26. Bölüm: Beyaz Atlı Prens
27. Bölüm
Elçin gözlerini yere çevirip, yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı. Elini bacağıma bastırıyor, benim canımın acıdığını bile bile bunu sürdürüyordu.
"Ah!" dedim kısık ve acı bir sesle. Sonunda ayağa kalkabilen Elçin sırasına geçip öğretmene baktı.
"Hocam sadece kalemim düşmüştüde." Öğretmene söylemeye çalıştığı yalanla tüm sınıf kesik kesik kıkırdadı.
"İyi tamam susun." dedi ve arkasına dönüp tahtadan masasına doğru yürüdü. Yan tarafıma baktığımda gine Elçin'in ölümcül bakışları ile karşılaşmıştım.
Dakikaların saatler gibi geçtiği dersin bittiğini haberdar eden okul zili kulağımızı dolduruyordu. Elçin her an üzerime atlayacabilecekmiş gibi gözüküyor ve bu da normal olarak her geçen an beni daha çok korkutuyordu.
İçimden bir diye gecirdim. İki. Ve üç.
Elçin'den önce davranıp koşarak sınıftan çıktım. Sınıfa giren, çıkan herkese çarpıştım. Arkamdan kim bilir ne küfürler edilmişti de duymamıştım. Fakat şu an odak noktam bu değildi. Elimden geldiğince hızlı koşmaya çalışıyordum.
"Ah!"
"Delirdin mi sen?"
"Yavaş olsana!"
Buna benzer tepkiler işitsemde başlattığım işi bitirmek için koşmaya devam ettim. Sınıftan çıkmayı başarmış ve bu seferde okulun kalabalık koridorunda koşmaya başlamıştım.
"Kuzey ver şunu çocukluk etmeyi kes!"dedi Elçin kelimlerini kesen nefesine aldırış etmeden.
"Gel ve al." dedim okul binasından, bahçeye bağlanan kapıyı geçerken. Sahi koridorun neden bu kadar kalabalık olduğunu şimdi anlamıştım. Şiddetli bir yagmur yağıyordu.
Bahçeye attığım ilk adımda saçım onlarca yağmur damlası ile islanmıştı. Bahçenin ortasında durup kağıdı cebimden çıkardım.
Yağmur damlaları saçımdan yanağıma doğru düşüyordu. Umursamadım.
Hani masallarda prenseslerin beyaz atlı bir prensi olurdu ya. İşte Kuzey benim için tam olarak o konumdaydı. Tamam belki de bir prenses kadar güzel olmayabilirim fakat Kuzey bir prenstende yakışıklı. Onun yanında kendimi güvende hissediyorum. Onunla konuşmaktan, hatta ve hatta tartışmaktan bile zevk alıyorum. O benim her şeyimle her şeyim. İlk öpücüğümü kazara verdiğim adam. Ve sanırım o benim ilk aşkım.
Okumaya devam edeceğim sırada kağıt parçası elimden savruldu. Şaşkın bir sekilde kağıdı benden alan kişiye baktım.
Aramızdaki sessizliği bozan yağmur sesi kulağıma çok güzel bir ezgi gibi geliyordu.
Onu kolundan tutup kendime çektikten sonra mavi gözlerinin beni izlemesi için ona zaman tanıdım. Her şeyi öğrendiğimi anlamıştı.
"Ku..." cümlesine devam etmesine izin vermediğini belirtmek amacıyla işaret parmağımı onun dudaklarının üzerinde gezdirdim.
Biz değil aramızdaki sessizlik konşuyordu şu an. Elimi dudaklarından yanağına götürüp, diğer elimlede yüzünü iki elimin arasına aldım.
Yüzümü yüzüne yaklaştırdım yavasça. Titriyordu. Ya da korkuyordu. Gerçeklerden korkuyordu belki de.
Dudağım dudağına değdiğinde kendini serbest bıraktı ve titremeden durmak için savaş verdi. Dudaklarım önce yavaşça başladığı bu işe sonrasında her geçen saniye daha da hızlanarak devam ettiler.
Yumuşak yüzü hala ellerimin arasındaydı. Oda elini karnıma yerleştirdi ve bu büyülü anın büyüsüne kapıldı.
Dudaklarımız bir süre aynı şeyi tekrarlayıp durdu. Biraz sonra yavasça ayrıldığımızda az önce iki elimin arasına aldığım yüzünü serbest bıraktım.
İkimiz de birbirimize bakıyorduk. "İlk öpücüğün daima benim kalsın istiyorum." dedim kısık bir sesle. Parmağımı dudaklarında gezdirdim ve sonrasında tekrar konuştum. "Bir ömür boyu sadece benim kalsın istiyorum." Gözlerini bir süre kapadı.
Gözlerini açtı. "Bir rüyanın içerisindeymiş gibi hissediyorum Kuzey. Seni tekrar öptüğümde uyanacakmış gibi." dedi Elçin pürüzlü bir sesle.
"Biz gerçeğiz Elçin," dedim tekrar fısıldayarak. "İnanması zor olsada gerçeğiz işte." diye devam ettim.
Dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Lütfen sonsuz olalım." dedi dudağımı tekrar ve tekrar öperek.
"Hani demiştin ya ikimizde sayfaları koparılmış kitaplarız. Ben senin yarını tamamlaya varım." dedim onun gözlerinin içine bakarak.
"Bu evrende yazılabilecek en güzel kitap olsun." dedi birkaç kez daha dudağıma öpücükler kondururken.
"İçinde evrenin en güzel kızının olduğu bir kitabın evrenin en güzel kitabı olmama ihtimali yok zaten." dedim fazlasıyla ciddi ve pürüzsüz bir sesle. Ardından ise onu taklit edip onu birkaç kez öperek.
Bize okulda olduğumuzu hatırlatan o zil çaldığında hafif bir tebessümle birbirimize baktık.
Dersler çabuk geçmişti. Okul boyunca Elçin'le birkaç kez konuşmuştuk. Bunlar sadece birkaç sıradan sorundu. Çıkış saatinde Kıymet'ide alarak arabaya binmiş hızlı bir şekilde eve varmıştım.
Evde sıradan fakat bir o kadar sıkıcı geçen vakitle baş edemiyordum. Hem sıkıcı hem sıradan. Elimdeki kitabı bırakıp yatağıma uzandım. Birkaç saat sonra ise hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.
Salona indiğimde salonda babam ve Arzu'nun bulunduğunu görmüştüm. Televizyonun yakınlarında bulunan uzun pofuduk koltuğa uzandıktan sonra televizyonda oynayan belgeseli izlemekle oyalandım. Televizyondanda sıkıldığımda babamla tartışmanın en güzel çözüm olduğunu düşünüp banamla tartışabileceğim bir konu açtım. Babamla tatlı ve tartışmalı geçen konuşmamızı bölen telefon sesiyle ayaklandım. Babamın yanından ayrılıp telefonu açtım.
"Efendim Kıymet?" Sıradan konuşmamın ardından gelecek cevabı merakla beklerken diğer yandanda yerdeki fayansın desenlerini süzdüm.
"Oğlum okuldaki herkes sizi konuşuyor hemen kapının önüne çık!"
"Ne?" Birkaç kez tekrarladığım soru karşısında cevap alamayınca telefonu kulağımdan çekip ekranına baktım, kapatmıştı.
Evden alelacele çıkıp Kıymet ve Pınar'ın oturduğu evin bahçesine girdim. Kıymet evin kapısını açıp benim içeri girmemi izlerken bende babamın arkamdan evden çıkıp çıkmadığını kontrol etmiştim.
"Elçin'le ilişkiniz mi var?" dedi Kıymet beni salona geçirirken.
"Nasıl?" dedim anlamaz tavırla.
"Okulda, okulda öpüştünüz ve herkes bunu gördü?"
Bozuk plak gibi az önce dediğimi tekrarladım. "Nasıl?"
Bozuntuya vermemeye çalışarak yanımda bulunan masaya tutundum. Arından ise bir süre bunun nasış yayılmış olabileceğini düşünmüştüm.
"Biri fotoğrafınızı çekmiş."
"Has..." küfürün devamını getirmeden sustum. Aklım allak bullak olmuştu. Öpüştüğümüz sırada bahçede ben ve Elçin'den başka kimse yoktu. Ki o ara yağmur yağıyordu. Çeken kişi büyük ihtimalle yakınımızdaydı. Ve bizde aptal gibi o kişiyi fark etmemiştik.
"Sizi sevmeyen biri olmalı. Okulun resmi sitesinde paylaşılmış. Ya da sadece prim yapmak isteyen boktan bir admindir." dedi Kıymet mutfaktan elinde iki tane portakal suyuyla dönerken.
"Umrumda değil." dedim. Portakal suyunu bana uzatıp karşımdaki pembe koltuğa oturdu.
"Birkan görmüşse yapacaklarını hiç birimiz tahmin edemeyiz, Kuzey." dedi Kıymet elindeki bardaktan yudumlarken.
"Ondan korkmamı mı bekliyorsun?"
"Kuzey anlamıyorsun. O delinin teki. Ne yapacağı belli olmuyor, ki konu Elçin'se..." dedi Kıymet bitirmiş olduğu, az önce dolu olan portakal suyunu sehpaya bırakırken.
"Elçin'i öpecek kadar cesaretim varsa bunun arkasında duracak kadar da cesaretim var." dedim ayağa kalkıp kapıya yönelirken.
"Sadece dikkat et istedim."
***
Duvarın kenarına yaslamış olduğum okul çantamı hızla kapıp odamdan fırladım. Koskoca evde ben, babam, Arzu ve birkaç hizmetlinin yaşaması çoğu zaman benim ürkmeme neden oluyordu. Küçüklüğümden beri karanlıktan korkan biriydim, oysa karanlığın ta kendisiydim.
Bu gün kahvaltı yapmadan evden çıkmak istiyordum. Kapıyı açtım ve babama gözükmeden evden çıktım. Okula vardığımda herkes bana dönmüş ve arasında fısıldaşmaya başlamıştı. Bunun birden olması şaşkınca etrafımdakilere bakmama neden olmuştu.
Her zaman ki halleri olduğunu düşünüp okul binasına doğru yürüdüm. Bahçe de bulunan öğrencilerin çoğunun elinde telefonları vardı ve büyük ihtimalle fotoğraf hızla yayılıyordu. Yani bu durumdan haberi olmayan biri bile bu fotoğraftan dolayı şu an bana şaşkınca bakıyor olabilirdi.
Birkan okul binasından koşarak çıktığında her şeyin farkına bir anda varmıştım. Başıma kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordum.
Arkamı döndüğümde Serhan hemen yanımda yerini almıştı. Okulun yeni gelen öğrencileri her şeyden habersiz bir tarafta oturmuş okulda olup bitenlerin dedikodusunu yapıyorlardı.
Birkan yanıma vardığında onu gülümser bir tavırla karşıladım.
"Sen kimsin lan?"dedi yakamdan tutarken. Onu itip yakamı bırakmasını sağlamıştım. Akın ve Umut'ta yanımda yer aldığında Emre ve yardakçısıda Birkan'ın yanında bulunmaktaydı.
"Sütünü mü içmedin ne bu afra tafra?" dedim dalga geçer bir sesle. Okulda büyük bir kahakaha koparken Birkan okulda göz gezdirdi ve susmalarını sağladı.
Gözüme hızla bir yumruk geçirdiğinde bu darbesine karşın tekmemi karnına geçirdim ve boğazımı sıkmak için uzattığı elini sertçe kavrayıp çevirdim.
Emre ve yardakçısı Mete müdahale etmeye çalışsada Serhan ve Umut onları sert bir dille uyarmıştı. Dizlerimi kırıp tam onun başının yanında çöktüm. Ağızımdan birkaç küfür savurdum ve onun yüzüne bir yumruk daha geçirdim.
"Kuzey, tamam! Dersini almıştır." dedi arkamdan birisi. Bu Serhan'ın sesi değildi. Arkamı göz ucuyla süzdüğümde konuşanın Umut olduğunu gördüm.
Buruşturmuş olduğum yakasını bıraktım ve ayağa kalktım. Emre ve Mete beni sinirli bir şekilde izliyorlardı. Yanlarina Doruk'ta eklendiğinde pek şaşırmamıştım.
Umut ve Serhan benim koluma girip bahçenin diğer ucuna sürüklüyorlardı. Akın'da arkamızda yürüyüp bizi takip ediyordu.
Elçin okulun kapısından girdiğinde önce Birkan'a sonra ise bana bakıp koşmaya başladı. Bahçedeki nerdeyse herkesin gözü Elçin'e dönmüştü.
Elçin önce bana sarıldı sonra ise onu görünce sinirden sıkıştırmış olduğum dudaklarım gevşemiş ve bir tür gülümsemeye dönüşmüştü. Elçin bu şekilde gülümsediğimi görünce sırıtıp bir kez daha bana sarıldı.
"Kavga mı ettin?" dedi Elçin yüzümdeki gülümsemenin dahada yayılmasını sağlarken.
"Hayır tabii ki de, ayıp ediyorsun hemde Birkan'la. Sen hiç benle Birkan'ın kavga ettigini gördün mü?" dedim ciddi bir tavırla. Fakat Elçin o ciddiliğimin altında yatan alaycı sesi biliyordu ki gülümsemeye devam ediyordu.
Gözünün önüne düşmüş birkaç saç telini kulağının arkasına götürdüm ve narince ittirdim.
Elçin, "Kuzey senle bir şey konuşmak istiyorum." Dediğimde Serhan, Umut ve Akın bize bakıp sırıttıktan sonra yanımızdan ayrıldılar.
"Konuş." dedim beklemek istemiyormuş gibi davranarak.
"Dün o kağıdın hepsini okudun mu?" dedi utanıp, yüzünü yere eğerken. Yanaklarına baktığımda yanaklarında pembe bir rengin yayıldığını görebilmiştim. Kızarıyordu.
"Bir düşünelim..." dedim düşünüyormuş gibi yaparak.
"Hâlâ gıcıksın." dedi gülerek.
"Hâlâ çok bilmişsin." dedim onun ses tonunu taklit edip.
Elçin elimi tutarken yanımızda bulunan banka oturmuş ve beni de arkasından sürüklemişti.
Bir süre gözlerime bana bir şey söyleyecekmişçesine bakıp ardından dudaklarını oynattı.
"Ama hala sevdiğim adamsın."
***
Öğlen molasına doğru başıma ufak ufak ağrılar girse de ben durumu bozuntuya vermemiş ve yaşlı matematik öğretmeninin anlattığı dersi dinlemeye devam etmiştim.
Dersin sonunda öğlen molasının habercisi olan zil çaldığında koridorların yavaşça öğrencilerin bağrışmaya başlamasına sebep olmuştu. Bu sesler geçen her saniye daha çok artıyordu.
Ayağa kalktığımda başımdaki ağrı sanki birden yükünü bacaklarıma bırakmış gibi hissetmiştim ve bu da yere çökmemem için kendimle büyük bir savaş vermemi sağlamıştı.
Gözlerim hafif hafif kararırken tekrar ayağa kalkmayı denedim ve önümde duran masayı sıkıca avuçladım. Ayağımı yere bastıktan sonra masadan destek alarak sınıftan çıkmıştım. Tuvalete giden yolu elimden geldiğince hızlı yürümüş ve uzunca bir süre sonra tuvalete varabilmiştim. Aynanın karşısına geçtikten sonra karşımdaki duvara montelenmiş musluğu açtım. Elime geçen suyu yüzüme sert bir biçimde vurduktan sonra ayağa kalkmış ve aynada bir süre kendimle bakışmıştım.
Yanılıyorsun baba. Gözlerim her zaman kriz geçirirken acı çeken o zavallı çocuğun gözleri.
Tuvaletten çıktıktan Elçin'e bakmak için sonra önce sınıfa gittiğimde Elçin'in sınıfta olmadığını görünce bende yemekhaneye gitmiştim. Yemekhaneye gittiğimde yeni gelen öğrenciler ve bizim okulun öğrencilerin düşmanmışçasına bakışıyor olduklarını görmüştüm. Öğrenciler ikiye ayrılmış; bizim okulun öğrencileri sağa, yeni öğrenciler ise sola geçmişti. Yemeğini alan masalara kurulurken bu durum tekrarlanmış ve yeni öğrenciler sadece soldaki masalara oturmuştu.
Sağ taraftaki masalara ilerlediğimde birinin koluma girmesiyle kolumun tutulduğu yöne döndüm. Yanımda Berna'yı gördüğümde önce şaşırmış ardından ise bozuntuya vermeden gözlerimle Elçin'i aramıştım. Elçin'in ve bizim çocukların oturduğu masayı bulduğumda Berna'yı da peşimden sürükleyerek hızla masaya varıp, Elçin'in yanına kuruldum.
Elçin beni görünce hafif gülümsemiş ardından kulağıma yaklaşmıştı.
"İyi olduğuna emin misin? Derste pek iyi görünmüyordun." diyerek kulağımdan uzaklaşıp bir süre gözlerime bakmıştı. Elçin'in gözleri yüzümü solgun bir halde incelerken başımı kaşıdım.
"Artık iyiyim. Önemi bir şey değildi." diye açıklama yaptığımda Elçin bana yaklaşıp ardından kollarını boynuma sarmıştı.
Birden önüme birinin tepsi bırakmasıyla yemekhanede çelik sesi yankılanmıştı. Yankılanan bu ses benim yakınımda yaşandığından dolayı birden irkilmiş ve normal olarak tepsiyi kimin bıraktığını öğrenmek için gözlerimi hareket ettirmiştim. Karşımda tekrar Berna'yı gördüğümde gözlerimi pörtletip ardından tepsiye baktım. Tepside yemekten başka bir şey yoktu. Berna'ya şaşkınca bakmayı bırakıp sorar gözlerle baktığımda açıklama yapmak için kendi tepsisini de masaya bıraktı ve boğazını temizledi.
"Yemeksiz oturduğunu görünce sana da yemek getireyim dedim de tam sana tepsiyi vereceğim sırada ayağım kaydı. Kusura bakma." Sesinin hala pürüzlü çıktığına bakılacak olursa az önce boğazını temizlemesinin bir faydası olmamıştı.
"İyi, sağ ol." diye cevap verdim ve ardından bıraktığı tepsiyi biraz daha kendime çektim ve sonrasında Elçin'e döndüm. "Anlaşılan bayan çokbilmiş aç değil." dedikten sonra masadan çatal alıp, çatal ile yakaladığım zeytini Elçin'in ağızına götürdüm. Fakat o tam ağızını açtığında çatalı geri çevirip, zeytini ben yemiştim. Elçin sinirle koluma vururken zeytin çekirdeğini az kalsın yutuyor oluşumun verdiği panikle öksürdüm.
İçi rahatlamayan Elçin bir kaç kez daha koluma vurduktan sonra kollarını birleştirip arkasına yaslandı. O sırada yüzünü buruşturmayı unutmamıştı.
"Pislik, bana yedirmezsen öyle ağızında kalır."
Çatalla bir zeytin daha aldıktan sonra onun ağızına sokuşturdum. Elçin zeytini büyük bir iştahla ağızına alırken birden telefonu titremiş ve masadan kalkıp yemekhaneyi bölen masaların arasından çıkışa doğru ilerlemişti. Tam o sırada birinin ıslık çalıp bir şeyler mırıldandığını duyduğumda elimi ne zaman yumruk yaptığımı bile hatırlamamıştım. Vücudum tamamen benden bağımsız hareket ediyordu. Masadan kalktığımda Elçin'in arkasından çalınan ıslık ile arkasına dönmüş olduğunu görmüştüm. Elçin kulağında telefon ile öylece arkasına bakarken ıslık çalan ve bir şeyler söylemiş olan çocuğu süzdüm. Yeni gelen öğrencilerdendi. Masanın olduğu bölümden ayrıldıktan sonra sol tarafa yani yeni öğrencilerin masasına doğru ilerledim. Arkamdan birkaç kişi adımı bağırsada bunu umursamamış ve çocuğun yanına varmıştım.
Çocuk bana kaşını çatıp baktığında dişlerimi sıkıp, dudaklarımı birbirine bastırmadan edememiştim. Elimde olsa dişlerimi bastıra bastıra kırabilirdim.
Bir erkek sesi arkamdan "Kuzey." Diye seslendiğinde yavaşça arkamı süzdüm. Bu Akın'dı.
Islık çalan çocuğu yakasından tuttuktan sonra hızla çekiştirdim ve dizlerinin yerle buluşmasını sağlamıştım. Yeni öğrenciler ayaklanıp aralarında bağrışırken ıslık çalan çocuğun yüzüne sert bir yumruk geçirdim. Çocuk acı bir şekilde bağırdığında bunu umursamamış ve onun hizasına eğilmiştim. Akın hızla yanımda yer alıp birinin olaya müdahale etme olasılığını engelliyordu.
"Sahipli." diye fısıldadım sadece çocuğun duyabileceği bir sesle. Ardından ayağa kalktık ve çocuğu da çekiştirerek ayağa kaldırdım. Çocuk korkuyla eğilirken ona vurmak yerine tekrar kulağına eğildim ve konuştum. "Şimdi gel ve ondan özür dile."
Çocuk dediklerimi idrak eder etmez başını tamam anlamında sallayıp önümden yürümeye başlamıştı. Elçin'in yanına vardığımızda Elçin kaşlarını çatmış ve önündeki çocuk yerine bana bakıyordu.
Islık çalan çocuk kısık bir sesle "Özür dilerim." dediğinde güldüm.
Tüm gözler üzerimizdeydi.
"Duyamadım!" Diye bağırdığımda çocuk gözlerini kapattı ve üzerine odaklanmış olan onlarca gözden birkaç saniyeliğine kaçtı.
"Arkanda bağırdığım için özür dilerim." diye acı bir sesle bağıran çocuğun hemen ardından ben konuştum.
"Ve?" diye sordum çocuğu tuttuğum yakasından bir kez daha ittirirken.
"Ve ıslık çaldığım için."
Çocuk özür diledikten sonra çocuğa yaklaşmış ve bu kez fısıldamadan "Gözüm üzerinde olacak." demiştim. Çocuğu bıraktığımda çocuk yemekhaneden koşarak ayrılmıştı. Herkes aralarında fısıldaşmaya başladığında bağırdım.
"Hey, hey! Duydunuz değil mi?"
Herkes ne dediğimi anlamamış olduğunu belirten bir şekilde bana baktığında arkamı döndüm ve Elçin'e doğru gittim. Elçin'in yanına vardığımda onun elinden sıkıca tuttum ve herkes görsün diye tuttuğum elini kaldırdım.
"Elçin benim. Ona uzatılan dili keserim." dedim.
Yemekhaneyi sessizlik bürümüşken Elçin'in sıkarak tuttuğum elini bırakmadan yemekhaneden ayrılmış ve bu sayedede Elçin'i de peşimden sürüklemiştim.
Berna ve Akın'da yemekhaneden ayrılıp yanımıza gelirken Berna, Akın'a trip attığını belirten bir yüz ifadesiyle bakıp ardından "Bende istiyorum bu konuşmadan." Demişti.
Elçin ve ben, Berna'nın bu haline gülerken Berna'nın bize sinirli bir yüz ifadesiyle bakmasıyla ağızımızı kapatıp sadece kesik kesik kıkırdamakla yetinmiştik.
Elçin'in beline elimi attıktan sonra onu arkaya çevirip koridorda yürütmeye başlamıştım.
Ben "Ah," diye yakınırken Elçin kaşlarını çatıp başını kaldırarak bama bakmıştı. "Böyle güzel bir sevgilim varken daha döveceğim çok çocuk var." diyerek yakınma merasimime devam ettiğimde Elçin kaşlarını düzeltip gülümsemişti.
Elçin'in "Benimde böyle yakışıklı bir sevgilim varken daha yolacağım çok kız var." demesiyle beline elimi daha çok sarıp onu kendime çektim ve ardından kokusunu içime çektim. Hımm.
Portakalın en güzel tonu kokan kadın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro