Bölüm Dört
Bölüm Dört: "İLK YEMEK & SON OYUN."
(Henry'nin Bakış Açısı)
***
Terzi yarın gelecekti ama yine de Josephine'yi gümüş işlemeli siyah elbise içinde görmek garip hissettirmişti. Cenazeler hariç hiç siyah giydiğini görmemiştim. Saçlarının önleri yüzüne düşmesin diye örülmüştü. Tazelenmiş ve kendine gelmiş gibi görünüyordu.
"İlginç bir kumaş, biraz ağır." Aynadan gözlerimizi birleştirirken bana gülümsedi. "Ama hem şık hem de sıcak tutuyor."
"Yarın istediğin gibi şeyler sipariş verirsin. Sonuçta bir süre buradayız." Dedim sırıtarak.
Bana bakarken tek kaşını kaldırdı. "Hayır, mektubum ulaşınca gelir beni alırlar."
"Ah ben gitmene izin vermeyeceğim," dedim gülerek onu kendime çekerken. "Seni karanlık sarayına kapatan kötü kral olacağım."
Gülerek bana bakarken uzanıp beni öptüğünde kollarımı beline sardım. Düşünmem gereken çok şey vardı ve bunlardan birisi bundan sonra Josephine ve bana ne olacağıydı. Tahta oturursam, ki yapmam gereken buydu, onunla dönemezdim ve ondan benim için yıllardır Margot'a karşı koruduğumuz her şeyi bırakmasını isteyemezdim.
Evlensek bile, bunu nasıl çözeceğimizi bilmiyordum.
"Yemeğe inebilir miyiz? Yahni olmayan bir şey yemek ve iyi şarap içmek istiyorum." Bana bakarken gülerek gömleğimin yakasını düzeltti.
Koluma girmesi için ona uzattım. "Elbette, Prenses."
Odadan çıktığımızda Cal'ı duvara yaslanmış halde gördüm. Temizlenmiş ve tıraş olmuş olmasına rağmen yorgun görünüyordu.
"Ne oldu?" dedim ona bakarken.
"Ters bir şey var." Koridorun iki yanına bakarken Remington, koyu yeşil ve siyah bir takım giymiş; uzayan saçlarını ensesinde hafifçe toplamıştı, odadan çıktı. "Hiç nöbetçi yok."
Ona bakarken kaşlarımı çattım.
"Siz odalarınıza girerken üçer kişi bekliyordu. Ayrıca saray çok sessiz."
"Burası insanın ruhunu yok ediyor," dedi Remington alayla. "Gidelim mi?"
"Bana güven ya da güvenme ama kız kardeşin güveniyordu Henry. En azından şimdilik, idareyi eline alana dek, benim sözümü dinle."
Cal içtenlikle konuşup bana bakarken biraz düşündüm ama sonra önden ilerledim.
"Kız kardeşim geri dönerse bile sence ona eskisi gibi bakabileceğimi mi sanıyorsun? Kız kardeşimin mi yoksa burada katliam yapan korsanın mı Aurora olduğunu bilmiyorum."
Başka hiçbir şey demeden merdivenlerden aşağı ilerlerken Remington arkamızdan geldi.
"Bence... tüm hikayeyi ondan dinlemeden—"
"O öldü Remington. Yoksa çoktan geri gelirdi." Dedim sonunda. "Sanırım cenazeyi kendim kanıtladıktan ve taç giyme törenimden sonrasına sıkıştırmam gerek. Nasıl defnetmem gerektiğini bile bilmiyorum. Buraya göre mi? Deniz kurallarına göre mi? Viltarin'e göre mi?"
"Henry, bunu konuştuk!" Josephine kolumu sıkarak beni azarladı. "O ölmedi."
Bir şey demeden yemek salonuna doğru ilerlerken bu odayı bilmemin tek sebebinin su getiren hizmetkârlar olduğunu fark ettim. Skoll Hanedanın temsillerinden bir kuzgunun işlendiği kapılar önünde dururken Remington boğazını temizledi.
"Salona girmeden önce ikinize bir şey demem gerek," dedi dikkatimizi kendine çekerek. "Ben... Lanet yüzünden mi bilmiyorum ama izlendiğimi hissediyorum. Her gölgede, her kuytuda beni almaya hazır bir şey var gibi. Ve iyi değilim. Bir şey içeriden tenimi yırtmaya hazır gibi. Gerginim de."
Ona bakarken elini boynuna götürdü ve hafifçe ovaladı.
"Hey." Elini çekip ona bakarken damarların sıcak ve bir nabız gibi sinsi sinsi attığını hissettim. "Sen bir kralsın. Kendine gel. Kafanın içi bir kütüphane gibi, değil mi? Belki de çok düşünmekten oluyordur. Zihinin sana oyun oynuyor."
"Belki de..."
Remington mırıldanırken geri çekildim ve Cal'a kapıyı açmasını işaret ettim. Cal kapıyı açtığında içeride sadece Bodgan vardı. Merdivenlerden inerken loş odaya göz gezdirdim.
"Elias nerede?"
Bodgan, başında hükümdarların taktığı ortasında bir kuzgun oyması olan taçla masanın başına oturmuş yemeğe çoktan başlamıştı. Ağzına bir parça et atıp arkasına yaslandı.
"Uç kulede," dedi her zamanki donuk sakinliğiyle. "Yemek bittiğinde ona katılacaksınız. Şimdi, lütfen otur kuzen."
Bodgan'a bakarken Josephine'ye yakın kaldım. Birden beni kucaklayacaklarını beklemiyordum ama bu kadar hızlı bir ihanet de ummamıştım. Daha sinsi, biraz daha zaman alan ve Elias'ın liderliğinde bir şey yaparlar diye düşünmüştüm.
"Althea nasıl kraliçe oldu biliyor musun?" Bodgan, Josephine'ye bakarken sırıttı. "Dokuz kardeşini öldürerek. Peki bunu nasıl yaptı? Deimos'a hükmederek. Denizleri dize getirmiş, Cardenon'un tüm korsanlarını ve Öte Krallığı, Üç Prensler'e diz çöktürmüş adamı kendine diz çöktürdü."
Şarabından içerken gözlerini bana dikti.
"Büyükbabama kadar hiçbir Skoll kralının ilk çocuğu kız doğmamıştı. Ne yapacağını bilemedi çünkü yasalara göre ilk çocuk tahta çıkardı; ilk erkek çocuk değil. Ama büyükbabamın Althea'yı tahta çıkarmaya niyeti yoktu çünkü kendi kızından korkuyordu. Althea çocukluğundan beri zalimmiş. Küçük hayvanlara, hizmetli çocuklara, kardeşlerine... Gücünün yettiği herkese istediğini yaparmış. Beslendiği bir karanlık varmış ve on iki yaşındayken ormana tek başına girmiş. Altı gün ve altı gece sonra tekrar saraya döndüğünde herkes bir terslik olduğunu fark etmiş. Althea, geri dönüşü olmayan karanlık bir ortaklığa girmişti. On iki yaşında, Kara Cadı oldu. Kendinin iki katı yıl kadar deneyimi olan büyücü ve cadıların yapamadığını yaptığında on iki yaşındaydı. Ölümü gittiği her yere taşıdı."
Kapılar arkamızdan kapanırken Cal, Remington'ı bize doğru hafifçe yönlendirdiğinde Bodgan cıklayıp başını iki yana salladıktan sonra bana döndü.
"Ve kız kardeşine dair bilmen gereken şey; korkman gereken tek kişi olduğu. Bu kıtadaki en güçlü kişi kardeşin." Bodgan ayağa kalkıp yavaşça şömineye ilerledi. "Denizleri kontrolü altına aldı değil mi? Yorker Ryan, Flick, Mave, öbür işe yaramaz adam... hepsi öldü. Korsanlar bir zamanlar babana ait olduğu gibi şimdi ona ait. Ve gerekirse onları gözden çıkaracağını göstermek için bazılarını patlattı sanırım. Rahpash'ı da yok etti. Ama hepsinden önce buradan başladı."
Masaya yaklaşıp gümüş yemek bıçaklarından birini alırken Bodgan gözlerini şömine alevlerine dikmiş haldeydi.
"On sekiz yaşında ilk kez buraya geldiğinde babama değersiz kıçını senin tahtından kaldırması gerektiğini söyledi. Babam gülerek onu hafife aldı. Sonra Aurora, ona üç gün verdi. Üç gün içinde ailesiyle birlikte sarayı terk edebilirdi ya da onunla savaş alanında buluşurdu. Babam o gittiğinde Elias'a dönüp 'Hayalleri olan bir çocuk.' demişti. Hayalleri olmadığını kardeşin giderken bakışlarından anladım; Aurora'nın ideali vardı."
Josephine bana bakarken bıçağı ona uzattım. Bıçağı hızlıca alıp eteğinin arkasına sakladı.
"Üç gün sonra gün aynı başladı. Bir sis yumağı içinde. Yoklukla. Yaşamsızlıkla. Güneş yerini aya ve yıldızlara bıraktığında babam gülerek kardeşinin korkup kaçtığını söylüyordu ama sonra saat on ikiyi vurdu. Silahlı binlerce korsan, kardeşinin ve senin kutsallığına inan kuzeyli halktan insanlar, özgür bırakılmış savaşçı köleler hatta kendi askerlerimiz içinden ufak bir birlik..."
"Sürenin bitmesini beklemiş." Remington kendine bir kadeh şarabı rahatça doldururken neredeyse hayran bir şekilde dinliyordu.
"Pek sayılmaz. Önce babamın destekçisi köylerden ve kasabalardan yıkımına başlamış. Ağabeyinin hükmüne dair yemin etmeyen kimseyi canlı bırakmamış. Başta kimseyi ve hiçbir yeri yakmadı; bir kasap gibi insanları kesti. Babamın ordusu dağınıktı, çoğu sarhoş halde şehirde geziyordu. Aurora ise senin onu eğittin gibi," Beni işaret etti. "Bir general gibi strateji planı yapıp adamlarını doğru konumlandırdı ve tahtı ele geçirdi. Annemi, Azariah'ı ve beni bir odaya kapattı. Tüm kuzey lordlarına iki gün içinde gelmelerini emretti. Orduda babama sadık olan adamları ve ailelerini öldürdü."
"Yalan söylüyorsun..." dedim duyduklarıma inanmakta güçlü çekerken. Kardeşimi takip ettirmiştim. Denizde öylece geziyordu. Gelen istihbarat hep böyledi. Korsan gemilerine saldırıyor, Port-Ciel'de vakit geçiriyordu. "Bodgan—"
"Babama ne yaptı biliyor musun? Tüm lordlar geldikten sonra halkı buraya topladı. Kendi dayısını kollarından ve bacaklarından bağlayıp uzuvları kopana kadar halatları atlara çektirdi." Bodgan elini masaya vurup bize bakarken dişlerini sıktı ama sonra gülmeye başladı. "Ama şimdi, ölü! Ve siz burada; savunmasızsınız. Ah Soren, hiçbir zaman şiddet yanlısı biri olmadım, küçükken sizinle savaş oyunları bile oynamadım ama şimdi acılar içinde öleceksin."
"Biliyor musun tüm hikayede iki hata var," dedi Remington şarabı bitirip. "İlki, babanı öldürmemesi gerekiyor gibi konuşman. Gitmeniz için süre tanımış, baban onu hafife almış. Ayrıca yıllarca Henry ve Aurora'nın Viltarin'de esir kalmasına baban izin verdi."
Bir üzüm alıp ağzına atmadan önce sırıttı.
"İkincisiyse onun öldüğüne emin olman. Ceset yok. Lanet bir adayı yerinden oynatan, sirenler tarafından iyileştirilen ve insanları sesiyle büyüleyen birinden bahsediyoruz. Bence Henry'e dediğin şeyi sen düşün: Korkman gereken tek kişi o."
Bodgan bir an tereddüt etti ama sonra parmaklarını şıklattı. Gölgelerden iki düzine asker çıkıp etrafımızı sararken Josephine'yi tam arkama çektim.
"Prenses ve sen altın, silah ve köle karşılığı takas edileceksiniz."
"Iterium size bir bok vermeyecek." Remington o kadar net konuştu ki Bodgan şaşkınca baka kaldı. İki asker tepesinde dikilirken yavaşça ayağa kalktı. "Yıllarca kapımda yalvarıp durdunuz. O zamanda vermedim, şimdi de vermeyeceğim. Bence buna kafa yormaktansa Siren geldiğinde ne olacağını düşün. En son Prenses'i iyi niyetli şekilde misafir ettiğimde Krallık Şehri'nin yarısını yakmıştı."
Askerlerden biri Josephine'nin koluna uzanacakken ona döndüm.
"Ona dokunursan kolunu koparırım."
"Prenses'e zarar gelemyecek." Dedi Bodgan.
Asker Josephine'yi kolundan tutarken ileri atıldım kolunu yakaladım. Diğer elimle askeri omzunda kavradım ve çelme takarak yere düşürdüm. Ayağımı sırtına bastırırken kolunu tüm gücümle çektim. Asker acıyla bağırırken içimdeki o ilkel dürtünün ortaya çıkmak için can attığını hissediyordum. Bu odadaki tüm tehdidi hemen ortadan kaldırabilirdim.
Bende o dürtüye izin verdim. Belki Aurora gibi burayı kana bulamıydım.
Askerin kolu çatırdadı, çığlıkları arttı ve kopan kas sesleri mide bulandırıcı bir şekilde yükseldi. Kan suratıma fışkırırken kolu bir kenara attım ve diğer askerlere baktım.
"Ona dokunmayı düşünen var mı?"
"Yakalayın onu!" Bodgan öfkeyle bağırıp beni gösterdi. "Ne bekliyorsunuz! Yakalasanıza!"
"Deneyin," dedim sırıtıp askerlere bakarken. "Kız kardeşimin tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız onun küçük bir kız olduğunu unutmayın."
Birkaçının yutkunduğunu ve yüzlerine korku çöktüğünü fark ettim. Yine de birkaçıöne atıldı. Josephine'yi masaya doğru hafifçe ittim. Masanın altına saklanacağını umdum.
İlk askeri boğazından yakaladım ve yere fırlattım. Lyco'daki o canavara dönüştüğümü hissediyordum. Askerler sıra sıra saldırmayı denedi. Çoğunu boğarak ya da beyinlerini akıtarak öldürdüm. Göğsümün kesildiğini ancak son asker öldüğünde fark ettim.
"Dışarıda daha bir sürü asker var!"
Bodgan bana bakarken belinden bıçağını çekti.
"Evet ama... kapıyı açamadıktan sonra ne olacak?" Dedim ona ilerlerken.
Korkuyla bana bakarken aramıza biraz mesafe koyarak önünde durdum. Bileğini yakalayıp bıçağın ucu ona dönük olacak şekilde kuzenimi duvara çarptığımda korkuyla bana baktı. Bıçağın ucunu boğazına biraz bastırıp kanattığımda gözlerini kapattı.
Korkak.
"Seni öldürmeyeceğim Bodgan, ben akraba katili değilim. Ben kanlı bir hükümdar olmayacağım." Bıçağı yere atıp onu da bıraktım. "Cal, şunu al."
Göğsümü tutup sandalyeye yığılıp kalmadan önce yerdeki tacı aldım ve masaya bıraktım. Josephine koşarak yanıma gelirken elindeki mendilleri göğsüme bastırdı.
"Cal! Hekim—"
"Hayır," dedim sertçe. "Oturun. Yemek yiyeceğiz." Remington yerdeki ölü adamları gösterdiğinde başımı geri attım. "Belki de önce dayımı kuleden çıkarmamız gerekir."
‧:❉:‧
henry: akraba katili olmayacağım
rory: dayımı öldüreyim de henry tahta otursun 🧚🏻♀️🧚🏻♀️🧚🏻♀️🧚🏻♀️
— bezzy 🧝🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro