Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

3. Bölüm: Kahve

3. Bölüm: Kahve

Elçin'in üzerimdeki bakışları git gide daha da meraklı bir hal alıyordu. Şimdi ne söyleyecektim ben ona? Düşünmeye başlamıştım. Aklımda binlerce senaryo oluşturmuştum.

"Evet, Kuzey. Dinliyorum." Diyen Elçin'e gözlerimi daha da dikkatli bir şekilde odakladım. Aklımdan geçen kelimelerin acı verişi ruhumu yaralıyordu.

"Şey," dedim sessizce. Ruhumu yok sayan bu acı, yerini değiştirmiş ve tüm gücüyle göğsümün sol tarafını hedef almıştı. Başımı iki yana sallayarak, bunu yapamayacağıma kendime inandırdım

"Canım!"

Elçin'e, Elçin'in arkasından sarılıp, dudaklarını Elçin'in boynuna gömdü. Elçin'de başını Birkan'ın geniş omuzlarına gömüp, Birkan'ın kokusunu içine çekti. İçimdeki nefret hormonları ayaklanmıştı. Sanki bu anı izlemek istemiyor gibiydim.

Arkamı dönüp, hızla okula doğru yürüdüm. "Kuzey!" diye bağırdı Elçin arkamdan. Başım benden bağımsız olarak arakama döndü ve gözlerim Elçin'in gözleriyle kesişti. "Sen ne söyleyeceksin?" diye devam etti Elçin.

Düşünmeden cevap verdim; "Önemli bir şey değildi."

***

Çantamı sınıftan almadan önce bir süre sınıfta oturdum. Kendimi kontrol edemiyordum. Resmen kontrolümü kaybetmiştim. Elçin'e bunları Birkan'ın yaptığını söylemek istememin nedeni sadece adalet değildi. Aynı zamanda Elçin'di de. Ona bir şeyler kanıtlamak zorundaymış gibi hissediyordum.

Başımı sınıfın soğuk duvarına yasladım. Ne düşündüğümü bilmiyordum, sanırım. Ya da ne hissettiğimi. Çantamı da aldıktan sonra hızla eve gittim. Babam ve Arzu ile konuşmadan odama çıktığımda arkamdan birkaç şey mırıldanmışlardı.

Hızla aynanın karşısında yer aldım. Kendimi değil de farklı birini görüyor, ve ya izliyor gibi hissetmiştim.

"Kendine gel Kuzey."

"Kendine gel, kendine gel, kendine gel!" genelde sayıklamalarım başladığı zamanlar, bir kriz geçirme ihtimalim yüzde yetmiş oluyordu. Bu da bir kriz için fazlasıyla büyük bir yüzdeydi. Odamın kapısı açıldığına aynadan kimin girdiğini görebiliyordum.

"Kuzey Bey, piyano dersiniz başlamak üzere." Deyip odamda bekleyen kadına hala bakmamıştım. Sadece aynadan görmüş olabildiğim kadar bakıyordum.

"Defol!" diye bağırdım, çıkması için.

"Ama Kuzey Bey, piyan..." cümlesini yarıda kesip tekrar aynı ses tonunda tekrarladım;

"Defol." Bu sefer çıkmış ve ardından kapıyı kapatmıştı.

Yaklaşık bir saat sonra piyano odasına inmiş ve yeni piyano hocam ile tanışmıştım. Birkaç saat bir parça üzerine çalışmış olsak da parçayı hala yarım yamalak çalabiliyordum. Odama çıktığımda dağıttığım her yer toplanmış ve onarılmıştı.

Umursamamıştım. Çünkü genelde karşılaştığım bir durumdu. Ben dağıtırdım, arkamdan toplarlardı. Aynı yaramaz bir çocuk gibi. Oradan buraya koştururcasına...Kendimi yatağa bıraktıktan sonra gözlerimi yeni bir güne açmak üzere kapadım. Daha uyumaya yeni başladığım sıralarda telefonumun çalmaya başlamasıyla yatağımda doğruldum. Telefonu komidinin üstünden alıp arayan kişiye baktım. Telefonumda kayıtlı olmayan bir numaraydı. Telefonu açtıktan sonra usulca kulağıma götürdüm.

"Kimsin?" bunu söylerken yatağımdan ayrılmış ve odamda dolaşmaya başlamıştım bunu neden yaptığım hakkında bir fikrim olmasa da stres atıcı bir aktiviteydi.

"Benim," dedi sesini idrak edemediğim kişi. "Birkan."

Artık arayan kişinin kim olduğunu bildiğime göre öğrenmem gereken tek şey Birkan'ın beni neden aradığıydı.

"Ne istiyorsun?" diye sordum, ardından odamın penceresine gittim ve aşağıya baktım. Kimse yoktu.

"Bir az konuşmak istiyorum, seninle." Dediğinde arkamdaki sandalyeye oturdum ve anlatacaklarını dinlemeye başladım.

"Dinliyorum."

"Dışarıda Konuşsak?" dediğinde ona cevap vermeden telefonu cebime koyup, aşağı kata indim ve dışarı çıktım.

Görünürde kimse yoktu. Evden uzaklaştıktan sonra bir kaldırımda durdum ve beklemeye başladım. Ne konuşacağı pek merak konusu değildi. Bu gün okula gelmeseydi Elçin'e her şeyi anlatacaktım. Bunu Birkan'da biliyordu. O, pis bir korkağın tekiydi.

Uzaklardan bir yerde araba ışığı görüldüğünde, gecenin bu saatinde buraya sadece Birkan'ın gelebileceğini düşünüp arabayı bekledim. Araba yanıma vardığında içindekine baktım. Tahminlerim tutmuş ve arabadaki Birkan çıkmıştı.

"Ne bekliyorsun, binsene?" diye sorduğunda benim tarafımda olan kapıyı açtım. Arabaya bindikten sonra ona baktım.

"Fazla zamanım yok." dediğimde bana gülümser bir yüzle baktı. Bu surat ifadesi hiçte güven vermiyordu. Zaten benden ona güvenmemi beklememeliydi. Onun Elçin'e söylediği büyük yalanı biliyordum. Bunu bile bile ona güvenmeye çalışmam benim içinde onun içinde zarar olurdu.

"Konuşacak fazla bir şey yok zaten." dediğinde ona baktım.

Birkaç dakika sonra arabayı sürmeye başlasa da hala ağızından bir kelime bile çıkmamıştı. Bende onun gibi önümdeki yolu izliyordum.

"O gece olan hiçbir şeyi kendi isteğimle yapmadım." Dedi birden. Ve beklediğim cümle onun ağızından dökülmüştü. Gözüm benden bağımsız bir şekilde onu izlemeye başlamıştı.

"Bunları söylemek için mi çağırdın beni?" diye sordum, ona anlamsızca bakarken.

Resmen gece gece beni ezberlemiş olduğum replikler için çağırmıştı. Onun söyledikleri hep aynıydı. 'Bilmeden oldu, ben istemedim, pişmanım...' gibi cümlelerden ibaret değildi bana söyledikleri.

"Anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun." Dedi, sesi fısıldar gibiydi. "Sana bilerek yapmadığımı kanıtlamamı ister misin?" dediğinde bu sefer de ona göz devirdim. O ana geri dönemeyeceğimize göre bana bunu kanıtlayamazdı.

"Nasıl kanıtlayacaksın?" dediğimde arabayı daha hızlı sürmeye başladı. Yavaş gitmesini ima eden bir bakışla ona baktığımda beni göz ucuyla görmüş fakat arabayı hızla kullanmaya devam etmişti.

"Korkma sadece bunu sana kanıtlayacağım." Dedi ve daha da hızlı sürdü. Yolda sadece biz vardık ve arabanın hızından dolayı kendimi sabit tutamıyordum. Elimi emniyet kemerine götürmeye çalıştığımda arabanın hızdan dolayı bunu yapmamıştım.

Yan koltukta yani onun koltuğundaki telefon titremeye başladığında gözümü oraya çevirdim ve arayan kişiye baktım. Elçin'di.

Artık arabayı daha da hızlı sürmeye başladığında "Yavaşla!" diye bağırmıştım. Fakat o beni takmamış ve arabayı hızlı sürmeye devam etmişti.

Gözümü ondan alıp yola çevirdiğimde karşıdan gelen kamyonet benim gözlerimin korkuyla büyümesini sağlamıştı.

"Lan, yavaşla!" diye tekrar bağırdığımda beni tekrar beni takmamıştı.

Kamyon bize, biz kamyona hızla yaklaşıyorduk. Kamyondan gelen korna sesleri kulağımla her buluştuğunda korkuyu daha fazla hissediyordum. Tam çarpışacağımız anda elimi direksiyona uzatıp yönümüzü değiştirdim. Fakat bu seferde büyük bir hızla ağaca çarpıp durabilmiştik.

Birkan başını direksiyona çarpmış hareketsiz bir şekilde bekliyordu. Onun üzerinde birkaç dakika göz gezdirdiğim de rol yapmadığını anlayabilmiştim. Elimi başına götürüp, başını hafifçe arkaya ittirdiğimde karşılaştığım manzaraya birkaç küfür ile karılık vermiştim. Arabadan hemen indikten sonra telefonumu cebimden çıkardım ve ambulansı aradım.

Zamanımı çalan ambulans seansından sonra koşarak onun oturduğu tarafa gidip kapısını açtım. Direksiyona başından akan kan izleri yapışmıştı. Daha önce hiç böyle bir olayla karşılaşmadığımdan dolayı ne yapacağımı bilmiyor ve ambulansın gelmesini bekliyordum.

On beş dakikaya yakın bir zaman geçmesine rağmen hala ambulans gelmemişti. Arabayı kontrol ettiğimde artık kullanılmaz bir halde olduğunu fark etmiştim. Arkamdan ambulansın siren sesleri yükslediğinde yüzüm biraz olsun gülmüştü.

Arkamı döndüm ve bize doğru koşan sağlık görevlisine baktım.

"Yaralı olan kim?" dedi ambulanstan inen adam. Adamı süzdüğümde üzerinde üniforması vardı. Hafif kiloluydu ve kısa olduğundan dolayı kilosu fazlasıyla belirgindi.

"Arabada." Dedim elimle arabayı gösterirken.

Ambulanstan bir kişi daha inmiş ve benim yanıma gelmişti.

"Sen iyi misin?" diye sorduktan sonra alnıma baktı. Sanırım anlımda bir yara vardı. Hiçbir yaram yoktu sanıyordum.

"Ah, ben... Evet, iyiyim."

"Yaran hiç öyle söylemiyor ama." dedi hafif tebessümlü bir yüzle.

Birisinin yarası olması onun komiğine mi gitmişti? Elimle onun baktığı tarafı yokladıktan sonra elimi indirip bakmıştım. Elimde kan vardı. Kandan korkmasam da tiksinirdim.

Elimde bir karıncalanma oluşmaya başladığında bir yandan elimi silecek bir şey arıyor bir yandan da Birkan'ı arabadan çıkaran adamı izliyordum. Az önce yarama gülen adam eline bir peçeteyle yanıma geldi ve peçeteyi bana uzattı.

Bir süre peçeteyle elimi silmekle uğraşsam da ardından Birkan'ı ambulansa yerleştirmiş olduklarını görmüştüm.

"Hastaneye gelecek bir aracın var mı? İyi görünmüyorsun." Diyen adama tekrar başımı kaldırmış ve bakmıştım. Başımı 'hayır' anlamında salladıktan sonra ise ayaklanıp bende ambulansa bindim.

Hastaneye varmadan önce Birkan'ın yakını olarak tanıdığım tek kişi yani Elçin'e haber vermiştim. Onların neden yakın olduklarını hala çözemesem de burada başka şansım yoktu. Elçin'den başka çağıracak yakını olmadığından bahsediyorum. Ambulanstan indiğimizde geldiğimiz hastaneye bakmıştım. Ardından telefonumu cebimden çıkarıp babama konum atmıştım. Onu arayıp bu konuyu onunla tartışamazdım. Her ne kadar ona hesap verecek olmamı bilsem de.

Daha ambulansın kapısını tam açmadan Elçin'in sesi kulaklarımla buluşmuştu.

"Kuzey, Birkan iyi mi?" sesi endişenin verdiği korkuyla harmanlanmış pürüzlü bir sesti.

"Bilmiyorum, Elçin." Dedim ve benimle yürüyen adamla hastaneye girdim. Adam beni pansuman odası denilen bir odaya götürmüş ve anlımda olan -hala görmemiş olduğum yaradan bahsediyorum- yarayla ilgilenmişti. Sonunda fırsatım olmuş ve ayağa kalkıp aynadan yaraya bakmıştım. Sanırım onu görmek bana kötü gelmişti. İçimde bir şeylerin cız ettiğini fark edebilmiştim.

Ben aynadaki benle bakışmaya başladığım sırada sinirli bir sesle bağıran sesin babama ait olduğunu anlamıştım.

"Bana oğlumun yerini söyleyin hemen. Ne yaptınız ona?"

Hemen aynanın önünden çekilip arkamdaki yatağa uzanmıştım. Onun adım seslerinin bana yaklaşmasıyla birlikte gözümü kapatmış ve sanki çok ağır yaralı olan kişi benmişim gibi rol yapmaya başlamıştım. Kendimi bu role o kadar kaptırmıştım ki birazdan psikolojikmen hastalanabilirdim.

Babamın odaya girdiğini hissettiğimde gözlerimi kapattım.

"Kalk şuradan, lan!" diye bağırmıştı. Sesini çok net almıştım. "Orada yatacağın kadar ağır bir durumun olmadığını biliyorum." Demişti ardından. Arkama usulca dönüp onun artık benim sorunlarımla ilgilenmekten bıkmış gibi bakan gözlerine baktığımda korku beni esir almıştı.

Bir süre babamla bakıştığımda bu korkutucu anı bitirmek için sessizliği bozdum. "Bu sefer gerçekten açıklamam var."

***

Yaklaşık yarım saattir babamın sorduğu soruları duymuyormuş gibi davranıp, onun gözlerine baka baka ona 'seni duyuyorum baba' bakışı atıyordum.

Şahsen biri bana şu an babama yaptığım şeyi yapsa kendimi tutamaz ve onu yüzde yüz döverdim. "Dünyadan, Kuzey'e..." dediğinde kendimi tutamamış ve kahkahayı basmıştım. Babam tekrardan konuşmaya başladığında ona aynı bakışı atmaya devam ettim. "Her halta bir bahane buluşun artık beni sinir ediyor, Kuzey."

"Senin de her zaman beni sorguya çekiyor olman beni sinir ediyor, baba." dedim, derinlerden gelen sesimle. Gözlerimi boş duvara kenetledim ve bıkmış olduğum bir surat ifadesiyle dudaklarımı yukarı doğru büktüm.

"Vay, konuşabiliyormuşsun!" dedi babam şaşırmış gibi davranarak.

Ben ona cevap olarak: "Keşke bende senin için aynı şeyi söyleyebilseydim. Bak mesela 'Vay, susabiliyormuşsun' demeyi çok isterdim." diye söylenirken salona Arzu girmiş ve bana gülümseyerek bakmıştı.

Arzu otururken "Muhabbetinize doyum olmuyor beyler, dedikodunuza katılabilir miyim?" deyip babamın yanına oturmuştu.

"Bizde senin dedikoduna başlayacaktık." dedikten sonra ayağa kalktım ve odama çıktım. Telefonumun zil sesi kulağımı hedef aldığında telefonu cebimden çıkarıp kulağıma götürdüm. Açarken olduğuna bakmadığımdan ilk sözüm:

"Kimsin?" olmuştu. Odamın kapısını açmak için telefonu kulağım ve boynum arasına almıştım. Elimle kapının tokmağını indirdikten sonra telefonu tekrar elime aldım odanın kapısını kapattım.

"Ben, Kıymet..." dedi telefonun diğer ucundan tanıdık bir ses. Bu ses zihnimde bir sesle eşleşiyordu ama eşleştiği sesi hala bulamamıştım. "Tanımadın mı, Kuzey?" diye devam ettiğinde hatırlamıştım. Bu bana laf atan daha doğrusu okula beraber gittiğim kızdı.

"Ne var?" diye cevap verdiğimde karşıdan öksürme sesleri gelmişti.

"Biz yarın paten sürmek için skate parka gideceğiz. Ben, sende gelirsin diye düşündüm."

Paten dediğinde gözlerim bir anlığına parlamış ve tekrar eski halini almıştı. Ortaokulda iken bir süre paten sürmüştüm. Tek başıma olsa da bu eğlenceliydi. Paten sürmekten bahsediyorum.

"Olur. Sabah ararsın beni." dedikten sonra telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve kendimi önümdeki yatağa bıraktım.

Sabahın erken saatlerinde gözlerimin aralandığını fark ettiğimde telefonumun alarmı çoktan çalmaya başlamıştı. Homurdanarak elimi telefona uzatıp sesini kıstıktan sonra başımı tekrar yastığa dayadım.

Buraya geldiğimden beri zaman çok çabuk geçiyordu. İlk haftamı nasıl bitirdiğimi düşünürken hafta sonu tatili düşüncesi yüzümü gülümsetmişti.

Tatil demişken beynimde çözemediğim birkaç şeyin yankılandığını fark ettiğimde bugün bir planım olup olmadığını kendime sordum. Kendime cevap veremediğimde gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

Kendimi uykuya konsantre edecekken telefonumun titremeye başlamasıyla yatakta zıpladım. Bugün bana uyku yoktu. Telefonu kulağıma götürdükten sonra, "Evet..."diye söylendim.

Kıymet korkunç bir sesle, "Lütfen bana hala yatağımda uyuyorum, daha elimi yüzümü yıkamadım ve patenlerimi giymedim, deme!" dedi.

Gözlerimi kapatıp, homurdandıktan sonra hemen ayağa kalkıp banyoya koştum. "On beş dakika sonra bizim kapıda buluşuyoruz." diyerek telefonu kapattım.

Hızlıca elimi yüzümü yıkayıp dolabıma doğru koştum. Dolaptan lacivert, üzerinde beyaz ve büyük ve sayı şekilinde yirmi yedi yazılmış bir tişört çıkarıp üstüme geçirdikten sonra kot ve dizleri yırtık pantolonumu giydim. Son olarak beyaz bir ayakkabı giyip, Siyah'ın yanına gittim.

"Bugün seni ekeceğim dostum." dedim. Siyah beni anlıyormuş gibi sert sert bakmakla yetinmişti.

İçinde patenin bulunduğu sırt çantamı sırtıma astıktan sonra koşarak aşağı indim.

Kapıyı açtığımda tahmin ettiğim gibi karşımda Kıymet'i gördüm. Telefonumu elime alıp, "Neden öyle bakıyorsun? On beş dakika olmasına daha tamı tamına bir saniye, kırk iki salise var." diye söylendim.

Kıymet'in yüzünü şaşkınlığın esir aldığı sırada Kıymet'in yanına ilerledim ve yürümeye başladık.

Aramızdaki sessizliği bozan kişi sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Kıymet olmuştu. "Gerçekten bunu saydığına inanamıyorum," diyen Kıymet'e gülünç bir şekilde baktım. "Hayır anlamadığım şey; hiç üşenmedin mi?" diye devam etmiş ve elleriyle kendine onay vermişti.

"Araba şu tarafta," Parmağımı arabaya doğru uzatıp o tarafa yürümeye başladım. Arabanın yanına vardığımızda Kıymet'in kapısını açıp onun binişini izledikten sonra umursamaz bir şekilde kendi koltuğuma geçtim. Elimdeki çantayı arka koltuğa bıraktıktan sonra arabayı çalıştırıp gaza yüklendim.

"Paten sürmeyi biliyor musun?" dediğinde dikiz aynasından ona bakıp sonra yola doğru çevirdim gözlerimi.

Bana klavye başında rondom atan, hayatı facebook ve instagramdaki yüzünün yarım olduğu profil resmi kadar anlamsız bakmıştı.

"Evet." diye tek sözcükle anlatmıştım paten sürmeyi bildiğimi. Onun surat ifadesi hala aynıydı. Kaşları hafifçe bükülmüş ve gözleri kısıktı.

Yol boyunca hiç konuşmadık. Ta ki arabadan inene kadar. "Bizimkiler şurada!" deyip beni de o tarafa doğru yönlendirdi, Kıymet. Onun peşinden yürümüş ve onun 'bizimkiler' diye adlandırdığı nerdeyse hepsiyle kavgalı olduğum grubun yanına gelmiştim. Aslında aralarında tanımadıklarımda vardı.

Kıymet onlara selam verdikten sonra boş bulduğumuz bir banka oturup patenleri giymeye başladık. Patenim siyahtı. Tekerlekleri ise beyazdı. Patenimin ayağımda sabit durması için son hamlesini yapıp ayağa kalktığımda cırtlak bir ses kulağımı doldurdu. Bu tabii ki de Kıymet'ti.

"Bana yardım etmeyi düşünüyor musun, Kuzey? "

Arkamı döndüğümde bir türlü ayağa kalkamayan Kıymet'i gördüm. Elimi ona uzatıp bana tutunmasını bekledim. Koluma tutunup ayağa kalktıktan sonra dengesini kurabilmesini pek bir zaman almamıştı.

Patenimi birkaç kez yere sürtüp, patenin düz zeminde ilerlemesini sağlamıştım. Hızın bana verdiği korku ise anlatılamazdı. Biraz patenle oyalanıp Kıymet'in yanına dönmüştüm. Yanında ise tanımadığım iki kız vardı.

Aslında Kıymet'in yanına dönmüş olmamın sebebi sıkılmış olmamdı. Paten sürmeyi biliyor ve seviyordum. Fakat bugün işler beklediğim gibi gitmiyordu. Belki de uykulu olduğumdandır.

"Ben gideceğim." diye söyledikten sonra az önce Kıymet'le birlikte patenleri giydiğimiz banka ilerledim.

Kıymet arkamdan, "Ya, daha yeni geldik Kuzey!" diye bağırmış ve cevap alamayınca benim yanıma gelmişti.

Bende o sırada banka oturmuş ve patenlerimi çıkarıyordum. Kıymet yanıma oturduğunda göz ucuyla ona baktım.

"Ne oldu? Emreler bir şey mi dedi?" dediğinde az önce ona göz ucuyla bakıyor olan gözlerim artık tamamiyle onu izliyordu.

"Güldürme beni."

"Ya, ne oldu o zaman?" diye bağırdığında ona cevap vermek istemediğimden dolayı tekrar önüme dönmüş ve yarım kalmış işimi halletmek için uğraşmaya başlamıştım. Ayakkabılarımı giymekten bahsediyorum. Ayakkabımın bağcığını son kez düğümledikten sonra ayağa kalkmıştım. Kıymet'te neden gitmek istediğimi öğrenmekte ısrarcı gibiydi.

Fakat bunu ona söylemeyeceğimi de biliyordu.

"Sıkıldım Kıymet. Sadece sıkıldım." deyip pateni çantaya yerleştirdim. Bana karşı olan bakışları fazla şüpheliydi. Ona doğruyu söylememe rağmen onu hala inandıramamıştım. Bunu pek umursamamaya çalışıp banktan kalktım. Gözümü Elçin ve Birkan'ın olduğu tarafa kaydırdığımda istemsizce onları birkaç dakika izlemiştim.

Çok yakınlardı. Yanlış anlamamışsam onlar çıkıyorlardı. 'Bu umurumda değil.' demeyi o kadar çok isterdim ki... ama diyemiyordum işte. Bu Birkan'ın Elçin'den sakladığı gerçeklerden dolayı mıydı yoksa Elçin'e karşı duyduğum sıra dışı duygularımdan mıydı? Bilmiyordum. Kendimi sadece Birkan'ın ona söylediği yalan konusuna inandırıyordum. Elçin'e olan duygularım bir tür acıma değildi. Elçin'den bunları gizleyerek bende Birkan'ın suçuna ortak oluyordum.

Kıymet'e dönüp "Birkan ve Elçin çıkıyorlar mı?" diye sorduğumda gözlerini telefonundan ayırıp bana baktı. Öncesinde bana 'Neden soruyorsun' der gibi baksa da sonrasında oda benim az önce baktığım yöne döndü. Birkan ve Elçin'in olduğu taraf.

"Evet. İki aydır çıkıyorlar." dediğinde kaşlarım benden bağımsız hareket edip çatılmıştı.

Elçin nasıl olmuştu da bu kadar yalancı ve sahtekar biriyle iki ay birlikte olmuştu anlayamamıştım. Üstelik Elçin ve o yakışmıyorlardı da. Birkan Elçin'in yanında çok daha düşük seviyeli bir erkek gibi gözüküyordu. İç sesimin benim yerime düşünmesine son verip onların yanına gittim. Onlardan kastım Elçin ve Birkan'dı.

Elçin beni görünce yüzüme gülümser bir tavır takınarak "Selam Kuzey." demişti. Birkan'da onun dediğinin aynısını tekrarlamıştı.

"Selam." diye onlara karşılık verdiğimde Emre ve kuyruğu olan Mete bizim yanımıza gelmişlerdi. Bu iki çocuğa o kadar gıcık oluyordum ki... bunlara karşı olan nefretimi bir kitaba döksem rahat beş yüz sayfa yazabilirdim.

Emre önce Birkan'a sonrada Elçin'e baktıktan sonra gözlerini bana çevirdi. Bu mal çocuğun ne yapacağını şimdiden merak etmeye başlamıştım. İki kolumu göğsümde birleştirip yan tarafımdaki alçak duvara yaslandım. Artık Birkan'la yan yanaydım.

"Senin ne işin var burada?" diye soran Emre'yi gözlerim birkaç salisede bulmuştu.

Birkan, Emre'ye bakarak onu uyardıktan sonra bana dönüp "Takma." demişti.

"Merak ediyorum da Emre süt içmediği her zaman böyle midir?" Benim konuştuğum sırada Kıymet'te yanımızda yer almıştı. Kıymet'in ardından iki kız ve iki erkekte yanımıza gelmişti. Gözümü bir süre onlarda gezdirdikten sonra Emre'ye geri döndüm.

Kıymet yanımıza gelen dört kişiye bakıp "Gençler siz Kuzey'le tanıştınız mı?" diye sorduğunda diğerleri 'hayır' diye mırıldanmıştı. Kıymet beni hepsiyle tek tek tanıştırmıştı. Kızlar Ceren ve Buse, erkekler ise Serhan ve Umut'tu. Serhan siyah saçlı Umut ise kahvenin en açık tonunda bir saç rengine sahipti. Boyları beninkine yakındı. Ben orada bulunduğum süre boyunca Umut, Kıymet'i kesmiş Kıymet ise ona bakma tenezzülünde bulunmamıştı. Onlarla biraz sohbet ettikten sonra gideceğimi söyleyip onların yanından ayrılmıştım.

Arabamın yanına varmak üzereyken Serhan'ın olduğunu anladığım ses benim adımı söylemişti. "Kuzey," Arkamı döndüğümde tahmin ettiğim kişi yanımdaydı. Diğerleri ise hala bizden uzak durdukları köşede bir şeyler konuşuyordu. Serhan'a sorar gözlerle baktığımda nefes alıp verdi. Gözleri kısa bir aradan sonra tekrar beni bulduğunda "Kuzey, zamanın varsa biraz konuşabilir miyiz?" dedi.

Ne konuşacağını merak ettiğimden dolayı ona "Olur." diye cevaplamıştım. Onun tarif ettiği yol sayesinde bir kahve dükkanına gelmiştik. Arabadan inip içeri girdiğimizde içerisi kahvenin en güzel tonu kokuyordu. Doğrusu şimdi siz 'Bu kahvenin kaç tonunu kokladı?' diye sormalısınız.

Sanırım daha önce hiç dikkatlice kahve koklamamıştım. Kahve, kahverengi kabuğunun altında uyuyan sert bir tabaka... üstelik tadı da oldukça güzeldi. Boş bir masa bulup oturduğumda Serhan'da beni tekrarlamıştı.

Yanımıza kafenin bir çalışanı geldiğinde bizden kahve siparişlerini alıp gitmişti. O kahveleri getirene kadarsa Serhan'da bende telefonlarla ilgilenmiştik. Kahvenin sıcak dumanı git gide yükseliyor ve kahve kokan havayla karışıyordu.

Serhan'a baktım. Onun üzerimdeki bakışlarımı oda hissetmiş ve gözünü kahvesinden alıp bana yöneltmişti.

"Dinliyorum." diye söylendiğimde Serhan kafasını sallamıştı.

"Kuzey," dediğinde artık sıkılmış olduğumu ve ne diyeceğini merak ettiğimi anlatan bir bakışla ona bakmaya devam ettim. "Öncelikle okulumuza hoş geldin. Daha doğrusu boktan bir hayata hoş geldin." deyip benim onu dinliyor olduğumu kontrol ettiğinde fırsattan istifade edip onun sözünü kestim.

"Umarım beni buraya kadar 'hoş geldin' konuşması için çağırmamışsındır." dedim gülerek. Oda bana eşlik edip gülmeye başladığında gülmemizi kesen ses dışarıdan gelmişti. Gök gürlemişti, ya da yırtılmıştı... O kadar şiddetli bir sesi vardı ki evet, bir an yırtıldı zannetmiştim. Gök gürlemesinden hemen sonra öncede beyaz bir ışık gelip gitmişti. Ve bu ikisinin ardından gökyüzünden hışımla inmeye başlayan yağmur damlalarının büyüleyici sesi...

Tüm dikkatimi cama vurup sonra çaresizce yere doğru süzülen su damlalarına verdim. Ve dikkatimi bozan şey Serhan'ın sesi olmuştu, tekrar.

"Kuzey ilk geldiğin gün ne yaşadın?" diye sordu Serhan. Sesi fazlasıyla sert çıkmıştı. Gözleri de sesine uyum sağlamış ve çatılmış kaşları eşliğinde küçülmüştü.

"Neden öyle bakıyorsun?"

"Çünkü her şeyi biliyorum." dedi. Her şeyden kastı farklı şeylerde olabilirdi fakat benim aklıma sadece Birkan'ın çarptığı arabadaki Elçin'in annesi ve babası gelmişti. Ve bende bunları aptal gibi kimseye söylememiştim.

Bunlara rağmen Serhan'a hala anlamamışçasına bakışlar attım. Onun yüzündeki ciddiyet birer gülümsemeye yerini bıraktığında bu sefer benim kaşım çatılmıştı.

Elime kahveyi alıp birkaç kez yudumladıktan sonra "Her şey derken?" diye sormuştum.

Buna karşın Serhan;

"Evet Kuzey, her şey." demişti.

Miley Cyrus - Wrecking Ball

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro