minho ona odaklanamıyordu.
zihni sayısız ve birbirinden alakasız düşüncelerle dolarken kalbi parçalara ayrılıyormuş gibi hissediyordu. boğuluyormuş gibi hissediyordu.
minho neden bu kadar umutlandığını, neden gerçekten jisung'un geleceğine inandığını bilmiyordu. buluşma zamanını bile ayarlamışlardı ama yine de jisung gelmemişti.
jisung'a güvenmişti ama jisung ona ihanet etmişti.
ona olan öfkesinde oldukça haklıydı ama duygularının neden iflah olmadığını, neden bu kadar canının yandığını anlayamıyordu. neden bu kadar üzüldüğünü, neden sıcak göz yaşlarının yanaklarından süzüldüğünü ve neden ellerinin bu kadar titrediğini bilmiyordu.
önündeki adam yaklaştı, titreyen bedenine yardım etmek için dokunmaya yeltenmişti ama minho aniden geriye sıçrayarak neredeyse kendi iki ayağının üzerinde sendelemişti.
"beni yalnız bırak!" diye bağırdı minho, düzgünce düşünemiyordu. zihni karmaşık düşüncelerle dolu bir labirent gibiydi ve hiçbir şeye anlam veremiyordu. "benden uzak dur!"
yaşlı adam tekrar konuşamadan minho arkasına döndü, hiçbir şeyi düzgünce göremiyordu.
koşmaya başlarken soğuk akşam rüzgarı yüzüne vurmaya devam ediyor, hıçkırıkları dudaklarının arasından kaçıyordu. gözlerine dolan yaşlar yüzünden görüşü buğulanmıştı.
jisung, pislik yalancı! yaya geçidine doğru ilerlerken minho'nun zihni sürekli aynı şeyi bağırıyordu. derin bir nefes alıp yüzündeki yaşları silmek için zihni bağırmakla meşguldü.
o anda minho'nun görüş alanına far ışıkları girerken beyninde tekerleklerin kulak tırmalayan sesi yankılandı. ayakları aniden boşalıp yere düşerken vücudunun altında parlak bir sıvı birikmeye başlamıştı. beynindeki tüm sesler aniden korna sesine dönüşürken kısa süre sonra görebildiği tek şey karanlık olmuştu.
özür dilerim.
_______________________________________________
Sizce jisung neden gelmedi?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro