Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm Yedi


Bölüm Yedi: "BİZDEN ÖNCESİ"

(Henry'nin Bakış Açısı)

***

Gölgemsiler bizi izliyordu. Patikadan uzak duruyor, gür ağaçlar ve sisin arkasına gizleniyorlardı. Kırmızı gözlerini görüyor, ağır nefeslerini işitiyorduk. Remington ve ben ellerimiz kılıçlarımızda bekliyorduk ama yaratıkların saldırmaya niyetleri yok gibiydi. Sanki bu toprakların nöbetçileriymiş gibi bizi gözetliyorlardı.

"Bunlar nasıl var oldu?" dedi Josephine merakla. Gerçekler Sarayı'ndaki dirayetinden sonra ona bir kez daha hayran kalmıştım. Ona bir kez daha aşık olmuştum. Remington ve ben çok çabuk yenilmiş, elimizde yarım yamalak birkaç cevap dışında bir şey kalmamış gibiydi. "Port-Ciel'de sadece kovalıyorlardı. Bir şey arayan bir av köpeği gibi."

"Muhtemelen dördümüzü de. Baksanıza hepimiz biraz sihirliyiz." Remington alayla konuştuktan sonra ciddileşti. "Demek bir Glaothe'sin."

İç çektim ve kalınlaşan sis tabakasına baktım. "Öyleymişim."

"Vrojenin tanımını bulmuştuk ama bu yeni oldu. Cellat olman dışında sen neler biliyorsun?"

Josephine ve Remington'ın saray içinde ufak bir araştırma yaptıklarını biliyordum. Elias, onları engellememi tavsiye etse de asıl saklamak istediğim şeyi bulmadıkları sürece bir şeyler keşfetmelerine karşı değildim. Josephine'den sır saklayacak halim yoktu. Remington'a da artık güveniyordum.

"Bu insanlıktan, Kadim Tanrılar ve Kien'den çok daha öncesine dayanan bir efsaneler dizisinin parçası," dedim adımlarımı yavaşlatıp etrafı dinlerken. "Annem geceleri bunları bana anlatırdı ama zamanla hepsinin diğer kraliyetlerdeki çocukları korkutmak, Tenebrose'dekileri ise güçlü hissettirmek için anlatılan masallar olduğunu düşünmüştüm.

Efsaneye göre Tenebrose bu hale gelmeden önce burada üç tanrı hüküm sürermiş. Işığın Tanrıçası Une, Hayat Veren Redes ve denizler ile gökyüzüne hükmeden Vord. Aynı zamanda tanrılara hizmet etmek için yaratılmış güzel ve zarif bir ırk da bu topraklardaymış. Zamanla hayvanlar ve büyüyü taşıyan ırklar oluştukça üç tanrı kendilerine yardımcı olmaları için başka tanrılar yaratmışlar ama zamanla fark etmişler ki yeni tanrılar kendiler gibi iyi değilmiş. Bu yüzden üçü el ele verip cellatlar yaratmış. Glaotheler, üçlerin emri üzerine tanrıların çoğunu öldürmüşler. Bir kısmı ormanların derinliklerine kaçmışlar, çok azı da kendilerini yaratan asıl tanrılara boyun eğmeyi kabul etmişler. Bunlar Syalla, Asciomos, Keats, Bia ve Assa'ymış."

Syalla'nın ismi Remington'ı ürperttiğinde eli boynunda kolyeye gitti. Her şeyi başlatan ilk hazine parçası.

"Syalla okyanuslardan sorumlu olduğu gibi Redes'e yardım ederek büyünün dengelenmesi için insanlar arasında da dolaşıyordu. Layık görünenlerle büyüyü paylaşıp onları hem kutsuyor hem de hizmetkar haline getiriyordu. Keats, onun eşiydi, ormanların tanrısıydı. Asciomos ise oğullarıydı. Ormandaki ve denizdekilerin efendisiydi. Redes'in en sevdiği olarak anılıyordu. Bia ve Assa da eşti. Biri ölüm tanrısıydı diğeri de ölümün kapılarını tutuyordu. Bir de Not vardı."

Ormanın içine gizlenmiş yaratıklardan tıslama sesleri geldi, kıpırdandılar, ilkel bir ses çıkardılar ve geri çekildiler. Josephine ve Remington etrafa bakarken atlarımız daha fazla gitmeyi reddetti. Attan inip Josephine'nin de inmesine yardım ettim ve eyerlerdeki çantaları aldım.

"Not, hiçliğin tanrısıydı. Hiçten varolmuş, bir gün öylece belirmişti. Bembeyaz bir tende parlayan yıldız gözleri ve geceyi taşıyormuş gibi kara olan saçları varmış. Üç tanrıdan ikisi ve diğer tanrılar bu ilahi varlığın aralarında yeri olmayacak kadar karanlık olduğunu, kaçan tanrıların bir oyunu olduğunu düşünüp Glaotheler'e onu yok etmeleri emrini vermişler.

Glaotheler ona saldırdıklarında Not sadece elini kaldırmış ve siyah alevlerini üzerlerine salmış. Glaotheler o siyah alevler söndüğünde dumandan ibaret bozuk şekilli yaratıklar olarak doğmuşlar."

"Bunların hepsi... senden mi?" Remington ormana baktı. Yüzünde birden bir acıma ifadesi oluştu. Belki de kendisi gibi bir büyünün ve lanetin sonucu oluşmuş olmaları onu etkilemişti. "Üç tanrı dedin. Hangisi karşı çıkmış?"

"Une, Not'a aşık olmuş. Kendisi alevlerin ve ışığın tanrıçasıyken karşısındaki karanlığın efendisiymiş. Aranan dengenin ikisi olduğuna inanmış ve onunla birleşmiş. Tabii denge getirmekten çok bir tür yok edici savaş yaşanmış. Yeni canlar yaratılmış ve öldürülmüş, tanrılar ölmüş ve dirilmiş; sonunda Not yok edilmiş ve Une'de kayıplara karışmış. Tüm bunlardan sonra da tanrılar dengeyi getirecek şeyin tüm tanrılardan bir parça taşıyanların hükmetmesi olduğuna ama kendilerinin yol gösterici olacağında hemfikir olup insanları yaratmışlar. İşte buradayız."

Josephine bana bakarken şaşkın bir ses çıkardı.

"Annen bunu böyle mi anlatıyordu?"

Ona bakarken güldüm. "Hayır," dedim durup karşımdaki mermer kemere bakarken. "Daha fazla kanlı tasvir ve ölüm vardı." Remington ve Josephine de yanımda dururken onlara baktım. "Unutmayın, sınırı geçmek yok. Ruhlara yardım etmek yok. Mümkün olduğunca görmek istediğiniz kişiyi düşünerek odaklanın."

İkisi de başlarını sallarken Josephine'nin elini tutup önden girdim.

Savaş alanlarında bulunmuştum ama bu hepsinden daha kötüydü.

Kemiklerime sızan ve midemi bulandıran soğuk ile kokuya karışan kalbimi sıkıştıran şey gezinen ruhların bize dikilen gözleriydi. Simsiyah iki çukur. Nasıl öldülerse öyle görünüyorlardı: Güzel elbiseler ve takılar ile geziniyorlar ya da başları neredeyse kopmuş halde arkaya sarkıyordu.

"Annemi nasıl bulacağım?" dedi Josephine sessizce.

İlerdeki sunağı gösterdim ve arkada kalan Remington'ı kolundan tutup çektim. Kafası o kadar koluydu ki dikkati çabucak dağılıyor, gardı düşüyordu.

"Sunak zihnindeki imge güçlüyse çağrıya cevap verir," dedim yürürken. "Sen kimi çağıracaksın Remington?"

"Lanet konusunda yardımı dokunabilecek birini..." diye mırıldandı etrafa bakarken. "Kız kardeşinin görüyor musun?"

O ana kadar etrafa detaylı bakmaktan kaçınmıştım. Bir parçam kız kardeşimi burada görmekten kaçınıyordu. Aramıza döndüğünde kim olacağına karar vermiş olmasından korkuyordum. Thalassa Verendus muydu? Siren miydi? Yoksa sadece Aurora mıydı? Belki hepsiydi.

Siyah obsidyen sunağın önünde dururken Remington soluma, Josephine ise sağıma geçti.

"Elini buraya koy ve zihnin temiz tut." Josephine'nin elini nazikçe kavrayıp sunaktaki el şeklinin içine bastırdım. "Hazır mısın?"

Bana bakarken yutkundu ama sonra başını salladı ve iç çekip gözlerini kapattı. Kaşları hafifçe çatılırken Remington da ne yapması gerektiğini çözmeye çalışıyor gibi onu izledi.

"Josephine?" Dingin, yumuşak bir sesten sonra karşımda bir kadın belirdi. Yüz hatları Josephine'ninkilere benzer, saçlarıysa aynıydı. Üzerinde altın işlemeli kırmızı bir elbise vardı. Viltarin sarayında tablolarda gördüğüm kadındı. Ölü olmasına rağmen zerafet içindeydi. Kadın doğrudan Josephine'ye tereddütle bakarken ellerini göğsünde birleştirdi. "Josephine... Sen misin?"

Gözyaşı Josephine'nin gözünden yavaşça süzülürken dudakları şaşkınca açıldı ama sonra tebessüm etti.

"Anne."

Sesini hiç bu kadar duygu dolu duymamıştım. Aslında saraya ilk geldiğimizde Aurora da bende merhum kraliçenin tablosuna sık sık bakardık. Kendi annemizi yeni kaybetmiştik ama o zamanlar Josephine kendi yasını çoktan aşmış gibi görünüyordu. Annesi, Aurora'nın doğduğu yıl ölmüştü, bizim için çok uzun bir zamandı.

Annesinin ruhu ona dokunmak ister gibi uzanınca ölülerle aramızdaki görünmez perde titreşti.

"Kendine bir bak," dedi Kraliçe tebessüm ederek. "Sana bakarken hayal ettiğimden daha güzel bir kadın olmuşsun."

"Seni çok özledim." Josephine gözyaşlarını bastırmaya çalışmadı bile. "Burada olmanı dilerdim. Her şeyde yanımda olsan savaşmama gerek kalmazdı."

"Ama değilim..."

"Değilsin," diye fısıldadı Josephine gözlerini silerken. "Babam da seni özlüyor. Hiç söylemedi ama biliyorum. Portreni onunkinin yanından indirmedi."

Annesi gülümserken tekrar görünmez perdeye dokundu. Josephine'de yavaşça elini onunkinin üstüne koydu.

"Seni izliyorum Josephine. Ne güzelliğin, ne zekan ne de cesaretin beni hiç şaşırtmıyor. Joseph'e hep söyledim. Seni görmeleri için bu topraklara getirmeyi ve düşmanlığı bitirebileceğimiz bir gelecek olduğunu söyledim."

Josephine, annesine şaşkınca bakarken nefesi kesildi.

"Ne?"

"Atalarının yaptığını düzeltebilirdi ama seni saklamayı seçti." Kraliçe birden susup panikle cansız gözlerini önce kızına sonra bana dikti. "Şimdi buradasın... Onun oğlu ile. Git Josephine! Seni öldürecekler!"

"Anne, bu Henry. Beni izlediysen—"

"Joseph vicdanını rahatlatmak istedi. Beni ve kardeşini, yeni eşinin ölü bebeklerinin ruhunu telafi edebilir sandı. Yanıldı... Git Josephine!"

Annesinin ruhu bizden uzaklaşırken Josephine ileri doğru atıldı ama onu yakalayıp sınırı geçmesini engel oldum. Kollarımda yere yıkılırken onu sıkıca tuttum.

"Anne!" Elini öne uzatıp bağırırken onu daha sıkı tuttum. "Lütfen Henry! Bırak beni!"

"Hayır!" dedim onu kendime yaslarken. "Bu size bahsettiğim şey işte. Seni bu yüzden getirmek istemedim."

Josephine sessizce ağlarken o sakinleşene kadar onu sıkıca tutmaktan başka bir şey yapmadım. Remington matarasını bize uzattığında ona hafifçe başımı salladım. Sessiz bir saygıyla ikimiz toparlanana kadar bekledi.

Saçlarını okşarken, "Daha iyi misin?" dedim Josephine'ye sessizce. Başını sallarken yerden kalkmasına yardım ettim. Bana bakarken birkaç kez gözlerini kapatıp açtı. Pelerinini düzeltirken ona tebessüm ettim.

"Ölmüş herhangi birini çağırabilir miyim?" dedi Remington elini mermerin üstüne koyup bana bakarken.

"Eğer ruhun özel bir durumu yoksa..."

Ben konuştuktan sonra Remington gözlerini kapattı ve başını hafifçe öne eğdi. Kimi çağıracağını beklerken merakla sise baktım. Annesini, amcasını, belki Aurora'yı çağırmasını bekliyordum ama hayır; sisin içinde kendini belli eden figür bambaşka biriydi. Siyah eteklerin yere sürtünme sesi, çapa zinciri eşliğinde geldi. Yanık et ve denizin kokusu burnuma dolarken göğsüm sıkıştı. Hayır, yapmış olamazdı. Yarısı sağlam soluk tenli yüzdeki iri siyah gözler üzerimde oyalanırken düşmemek için sunağa tutundum.

"Althea," dedi Remington soğuk bir sesle. Annem hiçbir şey demeden bana bakarken Josephine elimi tuttu. Althea'nın gözleri sonunda Remington'a döndüğünde kusmak istiyordum. "Babam seni tamamen yakıp kül etti sanıyordum."

Remington'ın alaycı yorumuyla annemin dudakları hafifçe kıvrıldı. "Sana ait olmayan bir hayat ile oynuyorsun Taçsız Kral," Parmağını yavaşça perdeye dokundurdu. "İstersen hazineleri değil, Dokuz Şehir'in Dokuz Kralı'nı bizzat dirilt; bir tanrıyı dize getir yine de öleceksin." Gülmeye başlarken bana baktı. "Deimos haklıydı, yönetmesi gereken hiçbir zaman sen değildin. Sen olduğun şeysin, kan döküp itaat etmeyi biliyorsun." Çenesini sıkarken başka bir şey demedi. "Kardeşini buralarda gördüm ama kalıcı değildi. Burada ve aşağıda geziniyor. Baban gibi tehlikeli bir oyun oynuyor."

"Ölen birini diriltecek büyü, onu istiyorum." Dedi Remington sert bir sesle.

Althea'nın ruhu o kadar canlı bir kahkaha attı ki gerçekmiş gibi hissettim. "Bende kocamın ruhunun burada olmasını istiyorum ama her istediğimiz olmuyor Taçsız Kral. Eğer benden cevaplar istiyorsan sana verecek bir cevabım yok. Gerçekler Sarayı Lord'unu tekrar ziyaret et."

Annem arkasını dönüp gidecekken bize baktı.

"Kalem ve harita olmadan diğer üçü işe yaramaz ama yine da giderken topraktan almayı unutmayın ve Prenses?" Josephine ona bakarken annem gülümsedi. "Asla tahtına oturmuş bir adama güvenme. Baban, sevgilin ya da dostun olması fark etmez."

"Bu uyarı mı?" Josephine yorgunca ona baktı.

Annem hiçbir şey demeden sisin içinde kayboldu.

Hatırladığım anne gibi değildi.

"Yani kesin—" Remington yumruğum ile birlikte yere yığılırken öfkeyle derin ve hızlı nefesler aldım. Kanayan burnunu tutup bana baktı. "Ne yapıyorsun?"

"Neden onu çağırdın?" Diye bağırdım.

"Beni lanetleyen o olduğu için olabilir mi?"

Remington geri bağırırken Josephine aramıza girdi.

"Kavga etmeyin. Henry güçsüz düşüp zihininizin bulanmasına izin vermeyen diyen sendin." Parmağını bana doğrulttuktan sonra Remington'a döndü. "Ve sende kimi çağıracağını söylesen iyi olurdu."

Remington kanı tükürürken öfkeyle ikimize baktı. "Ne fark eder? Ben gidiyorum. Diğer iki hazineyi kendim bulurum."

Benim konuşmamı beklerken ikisi de bana baktı ama konuşmadım. Josephine ve Remington'ı buradan yollamam gerekiyordu ve bunu kalplerini kırarak da olsa yapmam gerekiyordu.

Yanımızda getirdiğimiz kavanozlara toprak doldurduktan sonra Josephine'nin elini tuttum.

Ölümün gezdiği yerlerde bile elini bırakmayacaktım.

::

🎶 bekle dedi gitti ben beklemedim, o da gelmedi, ya
ölüm gibi bi' şey oldu ama ama ama, kimse ölmedi 🎶

SÖCMSŞFMSŞDSÖCMSŞD

rory'i ben de özledim... şurada olsa iki al ver yapar annesiyle uğraşır, babamın ruhu nerede diye peşine düşerdi

neyse az kaldı ✌🏻

— bezzy. 🧝🏻‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro