II
SALİHA HANIMIN ÖYKÜSÜ: ÇOCUKLARIN AŞKI
Aşağıda anlatılacak öyküden anlaşılacağına göre, aşkın ve sevgi güneşinin, henüz ergen yaşa varmamış çocukların yüreklerine bile doğabildiği, okurların garip karşılamasına ve şaşırmasına yol açmasm. Çünkü, aşk doğal bir emirdir ki insanoğlunun her bir kısmında, yâni erkeğinde dişisinde, ufağında büyüğünde, çocuğunda yetişkininde, gencinde yaşlısında, yoksulunda varsılında, akıllısında kalın kafalısında, bügininde bilisizinde, uygarında yabanında ortaya çıkar. Herkesin gönlü aşkla yoğrulmuştur.
Beşikte olan çocukların gönülleri dahi aşktan çok boş değildir. Hele yeni yetişen çocukların gönlünde çoğu kez aşk ve sevgi coşar. Onlar dahi severler, sevilirler. Gönüllerinde bir güç duyumsarlar. Ancak zavallılar, o aşkın neden geldiğini ve bir güzelliğin gereği olduğunu anlayamazlar. Aşkı işitirler, ama aşk denilen şeyin hemen (hemen) duyumsadıklan duygu olduğunu bilmezler. İşte doğa, bütün insanoğullanna aşkı eşitlik üzre bölüştürüp hiç kimseyi (aşktan) yoksun bırakmamıştır. Akılsız, bilimsiz, kaba saba, erdemsiz, sabırsız, acımasız, ahlâksız adam bulunur; ama aşksız adam bulunmaz. Aşk ve sevgi, herkeste vardır; ancak çekici bir güç olmadıkça eyleme geçmez. İşte aşkta bütün dünyaca tanınması ve etkilemez gibi görünmesi, bundan dolayıdır. İnsandan başka, kimi hayvanların dahi aşktan uzak olduğunu ileri sürmeye cesaret edemeyiz.
Şu düşünceleri bırakıp konuya gelelim: Sâliha Hamm, Ayşe Kadın'ın zorlamasıyla, aşağıdaki gibi kendi serüvenini kimileyin ağlayarak ve gülerek anlatmaya başladı:
— Babam anam genç evlenmişlerse de, bir çok zaman Cenâb-ı Hak evlât vermedi. Soma, anam kırk yaşındayken ben dünyaya geldim. Beş yaşına bastığım gibi, babam mektebe götürdü. Dört sene okuduktan sonra, benden iyi bilenlerin bazısı çıktılar, gittiler; bazısmı geçtim. Hâsılı' mektepteki kızların derste birincisi oldum. Babam anam böyle okuyup yazdığımı gördükleri gibi, beni o kadar severlerdi ki, tarif olunmaz. Az zamanda ben, mektepteki kızların ikinci hocası oldum... Sâliha Hanım okur yazar bir kadın olmakla, söylediği sözlere kimi terimleri karıştırdığından, Ayşe Kadın, hanımının bütün söylediklerini anlamayıp, ancak, ikinci hoca olduğunu işittiği gibi:
— Maşallah hanim! Maşallah! Âdem (2) ufak akilli, buyuk da akilli.
(1) Sözün kısası, (2) İnsan.
Amma ufak akilli değil, buyuk da... demeye başlar başlamaz, Sâliha Hamm:
— Sözümü kesme, dinle ne söyleyeceğim, dedi:
— Mektepteki oğlanlardan ise en iyi bilen ve hepsinden büyük Rifat Bey idi...
— Kim Rifat Bey? Bizim merhum afandi!
— Evet ama, sözümü kesme dedim, hepsini söyleyeceğim.
— Subhânallah! (1)
— Rifat Bey ile bir derste idik, beraber okurduk. Ben onu çok severdim. Hiç bir başka kız veyahut çocukla konuşmazdım. Onunla konuşmaya can verirdim. Başkalarının söyledikleri sözler, bana bütün bütün saçma görünürdü. Beni sıkardı. Rifat Bey'in sözlerini ise, pek manâlı bulurdum. Hocanın sözlerinden de Rifat Bey'in sözlerini daha âkılâne (2) bulurdum. Gündüzün onunla söylediğim sözleri, gece, tekrar tekrar dilime vird (3) gibi getirirdim. Rifat Bey'in hayâli bir dakika zihnimden eksik olmazdı. Gece dâima rüyamda Rifat Bey'i görürdüm. Kendi kendime ders okumaya başlardım. İçim sıkılırdı. Ama, Rifat Bey ile beraber okuduğum vakit, ders bana büyük eğlenceydi. Anlamışum ki, Rif at Bey dahi beni severdi. Çünkü, o da hiç başka çocuk(la), başka kızla konuşmazdı. Sabah bize gelirdi, beni de alırdı; beraber mektebe giderdik. Çok defa mektebe erken giderdik de, başka çocuklar gelince biz, iki-üç defa dersimizi okurduk, sonra tenhâda1 tatlı tatlı konuşmaya başlardık.
(1) Tanrıyı her türlü kusurdan, ayıptan ve eksiklikten uzak tutan anlamına gelen söz, (2) Akıllıca, bilgece, (3) Sürekli mırıldanılan dua.
Ah! Rifat Bey ile tenhada(1) konuşmayı ne kadar severdim. Başka çocuklar olduğu vakitte, birisi Rifat Bey'e bir söz söyleseydi, Rifat Bey başkasma bir baksaydı, benim içim rahat etmezdi. Merakım kalkardı. Cuma günleri gah (2) Rifat Bey bana ve gah ben Rifat Bey'e gidip bütün gündüzü beraber geçirirdik.
(1) Herkesten uzak, (2) Kimileyin.
YÜREKTEKİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Bir cuma günü Rifat Bey bana gelmişti. Peder de evde bulundu. Rifat Bey gitti, pederimin elini öptü. Peder ne okuduğunu, ne yazdığını sordu, anladı. Onun güzel hareketini, güzel söylemesini pek çok beğendi, tahsîn eyledi. (1) Rifat Bey gittikten sonra, akşam odaya girdim; baktım ki, babam anam ile konu şurlar idi ve bir çocuğu medh ediyorlar (2) idi. Anladım ki Rifat Bey'i medh ediyorlar. Gönlüm tiz tiz vurmaya başladı. Kızardım, sarardım, nihayet oturdum; işitiyorum ki, şu mü-kâlemeyi ederler. (3) Babam diyor:
— Ah pek güzel çocuk! Pek uslu çocuk! Allah'a emanet! Öyle babadan öyle çocuk kim me'mûl ederdi? (4) Ah bîçâre (5) çocukcağız! Kim bilir evde, o uğursuz babadan ne çekiyor!
— Babası öyle bir musibet midir? (6) Ah zavallı Kâmile, ah! Ah bîçâre kadıncağız! O kadar iyi kadın! O kadar uslu kadın! O kadar akıllı! O kadar güzel! Elmas parçası gibi zavallı da, öyle bir hayırsız kocası olsun! Vah vah vah! Çok keder ettim, çok acıdım bîçâre Kâmile'ye.
(1) Aferin dedi, (2) Övüyorlar, (3) Konuşmayı yaparlar, (4) Umardı, (5) Çaresiz: zavallı, (6) Uğursuz mudur: bela mıdır.
— Aa, çok hayırsız, pek berbat heriftir. Gece gündüz sarhoş, müsrif, (1)kumarbaz. Hâsılı her fenalık üzerinde. Pederinden şu kadar mal buldu, karısından da aldı. Hepsini yedi, bozdu. Az bir şey kalmışmış, o da karısının sayesinde; dün kahvede işittim, karısı keseyi almış da kocasına her gün muhannen (2) bir şey verirmiş. Ama, geçmiş ola. Şimdi bir şey kalmadı ki... O kadar da iyi karısı var.
Aa...Belli... Çocuğuna baksana. O terbiye, elbet de vâlidesindendir... (3) Ah bîçâre, o çocukla müteselli olur. (4) Allah bağışlasın!
— Ha! Onun için bîçâre Kâmile, bakarsın ki şimdi güler, söyler, lâkırdı eder. Bir de anîden (5) bir hüzün ve keder perdesi yüzüne çekilir. Düşünmeye dalar. O kırmızı yanaklarında, dudaklarında bir beyaz renk peyda olur. Gözlerini bir yere dikip kımıldatmaz. Bir şey sorsan da cevap vermez... Ah zavallı! Ben çok defa merak etmiştim Kâmile Hanım'ın bu kederini... Vah vah! Lâkin bak ne namuslu kadın! Benimle çok teklifsiz (6) konuşur da, bir defa kocasından şikâyet etmemiş! Buna ne dersin? Öyle namuslu olmayaydı, iş kolay. Evlendiği günün ertesi, feraceyi alıp babasına giderdi. Nasıl ki halkın çoğu yapar. Lâkin onu kabul edemez. Namusu var, aklı var.
(1)Savurgan, (2) Belirli olan; ne az ne çok olan,(3) Annesindendir, (4) Avunur, (5) Birdenbire, (6) Senli benli.
Tabiatı (1) öyle alçak değil. Onun için, o uğursuz çapkının cefâlarını çeker. Allah hıfz eyleye! (2) Allah hıfz eyleye! Namuslu kan da, çapkın kocası olsun! Fena kocası olsun! İşte onun cehennemi! Ah bîçâre biz kanlar! Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımız, istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler. O adamların tabiatını(3) sormazlar. Biz o adamlar ile geçinecek miyiz? Orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa "Filân adamı koca ister misin?" yahut "Kimi koca istersin?" diye bir sormak yok. Bize derler: "İşte, seni filân adama vereceğiz." Biz sükût ederiz.(4)Ama gönlümüz ne der? Yârabbî, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi tabiatli olsun. Filvaki(5) bazı defa öyle çıkar. Lâkin bazı kere de bütün bütün zıddına... Gider bakarız ki, bize koca olacak adam altmış yaşında, yahut bir gözden kör, yahut burunsuz, yahut sarhoş, yahut ahmak... Ah siz erkekler ne zâlimsiniz! (6) Bir kızcağızın bir gözü bir az şaşı olsa yahut bir ayağı cüz'î (7) topal olsa, bîçâre evlenmeksizin ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül etmez!(8) Ama sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı, bakarsın ki kızların en güzelini, uslusunu(9) alır da bîçâreyi esir eder!..
(1) Yaratılışı; huyu,(2) Tanrı korusun,(3) Huyunu suyunu,(4) Susarız, (5) Gerçekten (6) Acımasızsınız,(7) Belli belirsiz, (8) Gönül indirmez,(9) Akıllısını.
Babam da ananın bu sözlerine cevap verdi. Nihayet bir iki saat bunun üzerine konuştuktan sonra, babam bana dedi:
— Kızım şu çocuğun adı nedir?
— Rifat Bey, dedim.
Ama bu adı söylerken yüzümde ne renkler peyda oldu... bir Allah bilir! Hem de sesim bir türlü titriyordu, kesiliyordu ki, ancak üç dört defa söyledim de babam işitebildi.
— Derste nasıl? O senden iyi okur değil mi?
— Yok, bir dersteyiz. Beraber okuyoruz. Bizden iyi bilen yok. Hem de çok usludur. Hiç bir vakit biz ikimiz hocayı kızdırmayız.
Birbirimizle çok sevişiriz. Dersi birlikte okuruz.
— Sevişiyorsunuz! Sen onu seviyorsun, demek olur.
— Evet, çok severim.
Babam:
— Öyle mi? Maşallah! Hiç bir kız, bir çocuğu severim diyebilir mi? Yoksa şimdiden koca mı istiyorsun? Haklan var a! Çünkü sen de ananı dinliyorsun ki, öyle diyor: "Kız bir güzel çocuk beğenmeli, almalı." İşte, ananın efkârı1 bu. Sen de öyle yapıyorsun, değil mi?..
Ben babamın bu sözünü işittiğim gibi, belime dek pancar kesildim. Ter içinde kaldım. Ne diyeceğimi bilmem. Anam beni bu hâlde gördüğü gibi, pederime:2
— Aa! Bırak şimdi Allah aşkına! Kızımı utandırdın. Niçin sevmeyecek? Beraber mektebe giderler, beraber okurlar da, sevmesin mi?.. O zaman hasetçi' bir kız, fena bir kız olacak, diyerek benim yanıma geldi ve beni okşayarak, öperek:
— Yok kızım yok, sen utanma, baban seni kızdırmak için söyler. Sen mektepteki şeriklerini2 sevmelisin. Kız olsun, oğlan olsun, hiç bir zararı yoktur, dedi.
(1) Düşünceleri,(2) Babama.
Ben anamın bu sözlerinden biraz müteselli oldum (3) ise de, pederimin yüzüne bakmaya cesaret edemem. Anamdan da utanırım. Gözlerimi dizime dikip dururum. Babam anam da sükût ederler.(4) Bir azdan sonra, yavaş yavaş kalkıp gözlerimi kımıldatmaksızın savuştum. Kapıdan dışarı çıktığım gibi, o utanmadan kurtuldumsa da, gayr-i ihtiyarî gözyaşlarını dökülüp hüngür hüngür ağlayarak dadıma gittim. Dadım ihtiyar bir kadındı. Beni pek çok severdi. Ağladığımı gördüğü gibi: — A kızım! Ne oldu? Ne var? Baban bir şey mi söyledi sana? Hiç böyle olduğu yoktur. Gel bana, ağlama, gözlerini sil. Söyle bana şimdi, ne oldu? Yoksa bir şeyden mi korktun? diyerek, beni kucağına aldı. — Ah dadı! Babam bana neler söyledi! Sen işiteydin sen de ağlayacaktın. Baksana terime... — Vah vah! Kızım terlemiş. Kurban olsun dadı sana!.. E, ne söyledi efendi baba bakalım? — Ne söyleyecek! İftira attı.
(1) Kıskanç,(2) Arkadaşlarını,(3) Avundum,(4) Susarlar,(5) Elimde olmadan
Bu gün Rifat Bey'i, buraya gelen çocuğu gördün. İşte onun sözü açıldı. Ben "Onunla sevişiriz," dedim. Hem, gerçek(ten de) dadı, sevişiriz. Hele ben onu pek çok severim. İşte ben söylerim ki, severim. Birini sevmek ayıp mı? O da beni sever. Evet, pek âlâ bilirim ki sever. Sevmeyeydi, her gün mektebe giderken niçin gelir de beni alır? Niçin, ben dersi bilmediğim vakitte o öğretir? İşte o da beni sever, ben de onu severim. Ama babam anlamaz. Sen şimdi aşka, sevdaya başladın, diyerek beni utandırdı.
Dadım, bu sözümü işittiği gibi, bir büyük kahkaha ile gülerek:
— E, baban fena mı söylemiş? Bu aşk değil de nedir? Gidi seniii! Onun için, yataktan kalkar kalkmaz mektebe koşuyorsun. Ben zannederim ki, derse hevesin vardır; meğer sen âşıkını ma'şûkunü görmek için gidersin.
Cuma günü de ya sen onun evine,(2) ya o buraya gelecektir; bir gün görüşmeksizin duramazsınız a? O da seni sever haa! Oh! Ne iyi, hem sevmek, hem sevdiğin adamdan sevilmek! Ondan iyi şey dünyada yok. Aferin Sâliha'cığım, güzel çocuk seçtin. O da seni sever ha? Alacağım malacağım (diye) bir şey söylemiş mi sana? der demez:
— Aaa dadı, sen de benimle gülmek istiyorsun. Ne zannedersin? Yine ağla(ya)yım mı? Yok yok, ben o kadar budala değilim...
Gel, yatağımı yap, yatacağım; işte gözlerim kapanıyor, diyerek nihayet dadımı kandırdım.
(1)Seveni sevileni, (2) Gideceksin.
Yatağımı yaptı, yattım. Lâkin(1) uyku nerede? Bin türlü efkâr (2) zihnime gelir geçer. Rifat Bey'leki muhabbetimizin(3) aşk olduğuna hâlâ inanmak istemem. Anamın, kızların evlenmesine dâir akşam söylediği sözler dahi zihnimde kalmıştı. Evlenmemeyi malihulyaya(4) başladım. Ama bir türlü karar veremedim. Bir de Rifat Bey ile evlenmek hususu(5) aklıma geldi. Anide, gönlüm tiz tiz vurmaya başladı.
Rifat Bey ile evlenmek! Rifat Bey ile gece gündüz beraber olmak! Ömrümüz oldukça ayrılmamak! Oh, o vakit benden daha bahtlı, dünyada kim olabilir? Lâkin, başkasını almak! Rifat Bey'den ayrılmak! Rifat'i bir daha görmemek! Ah. Ben öyle yaşayabilir miyim?
Ah yok yok, işte iyi diyor dadı. Babamın da hakkı var. Ben Rifat'i severmişim, yani Rifat'e âşıkmışım! İşte şimdi anama hak verdim: Kız sevdiği çocuğu almalı... Ben hele başkasını alamam... Ah gece! Ne uzundur bu gece! Ne vakit sabah olacak? Gideyim, Rifat Bey'i göreyim. Ah... Rifat'çiğim ah! Ayrılırsak ne yapacağız? Nasıl yaşayacağız? diye düşüne düşüne, ağlaya ağlaya uyumuşum.
(1) Ama,(2) Düşünceler,(3) Sevgimizin,(4) Hayâl etmeye,(5) Konusu.
ANTLAŞMA
Ertesi sabahleyin mektebe (1) gittim. Baktım ki, çocuklardan hâlâ kimse gelmemiş. Gittim, yerime oturdum. Başımı rahleye2 koyup düşünmeye başladım. Gözyaşlarını çeşme gibi akıyor. Kapının önünde gezinen tavukların, köpeklerin fısıltısını işittikçe, "Rifat Bey geliyor" diye kanım donuyordu. Hem seviniyordum, hem korkuyordum. Sevinmek pek iyi.
Lâkin korkmak neden? Titremek neden? Nihayet Rifat Bey de geldi; benim böyle ağladığımı gördüğü gibi, boynuma sarıldı:
— Ah canım Sâliha'm, ne ağlıyorsun! Ne oldu! Ah... Sus. Gözlerini sil... İşte beni de ağlüyorsun. Yalnız idin de korktun mu yoksa, niçin ağlıyorsun?..
— Nasıl ağlamayım... Ah! Ben... seni... seviyorum. Bilmem... sen... beni sever misin, sevmez misin? Hattâ dün pederime de seni sevdiğimi söyledim de... benimle güldüler... O neyse, fakat bir şey haunma geldi: Yarın öbür günü beni mektepten alacaklar. Yaşmak, ferace, bilmem ne giydirecekler. O vakit nasıl görüşeceğiz, nasıl yapacağız?
(1) Okula, (2) X biçiminde, üstünde kitap okumaya yarar okul gereci.
— Ah! Onu ben de düşünürüm. Ben de böyle bir ayrılmadan korkarım... Ama... Allah kerim... Şimdiden mi ağlayacağız?.. İki üç sene görüşemeyeceğiz. İşte bu bizim çilemiz olsun.
— Nasıl! İki üç sene! Ya soma? Sonra nasıl görüşeceğiz? İşte, sen bir zaman sonra evlenirsin... Ben de... Ah! Elimizde değil ki!
Anam dün akşam söylüyordu ki, baba ana kızlarını, oğullarım istedikleri gibi evlendirir; hiç onlara sormazlar. Senin baban sana bir kız verirse almayacak mısın?
— O ne! Ben evleneyim! Ben senden başka kız alayım! Ah! Mümkün müdür! İnanır mısın Sâliha'm! Ben sensiz yaşa(ya)yım! Ah!
Sevdiğim kadar sevmezmişsin demek olur.
— Ah! Rifafçiğim, benim muhabbetimden gönlüne sor. Nasıl ki ben dahi senin muhabbetinden gönlüme sorarım. Ama ne yapalım, elimizde ne var?
Rifat Bey, bana cevap vermeksizin hokka kalemim aldı, bir parça kâğıt aldı; bir iki satır yazdı, önüme attı. Bir de aldım okudum ki, "Mehdden lâhde kadar muhabbetimiz baki olup birbirimizi almamaya mecbur olduğumuz hâlde kendimizi telef etmez isek fürûmâye ve nâ-ehliz"(1) yazmış ve kendi imzasını koymuş. Ben de imzamı koydum. Bir daha onun gibi yazdı, ona dahi imzalarımızı koyduk. Birini kendisi aldı, cebine koydu, birini de bana verdi.(1) Beşikten mezara aşkımız sonsuz olup. birbirimizi alamazsak, kendimizi öldürmezsek soysuz ve aşağılık insanlarız.
Sâliha Hanım, bu noktaya geldiği gibi, cebinden bir sürü anahtar çıkardı, yanında bulunan bir çekmeceyi açtı, içinden altından yapılmış iki kılıf çıkardı, birini açtı, içindeki kâğıdı aldı, okudu. Okurken gözyaşı çeşme gibi akıyordu. Ayşe Kadın, Sâliha Hanım okurken, öbür kılıfı alıp:
— Ay! Ne güzel! A hanim? Heb altun bu. Elli dirhem var... Kaş para almiş acaba?..
— İşte dadı, Rifat Bey'in yazdığı kâğıtlar bunlardır. Bunu kendisi aldı. Ah! Sekiz sene cebinde tutmuş! O senin elindeki, sekiz sene, benim cebimde durmuştur. Her sabah akşam çıkarırdım da üzerine gözyaşı dökerdim... Kan da... Ah... Kan da dökecektim!
— Aa... Kan! Allah hıfz eyleye!' Nişun hanim? — İşte bizim nişanlarımız yüzük, çevre,2 bilmem ne... yerine bu iki kâğıt parçalarıdır ki, muşamba içine koyup sekiz sene ceplerimizde tutmuşuz, gözyaşlanmızla ıslatmışız. Kanımızla dahi boyayacaktık! Sonra, Cenâb-ı Hak istedi de altın kılıflara koyduk. Sâliha Hanım, kılıfları çekmeceye koyduktan sonra, yine hikâyeye başladı:
— Rifat Bey'in bu yazdığım gördüm. Varakayı (3) cebime kodum. Biraz müteselli oldum.(4) Başka hülyalar zihnime gelmeye başladı. Hâsılı, bir sene daha böyle geçti. Bizim aşk (5) muhabbetimiz günden güne artardı.
(1) Korusun,(2) Büyük, işlemeli mendil, (3) Kâğıt tabakasını, (4) Avundum, (5) Ve.
Anam dâima bana yaşmak(1) takmayı teklif ederdi. Ama ben "Hâlâ ufağım," diyerek, istemezdim. Nihayet beni mektepten çektiler; mini mini bir ferace, bir yaşmak hazırladılar. Ben babamın önünde:
— Mektepten nasıl çekileceğim? Nasıl yapacağım? Ben câhil kalacağım, diyerek ağladım, sızladım ise de fayda vermedi. Pederim(2):
— Onu merak etme kızım. Ağlama kuzum. Bu âdettir (3) Kız on on bir yaşım geçtiği gibi yaşmaksız, ferâcesiz sokağa çıkamaz. Biz âdetin hâricinde (4) nasıl hareket edebiliriz? Herkes ona bizimle gülecek... Ama derslerini merak edeceksin. Senin derse sevdan olduğu vakitte kendi kendine de o bildiğini ilerletebilirsin. Ben de sana bâzı defâ ders verebilirim... Ne yapalım? İşte hâlâ kızlar için mahsûs (5) mekteplerimiz, kadim hocalarımız yok ki... Erkek mektebine on beş yaşında bir kız nasıl gidebilir? diyerek bana teselli (6) vermek istediyse de, benim asıl keder ettiğim şey, Rifat Bey'in mufârakati (7) olduğundan, hiç bir veçhile müteselli olmadım.(8) Tenhâ bir yere çekildim. Ağlamaya başladım. Bir dereceye kadar ağladım ki, gözlerim ceviz tanesi gibi fırladı! Cihandan(9) bütün bütün meyus oldum.(10)
(1) Yalnız gözleri açıkta bırakarak başa örtülen örtü,(2) Babam,(3) Görenektir, (4) Göreneğin dışında,(5) Özel, (6) Avuntu,(7) Ayrılığı, (8) Hiç bir şekilde avunamadım, (9) Dünyadan.
oldum, (10) Umudumu kestim.
Hatırıma gelirdi ki, Rifat Bey mektebe gidecek, beni bekleyecek, göremeyecek; ne yapacak? Bîçâre (1) çocukcağız, keder edecek. Çünkü Rifat Bey'in muhabbetine de hiç şüphem yoktu. İşte buna ziyadesiyle gönlüm sıkılırdı. Ama daha bir kaç ay, her ne kadar ki mektebe gitmezdim, sokağa çıkamazdım, fakat Rifat Bey ile gah gâh;i görüşürdük. Bir zamandan sonra bu da kesildi! Rifat Bey ile hiç görüşemezdim... Bazı defâ geçerken pencereden görürdüm. O vakit daha ziyâde sabr u karârım (3) kalkardı. Bir türlü müteselli olamazdım.(4) Beş altı ay böyle geçti. Ah o beş altı ay! Bana beş altı sene gibi görünüyor.
(1) Zavallı. (2) Arada bir. (3) Sabırlılığım ve kararlılığım. (4) Avunamazdım.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro