Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

X

BİT HİLE 

 Fitnat Hanım, bütün o geceyi de öyle ağlayarak geçirdi. Ertesi sabah kalktı, dört gözle Tal'at Bey'i bekledi. Tal'at Bey gelmedi. Öğle (ezan) okundu; daha gelmedi; ikindi okundu, yine gelmedi; akşam okundu, gelmedi. Sonunda, o gün gelmez. Ertesi gün dahi öyle, öbür gün dahi öyle...

 Fitnat Hanım, bir yandan, üzüntüsünden ağlamasından, bir yandan da Tal'at Beyi merak ettiğinden, o bir iki günün içinde pek çok zayıfladı, keyfini bozdu; o gül gibi yüzü solmaya başladı. Acınacak bir duruma geldi. Fitnat Hanimin durumuna en çok acıyan zavallı Emine Kadın, pek çok üzülüyordu. Her vakit, kız görmesin diye mutfağa çekilerek ağlıyordu.

Bir gün Emine Kadın, Fitnat H a n i m i gördü ki zayıf, keyifsiz, güçsüz olduğu hâlde bir köşede bükülüp ağlıyordu. Zavallı kadıncağız kendisini tutamayarak gitti, Fitnat'ın boynuna sarıldı ve hüngür hüngür ağlayarak:

— Kızım yapma, Allah aşkına yapma! İnsaf! Baksana hâline, nasıl sarardın, nasıl zayıfladın! Nerede o gül gibi yanaklar? Yazık sana!

— Ah! Vâlideciğim! Benden ümidi kesin artık... Öleceğim... Öleceğim... Kan tükürüyorum... Verem oldum...

— Allah'a emanet! Allah'a emanet! Kızım, böyle şeyler zihnine koma, bir şeyin yok. Niçin öleceksin! Eğer evlenmek istemezsen Ağa'ya söylevim de bir çâresini bulalım. Biz senin iyiliğin için seni öyle bir eve vermek istiyoruz... Sen istemedikten soma... — Ah! Vâlideciğim! Öyle bir şey yaparsanız belki kurtulurum... Hep keder ettiğim şey odur... — Olur inşallah! Olur. Sen hiç keder etme. Vah evlâdım! Biz seni zorla verir miyiz? Emine Kadın böyle diyerek ve gözlerini silerek kalkıp aşağı gitti; Hacıbaba'ya dedi ki: — Oğlum, bu kızın hâli nasıl olacak? Baksana, günden güne zayıflar! Allah esirgeye... Hacıbaba kaşlarını çatmış, marpucu ağzına almış, sıkı sıkı, nargileden çekiyordu. Hiç yanıt vermedi. Bir kaç dakika böyle düşündükten soma, marpucu bir yana bırakarak: — Nasıl olacak? Ben de bilmem, ben de görüyorum ve kızın bu hâline acımaz değilim. Fakat kızın bu bir kaç gün ağlamasını ömrü oldukça zahmet çekmesinden(sıkıntı çekmesine) tercih ederim. Kız, Ali Bey'e varırsa, artık cennete düşmüş gibidir... Böyle bir talih her vakit önüne gelmez... — Orası öyle ama, pek çok ağlıyor, çok zayıflamış; korkarım, Allah esirgeye, bir hasta düşmesin! Bir de, çehresi de bozulur. Sonra, kocaya nasıl veririz...
— Öyleyse bir şey yapalım, kıza söyleyelim ki, "Peki, o kocaya vermeyeceğiz." Sonra, evleneceği gün, Ali Bey'e de haber yollarız, onu da kail (rıza) ederiz; kıza deriz ki, "Üsküdar'da kira ile bir ev tuttuk, bu yazı orada geçirelim." Böyle aldatarak, kızı, Ali Bey'in konağıma götürürüz... Sonra, o konaklan filânı gördüğü gibi hoşlanacak. Sonra Ali Bey'i görecek. O da genç, güzel, gayetle (pek) nâzik; onu da beğenecek... Hem, kız da şimdi kendisine "Evlendirmeyeceğiz," dediğimiz gibi, ağlamadan kesilecek; sıhhati, çehresi de bozulmayacak... Olmaz mı? — Peki, peki... İşte böyle âlâ olur... Bu konuşmadan sonra, Hacıbaba kalkıp yukarı gitti. Fitnat'a dedi ki: — Ben, rahat edesin diye seni haddin olmadığı bir yere vermek istedim. Lâkin madem ki istemezsin, ben de vermem. Ali Bey'i de kandırırız ki vazgeçsin...

 Fitnat Hanım bu sözü işittiği gibi, Hacıbaba'nın dizlerine kapanarak ve ağlayarak:

— Bilirim ki, siz benim iyiliğim için çalışıyorsunuz... Lâkin... Lâkin... Bilmem... Gönlüm istemedi... İnşallah... Hayırlısı böyle olur...

 Hacıbaba bir şey söylemeksizin yine çıkıp aşağı indi. Fitnat Hanım sevincinden çıldıracak... Birden yüzü gülmeye, rengi yerine gelmeye başladı.


GEÇİÇİ BİR SEVİNÇ

 Üç gün geçmişti ki, Tal'at Bey Fitnat'ın yanıma gelmemişti. Acaba niçin? Acaba bir engel mi vardı? Yoksa, Fitnat'tan umudunu kesti de vaz mı geçti? Belli değil...

 Fitnat Hanım, Tal'at Bey'i dört gözle bekliyordu ki, müjde versin ve birbirlerine kavuşmak için birlikte, bir yolunu bulsunlar... Fakat daha bir gün geçti, daha iki gün geçti, bir hafta oldu, Tal'at Bey görünmedi... İşte, Fitnat Hanım'a başka bir üzüntü konusu...

Tal'at'm bu gelmemesini merak ediyordu; Şerife Kadına: — Râgıbe Hanımı gördün mü? Evi nerededir? diye sordu.

 Şerife Kadın da görmemiş ve evini bilmezmiş. Fitnat Hanım da evini bilmez ki, gizlice birisini göndersin de sorsun. Zavallı Fitnat, 'Tal'at Bey belki me'yûs olup kendim telef etmiş"(umutsuzluğa kapılıp kendisini öldürmüş) diye pek çok merak etti, rahatı kaçtı. (Sonra) hemen önceki durumuna geldi.

 İki hafta böyle geçtikten soma, bir pazartesi günüydü ki, Hacıbaba, Fitnat Hanım ve Emine Kadına yemek yerken dedi ki: 

— Bu yazı burada çıkaramayacağız. Bu gün, tanıdığım büyük efendilerden birisi söyledi ki, "Üsküdar'daki konağım boştur, istersen git, bir kaç ay otur." Eğer gidersek pek çok hoşlanacaksınız; konak gayetle mürtefi've müferrih bir mahaldedir.(1) Hem de konak çok büyüktür. Lâkin biz en iyi hava alır bir tarafında bir iki oda tutar, otururuz; bakıyyesi (2) boş kalsın...

(1) Pek yüksek ve iç açıcı bir yerdir, (2) Öteki odalar. 

Emine Kadın buna pek sevinir gibi olarak:

— Aman, bir saat evvel gidelim; burada patladık, dedi.

 Fitnat Hanım, "Soma, Tal'at Bey beni bulamayacak," korkusuyla bu ev değiştirmeye çok da razı değildiyse de, bir şey söylemeye cesaret edemedi. Sonunda karar verildi ki, perşembe günü gitsinler.

 Çarşamba günü Şerife Kadın geldi. Fitnat Hanım'a bir zarfın içinde bir mektup da getirdi, verdi. Fitnat Hanım zarfın üzerindeki yazıyı, Tal'at Bey'in yazısı olduğunu tamdı, pek çok sevindi. Elleri titreyerek mektubu açtı.

Önce imzasına baktı: «Râgıbe!» Artık o sevinç! O sevinç! Tal'at Bey bu mektubu okumayı yeni öğrenmiş birinin okuyabileceği biçimde yazmıştı. Fitnat okumaya başlar. Şöyle yazılıydı:

«Fitnatim!

İki haftadır görüşemiyoruz. Bilmem merak ettiniz mi? Zihninize bir şüphe geldi mi? Fitnat'ım, gelemediğimin sebebi budur ki, o  kara günde ki, o kara haberi işittim... O gün, demek isterim, sizden ayrıldığım vakit, akşamdı. Sizden çıktım, koşarak Şehzadebaşı'na gittim. 

 Giderken terledim. Gittiğim gibi soyundum, rubalarımı (1) değiştirdim. Oradan evime gittim. Gerek yolda ve gerek evime gittikten sonra, bir düzeyde ağlıyordum... Bilemem ağlamadan, keder etmeden mi, yoksa soğuk mu aldım? Her nasılsa, ertesi sabah yatağımdan kalkamıyordum. Başım çatlayacak derecede ağrıyordu. Derâkab bir şedîd (2) sıtmaya yakalandım. Yirmi dört saat sıtma üzerimden düşmedi. Ateş gibi yanıyordum. Soma, kendimi kaybettim. Hiç kendimde değildim. İşte o vakitten şimdiye kadar, ölmüş gibiydim; hiç bir şeyden haberim yoktu. Zavallı validem! (3) Bana ağlamış, benden ümidim kesmişti! Bir beş on saat var ki kendime geldim. Ama, cismime hiç mâlik (4) değilim, yerden kımıldanamıyorum... Şimdilik, ziyâde (5) yazamam. Çünkü kolum kesildi, gözlerim yoruldu... Fitnatim, ne hâlde bulunduğunuzu çabuk yaz. Mektubu Şerife Kadın'a ver de ben (birini) gönderir, alırım... 

 Ah Fitnatim ah! Bu hastalığımda mümkün olaydı da, bir defa yastığınım ucunda bulunaydım! Ah! Şüphem yok ki, anîde şifa bulacaktım! (6) Ah! Ah...

Râgıbe»

(1) Giysilerimi,(2) Hemen şiddetli bir,(3) Annem, (4) Vücuduma sahip, (5) Çok, (6) Birdenbire iyileşecektim.

 Fitnat Hanım bu mektubu okurken gözyaşları çeşme gibi akıyordu. Zavallı Tal'at'a pek çok acıdı. Yüreği yandı. Bununla birlikte, bu mektuptan çok avundu. Çünkü kendisi, Tal'at Bey için, Allah esirgeye, daha kötü şeyler düşünüyordu. Onlara göre bunu hafif buldu, hem de Tal'at Bey iyiliğe yüz tutmuş. Sözün kısası, Fitnat Hanım hem avundu, hem yine gözyaşlarını tutamadı. Şerife Kadın, bu mektubun bu kadar gözyaşına yol açmaya şaşarak: — Mektup kimdendir? Niçin bu kadar ağlamanıza sebep oldu! İçinde ne var? diye sordu. — Râgıbe Hanım'dandır. Zavallı, iki haftadan beri hastaymış. Kendi(si)ni hiç bilmiyormuş. Dün biraz kendi(si)ne gelmiş, fakat yine pek ağır hastaymış. İşte onu yazıyor. — Vah vah vah! Zavallı Râgıbe! Evini hileydim gidecektim, ama bilemiyorum... Pek çok severim şu kızı, Allah şifalar versin! Cevher gibi kızcağızdır! — Bendeniz de bir mektup yazacağım. Size vereceğim de, evinize bir adam gönderir, alır... Öyle yazmış çünkü. — Peki peki, yazınız da... Fitnat Hanım hokkayı, kalemi alıp şu mektubu yazdı:


«Râgıbe'm!

 Mektubunuzu aldım. Keyifsiz olduğunuza pek çok teessüf ettim. (yazıklandım) Pek çok müteessir oldum. (üzüldüm) Lâkin müteselli de oldum. (avundum da) Çünkü Râgıbe'm, iki haftadan ziyâde vardı ki, seni görmüyordum. Senden hiç bir haberim yoktu. Hatırıma neler gelmezdi! Ne kadar merak etmiştim! Ne kadar ağlamıştım! İnşallah, Cenâb-ı Hak şifâlar versin, iyi olasınız da görüşelim. Size söyleyeceğim şeyler çoktur. Hem de söyleyeceğim şeyler keder vermeyecek, sizi ağlatmayacak. Artık felek, murâdımızca dönüyor. İnşallah muradımıza nail olacağız. (isteğimize kavuşacağız) Ben, akıbet, pederi ( babamı) kandırdım; beni evlendirmeyecekler. O herifi de kandırdılar, o da vazgeçti... Siz gittikten sonra, daha üç gün ağladım. Ah! O üç gün! Dördüncü gün, bütün kederlerden kurtuldum..


 Ama sizi göremiyordum, sizi bilemiyordum... İşte, başıma başka bir keder gelmişti... Hele bu mektubunuz, her ne kadar ki hastalığınızı haber verdiyse de, bana ne kadar teselli verdi! Ne kadar dertlerden, meraklardan kurtardı! Ah Râgıbe'm, daha Râgıbe diyeceğim, çünkü bu isim bana daha ünsiyyetli (tanıdık) gelir ve ağzım bunu daha telâşsızca telâffuz eder.(söyler) Sizi böyle tesmiye etmeye mazurum , (sizi böyle adlandırmaya mazeretim var) iyi ol da görüşelim! Çünkü birbirimizi anlayalı hiç görüşemedik... Râgıbe'm, biz yarın, bir iki ay oturmak üzere Üsküdar'a gidiyoruz. Oradan size mektup yazacağım ve Şerife Kadın'a vereceğim. Şerife Kadın'dan, (birini) gönderip almalısın. 

Mektubumda, gideceğimiz evin mahal (adres) ve numarasını yazacağım, tâ ki iyi olduğun gibi gelesin... Ah! Zavallı Râgıbe'm! Keyifsizim! Rahatsızım! Ne çâre! Bu mektubum, şüphe yoktur ki, bir ilâç yerini tutacak, bir tabip (doktor) hükmüne geçecek... Râgıbe'm, nasıl olacağınızı yazınız. Mektubunuzu Şerife Kadın'a gönderin, o bana getirir. Allah şifâlar vere! Allah'a ısmarlarım! İnşallah yakında görüşürüz...

Fitnat»


Fitnat Hanım bu mektubu zarfa koydu, mühürledi, Şerife Kadın'a verdi ve: — Bu mektubu alınız, Râgıbe Hanım (birini) gönderip aradığı vakit verirsiniz, der.

 Şerife Kadın, bir azdan sonra, kalkıp gitti. Fitnat Hanım, Tal'at Bey'den aldığı mektubu yüzüne gözüne sürerek, üzerine özlemle gözyaşı döküyordu.


YAZLIĞA TAŞINMA

 Ertesi gün, ki perşembe günüydü, Hacıbaba familyası,(ailesi) nasıl ki yukarda söyledik, sözde yazlığa gideceklerdi. Hacıbaba önceki geceden Fitnat Hanım'a söylemişti ki: — Kızım, oraya gideceğiz, elbette komşulardan hanımlar, kızlar sizi görmeye geleceklerdir, yarın şu ipek rubalarınızı (giysilerinizi) giymeli de öyle gitmeli.

 Fitnat Hanım da bu uyan üzere ertesi gün sabahla kalkıp olağanüstü biçimde süslendi püslendi. En güzel giysilerini giydi; başını, parmaklarını elmaslarla donattı. Sözün kısası, bilmeyerek, zavallı, bir gelin kılığına girdi.

 Fitnat Hanım, o zamana dek evinden çıkmamıştı. Vapura hiç binmemişti. Denizi hiç görmemişti. Üsküdar'a hiç geçmemişti. Bu geziyi yapacağına, özellikle Hacıbaba'nın dediği üzere, orada kızlar, hanımlarla görüşeceğine pek çok sevindi; yalnız, Tal'at Bey'den uzak düşeceğine yanıyordu. Fakat ona da Şerife Kadın'la haber yollayacaktı. Onu dahi oraya çağıracaktı. Biliyordu ki, Tal'at kendisiyle görüşmek için her nereye olsa gider. İşte bununla avundu.

 Sonunda, Fitnat Hanım giyindikten soma (çarşafa) büründü. Emine Kadın da (çarşafa) bürünür. Araba kapıda bekliyordu; çıktılar, (arabaya) bindiler. Eminönü'ne gidinceye kadar ne Fitnat Hanım ve ne Emine Kadın ağzını açıp bir şey söyledi. İkisi de bir hayâle, bir düşünceye dalmışlardı. Fitnat, Tal'ati düşünüyordu; ancak Emine Kadın'ın düşündüğü acaba neydi? Her neyse, o da bir şey düşünüyordu.

 Eminönü'ne gittikleri gibi, arabadan indiler. Köprüye girdiler. Baktılar ki, Üsküdar vapuru da hazır, bekliyor. Vapura girdiler. Fitnat Hanım vapura girer girmez bir çok hanımların arasında buldu kendisini; Emine Kadın'la birlikte bir yere gidip oturdu. Gördü ki, o bütün hanımlar çevresinde toplanmışlar, onu bekliyorlarmış gibi çevresini almışlar. Hepsi de ona dikkatle bakıyorlardı. Fitnat Hanım bu duruma şaşırdı, utandı. Buna bir anlam veremedi. Aslında, zavallı kız dünya görmemişti; sanıyordu ki vapurun göreneği budur. Çevresini almış haramlara baktıkça, üzerlerindeki mücevherlerinden ve benzeri süslerinden gözleri kamaştı. Hanımların hiç biri Fitnat Hanım'a bir şey söylemedi. Ama hepsi de ona bakıyorlar ve ona baktıktan sonra birbirlerine dahi bakarak bazı anlamlı işaretler ediyorlardı. Bir kız, Fitnat Hanımın yarana oturmuş ve Fitnat Hanım'a iltifat etmek, söz söylemek istiyor idiyse de bir şey söyleyemiyordu; ancak gülerek yüzüne bakıyordu. Fitnat Hanım hem utanıyor, hem sıkılıyor, hem merak ediyordu. Bu davranışlardan bir şey anlayamıyor, pek çok sıkıntı çekiyordu. Sonunda vapur Üsküdar iskelesine yetişti.

 Fitnat Hanımla Emine Kadın kalktı, başka hanımlar da kimi önlerinde, kimi arkalarında yürüyerek vapurdan çıktılar. İskelenin yarımda bir kaç araba gördüler ki bekliyor. Hani ya, yukarıda dedik ki bir kız Fitnat Hanım'ın yanında oturmuş iltifat etmek istiyordu; işte o kız, iskeleye çıktıkları gibi Fitnat Hanimi kolundan alarak bir arabanın yanma getirdi ve arabanın kapısını açıp "Buyrun," diyerek Fitnat Hanimi içeri soktu, kendisi de girdi. Emine Kadın da girdi. Öteki hanımlar dahi başka arabalara binerek (arabalar) sırayla yürümeye başladılar. Fitnat Hanım buna ne anlam versin! Önce şu düşünceye kapıldı ki bu kız. gidecekleri eve komşu olacak, onun için bir araba tutmuş da (onları) karşılamaya çıkmış...

 Bu pek âlâ. Ya öbür hanımların önden arkadan alay gibi yürümelerine ne anlam vermeli? Zavallı Fitnat şaşırdı. Bir de öbür arabalara dikkat etti ki, her birine bir kumaş asılmış. Bilir ki, bu görenek bir düğün göreneğidir. Emine Kadına dedi ki: — Canım, kim evleniyor? Biz de düğüne mi gidiyoruz?

 Fitnat Hanım'ın bu sorusunda, kıpkırmızı oldu Emine Kadın. İşitmez gibi davrandı. Hiç bir yanıt vermedi. Emine Kadın bu sözü kapatmak için dereden tepeden söz söylemeye başladı. Fakat Fitnat, birdenbire işi anladı.

 Sapsarı oldu, titremeye başladı. Ama, kızdan utandığından, zorla kendisini tuttu. İki üç dakika geçer geçmez bir büyük konağın kapısında bütün hanımlar indiler. Fitnat Hanımı, yarımda bulunan kız, kolundan tutarak arabadan çıkardı. Öteki bir iki kız dahi geldi, Fitnat'ı kollarından tutarak merdivenden çıkardılar. Fitnat Hanım'ın, merdiveni çıkarken ayaklan tiril tiril titriyordu. Eğer kimse tutmayaydı, hiç şüphe yok ki, yıkılıp düşecekti... (Onu) bir odaya soktular. Fitnat Hanım kapıdan girerken, Emine Kadının yüzüne bir umutsuzluk gözüyle bakarak:

— Neredeyiz? Nereye geldik? Burası neresidir? Bu kalabalık niçin? dedi.

Emine Kadın gözlerini yere dikip: — Kızım, burası, bundan böyle senin evindir. Bu hanımlar hep komşular, ahbaplarındır. (dostlarındır)  Bu kızlar senin cariyelerindir. (hizmetçilerindir) İşte, senin talihin yaver imiş! Artık, kadrini (değerini) bilmezsen... Teşekkür etmezsen... dedi.

 Fitnat Hanım, Emine Kadının bu sözünü işittiği gibi nerede olduğunu anlayarak birdenbire bayılıp düştü. Kızlar üzerine koşup yüzüne soğuk su serptiler. Bütün konakta bir gürültüdür koptu. Birazdan sonra Fitnat Hanım kendisine geldi. Ama, rengi sapsan olmuş, dudağı kurumuş... Yanında bulunan bir kıza rica etti ki, kalabalık çekilsin de bir iki dakika yalnız kalsın. 

 Hemen herkes çekildi, kapı kapandı. Fitnat yalnız arabada dahi birlikte olduğu kızla kaldı ki, bu kız Serfiraz adında, Ali Bey'in bir câriyesiydi. Fitnat kendisini yalnız gördüğü gibi, minderin üzerinde yayılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Zavallı Serfiraz şaştı; bu ağlamadan hayrette kaldı. Gidip Fitnat'i kaldırdı. Ağlamanın nedenini sordu, ağlamamasını rica etti. Ama Fitnat Hanım'da ne nedenini söylemeye güç vardı, ne de ağlamamak elinden geliyordu.

Bir düzeyde ağlıyordu. Serfirâz'a da bir ağlama geldi, o da ağlamaya başladı: — Ah, hemşirem! (kardeşim) Ne kara talihimiz varmış! Biz "düğün yapıyoruz" diye sevinmekteyken bu ağlama nedir? Acep ne dertleriniz var? Acep ne belâlara mübtelâsın? (düştün) Ah! Yok, yok; hiç bir derdin yok. Hiç bir belâya mübtelâ değilsin. Lâkin... çocukluk... acemilik... Ah! Bu dökülen yaş nedir! Ciğerini ağzından çıkaracak gibi içini çekiyorsun! Allah aşkına sus! Gözlerini sil. Bu ne demek? Yazık değil mi? 

— Ah, hemşirem! Dertlerimi bileydin... Kederlerimi hileydin...

— Aman! Ne var?

 Fitnat Hanım, Serfirâzin bu sorusuna yanıt olarak sırrını açıklayacak oldu. Çünkü, insanın bir derdi olduğu vakitte sanki dermanını, çâresini bulacak gibi her kime ki karşısında rastlarsa, hepsine derdini söylemek ister. Söyleyecek adam bulamadığında da kendi kendisine ya da taşlara, duvarlara söylemek zorunda kalır. Sözün kısası, Fitnat Hanım sırrını söyleyecek oldu ama hemen kendisini toplayarak susmayı yeğledi. Ancak kâhya kadın ki, bu macerayı önceden biliyordu; Emine Kadın'a demişti ki:

— Ben sizin avdetinizi münâsip (dönmenizi uygun) görürüm; çünkü kız sizi burada gördükçe böyle naz ediyor. Gördüğü gibi ki yanında eski bildiklerinden kimse yok, o vakit aklını toplayacak... Utanacak...

 Emine Kadın bu düşünceleri beğendiyse de, Fitnat Hanımı bırakmaya da gönlü razı olmazdı. Sonunda, bir az düşündükten, dolaştıktan sonra ağlayarak (çarşafa) büründü ve kâhya kadına: — Fitnati size emanet bırakıyorum. Allah için dikkat ediniz, üzülmesin, ağlamasın...

 Ah Fitnatim ah! Seni bırakıyorum! diyerek ve hüngür hüngür ağlayarak Fitnat Hanım'a haber vermeksizin çıkıp gitmişti.

 Serfiraz, Emine Kadını bulamadı. Sordu, anladı ki gitmiş. Fitnat Hanım'a gitti, söyledi. Fitnat, Emine Kadın'ın gitmiş olduğunu anladığı gibi daha o kadar hüzünlenerek üzüldü. Kısacası, Fitnat Hanım o günü ağlayarak, sızlayarak geçirdi. Zavallı Serfiraz onu avutmak istiyordu. Ama, avutma çabası Fitnat'ın gönlünü hiç etkilemiyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro