Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm Altı

Bölüm Altı: "GERÇEKLER SARAYI." (Kısım 1)

(Josephine'nin Bakış Açısı)

***

Elias'ın rahatsız edici imâlarından sonra Remington ile Henry'i görmeye gitmeyi düşünmüştük ama Cal onun bir görüşme için saray dışına çıktığını söylemiş ve peşimizden ayrılmamıştı. Sakladığı çok şey olduğu göz önüne alınırsa ona zaten güvenmiyorduk ve kendimizi ondan saklayabilecek ve dikkatleri üzerimize çekmeyecek tek yer olan kütüphaneye deyim yerindeyse kitlemiştik. Geldiğimizden beri Remington burada çok vakit geçiriyordu. Kıtanın en büyük kütüphanesi Tenebrose'de çürümeye terk edilmişti ama şimdi hepsini açıp okumaya açlık çeken biri vardı. Remington masaya Ruh Tutan Topraklar ile ilgili bulabildiği her şeyi bırakmıştı.

Üç saat önce.

"Şimdi her şeyi gözden geçirelim," dedim koluna, siyah damarların geçtiği yerlerden birinde açılan bir yaraya, pansuman yapmasını izlerken. "Başlangıçtan itibaren kıtadaki her şeyin çıkış noktasının orası olduğuna inanılıyor. Tüm büyünün toplandığı bir merkez."

"Kien İnancı'nda ilk insanların karanlıktan kayıp geldiğini ve tanrıçanın onlara hediye olarak yıldızlar ve alevler verdiğini ama bunun ruh ve akıla işaret ettiğine inanıyorsunuz değil mi?" Sanki yarasından siyah irin akıp onu güçsüz düşürmüyormuş gibi rahatça konuşup bana baktı. "Elias, Viltarin'in büyüyü çaldığını söyledi. Söylerken de önce 'Çok kıymetli kıymetli bir şey,' dedi. Viltarin büyünün her türlüsünü yasaklamadı mı?"

Başımı salladım ve yanına gidip kolunun etrafına bağladığı kumaşa düğüm attım. "Evet," dedim gülümseyerek. "Büyükbabam ölmeden önce birkaç kitap bulunmuş ama onlarda yakılarak yok edildi. Büyünün diğer diyarlara, insanların varlığı ile bulaşmaması gereken yerlere ait olduğuna inanırız o yüzden kullanmak bir kenara dokunmayı bile düşünmeyiz."

"Bexonlar'ın aslında Kuzeyli olduğunu bilmiyordum. Buna dair hiçbir kaynak yok." O da bana tebessüm ederken arkasına yaslandı ve Elias'ın kendisiyle ilgili dediği şeyi hatırlattı. "Ya bu şey aslında Kadim Tanrılar ve Kien ile başlayıp bir şekilde Skoll ve Bexon haneleriyle devam ederek bahsettiği hırsızlık olayı ile ve Tyler hanelerine de bulaşıyorsa?"

Bir el yazmasını karıştırıp çizimlere bakarken düşündüm. Margot'un falcıları ve duacıları vardı. Falcılara ve duacılara krallıkta izin verilirdi. Kien'in öğretisini ve tanrıçanın görüsünü kullanırlardı.

"Bir söylentiye göre," dedi Remington sessizce. "Siktir et, daha fazla gizeme gerek yok; annem anlatmıştı. Deimos Verendus'un kalbi söküldükten sonra tüm uzuvları parçalanmış ve denize dökülmüş. Ölmeden önce babamın suratına kahkaha atmış ve Bexonlar'ın isminin alevlerin dalgası ve ışığın rüzgarıyla silineceğini ama Verenduslar'ın yükseleceğini söylemiş." Ona bakarken kaşlarımı çattım. "Ve Althea Skoll, gemi provasına bağlanıp yakılmadan önce babanın suratına tükürüp soyunun kendisinin külleriyle birlikte savrulup gitmesi için unutulan ama sona dek hükmedecek olan tanrılarına dua etmiş."

"Bunu şimdi mi hatırlıyorsun?" Kitabı kapatıp ona baktım. "Başka neler biliyorsun?"

Sırıtıp saçlarını geri iterken omuz silkti. "Hiçbir zaman bildiğim her şeyi anlatmam." Dedi. Kalkıp cama doğru yürürken bana baktı. "Sanırım duası duyuldu değil mi? Babanın ne annenden ne de üvey anneden başka çocuğu olmadı ve olanlar da yaşamadı." Camdaki buğu silerken tebessüm etti. "Henry ile evleneceğini düşünürsek çocuğun Althea'nın kanını taşıyacak."

"Ve Verenduslar yükselecek," dedim yanında durup Henry'nin dikkatle üç atı hazırlamasını izlerken. "Baban öldü ve senin de ne başka bir amcan ne de Bexon kanından bir varisin var. Öldüğünde Bexonlar bitecek ama Henry ve benim çocuğum yarı Verendus'da olsa yükselecekler."

Remington hiçbir şey demedi.

"Aurora'ydı," dedi sonunda. "Yerime seçtiğim kişi. Konseyim çok sorun yaratmıştı ama onları kıtanın tamamının iyiliği için, bütünlük için üçünüzün yönetmesinin iyi fikir olacağına ikna etmiştim. Gerçi Aurora'nın nasıl olsa denize döneceğinden ve konseyin asıl yönetim olacağı fikrini düşündüğümden erken fark etmiş de olabilirler."

Ona bakarken şaşırmıştım. Krallığını Aurora'ya emanet etmeyi gerçekten düşünmüştü. Denizlerdeki hakimiyetine bir de en büyük kara ordusu, maden ocakları ve köle pazarları eklendiğinde Aurora'yı kimse tutamazdı. Gerçi kime saldıracaktı ki?

"Konsey ve annem bir erkek olma vaktimin geldiğine karar verdiğinde güvenli bir haz evine gitmiştim. Annem ölmeden birkaç hafta önceydi sanırım. Askerler emri biraz genişleterek beni önce en iyi hanlardan birine götürdüler. Kaliteli içkiler içip, kart oynamayı öğrendim. Kim olduğumu soranlara bir tüccarın oğlu olduğumu söylediler sonra ufak tefek olduğunu gizlemek için gösterişli erkek kıyafetlerine bürünmüş bir kız içeri girdi. Benden daha büyük görünmüyordu; bir sürü mücevher takıyordu ve büyük tüylü bir korsan şapkası vardı."

Kimden bahsettiğini anlamak güç değildi. Aurora hatırlamasa da Remington zaten onu tanıyordu.

"Kibarca, düzgün bir saray dili ve hafif Viltarin aksanı ile bir geminin kaptanı olduğunu ve mürettebatına katılmak isteyen var mı diye sorduğunda adamların hepsi güldü. Kadın bir kaptanın ancak bir salı idare edebileceğini ve başka nahoş meslek alanları önerdiler ama kız sadece sorusunu yeniledi. Adamlarımdan biri komik olacağını düşünmüş olacak ki onu kâğıt oynamaya davet etti. Bir dolu kese altınına, benim fahişelere vereceğim altındı, kız kabul etti. Oyun bir saat kadar sürdü ama onun sıradışı güzelliğine bakmaktan kartlara odaklanamadım. Hayatımda hiç o kadar sarı saçlar ve lekeli mavi gözler görmemiştim. Elbette kazandı ve keseyi aldı. Handan çıkarken arkasında gittim ve ona keseye ihtiyacım olduğunu adamalarımın iznim dışında oynadığını söyledim. Bana altını ne yapacağımı söyleyince dürüst oldum. Sırıttı ve sonra eğilip beni öptü. Yoluna devam etmeden önce adamlarıma gereken cezayı vermem gerektiğini söyledi."

Ona bakarken gülümsedim ama sonra kapının açılmasıyla dönüp Cal'a baktık.

"Henry sizi aşağıda bekliyor," dedi bildiğimiz şey dudaklarından dökülürken. "Ruh Tutan Topraklar'a gidiyorsunuz."

Henry'nin bizi beklediği yere giderken Cal ikimize de birer hançer uzattı ama Remington başını iki yana salladı ve belindeki kılıcı gösterdi. "Kılıcı istiyorum, iyi kullanırım."

Cal bir şey demeden kılıcı belinden çözüp ona uzattı.

"Bizimle gelmiyor musun?" dedim bahçeye çıktığımda ona kısaca bakıp.

"Burada birinin diğer şeylerden sorumlu olması gerek," dedi sadece ama sesinden bizim gitmemizden de memnun olmadığı belliydi. Remington giderken Cal kolumdan tutup beni durdurdu. "Prenses, sen soruların ve cevapların tehlikesinin farkındasın. Bunu yolculuğunuzda asla unutma."

"Bu ne demek?"

Cal'a soruma cevap vermeye hazırdı ama Henry giymem için elinde bir kürk ile gelince susup cevap vermekten kaçındı ve benim bineceğim atın yanında bana yardım etmek için bekledi.

"Öncelikle," dedi Henry, Remington ve bana bakarken. "Ruh Tutan Topraklar'da ruhlar ve bizim aramızda bir sınır vardır. Ne olursa olsun sınırı geçmeyin. Kimi görürseniz görün, neyi duyarsanız duyun."

Zaten öğrendiğimiz bir şeydi ama başımızı salladık. Cal binmeme yardım ederken sadece, "Gözünü kapat, zihnini berrak tut." Diye mırıldandı.

Saraydan çıkacağımızı sandım ama Henry atını ormana giden patikaya ilerlettiğinde biraz hızlı gidip ona yetiştim.

"Kiminle görüşmeye gittin?"

Bana bakarken gülümsedi, "Merak mı ettin?" dedi oyuncu şekilde.

"Elbette. Güvensiz bir sarayda Remington ile kaldık ve dayın bize saçma sapan konuştu." Dedim hızla.

"Öncelikle güvensiz değil. Sarayda size zarar verebilecek tek bir kişi bile yok," diye karşılık verdi. "İkinci olarak annemin eski bir tanıdığını görmeye gittim. Elinde görmemi istediği bir şey vardı."

"Ne?" Merakla ona bakarken biraz ona doğru eğildim. "Lütfen söyle."

"Babandan bir mektup gelmiş." Konuyu değiştirdiğinde somurtacaktım ama babamın mektubu ve içeriği de ilgimi cezbetmişti. "Seni bir an önce geri getirmemi, kardeşimle ilgili neler olduğunu anlatmamı ve Tenebrose'de ne olduğunu bizzat en kısa sürede anlatmamı emretmiş."

Henry'nin emretme sözcüğünde dudaklarında hınzır bir gülümseme oluştu.

"Aynı şekilde konseyinde senin sağlığından endişeli Remington, belki onlara yazmak istersin," dedi dönüp Remington'a bakarken. "Elias size ne dedi?"

"Çok önemli şeyler değil." Remington omuz silkti. "Oraya ulaşmamız ne kadar sürer?"

"Birkaç saat. Ama Ruh Tutan Topraklar'a öylece giremeyiz," dedi Henry de bize bakarken. "Önce ruhunu arındırman gerekir."

"Sarayda oturup hazinelerin bana gelmesini beklediğim zamanları özlemeye başladım." Remington homurdanırken atı huysuzlanınca yola baktı. "Nasıl yapacağız peki?"

"Söylenene göre, Gerçekler Sarayı'nda kendini kaybetmezsen Lord geçmene izin verirmiş. Bir nevi bekçi gibi," dedi Henry ona baktıktan sonra bana dönerken. "Ama bence hurafe. O sarayda yaşayan lord huysuz yaşlı bir adam olmalı. Büyükbabam ölmeden önce bile tüm lordlar toplantılara gelmiyordu. Ve annem yarısını öldürtüp yerlerine yenilerini atamıştı. Adam muhtemelen delini tekidir."

"Diyelim ki ruhumuzu arındırmamız gerek, bu nasıl olacak?" Atın yelesini okşarken tebessüm ettim. "Gerçekler Sarayı dedin, değil mi? Sırlarımızı mı açık edeceğiz?"

"Benden sakladığın sırrın mı var?"

Henry sırıtıp bana baktı ama gözlerinde endişe ve merakın hafif ışıklarını görebiliyordum. Bir şey demeden gülümsedim, sadece daha çok meraklanması için, sonra önüme dönüp ilerlemeye devam ettim.

Remington bizden biraz daha uzaklaştığında Henry'e baktım.

"O iyi değil," dedim temkinli şekilde. "Çok az uyuyor ve bir şeyler görmeye başladı. Ayrıca vücudunda yaralar açılmaya başladı."

"Hâlâ Kan Kalemi ve Moraltis'in Haritası'na sahip değiliz. Nerede olduklarını bile bilmiyoruz." Rahatsızca kıpırdandı. "Kalem, Rahpash'da olmalıydı; Mave ölmeden önce öyle demişti."

"Sence Aurora bulsa bize vermez miydi?"

Dudakları düz bir çizgi halini alırken, "Hayır," dedi. "Ailemizin intikamını alma konusunda gözünü karartmıştı. Basil Bexon öldü; ondan intikam alma şansı olmadı ama hâlâ yaşayan bir Bexon var."

Henry'e bakarken kaşlarımı çattım. "Birbirlerinden başta haz etmedikleri açık Henry ama Aurora, Remington'ı önemsiyordu. Gemide başında bekledi."

"Kendisinin öldürmesi için yaşaması gerektiğinden emin olmak için."

Kardeşi hakkında asla böyle konuşmazdı. Aurora'nın bilmediğimiz yüzünün Henry'i incittiği hatta öfkelendirdiği açıktı ve belki de Remington haklıydı. Belki Henry kardeşinin ölmüş olmasını umuyordu çünkü ona hiç böyle öfkelenmemişti. Henry'nin zihnini biraz rahatlatmayı düşündüm.

"Benimle bir kral olarak mı yoksa sadık generalim olarak mı evleneceksin?"

Bana dönerken hafifçe güldü. "İkisi de olamaz mıyım?"

Bende gülüp bir şaka yapacakken önümüzde yükselen siyah duvarlara baktım. Sanırım Gerçekler Sarayı'na gelmiştik.

Remington atını önden ilerletip zaten açık ve kırık olan kapılardan içeri girdiğinde bakımsız bahçe beni ürpertti. Her yer dikenli gül ağaçları ve vahşi nergislerle doluydu. Birçok heykel üzerleri yosun tutmuş halde gül ağaçlarını arasına yayılmıştı. Hepsi aynı erkek yüzüne sahipti.

Atları bağlayıp kapıya bakarken Henry kapıyı itti ama açılmadı. Tekrar ve tekrar tüm gücüyle denedi ama kapı yerinden bile oynamadı.

"Belki de açmak için sırların olamaması gerekiyordur?" dedi Remington.

"Ya da sarayın efendisi kapıların açılmasını istemiyordur." Arkamı dönüp karşımda dikilen genç adama bakarken şaşırmıştım. Siyah gösterişsiz bir takım giymişti. Henry'den ancak birkaç yaş büyük olabilirdi ve bahçe işleriyle uğraşmış gibi görünmesine rağmen etkileyici görünüyordu. Ve yüzü, heykellerdeki yüzdü. "Hoşgeldiniz üç majesteleri. Sizin için ne yapabilirim?"

"Ruh Tutan Topraklar'a geçmemiz gerek."

Henry sert bir dille konuştuğunda adam başını salladı. "Elbette Soren ya da Henry ama eminim oraya kafanızda bir sürü soru varken gitmek istemezsiniz. Bana doğru soruları sorduğunuz taktirde size cevapları verebilirim. Ölülerin seslerinin insanı nasıl kontrolden çıkardığını iyi bilirsin değil mi? Velour'da bunu deneyimledin."

Adam cümlesini bitirirken Henry kaşlarını çattı.

"Kimsin sen?"

"Bu ilk sorun mu?" Lord ona gülümserken lacivert gözleri bir avıcınınki gibi parladı. "Birçok adım var ama en sevdiğim Trysch."

"Nehir mi?" dedi Remington şaşkınca. "Neden?"

"Gerçeklerin su gibi berrak ve güçlü bir nehir gibi olmasına inandığım için," dedi Trysch yürümeye başlarken. "Zihininizde dolanan tüm sırlar ve bilmeceler iştah açıcı Remington. Lütfen, çekinme sor. Yardım etmek için buradayım."

"İyileşecek miyim?" Remnigton bir an bile duraksamadı. "Hazinler, hepsini toplayacak mıyız?"

"Ah şu kötü, kara lanetli ruhun..." Lord dilini şaklattı ve masanın üstündeki kuru beyaz ağaç dallarını şekillendirmeye başladı. "Ruhun bir ruh karşılığı değiştirilecek. Bir lanet peşini bırakacak ve diğeri yakana yapışacak. Çok daha acı verici bir tane. Aynada baktığın adamı tekrar değiştirecek bir tane."

"Ya ben?" Henry, Remington'dan önce davrandı. "Ben... neyim?"

"Sen bir Glaothe'sin. Tanrıların celladı." Lord artık bize hiç bakmıyordu.

Güller... hiç bu kadar canlı kırmızı da güller görmemiştim.

Henry ve Remnigton soru sormaya devam etti. Laneti, büyüleri, onlardan neler saklandığını... Sorunun doğru şeklini bulmak için sürekli kendilerini yeniliyorlardı. Bense güllere bakıyordum. Trysch'ın şekillendirdiği beyaz odun dallarına da. Güllerin ağır kokusu ve şekillenen her dal ile beynim uyuşuyor gibiydi. Elimi uzatıp bir güle dokundum.

Prenses, sen soruların ve cevapların tehlikesinin farkındasın. Bunu yolculuğunuzda asla unutma.

Parmaklarıma bulaşan kandı. Elimi geri çekip gözlerimi kırpıştırırken güllerin aslında dikenli dallar üzerine takılmış etlerin şekillendirilmesiyle oluştuğunu fark ettim. Ve beyaz odun sandığım şeyler kemiklerdi.

"Sorular..." Henry ve Remington'a bakarken mırıldandım. "Henry! Soru sormayı kesin!"

Lord'un koyu mavi gözleri bana dönerken yüzünde munzur bir gülümseme belirdi.

"Demek gücüm üzerinde etki etmiyor... İlginç."

"Hilen bu değil mi? İnsanların merakı." Lord'a bakarken kendimden emin konuştum. "Sana sadece soru sormaları yetmiyor; doğru soruları sormalarını isteyerek onları kandırıp buradan çıkamamalarını sağlıyorsun. Onları etken güller yapıyorsun."

"Eminim seninde soracakların vardır," dedi yavaş yavaş bana ilerlerken. "Yok mu Prenses? Ne olduğunu öğrenmek istemez misin? Kanındaki o ufak büyünün kokusunu alıyorum..."

İçimdeki bir dürtü kadife sesin cazip teklifine karşı direnmekte zorlandı. Birkaç kalp atışı kadar sürsede neler sorabileceğimi ve nelerin doğru sorular olabileceğini düşündüm ama Gerçekler Lord'u benden önce davrandı.

"Ya da bana Taçsız Kral'ı verin." Remington'ı işaret ederek Henry ile bana baktı. "Bende size cevaplar vermek yerine geleceğinizi göstereyim. Viltarin'de yan yana hükmettiğiniz geleceği, çocuklarınızı görmek istemez misiniz?"

Henry'nin tereddüte düştüğünü ve Remington'a baktığını fark edince kolunu sıktım.

"Gerçekler her zaman çarpıtılabilir." Dedim. "Yalanlar tek bir kara kalpten doğar ama iki kişi arasındaki gerçeğin hep iki yüzü vardır."

Trysch ufak bir kahkaha attı ama sonra elini dikenli gül ağaçlarına doğru uzattı. Ağaçlar iki yana ayrılıp bize bir patika ortaya çıkarırken bana bakıyordu.

"Sormasanda sana arkadaşına ne olduğunu söyleceğim Prenses," dedi etten güllerden birin koparıp ağzına atarken. "Yaşıyor ama ölü de. Onu geri getirmek istiyorsanız aşacağınız her şeyi görmek için sabırsızlanıyorum."

Bir şey demeden ona baktım. Aurora yaşıyordu. Biliyordum.

Henry ve Remington'a bakarken gidelim dememe gerek kalmadı. Birçok cevabımız  ve bir görevimiz vardı.

Daha sonra Trysch için geri dönecektim.

::

villainimiz kim acaba?

- biraz yorum istiyorum 👉🏻👈🏻🥺

— bezzy 🧝🏻‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro