Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

36. Bölüm: Sürpriz

Finale geri sayım. Son 4 bölüm!

Okulun koridorundaki kalabalığı yarıp tuvalete giden yolu yürüdüm. Zaten ağrıyan başım, koridorda öğrencilerin çıkardığı ses gürültüsü başımın ağrısını birkaç kata çıkarmıştı.

Kendimi tuvalete atabildiğimde aynanın karşısına geçip musluğu açtım. Sessizliği yaran su sesi bana acı verecek bir biçimde kulağımla buluşuyordu.

Sessiz bir bakışma yaşadığım kendimden gözlerimi ayırıp, lüks fayansa uyum sağlayan musluğu açtım ve elimi yüzümü yıkadım.

Başımdaki ağrı bazen biraz gezintiye çıkıyordu. Bu gezinti, acıyı çekinilmez bir hale getiriyordu. Birkaç kez daha yüzüme su vurduktan sonra musluktan akan suyu kapatıp tuvaletin çıkışına doğru ilerledim.

Tuvaletten çıktığımda başımdaki ağrının baskıcı bir baş ağrısına dönüşmüş olduğunu fark etmiştim. Baktığım her yeri sanki deprem oluyormuş gibi hareketli bir biçimde görüyordum. Merdivenlere vardığımda zar zor seçebildiğim korkuluklara tutuna tutuna merdivenleri tırmandım. Kendimi zar zor sınıfa attıktan sonra sırama oturup başımı kollarımın üzerine koydum.

***

Evin kapısına defalarca tıklamama rağmen kimse gelipte kapıyı açmıyordu. Sonunda pes edip kapıdan uzaklaştıktan sonra bahçedeki havuza bakan çıkıntıya çöktüm ve cebimden telefonumu çıkarıp babamı aradım.

Uzunca bir bekleyişin ardından babamın sesini duyduğumda boğazımı temizledim.

"Baba anahtarımı yanıma almayı unuttum. Kimse kapıyı açmıyor. Şeker teyzeyi arar mısın? Namaz falan kılıyor galiba." dediğimde babamın tarafından hiçbir şekilde ses gelmemişti.

Babamın yönünden ses gelmeye başladığında ise bana verdiği yanıttan değil etrafındaki çalışanlarla diyaloglarını işitiyordum.

Çalışanlarıyla konuşmayı bırakmış olan babam birkaç saniyenin ardından beni hatırlamış olacaktıki cevap vermeye koyuldu. "Bu gün Şeker ve diğer hizmetliler izinli, Kuzey. Anahtar sorununa gelirsek tek çözümü yanıma, yani şirkete gelmen."

Babamın şirketine gitmek mi? Henüz hiç böyle bir çılgınlık yapmamıştım.

Ne kadar itiraz etsemde babamın ısrarlarının üzerine arabama binip şirkete doğru sürmeye başlamıştım. Daha önce hiç gitmiş olmasamda kaba taslak konumunu bildiğim gökdelen biçimindeki şirketi bulmak pek zor olmamıştı.

Arabadan indiğimde şirkete giren kapıya gitmek için özenle inşa edilmiş olan oval, fazla uzun olmayan bir merdiveni tırmanmıştım. Başımı kaldırıp şirketin ortasına yerleştirilmiş olan siyah üzerine, beyaz bir renkle yazılmış yazıyı okudum. Öztuna. Şirkete girmek için bulunan kapı otomatik sensör sayesinde iki yana açılırken kendimi içeriye attım.

İçerisi fazlasıyla insan kalabalığı barındırıyordu. O kadar büyük bir yerdiki insan kalabalığına rağmen herhangi bir gürültü yoktu. Asil bir şekilde göğsünü germiş olan güvenliğe göz gezdirdim. Üzerinde güvenlik olduğu yazan bir şapka takmıştı ve şapkasının arkasındaki ucundan at kuyruğu saçını salmıştı. Birbirine bastırmış olduğu dudakları yüz hatlarının kasılmasına neden olurken gözleride bu kasılmayla birlikte kısılmıştı.

Güvenliğin önünde bulunan kabinden geçeceğim sırada kasmış olduğu yüzü gevşedi. Dudakları samimi olarak algılayabildiğim bir şekilde yayıldı.

Gözlerini bana döndü ve "Hoşgeldiniz, Kuzey Bey." dedi. Dedikleriyle kafamda soru işaretleri parıldarken başımı sallayarak söylediklerine mimiklerimle cevap vermeye çalıştım.

Ortalara doğru insan kalabalığı artarken aralarından, daha çok sahte gülümsemelerinin arasından zar zor geçerek asansöre giden yolu bitirdim. Asansörü çağırmak için bulunan butona bastırdıktan sonra beklemeye başlamış ve etrafımdaki insanları seyretmeye koyulmuştum. Asansör geldiğini belli edercesine yumuşak bir çan sesiyle durduğunda insanları seyire koyulmuş olan ben arkamı dönüp asansöre bindim.

Babamdan odasının kaçıncı katta olduğunu öğrendikten sonra söylediği katın yazılı olduğu butona tıklayıp geri çekildim. Butonuna bastığım kata vardığımda asansörün kapıları iki yandan açılmıştı. Yavaş bir biçimde asansörden indikten sonra geldiğim katı inceledim. Gözüme direk çarpan kapının sağ üst köşesinde yazan yazıyı okumamla kapıya doğru ilerlemeye başlamam bir olmuştu.

Ali ÖZTUNA.

Kapıyı çalmadan araladıktan sonra içeriye göz attım. İçerisi fazlasıyla büyük bir odaydı. Kapıyı açar açmaz karşınızda yine camla tasarlanmış olan bir masa ve masanın üzerindeki fazlasıyla düzenli eşyalar gözünüze çarpıyordu. Masanın sağında kalan ve aralarında fazlasıyla mesafe bulunan, oval büyük masada camdan yapılmıştı. Masanın etrafında babam ve fazlasıyla resmi giyinmiş insanlar vardı. Masada kaba taslak çizimi görebildiğim bir alan vardı. Kapıyı açmamla birlikte herkes bana dönerken üzerimdeki bakışları fazla umursamadan babamın olduğunu tahmin ettiğim masaya doğru ilerledim. Odayı bir sessizlik boğarken masanın arkasında bulunan siyah deri koltuğa oturmak yerine misafirler için ayrılmış olan, masanın arkasındakinden çok daha küçük koltukların birine oturdum.

"Toplantı bitmiştir." diyen babamı duyduğumda gözlerimi masasını incelemekten alıp ona çevirdim. Resmi ve fazlasıyla tuhaf olan insanlar toplu bir halde dışarı çıkmıştı. Babamın bakışları yavaşça bana yönelirken ona bakmıyormuş gibi davranıp gözlerimi tekrar masasını incelemek için masasına çevirdim.

"Hoşgeldin, Kuzey." diyen babama başımı dönmeden, masaya bakar bir vaziyette başımı sallamıştım.

Masanın üzerinde duran ve bana gezegenler andıran demiri elime aldım. Yuvarlak ince demirin üzerine daire bir vaziyette yerleştirilmiş demir toplardı belki de bana gezegenler andıran. İki demirin birbirine girmesiyle oluşturulmuş bir yapıydı.

"Toplantını böldüm." dediğimde babam gözlerini kısıp, dudağının bir kenarını hafifçe yaydı. Bu bir gülümseme değildi.

"Zaten bitmişti." dedi babam. Kendi koltuğuna oturmak yerine benim karşımdaki misafir koltuğuna oturdu. Babam biraz düşündükten sonra koltukta yayıldı. Kollarını göğsünde birleştirdikten sonra, "Arzu, okuldaki müzik öğretmeninin senden yakın tarihte gerçekleşecek bir etkinlik için piyano çalmanı istediğini söyledi." dediğinde bana baktı ve onay vermemi bekledi.

Fakat ben başımla söylediklerine onay vermek yerine konuşmaya koyuldum. "Evet ve yanılmıyorsam ona bunu istemediğimi söylediğimi de söylemiştir, sana."

Babam tek kaşını kaldırırken, "Ben çalmanı istiyorum, Kuzey." dedi. "Geçtiğimiz aylarda sana özel olarak piyano dersi veren Selcan Hanım senin çok iyi yerlere gelebileceğini söyledi. Bunu değerlendirmelisin, Kuzey." diye eklerken bana değil elimdeki gezegenlere benzeyen, demirden yapıya bakmıştı.

Onun taklidini yaparak koltukta yayıldıktan sonra kollarımı göğsümde birleştirdim. Son olarak tek kaşımı kaldırıp, "İyi yerlere gelsem ne fark edecek baba?" diye sordum. Babam başını hafifçe yan çevirip bana sorar gözlerle bakınca, "Yarın yaşayıp, yaşamayacağımı bilmiyorum." diye çıkıştım, sorar şekilde bakan gözlerine karşın.

"Bu ne biçim konuşma, Kuzey?" diye sorduğunda elimdeki yapıtı tekrar, eski yerne bırakmıştım.

"Sen benden daha iyi anlarsın, baba" dediğimde babam kaldırmamış olan kaşınıda kaldırmakla yetinmişti. Neyden bahsettiğimi çok iyi bildiğini biliyordum. Normalde oscarlık oyunculuk yapabilen Ali Bey, acaba neden şu an afallamıştı.

Babam afallamış olmayı umursamadan konuşmaya devam etmişti. "Dolaylı yoldan söylemek yerine direkt söylersen senden daha iyi anlayabileceğim konusunda eminim, Kuzey." dedi.

Cidden cümlenin tam anlamı ile konuştukça daha da batıyordu.

"Neyi bekliyorsun, bana, benle ilgili şeyleri anlatmak için?" diye sordum bağırır biz vaziyette. İki kolumu göğsümden çekip oturduğum koltukta dik bir konum aldım. Hâlen sorar gözlerle bakıyordu. "Ölme ihtimalimin olduğu bir ameliyata girecek olduğumu ameliyata girdiğimde mi söylemeyi düşünüyorsun?" diye bağırdım.

Söylediğim şeyler ruhuma bir bıçak gibi saplanıyordu. Her harf boğazımı kese kese tırmanıyordu dudaklarıma.

"Sen," dedi kekeleyerek.

"Ben?" diye sordum cümlesini tamamlamasını ister bir şekilde.

"Bunu nasıl öğrendin?" diye sorduğunda oturduğum koltuktan ayağa kalktım.

"Tek merak ettiğin şey bu mu?" dedim sinirlendiğimi belli eden sesimle.

Baskıcı bakışları üzerimde bir yük oluştururken, "Tartışmayalım." dedi ve odadan çıktı.

O odadan çıktıktan sonra biraz düşünmüştüm. Az önceyi değil, bu güne kadar yaşadığım her şeyi. Zihnim düşündüklerimle birlikte dolu bir torbaya dönerken bazı şeyleri zihnimden atabilmek için çabaladım.

Birkaç saat sonra babamla birlikte eve dönerken hiç konuşmamış hatta göz göze gelmekten bile sakınmıştık. Eve vardığımızda, arabayı duraklatan şöför, aceleci bir biçimde inip babamın kapısını açmıştı. Ben ise şöförü beklemeden kapıyı açıp arabadan inmiştim. Evin kapısına vardıktan sonra kapıya yaslanıp babamı beklemeye başladım. Babam cebinden anahtarı çıkardıktan sonra anahtarı yuvasına sokup birkaç defa çevirdi. Sırtımı duvardan çekip babamın içeri geçmesini beklemiştim. Babam içeri girmek yerine eliyle bana müsade etmiş ve içeri ondan önce girmemi istemişti. Kapıyı biraz daha araladığımda karanlığın hakim olduğu bir ortamla karşılaşmıştım.

Eve bir adım attıktan sonra kapıyı sonuna kadar aralayıp içeri doğru yürüdüm. Fakat daha kapıyı bitirmeden birden bir şeylerin bana çarpmasıyla geri çekilmiştim. Evin ışıkları açılıp etrafı aydınlatırken, ani ışık geçişinden doğru yaşadığım bulanık görme sıkıntısını atlatmaya çalıştım. Net görebilmeye başladığımda az önce bana çarpan cismin balon olduğunu görmüştüm.

Neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir ve sekiz rakamlarından oluşan, kırmızı, helyum balonlarını elimle ittirdikten sonra başımı babama dönmüştüm. Babam gülümsüyordu. Hatta bir değimle özetlemek gerekirse ağızı kulaklarına varmıştı.

Salona doğru yürüdüğümde karşımda bu güne kadar edindiğim tüm arkadaşlarımı bulmuştum. Salonun siyah, camdan sehpasının üzerine yerleştirmiş oldukları iki katlı, beyaz pastanın ucunda balonda olduğu gibi, bir ve sekiz rakamları bulunuyordu.

On Mart. Siyahın hakim olduğu bir ruhun dünya ile yüzleşmesinin ilk günü. Doğum günüm.

Elçin, Serhan ve Emirhan'ın biraz ilerisinden bana doğru yürümeye başladığında onu biraz incelemek istedim. Giydiği siyah, bel kısmı dar olup etek kısmına doğru salaşlalan, askılı elbisesi her zamanki gibi ona çok yakışmıştı. At kuyruğu yapmış olduğu saçını omuzlarının arkasından salmıştı. Yüzü ve gözleri anlatılamayacak kadar güzeldi. Belki de anlatmak için kelimelerin yetmeyeceği kadar güzeldi.

Onu gördüğümde kalbimin normal hızını terk edip, deli gibi çırpınmasıydı beni ona bağlayan. Dinlediğim şarkı da, okuduğum kitapta aklıma gelmesiydi. Onun gözlerine bakmak, birkaç saniyeliğine cenneti görmekti. Kokusunu içine çekmek, onu sarmak cennette yaşamakla eş değerdi. Onsuz kalmayı düşlemekte; cehennemle.

Yanıma vardığında elimi nazikçe tuttuktan sonra biraz okşadı.

"Gülüşünde huzur bulduğum, saçlarının kokusunu aklıma kazıyıp, herkesten sakındığım adam bu gün doğmuş. Doğum günün kutlu olsun gülüşü güzel adam." diye fısıldadıktan sonra bana sarılıp başını omzuma gömdüğünde bende ellerimi beline sarıp, onu kendime çektim.

Ben ne yaşıyordum, ne hissediyordum? Pek emin değildim. Ama bu duyguları daha önce iğne ucunun deriye değmesiyle çekilen ufak acı kadar bile hissetmemiştim. Bu o kadar tuhaftı ki. O kadar yabancıydım ki bu hislere. Zihnimde, ne yapması gerektiğini bilmeyen bir mülteci gibi ortada kalmıştım.

Onun sesini duymak huzur veriyordu. Varlığını bilmek bile yaşama sebebiydi. Ben galiba ona aşıktım.

Aklımdan geçenleri dilime dökmek istedim. "Sen yokken, bol bol suyu olupta, ışığı olmayan bir bitki gibi hissediyorum." diye başladım zihnimdekiler dışarı dökmeye çalışma, çalışmalarıma. Aramızda mesafe yok denilecek kadar yakındık. Elçin, gülümseyerek bana bakıyordu. "Anla işte, sana aşığım kadın." dedim uzatmak istemeden.

Etraftakiler de konuşmamızı duyuyor olacaklardı ki, gaz verici sesler ile bağırmaya, çağırmaya başlamışlardı.

Ömer, Serhan'a tutuna tutuna öne atılıp, "Parti kurun oy verelim!" diye bağırırken bağırıp çağırmalar kahkahaya dönüşmüştü.

Yüzümü Elçin'e dönüp onu seyrettim. Okyanus mavisi gözleri biraz utanmış, daha çok sevinmiş gibi bakıyordu.

"O zaman ışığını kaybetme." dedi Elçin dudakları değil, gözleri gülümserken.

"O zaman hiç gitme." dedim, dediklerine kafiye uydurmaya çalışarak.

"Sonsuza dek ışığın olarak kalacağım." dedi ve ekledi. "Ve her zaman yanında olacağım. Çünkü sen karanlığı bulduğun vakit sana ışık tutmak için yanmaya hazır olacağım."

Dudağıma uzanıp küçük bir öpücük kondurduğunda elimi saçlarına götürdüm ve küçük öpücüğün biraz daha büyümesine vesile oldum.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro