Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

XI

BENİ SEVMİYOR 

 Akşam saat ikide Fitnat Hanım, Serfirâz ile birlikte oturuyordu. Her bir iki dakikada bir gözyaşı, yanaklarının üzerinden dökülerek yere düşüyordu. Ara sıra. gönlünün içinden bir "Ah!" çekiyordu. Serfirâz, bir düziye Fitnat'ın yüzüne bakıyordu. Bir söz söylemeye cesaret edemiyordu. Fitnat Hanım ara sıra gözlerini kaldırıp Serfirâz'a bakıyor ve hemen başını eğip gözyaşları dökülüyordu. İşte bu iki kızcağız böyle bir şaşkınlığa dalmış, bir söz söylemeksizin ve kımıldanmaksızın bile otururken, saat ikide dedik. Kâhya kadın kapıdan girdi.

  Bir işaretle Serfirâzi dışarı çıkardı ve bir sandalyede oturarak Fitnat Hanım'a dedi ki:

— Kızım, şimdi güvey bey gelecek. Sizi böyle bulmasın. Gözlerinizi siliniz... Aa! Bu nedir? Hepimiz, gelin olduğumuz vakitte ağladık, nazlandık... Böyle şeyler yaptık... Yaptık ama, bu kadar da değil. Aa! Siz beş saat var ki, ağlıyorsunuz... Hele şimdi, susmalı... Ağlamanın vakti değildir. Bak güvey bey geliyor... Gözlerini sil de kalk...

 Kâhya Kadın böyle söylemekte ve Fitnat Hanım içini çekmeden başka bir yanıt verememekteyken kapı açıldı. "Geliyorlar!" sesi her yerden yansıdı. Bir halayık perdeyi kaldırmış, açık tutuyordu. Kâhya Kadın, Fitnat Hanımı elinden tutarak kapının yanına getirdi. Zavallı kızın hiç aklı başında yoktu. Kendisini bilmiyordu, dizleri tir tir titriyordu.

 Ali Bey girdi. Odanın ortasında yayılmış olan seccadede iki rekât namaz kıldıktan sonra oturdu. Kâhya Kadın, Fitnat Hanımı elinden tutmuştu. Zavallının vücudu bir türlü titriyordu ki, Kâhya Kadın tutmasaydı yere düşecekti. Kâhya Kadın, Fitnat'ın bu durumunu gördüğü gibi bir sandalye yanaştırdı, oturttu. Bir azdan sonra Kâhya Kadın çıktı ve kapıyı kapayarak gitti.

 Ali Bey, başını kaldırıp Fitnat'ın yüzüne baktığı gibi, bir duruma geldi ki, anlatılamaz. Pek etkilendi. Nasıl etkilenmesin ki, Fitnat'ı görmekle, sanki eski karısını gördü: Aynı boy, aynı yüz, aynı göz... İşte, tıpkı o! Ali Bey bunu gördüğü gibi on yedi seneden beri ayrılmış ve evlendiğini işitmiş ve ölümüne kendisinin neden olduğu sanısına kapılmış olduğu eski karısını görür gibi oldu. Hem de ne durumda gördü! İki gözünden çeşme gibi gözyaşı dökülüyordu. Başını eğmiş, içini çekiyordu... İşte böyle bir durumda gördü. Artık nasıl etkilenmesin, üzülmesin? Ali Bey şaşırdı. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Kendi kendisine:

— Bu ne müşabehet! (benzerlik) Bu ne müşabehet... O olmasın? Ne münâsebet! (ne ilgisi var) O vakitten beri on yedi sene var. Bu kız on yedi yaşında değil ki... Subhânallah! Bu ne tuhaf şey, yoksa rüya mı görüyorum? Âlem-i ma'nâda (düş) mıyım? dedi.


 İşte, Ali Bey böyle bir şaşkınlığa uğradı. Bu bilmeceyi nasıl çözsün? Cigarasını bir düziye çekip duruyor; ara sıra gözlerini kaldırıp Fitnat'a bakıyordu. Öyle ağladığım gördüğü gibi yüreği bin parça oldu. İstiyordu ki bir şey söylesin, ağlamamasını rica etsin; ama cesaret edemiyordu. Sonunda kendisini zorlayarak bir az iltifat filân gösterecek oldu. Bir de baktı ki, kız iyice ürkmeye ve daha çok ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ali Bey sessiz kaldı.

 Başım yastığa dayadı, düşündü... Bir saat geçtikten s o m a birdenbire başım kaldırıp: — Hanımefendi, ne düşünüyorsun(uz)? Bir şey söylesenize... Uykunuz gelmedi mi?

 Fitnat Hanım'ın bu soruya verdiği yanıt, bir ürkmeden ve bir içini çekmeden ibaretti.

 Ali Bey yine hayâle, yine düşüncelere daldı iki saat daha böyle geçti ki, ne Ali Bey Fitnat Hanımın yüzüne bakmaya ya da bir söz söylemeye ve ne de Fitnat Hanım gözlerini ayaklarından kaldırmaya cesaret edebiliyordu.

 Sanki ikisi de uykuya varmışlar, bir sessizliktir ortalığı kaplamış... Seyrek seyrek soluk almalarından ve Fitnat Hanımın içini çekmesinden başka, sessizliği bozan bir şey yoktu.

 İki saat böyle geçtikten sonra, Ali Bey yerinden kalkarak Fitnat Hanım'a: — Ben gidiyorum. Siz biraz rahat ediniz, yatınız. Allah rahatlar versin, diyerek çıktı.
 Odadan çıktığı gibi, Kâhya Kadını buldu:— Bir kız gönder, gelin hanımla yatsın ve birini de gönder, bana öbür odada yatak yapsın, dedi. Kâhya Kadın, Serfirâzi Fitnat'ın yanına gönderdi ve kendisi gitti, Ali Bey'in yatağını yaptı. Yatağı yaparken: — Bu ayrı yatmanın mânâsı ne? dedi. — Ben de bilmem. Hiç sorma. Az daha duraydım deli olacaktım. Şu kızı pek çok sevdim. Ne dersin? O merhumenin (ölen karımın) aynısı değil mi?.. — Ha., benziyor, benziyor... Ah çok benziyor... Siz dâima güzel kan alıyorsunuz... Ah, ne talihiniz var! — Lâkin... Ne hikmettir bilemem, hiç bir defa gözlerini kaldırıp yüzüme bakmadı! Ne kadar söz söyledimse, hiç birine cevap vermedi. Bir düziye gözyaşları dökülüyordu! Görey-din, nasıl içini çekiyordu! — Evet evet, gündüzün de öyle. Fakat mazurdur (bir nedeni vardır) efendim. Çünkü kızların âdetidir: Öyle bir az yalandan ağlama, bir az naz yapacaklar... Hem de bu acemi, ufak. Daha. dünya nedir bilmez... — Ah! Yok, yok... Keski öyle olaydı! Fakat, değil. Ben naz görmüşüm, yalandan ağlamayı tanırım, ama bu öyle değil. Ah! O kadar gözyaşı, o kadar içini çekmek yalandan nasıl olur? Hem de o ağlamasına nasıl yanıyorum! Ah! Ne zayıf gönlüm var! Bir defa görmekle, şu kızı öyle bir sevdim ki, canımı vereyim! Fakat, ah! Şu kan kısmı imansızdır... Ettiğim o kadar iltifatın karşısında bir yüzüme baksa! Bir cevap verse! Ah! Yok yok. Bunda bir mânâ var. O beni sevmedi! Ah! Sevmedi!

 Ali Bey böyle dedi ve kendisini tutamayıp hüngür hüngür ağlayarak soyunup yatağına yattı. Kâhya Kadın çıkıp gitti. Ali Bey hayâller kurarak, düşünerek taşınarak, yatağın içinde her bir yana döndü. Uyku yok... Canı sıkıldı... Bu böyle dursun.

 Fitnat Hanım, Ali Bey'in gitmesiyle, minderin üstüne düşüp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Serfirâz kapıdan girdi, bunu bu durumda gördü, bir şey söylemeye cesaret edemedi. Bir köşede oturdu. Fitnat Hanım, kendi haliyle meşgul, bunu hiç görmez. Yarım saat kadar böyle geçtikten soma, Serfirâz artık kendini tutamayarak Fitnat'ın ayağına düştü: — Aman hanım, bu ne hâldir? Bu ağlama, bu düşünme... Bunda ne hikmet var? Sizin bir derdiniz var... Evet, var... Hiç şüphem yok ki, bu gözyaşlarınız sebepsiz değildir... Lâkin, canım rica ederim, ayağınızı öpeyim, bu derdinizi bana bildirin... Elimden geldiği kadar sizi bu dertten kurtarmaya çalışacağım... Aman... Benden saklamayın...

 Fitnat Hanım, Serfirâz'ın bu kadar rica ve zorlamasına dayanamayıp kimseye söylememesini rica ettikten soma, ağlaya ağlaya bütün hikâyesini söyledi. Serfirâz pek çok üzüldü, pek çok ağladı. Bu iki kızcağız böyle dertleşerek, ağlayarak, saat dokuza kadar oturdular. O zaman Serfirâz Fitnati yatmaya zorladı.

 Ertesi sabah Ali Bey kalktı. Bütün gece uyuyamamıştı. Gözleri ceviz tanesi gibi dışarıya uğramıştı. Fitnati görmek istedi. Odasına gitti. Yavaşça kapıyı açti. Girip baktı ki zavallı Fitnat uyuyor. O ipek gibi saçları yastığın üzerinde yayılmış, iki elini başının altına koymuş. Yastığı gözyaşlarından su içinde kalmış. Yanaklarında gözyaşları kurumuş duruyor...

 Ali Bey, bu görünümün karşısında heykel gibi durmuş, şaşmıştı. Hiç hareket etmiyordu. Bir azdan sonra, o gözyaşı içinde kalmış yanağından bir öpücük almak düşüncesiyle yatağa yanaşıp eğildi. Ancak başını eğip, dudaklarını Fitnat'ın yüzüne yaklaştırdığı gibi, birdenbire vücuduna bir titreme, bir soğukluk geldi. Birdenbire kendisini çekti. Elleri, dizleri, çenesi tiril tiril titremeye başladı. Bir soğuk ter vücudunu kapladı. Kalktı, odasına gitti. Bir kanepede yayılıp ağlamaya başladı.

 Kendi kendisine dedi ki: — Ah! Ne garip şey! Ben bu kızı hâlâ (1) dün gördüm... Bana gelen hâl nedir? Ah! Kendisini seviyorum! Ama karşısında duramıyorum! Yüzüne bakamıyorum! Bir söz söylemeye... Merhametini talep etmeye (2) cesaret edemiyorum! O da o kadar ağlıyor! O kadar mahzun ve mükedder (3) duruyor! Acaba bu mahzûniyeti,(4) bu kederi, bu ağlaması nedir?

(1) Henüz,(2) İstemeye,(3) Hüzünlü ve üzgün,(4) Hüznü.

 Naz değil... Yapma değil... Çocukluk değil... Değil, değil... Bunun bir mânâsı var; evet, bir mânâsı var. H e m de başka ne mânâsı olabilir bundan başka ki, beni sevmiyor... Ah! Evet, beni sevmiyor! Başkasını mı seviyor? Yoksa... Orasını bilemem, lâkin beni sevmiyor. Beni sevmiyor vesselam...(1) Beni sevmiyor, fakat ben onu seviyorum! Ah ! Seviyorum. Canımdan ziyâde (2) seviyorum! Yürekten seviyorum! Seviyorum. Hem de çabuk çabuk sevdiğimin sebebi vardır... Bu muhabbetim yeni bir şey değildir... Bu bir eski aşkın tazelenmesidir... Evet, bu muhabbet, eski zevcemdeki (3) muhabbetin aynısıdır.

 Çünkü bu, o merhumeye o kadar benziyor ki, bunu gördüğümde onu görmüş gibi olurum... Ve ona olan aşk ve muhabbetim buna intikâl eder...(4) İlâhî! Bu ne hikmettir! (5) Bunda ne sır vardır! Ah! Seviyorum dedim, seviyorum ama ne yapayım? O beni sevmiyor! Vazgeçsem... Ah, vazgeçemeyeceğim! Nasıl vazgeçebilirim! Ama, vazgeçmeyip de ne yapacağım? O beni sevmiyor! Ben onun hürriyetine nasıl mâni olayım? Ben onunla nasıl yaşayabilirim? Of! Rabbim! Bu ne dert! Bu ne felâket! Ah! Nasıl yapayım! Çıldıracağım!

(1) Sözün kısası,(2) Çok,(3) Esimdeki, (4) Geçer, (5) Akıl almaz iştir.

 İşte, Ali Bey bu türlü düşüncelerle kimi zaman kanepenin üzerinde oturarak ve kimi zaman odanın içinde gezinerek düşünür.

 Bir azdan sonra haber verirler ki, Fitnat Hanım kalktı. Ali Bey, yanına gitti. Yine akşamki macera. Fitnat başım eğmişti; ya ağlıyor, ya içini çekiyordu. Hiç gözlerini kaldırmadı. Ali Bey bir düşünceye dalmıştı. Bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Fitnat'ın yüzüne baktığı gibi gözyaşları dökülüyordu...

 İşte bir hafta kadar böyle geçti ki, bunlar birlikte oldukları zaman her biri bir köşede heykel gibi donup duruyor ve ayrıldıkları zaman her biri kendisinden umutsuz bir durumda ağlayıp duruyordu.


SAYIKLAMA

 Bu haftanın içinde Ali Bey, çok defa Fitnat uyurken gidip yastığının başında oturuyor ve hayran hayran yüzüne bakıp ağlıyordu. Zavallı kız, sıtma hastalığına yakalanmışlar gibi, uyurken hep sayıklıyordu; sayıklarken bir düziye Talat" adım söylüyordu. Ali Bey bunu işitmiş ve kızın bu Tal'at'a âşık olduğunu anlamıştı. Kendi kendine diyordu ki:

— Ah! Bir Tal'at sayıklıyor! Bu Tal'at kim?

 İşte, onu seviyormuş! Ha, anladım, anladım...

 Bunun bu hâli, bu ağlaması, bu kederi hep budur... Tal'at... Tal'at. Ah! Bizi bu hâle gebren bu Tal'at'tır. Şüphem yok artık, kız onu seviyor! Nerede görmüş? Nasıl alâka etmişler?(1) Her nasılsa onu seviyor! Beni sevmiyor! Elbette sevmeyecek, onu evvelden sevmiş... Şimdi onu bırakıp da beni nasıl sevebilir? Hem de kendisi gibi bir güzel delikanlı olacak. O da bunu sevecek. Evet, sevecek. Sayıklamasından öyle anlaşılır. Ah! Bu güzel, o da güzel; birbir(ler)ini seviyorlar... da visale muvaffak olamasınlar...(2) Bir daha görüşmemek üzere ayrılsınlar!

(1) Birbirlerini nasıl tanımışlar, (2) Kavuşmayı başaramasınlar.

 Of! Ne müşkül (1) şey! Ah! Zavallı Fitnat'ın hakkı var ki öyle ağlıyor... Öbürü de böyle ağlayacak... Şüphe yok... Ah! Ah! Bunların murada nail olamamalarına mâni (2) olan kim? Ben? Ben? Ah! Ben?! Of! Benden böyle bir fenalık gelsin? Benden? Benden? Ben ki şimdiye kadar bir karıncanın carıma kast etmemiştim... Ben böyle iki gencin canına kast edeyim! Ben ki birinci kanma ettiğim muameleden (3) dolayı vicdanım bir dakika yakamı bırakmıyor! Ben daha bir faciaya sebep olayım!

 Ali Bey, bu sözleri söylerken kendisinden nefret etmeye başladı. Kendisini öldürme derecesine geldi. Kan içinde kalmış olan gözlerini açıp, deli gibi, her tarafa korku veren bir bakışla baktı. Birden, bir şey keşfetmiş gibi, olağanüstü bir hareketle fırlayarak:

— Yok, yok. Artık yakamı tekrar o düş-men-i vicdanın (4) eline veremem! Benden böyle bir fenalık câri olamaz! (5) Ben bunların visaline mâni (6) olamam... Olamam... Bilâkis, vasıta (7) olurum... Evet, vasıta olabilirim... Ben şimdi kırk beş yaşında varım... Bu kız bana lâyık (8) değil. Ben bu kızın babası olabilirim... Evet, zaten evlâdım yok. Ne olur şu kızı ben âhiret kızlığına kabul etsem de, şu Tal'at dediği ma'şûkunu (9) damatlığa alsam! dediyse de, bu son sözlerini söyler söylemez gözyaşları döküldü. 


(1) Zor,(2) İsteklerine kavuşamamalarına engel,(3) Gösterdiğim davranıştan,(4) Vicdan denen düşmanın,(5) Kötülük beklenemez,(6) Kavuşmasına engel, (7) Tam tersine, aracı,(8) Uygun,(9) Sevgilisini.

 Ayak üzere durmaya gücü kalmadı. Kanepenin üzerine atıldı. Bir kaç dakika ağlayarak düşündükten sonra: — Ah! Ne diyorum! Ne diyorum! Kendi gönlüme böyle bir hıyanet nasıl edebilirim! Fitnati başkasına teslim etmek! Başkasının âguşunda (1) görmek!!! Yok, yok, bu olamaz. Böyle olamaz... Başka türlü de olamaz... Ya nasıl olacak? Ah! Yârabbi! Bu ne azaptır! Ne çok günahlarım varmış... İlâhî! (2) Benim hâlim ne olacak! Bu, hal olunur bir müşkil (3) değil... Ben çıldıracağım! Çıldırmaktansa... Rabbim! Beni mazur tut, katiller defterinde yazma... Kendimi telef edeceğim...(4) Evet, kendimi telef etmeye mazurum... Ölmekten başka benim için necat (5) yok... Öleyim ki azaptan kurtulayım... Ve o biçâreler (6) kavuşsunlar... dedi.

 Ali Bey bu sözleri söyleyerek kendisini öldürmek niyetindeyken, en çok sevdiği dostlarından bir beyin geldiğini haber verdiler. Bey içeri girdi. Ali Bey'i öyle bir durumda gördüğü gibi, şaşırdı. Nedenini sordu. Ali Bey macerayı anlattı. Bey:

— Aman, böyle şeylere ne ehemmiyet (7) verirsiniz? Kızların âdetidir, evlendikleri vakit öyle bir az nazlanırlar, başka hiç bir şey yok(tur), dedi.

(1) Kucağında,(2) Tanrım,(3) Zorluk, (4) Öldüreceğim, (5) Kurtuluş, (6) Çaresizler; zavallılar, (7) Önem.

— Tal'at isminde birini sayıklıyor, birader! (kardeşim) — İnsan sayıkladığı vakit, elbette Tal'at, Ahmed, Mehmed, Zeyneb... öyle bir şey sayıklayacak. Bu sayıklamasından ona âşık olduğunu nereden anladın? — Yok birader yok. Onu seviyor. Pek âlâ anlamışım ki seviyor... — Velev (diyelim ki) sevsin efendim. Kız, evleninceye kadar gözleri kapalı değildir ki... Bu gün bir güzel delikanlı görür, sever. Beş altı gün onu sayıklar. Sonra başkasını görür, öbürünü unutur, onu sever... Evlendiği vakit de, beş altı gün, o evvelki hülyalarla meşgul olur. Sonra hepsini unutur. Kocasıyla, eviyle, familyası (ailesi) ile meşgul olur; muhabbeti beri tarafa celp olunur... (çekilir)

 (Konuk) bey böyle bir çok öğütler söyledi ve bir çok örnekler gösterdiyse de Ali Bey'i kandıramadı. Bununla birlikte, (onu) bir az avutmuş oldu; o umutsuzluktan çıkardı, kendisini öldürme niyetinden vazgeçirdi.


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro