Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

IX

KARA HABER

 Şerife Kadının Ali Bey'e vermek istediği kız, elbet de anlaşıldı ki Fitnat Hanım'dır. Şerife Kadın Üsküdar'dan döndüğü gibi Hacıbaba'ya gitti. Hacıbaba'ya olanı biteni bildirdi. Ali Bey'in zenginliğini ve bütün niteliklerini de söyledi. Hacıbaba pek memnun olarak:

— Böyle şeylerde bana sormak lâzım mı ya? Sen bilmez misin ki, ben bu cihanda ancak şu kızın iyiliğini isterim. Merhume anası bana emânet bıraktı; ben de işte şu kızı babasından iyi terbiye eyledim. Kendi kızım olaydı, Allah bilir ki bu kadar dikkat etmeyecektim.

 Daha bir muradım kalmıştı ki, bu kızı bir iyi eve vereyim, evlendikten sonra da rahat etsin. İşte, Allah'a şükürler olsun, o da hâsıl oldu.(1) Kızıma istediği gibi bir koca bulundu, değil mi? — Ne buyurursun? Ne buyurursun? Ne güzel talihi varmış! — Cenâb-ı Hakkın yetimlere merhameti çoktur. Dâima, yetimlerin sonu selâmettir.(2) Siz de himmet (3) ettiniz, eksik olmayın.

(1) Gerçekleşti,(2) Esenliktir,(3) Yardım.

 Şerife Kadın, iki tarafı hoşnut etmiş ve büyük bir iş becermiş (olduğu) sanısıyla övünerek kalktı gitti. Hacıbaba kızın rızâsını sormak için değil, belki kendisine göre müjde vermek için kıza gitti:

— Kızım, talihin yaver imiş, seni pek büyük bir evden istiyorlar. Ben de söz verdim, iş yalnız nikâha kalmış. Çünkü böyle bir baht her gün önümüze gelmez. Bir büyük bey. Gayetle mâldâr, mu'teber, (1) genç... Dâiresinde müteaddit (2) halayık, uşak, arabalar, velhâsıl (3) bir vezir dâiresinden daha iyi... Hemen, Allah mübarek eyleye...

(1) Malı mülkü çok. saygın,(2) Evinde sayısız,(3) Kısacası.

 Hacıbaba henüz sözünü bitirmemişti ki, Fitnat Hanım balmumu gibi sararmış, gözlerini açmış, Hacıbaba'nın yüzüne korku verir bir bakışla bakmaktayken bayıldı, düştü. Emine Kadın da geldi, kaldırdılar, yüzüne soğuk su serptiler. Kendisine geldi, ama nasıl geldi? Gözlerini açmış, tavana ve çevresine sıkı sıkı bakıyor. Gözlerinde parlaklık yok, sapsarı olmuş! Emine Kadın yanında oturup ellerini ovarken, Hacıbaba'ya:— Oğlum, ne oldu bu kıza? Vah kızım vah! Kurban olayım ben sana! dedi. — Ne olacak? Elbette öyle olacak. Ben onun yerine olaydım, sevincimden bütün bütün çıldıracaktım. Yarın öbür gün bizim bu miskin evimizden çıkacak da, gidecek bir vezir dâiresine girecek. O dâirenin hanımı olacak. emir edecek, kendisine emir edecek adam bulunmayacak... Sen olaydın, sevincinden bayılmayacak miydin? — Ah, sevincinden bayıldı zahir! (1) Ah ah... Hacıbaba çıkıp gitti. Fitnat Hanım, can çekişiyormuş gibi yatmış(tı). Emine Kadın ellerini ovarak: — Ah kızım, ah! Ne talihin varmış! Ne güzel talih! Allah razı olsun Şerife Kadından... Ona teşekkür etmelisin. O yaptı bu işi... Ama kızım, sonra, büyüklüğü takınmayasın ha! Bize de hor bakmayasın... — Ah! Vâlideciğim! Ne söylersin?.. Zannedersin ki, sevincimden bu hâle geldim! Ah! Sevinç! Sevinç! Ne sevinç! Baksana, ölüyorum! Canım çıkacak! Ah vâlideciğim! Babama söylesen de nikâh kıymasalar! Ben o kocaya... va... vara... mam... — Aaa! Kızım! O ne söz! Biz sevincimizden çıldıracağız da, sen diyorsun ki o kocaya varamam. O dediğin koca kimdir? Sordun mu? Onun bir uşağıma bile varmaya senin haddin yok. O, kibar adamlardan... Biz, fukara adamlar... — İstemem... vâlideciğim! İstemem... kibarlık istemem... büyüklük istemem. Mal istemem. Devlet (2) istemem... Gönlümün istediğini isterim. Gönlüm şâd (3) olsun da, yiyecek ekmeğim olmasın... Giyecek rubam (4) olmasın... İstemem... İstemem...


(1) Besbelli, (2) Talih,(3) Sevinçli,(4) Giysim.

— Kızım, deli mi oldun? Ne oldun? Ben senden böyle şey ummazdım... Lâkin, bayıldın da o sebepten... Biraz rahat et, kendine gelesin... — Ah... Bileydin o bayıldığınım sebebi neydi, sen de böyle...

 Fitnat Hanım bu sözü söylerken boğazı tıkandı, gözyaşları döküldü, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Emine Kadın ise, Fitnat Hanım'ın bu son sözünü işitmeyerek ve ağladığımı görmeyerek kapıdan çıktı; Hacıbaba'ya gitti, dedi ki:

— Oğlum, nasıl olacak? Bu kız istemez! Ağlıyor, sızlıyor! "Kocaya varmam," diyor... — Hay şaşkın hay! Ya nasıl diyecek? Sevindim mi diyecek? Sen kızların âdetini bilmez misin? Hem de niçin istemeyecek? O, kendisini görmedi; bilmez ki, beğenmedi diyelim. — Öyle, öyle. Ama hani ya o baygınlık filan... Belki bu telâş ondandır... — Haydi haydi, sen git yukarı. Yalnız bırakma da öyle şeylere kulak asma. Emine Kadın yukarı çıktı. Baktı ki zavallı Fitnat yastığın üzerine yüzükoyun düşmüş; ağlamaktan yanları körük gibi dışarı fırlıyor, hıçkırığı uzaktan işitiliyor: — A kız! Sen deli mi oldun? Bu ne demek? Seni asacaklar değil ya, evlendirecekler. Hem haddin olmadığı bir yere verecekler. Sevinecek yerde böyle ağlamak ne demek? Naz ise yeter; gösterişse, insaf! diyerek, Fitnat'ın başını kaldırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri yumurta gibi fırlamış, boğulacak gibi içini çekiyor. Emine Kadın, Fitnat Hanimin başını koynuna alıp gözlerini silerek: — Vah kızım vah! dedi.Fitnat Hanım, içini çekerek:
— Ah! Kadın ninem! Ağladığım sebepsiz değildir. Ben çocuk değilim. Sebepsiz nasıl ağlayacağım? Ah! Sebebi var! Sebebi var! Büyük sebebi var... — Ne sebep? Ne sebep? Söyle ki biz de bilelim. — Ah! Nasıl söyleyeyim? Söyleyemem! Yok, yok, söyleyemem. Ama... Ah! İşte sebebi vardır, dedim. Babama söyle de nikâh kıymasınlar. Nikâh kıyarsa canıma kıyacak, kendimi telef edeceğim.(öldüreceğim) — Sebep? Sebep? Kızım, başkasını mı seviyorsun? Sana sihir mi yapmışlar? Bu ne hâldir? — Ah! Vâlideciğim! Sö... Ah! Söy... Ah! Söyleyemem. Söyleyemem. Zorlama beni. — Söyle, söyle. İşitecek kimse yok, benden saklama. — Ah! Seviyorum... Sevi... yorum... Başkasını seviyorum... Canım gibi severim. Ona varmazsam, hiç evlenmem... Zorla vermek isterseniz kendimi telef ederim! — Ah! Zamane (günümüz) kızı değil mi? Ne kadar olsa... Kimi seviyorsun bakalım? — Râgıbe Hanımın kardeşini... İşte onu seviyorum... Beni evlendirmek isterseniz ona verin, başkasına varmam. Varmam. Varmam...

 Fitnat Hanım'ın doğal olan utangaçlığı, bu sözleri söylemesine engel olamadı. Fakat yüzü kıpkırmızı olmuştu. İçini çekmeden söz söyleyemezdi. Bu sözü bitirdiği gibi, yine yas-uğın üzerine düşüp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Zavallı Emine Kadın, Fitnat Hanım'ın bu durumuna acıyarak ve bu sözlerinden hayrete vararak dudağım ısırmış; ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış, öyle donmuş kalmış(ü)... Bir azdan sonra, zavallı kadın içini çekerek kalktı, aşağı gitti. Hacıbaba'ya dedi ki:

— Oğlum, bizim taksirimiz (kusurlarımız) çokmuş! Bu kızın hâli ne olacak? Görsen nasıl ağlıyor, telef olacak gidecek. O kocaya varmak istemiyor... Başkasını severmiş. — O ne! Kimi seviyor? Ah, kan değil mi?

 Şu kanları insan kafese de kapasa, yine fayda yok, zapt olunamazlar. Ee, kimi sever bakalım? Nerde görmüş? Nasıl olmuş? Yoksa, benim haberim olmaksızın siz çıkar gezer misiniz?

— Aa! Yok evlâdım, öyle bir şey yok. Hani ya bir kız gelmiyor mu bazı buraya! — Haa... — İşte onun kardeşini pencereden görmüş, beğenmiş, sevmiş. İşte bundan ibaret. Başka bir şey yok. — Haa... Pencereden birini görmüş, onu sevmiş; kocasını istemiyor! Bu, söz mü? Ama sen de çocukların aklına uyarsın. Bir adamı böyle bir defa pencereden görmekle nasıl o kadar sevmiş ki, böyle bir saadeti onun mu habbetine (1) fedâ etsin? O, daha çocuktur. Daha, dünyadan haberi yok. Şimdi böyle şeylerde ona sormak, onun dediğini yapmak aynı hatâdır. (2) Sen şimdi üzerine varma. Başka bir şeyden kendine söz söyle. Yarın inşallah Şerife Kadın gelir, oradan bir kesin cevap getirir. Nikâh da kıyarız da, soma o dediğin sevdiği adamı bir saatin içinde unutur.

 Emine Kadın, bu yanıtı aldıktan sonra yukarı gitti. Bir köşede oturdu. Fitnat Hanım'a bir şey söylemedi. Fitnat Hanım dahi hiç Emine Kadın'ın yüzüne bakmadı. Başını eğmiş, bir düzeye ağlıyordu. Hele Râgıbe Hanım aklına geldiği gibi, birdenbire ağlaması iki kat olarak, kendi kendisine, "Ah! Şimdi birazdan sonra Râgıbe Hanım gelecek! Ah! Nerede o kurduğum hülyalar ki Râgıbe Hanım'dan ayrılmayayım, biraderine varayım! Heyhat! (3) Ne güzeldi o dakikalar ki, öyle hülyalar kurabilirdim! Hakikatte nail olmaklığım muhal (4) olan bir nimete hulyâ tarikiyle nail olurdum! (5) Bu derdmend (6) gönlümü bu veçhile (7) eğlendirirdim! Böyle teselli bulurdum! Ah! O hülyalarla geçirdiğim dakikalar, ömrümün en tatlı vakitleridir! Hayf! (8) Hayf ki, o hülyaların da kapısı kapandı! Şimdi öyle hülyalar da kuramam! Of! Of! Bu me'yûs (9) gönlümü nasıl teselli edeyim? Nasıl eğlendireyim? Ah, Râgıbe şimdi gelecek, beni bu hâlde bulacak. Nasıl söyleyeyim? Ne diyeyim? İşin hakikatini söyleyeceğim... Evet, söyleyeceğim. Artık niçin saklayayım?" diyordu.

(1) Aşkına, (2) Yanılgının ta kendisidir,(3) Yazık, (4) Ulaşabilmem olanaksız, (5) Hayâl yoluyla ulaşırdım,(6) Dertli, (7) Böyle,(8) Yazık,(9) Umutsuz.

 Fitnat Hanım, o günü böyle ağlamakla geçirdi. Gözleri kan içinde kaldı. Akşam oldu, Râgıbe Hanım o gün gelmedi. Akşam üzeri Hacıbaba, Fitnat Hanimi bir az azarladı. Bir az öğüt verir gibi oldu. Kızın düşüncelerini değiştirmek için Ali B e y i uzun uzadıya övdü.

 Ancak, Fitnat Hanım mendilini gözlerinin önünde tutarak Hacıbaba'mın hep bu sözlerine karşılık bir düziye yaş döküyordu. Verdiği yanıtlar, ancak içini çekmeden ve ara sıra derin derin âh edip inlemeden başka bir şey değildi. Kendi kendisine, Hacıbaba'nm her bir sözünü çürütüyordu. Hiç birini kabul etmiyordu. Ama bir şey söylemeye cesaret edemiyordu.

 Sonunda yattılar. Fitnat Hanım bütün o gece uyuyamadı. Yatağı gözyaşı içinde boğuldu. Ertesi gün Şerife Kadın gelip Ali Bey'den kesin yanıt getirdi.. Nişan değiştirdiler; Ali Bey bir vekil belirlemişti. Mahalle imamını çağırdılar, nikâhı da kıydılar.


KARA GÜN

 Ertesi gün Fitnat Hanım, odasında, yalnız başına oturmuş ağlarken baktı ki, kapı açıldı. Râgıbe Hanım girdi. Râgıbe Hanım'a doğru yürüdü. Bir iki adım attıktan sonra, birdenbire kaldı. Vücudu, düşecek derecede titriyordu. Râgıbe Hanım bu ruh durumunu gördüğü gibi, şaşırarak:

— Aman hemşirem! Bu ne hâldir? Ne oldun? Allah aşkına kendine gel, ne oldun? diyerek, o dahi kendini tutamayıp, sebebi(ni) bilmediği hâlde, ağlayarak boynuna sarıldı.

 İkisi oturdular. Râgıbe Hanım hâlâ bu durumun nedenini sormaya devam ediyordu. Fakat Fitnat Hanım, içini çekmekten ve dudağının titremesinden, söz söyleyemiyordu. Bir azdan soma, Fitnat bir az kendisine geldiği gibi:
— Ah! Hemşirem! Bilsen bu ağlamanın sebebi nedir! Ah! Bu bir sırdır ki, şimdiye kadar senden saklamışım. Ama... Ama... Bu gün söyleyeceğim. Bilirim ki, beni sen hemşireden ziyâde (çok) seversin. Sana derdimi ifâde edeceğim... Ben senin... senin... senin... kardeşini severim... Gönlüm ona öyle muhabbet etmiş ki, gördüğüm vakitte gözlerim kamaşır! Görmediğim vakitte karârım kalkar...(1) Bütün gün pencerede beklerim... Bir gün görmesem... çıldırırım. Dâima zihnim onunla meşguldür... Bütün gündüz onu düşünürüm...  Bütün gece rüyamda onu görürüm... Sen, kardeşine pek çok benziyorsun... Onun için seni de bu kadar seviyorum... Sana da âşığım... Onu görmediğim vakitte seni görmekle müteselli olurum.(2)

 Tal'at Bey, gözlerini Fitnat Hanım'ın o vakit kıpkırmızı olan yüzüne dikmiş ve kendisi dahi yüzünün rengini her bir saniyede kıpkırmızıdan sapsarıya ve sapsarıdan kıpkırmızıya değiştirerek, Fitnat Hanimin, içini çekmeden kesik kesik söylediği iş bu sözlerine kulak vermiş ve bir büyük hayret ve şaşkınlıkta kalmıştı.

 Fitnat, sözünü buraya getirdiği gibi, Tal'at'm boynuna sarıldı. Tal'at, balmumu gibi kesilip titremeye başladı. Söyleyecek söz bulamıyor, nasıl davranacağım bilemiyordu. Fitnat Hanım'ın bu davranışı, kendisine böyle bir aşk ve sevda göstermesi, zavallı Tal'at'm bütün bütün kavrayışını ve doğru davranma yetisini elinden kaçırdı. Bir azdan sonra kendisini zorlayıp, sesi titreyerek, kızararak dedi ki: — Hemşirem, biraderimin sizden sevilmeye haddi yoktur. (3) Kendi(si)ni size beğendirecek kadar güzel değildir... Bununla beraber, madem ki seversiniz... Lâkin bunda ağlayacak ne var? Siz onu bir defa severseniz, o sizi bin defa sevecektir. İnşallah Cenâb-ı Hak birbirinize nasip eder... (uygun görür)


(1) Aklım başımdan gider,(2) Avunurum,(3) Kardeşim, erkek kardeşim sizin tarafınızdan sevilmeyi hak etmiyor.

— Heyhat!..(yazık) Heyhat! Ah! Ah! Artık bitti! Ben de o ümitle yaşıyordum! Lâkin heyhat! O ümit yok artık! Bitti! Beni nişanladılar! Başkasına verecekler!

 Fitnat Hanım, içini çekerek ancak söyleyebildiği sözlerini bitirdiği gibi, gözlerini eliyle kapayarak, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir azdan sonra, gözlerini kaldırdı. Baktı ki Râgıbe Hanım yastığın üzerine dayanmış olduğu hâlde, gözlerini tavana dikmiş, ölü gibi donmuş kalmış; seslendi, salladı; kendisine getiremedi. Sonunda bir az soğuk su aldı, yüzüne serpti, güç belâ kendisine getirdi.

 Tal'at Bey, kendisine geldiği gibi gözyaşı dökmeye, ağlamaya başladı. Fitnat Hanım yine ağlayarak:

— Aman! Siz ağlamayın. Niye ağlıyorsunuz? Bana acıdığınızdan mı? Vah vah, ben sizi de ağlattım! dedi.

 Tal'at Bey, Fitnat'ın dizine kapandı:

— Fitnatim! Siz yeter ağladınız artık. Şimdi benim ağlayacağım vakittir. Bu hususta (konuda) asıl ağlamak benim hakkımdır. Ah! Felek, bana bu kadar nimet gösterdikten sonra, nasıl birdenbire mahrum (yoksun) etmek istiyor! Ah! Beni senin âguşuna (kucağına) kadar soktuktan sonra, şimdi nasıl ayırmaya kail (1) olur! Ben senden ayrı nasıl yaşayabilirim! Meğer ki, toprak altında mahpus olayım!— O ne söz, Râgıbe! Ne söylüyorsun! Anlayamıyorum Şuuruna mı halel geldi? (2) — Fitnatnım ! Senin ayağındayım... İstersen affet, istersen kendi elinle beni öldür... öldür... beni bu cihandan kurtar... Sana olan aşkımın ifratı,(3) beni böyle desiselere (4) kaçmaya mecbur eyledi... Maksadım görüşmekti... Lâkin yine suçlu benim... — Râgıbe! Râgıbe! — Râgıbe deme artık... Benim ismim Râgıbe değildir... Tal'at de... Tal'at...


(1) Razı,(2) Bilincini mi vitirdin,(3) Aşırılığı,(4) Hilelere.

 Tal'at, böyle diyerek başından yemenisini, uydurma saçım ve göğsünden meme yerini tutmak üzere koymuş olduğu pamuk parçalarını çıkarıp başında, doğal erkek saçı kaldı. Fitnat bu olayı gördüğü ve bu sözleri işittiği gibi, birdenbire yerinden kalkarak iki adım geriye çekildi. Ellerini kilitledi; gözlerini ayaklarına dikti. Bir beş dakika kadar hiç hareket etmeksizin böyle durdu. Sonra, olduğu yerde kendisini minderin üzerine attı. Başını önüne eğmiş ve gözlerini dizlerine dikmiş, kıpırdamadan duruyordu. Tal'at da, başı açık, odanın ortasında kalmış, yüzünü iki eline dayamış, önüne bakarak düşünüyordu. O anda hiç biri ağlamıyordu. Fakat yanakları, kirpikleri daha yaştı. 

 Bir on dakika kadar böyle geçti ki, hiç biri gözlerini kaldırıp ötekinin yüzüne bakmaya ve belki de gözlerini kımıldatmaya cesaret edemedi. Biri kendisini suçlu sayıyordu; öteki, kız kardeşi gözüyle bakmakta olduğu içinde kavuşmayı olanaksız sandığı ve o anda, yanında olduğu hâlde, kendisinden umudunu kestiği sevgilisini keşfetmiş... Sonunda, Tal'at Bey birdenbire kalkıp Fitnatin ayağına düştü:

— Aman! Ya affeyle, senin ağzından bir "affettim" sözünü işiteyim; yahut kendi elinle beni öldür... Öldür! Ah, ölmek! Ölmek ne büyük saadettir! Madem ki senden ayrılacağım... Madem ki seni bir daha... gö... göremeyeceğim... Ahh! Ölmeli... Ölmeli! Fitnatim, beni kendi elinle öldür... Aman bana gücenme! Bana darılma... Of! Bu ne büyük azap!

 Karı kıyafetine girerek, bin türlü desâyis irti-kâb ederek(1) melek gibi masum bir kızın yanına sokulmak! Her gün kendisiyle dudak dudağa öpüşmek! Ah! Bu ne cesaret! Bu ne küstahlık! Ah Fitnatim, çok kabahat ettim... Lâkin, düşün ki, hep bu şeyleri ben yapmadım... Aşk... Ah! Aşk denilen müvesvis (2) yap-ü... Fitnatim, ya beni affet, yüzüme bak, bir söz söyle; yahut beni öldür, bu azaptan kurtar... Böyle dargın durma. Bu bana büyük azaptır!

(1) Hile yaparak,(2) Kuruntu verici.

 Fitnat Hanım'sa, Tal'at Bey'e darılmamıştı. Hiç insan kendi ruhuna darılır mı? Ancak karşısındaki artık Râgıbe Hanım değil, Tal'at Bey'dir. Hem hangi Tal'at Bey? Fitnat'ın, kendisinden umut kestiği, kendisince ölmüş saydığı Tal'at Bey... Fitnat Hanımın vücudunda bir titreme, gönlünde bir korku vardı. Gözlerini kaldırıp Tal'at Bey'in yüzüne bakmaya korkuyor, utanıyordu. Kısacası, cesaret edemiyordu... Ama, Tal'at Bey'in söylediği sözlerine de dayanamadı:


— Ah! Ruhum Tal'at! Ben mi size danlayım! Siz bana hiç fenalık yapmadınız. Ben sizinle görüşmek için canımı vereceğim... Lâkin... Niçin... Niçin... Kim olduğunuzu bana evvelden söylemedin? İşte sende yalnız bu kabahat var... Lâkin... Yok, yok... Sana kabahat isnat edemem...(1)  Her ne ki yaptınsa makbûlümdür... (2) Lâkin, eyvah, felek bütün ümitlerimizi ifna eyledi! (3) Bizi me'yûs (4) kıldı! diyerek Tal'at'm boynuna sarıldı, hüngür hüngür ağlamaya başladı.

(1) Suçlayamam,(2) Kabul ediyorum,(3) Söndürdü,(4) Umutsuz.

 Tal'at ondan çok ağlıyordu. İşte yarım saat kadar, bu iki zavallı birbirlerinin boynuna sarılmış, hiç bir söz söylemeksizin ağlıyorlardı. Birinin gözyaşları öbürünün boynuna dökülüyordu... 

 Sonra Tal'at, Fitnat'ı nasıl görüp âşık olduğunu ve nasıl kız kılığına girdiğini, Fitnat Hanım'a ağlayarak anlattı. Fitnat Hanım da Tal'at Beyi nasıl sevdiğini ve kız kılığıyla gördüğü zaman dahi nasıl etkilendiğini ve Tal'at Beyi evlenme konusunda nasıl hayâller kurduğunu gösterdi... Sonra, Tal'at bu derde bir çâre bulma konusunu açtığı gibi, Fitnat Hanım:

— Ah! Bitti artık... Çâresi olmaz! Ben ne kadar ağladım... Nasıl bayıldım... Emine Kadın'a evlenmeyeceğimi ne kadar söyledim... Fayda vermedi... Babam... Ah babam! Hiç kulak vermiyor! Kendi bildiğinden hiç şaşmıyor... — Fitnatim! Kendisine söyle. Ayağına düş. "Kendimi telef edeceğim," (öldüreceğim) de. Belki Cenâb-ı Hak ister de, razı olur. Bu gaddarlıktan (acımasızlıktan) vazgeçer. — Ah! Kendisine söylemeye cesaret edemiyorum. Lâkin kendimi zorlayacağım, söyleyeceğim... Eğer kabul edebilirsem... Fakat, heyhat! (yazık) Nikâh da kıydılar. Bana hiç sormaksızın nikâh kıydılar! — Aa! Nasıl olur? Kendin rızâ vermedikçe, nasıl nikâh kıyılır? — Ah! Benim aklım başımda değildi. Benim, ne "olur", ne "olmaz" demeye mecalim (gücüm) vardı. Lâkin, odamda komşudan bir kız vardı. İmam, perdenin arkasından sorduğu vakitte, Emine Kadın baktı ki, ben cevap veremeyecektim, o kıza işaret etti ki, benim yerime ikrar etsin. ("Olur" desin) İşte bu türlü, işi bitirdiler. — Fitnatim! Siz yine babanıza bir rica edersiniz, ayağına düşersiniz. "O kocaya varmazdan evvel kendimi telef edeceğim," dersiniz.  Belki bir çâre bulunur... Olmadığı hâlde... (bu işe yaramazsa) Olmadığı hâlde... Siz, sağlıkla kocanıza varınız... Beni unutunuz... — Seni unutayım! Demek olur ki, sen beni o kadar çabuk unutacaksın! — Ah! Ben her şeyi unutacağım! Dünyayı unutacağım! Dünya beni unutacak! Lâkin siz beni unutmak istemezseniz mezarımı arayın, bulun. Gah gah (1) ziyaretime gelin. Birer Fatiha ile ruhumu ihya edin...(2) Size fedâ olduğumu hatırınıza getirin. Lâkin müteessir olmayın, (3) ağlamayın! — Talat ! Basımdaki derdim yeter! Beni daha ziyâde (4) ağlatmak mı istiyorsun? Sen kendini bana fedâ edesin! Benim için canını terk edesin de, bana "Sağlıkla, kocana var," dersin! Ah! Sen de gaddar imişsin! Yalnız kendine acırsın... Ben bu kara haberi işittiğim gibi, kendimi telef edebilirdim. Hep bu belâlardan, bu zahmetlerden bir nefeste kurtulabilirdim. Fakat senden birdenbire ümidimi kesmedim. Evet, senden ümidimi kesemem. Daha ümidim vardır. Bilemeyiz, felek ne gösterir. Şimdi ki, senin dahi bana olan muhabbetini (5) anladım... Şimdi kendime hiç kıyamam. Çünkü sana acırım. Bilirim ki ben ölürsem, senin derdin bir iken yüz olacak. Bilirim ki, sen beni unutamayacaksın. Evet, bunu pek âlâ bilirim. Çünkü kendime kıyâs ederim...(6) Sen ise yalnızken kendini düşünürsün... Tal'atim! Aman, öyle bir şey yapma, bana acı! Gençliğine acı! Ben kocaya varmam. Ben seni bırakmam. Bir şeye muvaffak olamazsak, hiç olmazsa, haberleşelim, ikimiz birden kendilerimizi telef edelim!.. Hiç birimiz başkasının öldüğünü işitmesin...


(1) Arada bir, (2) Ruhuma yaşam verin,(3) Üzülmeyin,(4) Çok, (5) Aşkını, (6) Kendi derdime benzetirim.

 Tal'at Bey saçını alır, gelişi güzel başına yapar, sonra Fitnat Hanım'a yanaşarak: — Ben gidiyorum... Gidiyorum ve belki bu son defadır ki, seni görüyorum! Belki bu gün sana ilelebet (sonsuza dek) "Allah'a ısmarlarım," diyeceğim! Belki bir daha görüşemeyeceğiz! Ah! — Aman!!! Niçin? Canım, yarın sabahla gel. Beni yalnız bırakma... Ben yalnız kalırsam, bütün bütün çıldıracağım! Aman gel... — Ben şimdiden soma geleyim! Nasıl geleyim? — Aman! Bu ne söz! Niçin gelemeyeceksin? Beni bu kadar mı severmişsin? Bu günler... Ah, ah! Bu günler... Belki, visalimizin (kavuşmamızın) son günleridir... Belki de ömrümüzün son saatleridir! Aman! Bu bir kaç gün benden ayrılma, tâ ki ya selâmete çıkalım yahut... Hele, Allah aşkına! Yarın sabahla gel!

 Tal'at Bey, Fitnat Hanimin içini çekerek söylediği bu sözlerine yanıt olarak bir çok gözyaşı döktü. Sonra (kız kılığına) büründü, Fitnat Hanım'la ağlaşarak öpüştükten sonra, canından ayrılır gibi çıktı, gitti.

 Fitnat Hanım bir köşede oturdu. Râgıbe Hanım sandığı dostunun, sevgilisi olan Tal'at Bey olduğunu ve kendisini o kadar çok sevdiğini hatırına getirdikçe, pek çok memnun olarak kendi kendisine:

— Benim şu kadar zamandan beri sevmekte olduğum, gece gündüz düşündüğüm, kendisine yandığım adam dahi beni o kadar seviyormuş, o da beni düşünüyormuş, bana yanı-yormuş! Meğer, gece ben rüyamda onu görmekle telezzüz ettiğim (zevk aldığım;hoşlandığım) vakitte o da beni görerek telezzüz edermiş! Hem onun muhabbeti benim muhabbetimden ziyâde... Bak, benimle görüşmek için ne kalıplara girmiş! diyordu.

 Ama, hemen benzi değişerek, gözyaşları dökülerek:

— Lâkin... Eyvah! Benim muhabbetim neye yarar? Onun muhabbeti neye yarar? Bu muhabbetlerimizi kendimizle beraber mezara götüreceğiz! Muradımıza nail olamayacağız! (istediğimize ulaşamayacağız) Bu aşk u muhabbet bizim cellâdımız olacaktır! Ah, ah! Ben onu seviyorum. O beni seviyor... İnsan, sevdiği adamdan sevilmek! Kendisini seven adamı sevmek! (insanın sevdiği adam tarafından sevilmesi) Ne büyük şey! Ne güzel şey! Fakat, heyhat! Bizde bu şartlar bulunduğu hâlde(için) dünyanın en karabahtlılarız! Ah felek ah! diyerek düşünmeye ve ağlamaya başladı.




Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro